Sureler

Göster

Bakara Sûresi 21. Ayet

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

21- Ey insanlar! Sizi ve sizden önceki atalarınızı yaratan Rabbinize ibâdet ve kulluk edin ki cezadan korunmuş olasınız.



Ey kullukla mükellef olan insanlar! Bırakın putlara kulluğu da size rızık veren, sizi terbiye eden Rabbinize kulluk edin. Bırakın babalarınızın yanlış tutumunu onları da yaratan sizi de yaratan Rabbinize kulluk edin. Ancak böylelikle kendinizi tehlikeden, sapıklıktan, başı bozukluktan, azgınlıktan, zulümden, fısktan, cehennemden, gazabı ilâhiden koruyabilirsiniz.

Heyecan uyandıran ‘ يَا ’ nida harfi tenbih anlamıyla, ‘ أَيُّ ’ ismi mevsulü bir cümlede toplanarak gelecek emrin ehemmiyetini, önemini haykırıyor.

Ey insanlar! Uyanın, kulak verin, öğrenin, sadede gelin, huzura gelin, inanın, irkilin! Tenbih tenbih üstüne.

Şu canınızı size kim verdiyse, hayatta kalmanız için havayı, suyu ve tüm ihtiyaçlarınızı kim karşılıyorsa, Ayı, güneşi, yeri, göğü içinde olanları, denizleri, dağları sizin emrinize, hizmetinize kim musahhar kıldıysa, size gücü, kuvveti, aklı fikri kim ihsan ettiyse, hastalandığınızda kim şifa veriyor, sizi kim öldürüp diriltiyorsa, O’na kulluk etmeniz gerekmez mi? O’na itaat edip, buyruklarına boyun eğmeniz, emir ve yasaklarını gözetmeniz gerekmez mi?

O Rabbiniz ki; sizi önce topraktan sonra bir damla sudan yarattı. Suret verdi, suretinizi en güzel yaptı, analarınızın karnından çıkardı. Size özel süt üretti, ana kucağında, baba ocağında büyüttü. Hiçbir şeye gücünüz yetmediği bebeklik zamanında sizi ailenize, çevrenize sevdirdi. Sizi gözler önünde kimseye fark ettirmeden bir sır gibi büyüttü. Azalarınızla beraber kalbiniz, ruhunuz, düşünceleriniz, aklınız, hisleriniz, duygularınızı da birbirine paralel biçimde, güzel bir ahenk ve uyum içinde gün be gün geliştirdi.

‘ خَلَقَ ’ fiilinin yaratmak manası dışında takdir etmek, her şeyin düzenli, ölçülü miktarıyla husule getirmek, yumuşatmak, düzeltmek, iyilik ve hayırda pay vermek, eskimek, manaları da vardır. 

Buna göre âyete bir daha bakarsak, insanı plana koydu, takdir buyurdu, azalarını birbirine uygun, münasip yarattı. Onu tedrici tedrici düzeltip, kemale getirdi. Yaşaması ve ebedi hayatı kazanması için iyilikten, hayırdan pay verdi. Maddi mânevi büyüyüp gelişmesi için eğitim imkanları sağladı. Resûl gönderip kitabını tebliğ ederek hidâyet, sadakat yollarını gösterdi. Gadap, şehvet ve akıl gücünü gönderdiği açık âyetlerle itidale getirdi.

Bünyesinde bulunan hırçınlığı, gadabı, gılzatı giderip halim, selim yumuşacık kıldı.(Biz ona halim bir evlat verdik. Saffat,101) Sonra da tedricen büyüttüğü gibi tedricen eskiterek ölüme hazırladı. Hayatı sevdirdiği gibi ölümü de sevdirdi.

Bu âyet daha önceki âyette korkup ellerini kulaklarına tıkayanlara hitaben şunları söylüyor: Hakiki müttakilerden olmalısınız ki korktuklarınızdan emin, umduklarınıza nail olasınız. Yoksa kulak tıkamakla asla korunamazsınız. Onun gadabından emin, rızâsına nail olmanız için ona kayıtsız şartsız kulluk gerekir.

Onun mülk-ü saltanatında sadece O’nun sözü geçer. Kimsenin O’na itiraza hakkı, takati, mecali yoktur.

Ancak ibâdet ediyoruz diye her akıbetten emin olamayız, ümitvar oluruz. İbâdet, hilkatimizin, terbiyemizin bir şükranesidir.

Bununla Allah’ı mecbur edecek, minnet altında bırakacak ne kudretimiz, ne de hakkımız vardır. Bizi dünyevi ve uhrevi kötülüklerden, cezalardan koruyup kurtarması O’nun fazlı rahmetindendir. Biz O’nun fazlından ümit edebiliriz.

Bu âyet, Fâtiha sûresindeki ‘Âlemlerin Rabbi’ vasfının isbatına, ‘Ancak sana ibâdet ederiz’ antlaşmasına, Bakara sûresinin başındaki ‘müttakiler için bir doğru yoldur’ fıkrasına ve yağmur temsilinin içerdiği gayeye ne kadar uygundur!

Bu âyet, Allah Teâlâ'nın açık olarak ilk emrini veriyor. Bu emir, İslâm binasının temel esası olan kulluk ve rabblık birliğinden başlıyor. Ulûhiyetin rububiyyete, rububiyyetin yaratıcılığa bağlılığını gösteriyor ve yaratıcıyı isbat ediyor. Ve hemen ardından da nübüvveti, Hz. Muhammed (sav)'in doğruluğunu isbat ve müdafaa ediyor.

‘Ey insanlar! Akıl ve erginlik ile insanlığın ilk kemal basamağına basmış olanlar! Hepiniz mümin, kâfir, münafık, hangi sınıfa, dünyadaki kavimlerden hangi kavme mensup olursanız olunuz, fakir-zengin, âlim-câhil hepiniz her zaman şu emirle sorumlusunuz: Sizi ve sizden öncekileri, babalarınızı, analarınızı, bütün atalarınızı, dedelerinizi ve diğerlerini baştan sona yaratan Rabbınıza, âlemlerin Rabb'ine ibâdet ve kulluk ediniz, sevgi ve korkunun kemaliyle, en güzel edep ve saygı ile O’na boyun eğiniz. O'nun emirlerine, hükümlerine uyunuz.

Ona ibâdet ve itaat ediniz ki gerçek muttakilerden olmanızı ümit edebilesiniz.’

Korunma kuvvetli bir ümit olarak gösteriliyor da, ‘korunacağınızdan emin olunuz’ denilmiyor. Çünkü ilâhî iradeye hiçbir şart koşulmaz. Siz ibâdetinizle onu korumaya mecbur edemezsiniz.

Ubudiyet (kulluk) bir kanundur. Asıl koruyacak olan Allah'ın lütfu ve rahmetidir. Zaten Allah'ın layık olduğu şükür ve kulluğu kâmil bir şekilde eda da edemezsiniz.



يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُواْ رَبَّكُم

‘Ey insanlar, Rabbinize ibâdet edin.’


Bu nida, Ehli Medine’ye hitap olmakla beraber, umuma irşad ve rahmettir. Çünkü Allah kullarının dalâletine râzı olmaz. Mürebbiler nasihat eder, men eder, engeller. Sonra terbiye ettiği kimselerin nefislerinde inkisar görünce, yumuşak sözlerle hatırını alırlar ki terbiye ve ıslah olsunlar. Ama Cenâb-ı Hakk bu hallerden münezzehtir. Islah ve hayrını istediği için ikaz eder. Bu merhamettendir.

Cenâb-ı Hakk da ıslah olmalarını murad ettiği için tekdir ediyor, nasihat ediyor. Azgınlık ve dalâlette inatlaşmadıkça mahlukuna rahmeti terk etmiyor.

‘ يَا  / ey’ edatı: Uzaktaki, yanılan veya gaflet içinde olana nida için kullanılır. Eğer bu nida ile yakında olan bir kimseye seslenilirse, o zaman tazim, uyarı, dikkat çekme, gafil kalpleri yönlendirme murad edilir. Burada durum, insanlara daha pekiştirici ve beliğ olan ifade ile nida etmeyi gerektirmektedir. Arapçada yakın kimseye nida ise ‘ey’ kelimesi ile yapılır.

‘ يَا ’ uzak için, ‘ أي ’ ve ‘Hemze’ yakınlık için kullanılır. Burada gafletlerini beyan için garib baid yerine kullanıldı.

Nidalar ekseriya Kur’an’da emir, nehiy, vaad, vaid için kullanılır. Uyarı, kalpleri meylettirme amaçlıdır.

      يَا’nın altı güruha hitabı : 
  • Mümine: İkaz
  • Gâfile: Tembih
  • Gâibe: İhtar
  • Câhile: Târif
  • Dosta: Teşvik
  • Düşmana: Tevbih
‘ يَا ’; Gafilleri uyarı
         Sakinleri harekete geçirmek
         Câhillere hakikatleri bildirmek
         Meşgul olanlara meşguliyeti bıraktırmak
         Yüz çevirmiş olanları hakka yöneltmek
         Hak sevgisi ile dopdolu olanları bu iş için daha heyecanlı hale getirmek
         Müridlerin arzu ve isteklerini artırmak için söylenmiştir.

اعْبُدُوا ’ ibâdetin aslı tezellül ve hududur. Ne zaman tezellül (tevâzu) ve hudu (saygı) olursa, sıdk ve yakin hasıl olur. Allah’a iman ve tevhid ibâdetin mebdeidir. Kim şirk koşarsa, tezellül ve hududan uzaklaşır.

رَبّ ’ vasfıyla gelmesi ibâdete müstehak olduğunu ilan eder. Çünkü o yaratan ve bütün işleri tedbir eden, düzene koyandır. ibâdete layıktır. Bunda şükür ve ibâdeti izhar manası vardır.

‘ لَعَلَّ ’ Şek harfidir. Ümit ifade eder. Bu da Allah’ın ilmi hakkında mümkün olmaz. Hasıl olmamakla beraber ihbar (haber kipi) olarak gelmiştir. 

Allah’ın kelamında ‘ لَعَلَّ ’ geliş yönleri:
1- Hakikate yakın mecazdır. Reca fiili manasındadır. Ancak o cüzi mana ifade eder.

2- Reca için mecaz manaya gelir. Çünkü reca yakınlığı, yakınlık ıttılaı gerektirir.

3- ‘Key’ manasında talil içindir.

4- İstiaredir. Şöyle ki: ‘Takvâ olmanız umulur’ demek ‘Siz takvâyı seçip seçmemekte serbestsiniz. İster taatte kalırsınız ister isyan edersiniz. Tıpkı yapıp yapmamakta muhayyer bırakılanlar gibi’ manasındadır. Aslında bu ihbari bir cümledir. Mecazen inşai olmuş. Yani mecbursunuz ama imtihan icabı şimdi muhayyer gibisiniz. Çünkü mühlet verilmiş, akıbet de ona gizlenmiş.

Keşşaf’a göre; ‘ لَعَلَّ ’ Allah’ın kelamında istiare-i temsiliye olmuş, irade ümit gibi heyet terkibiyle gelmiş.

Bize göre diğer bir vecih de şudur: ‘ لَعَلَّ ’ emir veya nehiyde talil (sebep) makamında vaki olur. Bu Allah’ın kelamında olsun gayrın kelamında olsun aynıdır.

Takvâ; kerih olan şeylerden sakınmaktır. Istılahi manası; dindar kılacak kemal sıfatların husulüdür. Takvâ ibâdetin neticesi olduğuna göre, ibâdetin gayesi de takvâdır. Rabbimiz, yani terbiye edicimiz, bize terbiye konusuna dikkat etmemizi hatırlatıyor.


İnsani Terbiye
Bir insan ne kadar ibâdet ve taatla meşgul olsa da, Kur’an terbiyesine girip ondan aşı almadan nefsin ıslah ve tekâmülü mümkün değildir. Zira, aşısız ağacın meyvesi itibar görmez. Kalaysız kapta pişen yemek yenmez. Bozuk makinaya ipek ip de versen düzgün kumaş dokumaz. Güneş görmeyen ağaç meyve vermez, ancak odun olur. İşte mânevi ziyâdan mahrum olan insan da böyledir.

     İnsanın yedi özelliği:
     1- Kamil insanlarla aynı çevrede bulunmak.
     2- Akıl ve kalbi beraber doyurmak.
     3- Diline, öfkesine ve iradesine hakim olmak.
     4- İnsanlarla iyi geçinmek,
     5- Şikâyet eden değil, problemi çözen olmak.
     6- Muhatabın nefsini kendi nefsine tercih etmek.
     7- İsabetli ve hızlı karar verip, o kararı cesaretle uygulamak.


   Bir zamanlar biz de millet hem nasıl milletmişiz
   Gelmişiz dünyaya insanlık nedir öğretmişiz.
M. Akif


Allah’ın kullarını mükellef tutmasının sebepleri:
1- Mevlâ olanın, kendisine itaat ve hizmet etmesini kölesinden istemesi normaldir.
2- Nimet verenin, nimet verdiği kimselerden, şükür ve itaat istemesi normaldir.
Mükellefe eksiksiz bir karşılık vermeye muktedir olanın, onu herhangi bir taat ile mükellef tutması da makbuldür.

Kullar kendilerini Rububiyyet’in iznine ve esenliğine bırakmışlardır. Kul, Allah’tan ne kadar kabul görüyorsa, Allah’ın yardımı da o kadar çok olur. Allah’a hakikaten güvenen kullar, vehimlere kapılmaz, kimselere gözükmezler. Onların eriştiği dereceler ne yücedir. Onların sırtlandıkları dava ne kadar meşakkatlidir. Ah, ne güzel bir hayattır bu, keşke bilinse! Ah ne tadına doyulmaz bir iksirdir bu, keşke tadılsa! İbrahim Havvas


İbâdete Dair
Bütün kâinat, yaratıcısına ibâdet hâlindedir. Fakat insan dışındaki varlıkların ibâdeti, onları ubûdiyet makâmına yükseltemiyor. Çünkü onların ibâdetlerinde imkânlar arasında seçme yoktur. Bu ibâdete ‘teshîrî ibâdet’ denmiştir.

İnsanın gerçekleştirdiği ibâdet ise, seçme hakkını kullanan bir varlığın ibâdeti olup ‘ihtiyârî ibâdet’ adını alır. İbâdeti cansız, ruhsuz bir takım hareketlerden ibâret görmek büyük hatâdır. İnsanın, rûhunda duymadan, içinde hissetmeden yaptığı hareketler ibâdet olamaz.

✧ İbâdetin maksadı; kalbe tesir edip, kalbi düzeltmektir.

✧İbâdetler Allah’ın zikrini gönüllerde sağlamlaştırmaya ve böylece rûhun, o ilâhi bilginin kalpte bulunması sayesinde mesud ve mutlu olmasına sebeptir. Dolayısıyla insan, Allah’tan başkasına ibâdetle meşgul olduğunda, onun kalbi, o Allah’tan başkasıyla alâkalanır, böylece bu bilgi, kalbin, Allah’ı zikretmekten yüz çevirmesine sebep olmuş olur.

✧ Müminlere vacip olan ibâdetler: Halıkın isbatı, tevhid, resûllere iman, dine teslim, bütün şeriate imtisal.

✧ İbâdet; neyin varsa bırakman ve neyle emrolunmuşsan onu yapmandır. Ebu Hafs