Sureler

Göster

Bakara Sûresi 22. Ayet

الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الأَرْضَ فِرَاشاً وَالسَّمَاء بِنَاءً وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَّكُمْ فَلاَ تَجْعَلُواْ لِلّهِ أَندَاداً وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ

22- O öyle Allah (cc) ki sizin için yeri bir döşek semayı da bir bina yaptı. Gökten sizin için bir su indirdi ve o su ile türlü mahsullerden sizin için bir rızık çıkardı. Artık siz de bildiğiniz halde Allah (cc)’a eşler koşmayın.



Yeri döşek yapıp göğü kubbe yaratarak sakinlerini rahat ettirdi, insanlık ailesini bir çatı altında topladı; ta ki birbirleriyle ünsiyet edip dostça, kardeşçe yaşasın, birbirlerini desteklesin, birbirleriyle muhabbet etsinler.

Tevcih sanatıyla Rabbimiz bize hem dünyada mekan imkan verdiğini, hem de yeryüzünü bize medrese yaptığını bildiriyor. İnsan talebe, Peygamber üstad, Kuran kitabımız. Gök kubemiz, yer dersanemiz, okulun ders yılı beşikten mezara kadar, hayat imtihan, ara karne beratta, son karne mematta.

Yeryüzü bizi hem sırtında gezdiriyor hem rızıklarıyla besliyor, hem haşre dek bizi bağrında saklıyor. Gökyüzü bize hem tavan, hem ısı, hem ışık görevi yapıyor. Gündüz güneşi, gece ayı, yıldızı ile mehtaplar, manzaralar bahşediyor. Suyumuz, gıdamız, havamız, rahmetimiz O’ndan iniyor.

Duâmız, niyazımız, namazımız, ruhumuz oraya yükseliyor. Hasılı yüce Mevlâ, yeri göğü bize ana baba gibi kuşatan, besleyip büyüten, gezdiren, her halükarda bizden rahmetini esirgemeyen azim nimet olarak bahşetti.


Muiniddin Pervane bir gün Mevlâna'ya gelerek, babası Sultan Veled'in mezarı üstüne
eşsiz bir kubbe yapmak istediğini, izin verip veremeyeceğini sordu. Mevlâna şöyle dedi:
- Gerçekten çok güzel, benzeri bulunmayan bir kubbe yapabilirsin.
Ama hiç bir kubbe ilâhi şaheser gök kubbeden güzel ve üstün olamaz.
O yüzden, mezar yine Allah eseri kubbe altında kalsın.



Bu âyette iki tesbite rastlıyoruz;
1- Arz döşeğe benzetiliyor. Döşek insanın yatıp uyuması, yaslanıp oturmasına yarar. İnsanların yatakları kendi durumuna göre yumuşak, sert, büyük, küçük olabilir. Yeryüzünde insanların mekanları da imkanlarına göre olur.

2- ‘ فِرَاش ’ın binit manasıyla her asırda insanlara üzerine binip gezeceği binitler ihsan edilmiş. Halliyet mahalliyet alakasıyla hem yeryüzü, hem de üzerindeki at, deve, merkep, katır, araba, uçak, tren, vapur gibi vasıtalar insana taşıt kılınmış. Yerküre hareket halinde olduğu için o da bir taşıt. Hem de bütün taşıyan ve taşınanların bindiği bir taşıt.

3- ‘فِرَاش ’ın kilit yeri manasıyla teşbih yapıldığında âhiret sonsuza açılan bir kapı, dünya onun kilit mahalli, gelenlere ‘hoşgeldin’ der, kilidi açar, yolcu eder. Ölümle hayat arasında gel git kurar. Kapının ne zaman açılıp ne zaman kapanacağını kimse bilmez. Emir büyük yerden. Veya dünya içindekiler için cehennemin veya cennetin, hayrın, şerrin kilidi.

4- ‘ فِرَاش ’ın kelebek manasıyla hal mahal murat olunur. O zaman insanların üzerinde uçuştuğu ve kısa bir zamanda ecel lambasının etrafında deveran edip ölümün pençesine yakalanmasını hatırlatır.

5- ‘ فِرَاش ’, kapta kalan az su anlamıyla bir düşünürün; ‘Dünya bir cenabetin elinden diğerinin eline geçen hamam tası gibidir’ tesbitini hatırlatır.

Teşbihin ikinci bölümü ‘Semayı kubbe yaptık’ Bilindiği gibi kubbe, cami, külliye gibi büyük binaların üzerine kurulan yuvarlak çatıdır. Bu çatı hem binayı soğuktan, sıcaktan, tozdan, hırsızdan korur, hem de binaya içten dıştan güzelik verir. Semanın kubbeye benzetilmesi de hem dünyanın yuvarlak ve çanak gibi dünyayı sardığını, hem de her türlü semavi afetlerden, soğuklardan, sıcaklardan yeryüzünü koruduğunu bildirir. ‘Semayı korunmuş bir tavan yaptık.’ (Enbiya, 32) Üstelik direksiz olduğundan görüntüyü bozmayıp üzerinde masmavi renkleri, gök cisimleri ile dünyamızı şenlendirmektedir.


     Yağmur
     Var edenin adıyla insanlığa inen Nur
     Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
     Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
     Kutlu bir zaferdir bu ebâbil dudağından
     Rahmet vâdilerinden boşanır ab-ı hayat
     En müstesna doğuşa hamiledir kainat
     Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
     Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
     Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
     Hasretin alev alev içime bir an düştü
     Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü
     Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
     Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü. Nurullah Genç



Bu âyet Rabbin ibâdete tek layık olduğunun diğer bir sebebidir. Onun nimeti daima devam edegelir. Mahlukuna uygun iaşeler, döşek gibi mekanlar vermesi, yeryüzünü hava ile kuşatması, canlıların yaşamaları için gerekli gıdayı yaratması kudretinin büyüklüğüne işarettir.

Hava küresi, üzerindeki birçok yakın tabakanın zararından korumak için tavan gibi, kubbe gibi dünyayı ihata etmiştir. Sema, akmaktan men edilmiş bir dalga ‘Mevc-i mekfûf’ diye tarif edilir. Burada semadan murad, bakanların mavi kubbe olarak gördükleri arzı kuşatan küredir.

Araplar yeryüzünde koruma amaçlı yükselmiş olan her şeye sema derler. Ev, çadır vs. gibi. Buna göre sema, çadır üstüne kurulan kubbeye benzetilmiştir. Semanın kubbeye benzetilmesi teşbih-i beliğdir. Veçhi şebe: Esir küresi ile yer küresi arasında Cenâb-ı Allah gök kubbeyi yarattı. Böylece inecek zararlardan korudu. Deniz sularının taşması zararından, bazı yıldızların düşmesinden, havanın karışmasından, havanın engellenmesinden korudu. Bu, tavanın evi korumasına benzetildi.


Nüktedan bir tarif
İki arkadaş kampa giderler. Gece çadırlarında uykuya dalarlar. Birkaç saat sonra biri uyanır ve arkadaşını uyandırır.
– Yukarıya bak ve ne gördüğünü söyle!
– Milyonlarca yıldız görüyorum.
– Bu sana neyi gösteriyor?
– Astronomik olarak; milyonlarca galaksinin ve dolayısıyla milyarlarca gezegenin varlığını gösteriyor. Yıldızların konumuna bakarak; saatin dört olduğunu çıkarıyorum. Teolojik olarak; Allah’ın bu muazzam kudretini ve kendi acizliğimizi görüyorum. Meteorolojik yönden de; yarın havanın çok güzel olacağını tahmin ediyorum. Peki sen bunu bana neden sordun? Diğeri bunları dinledikten sonra, arkadaşına serzenişte bulunur:
- Yapma arkadaşım. Baksana! Çadırımızı çalmışlar!

​​​​​​

‘ فِرَاش / döşek’, yerleşmek ve üzerinde sabit olup oturmak için serilen sergi anlamındadır. Burada anlatılmak istenen ise orada ikame etmek, üzerinde karar kılmak için yeryüzünün hazırlanması, yerleşip yaşamaya elverişli kılması, insan cildine elem veren, sert taş yapmamasıdır.

‘Yeryüzünü sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı’ buyruğunda, yer ile sema arasında bir ‘mukabele’ vardır; yani bunlar biri diğerine karşı kullanılan ifadelerdir. Döşek ve bina kelimeleri de ifadeyi güzelleştiren tabirlerdir.

Yer ve semanın zikrindeki diğer nükte temhiddir (yayıp döşeyip hazırlama). Arz ile başlamasının sebebi, ilk aklına gelen arz olmasıdır. Sonra sema gelir. Çünkü insan önce önüne, sonra etrafına bakar.


Dünya Bir Beşik mi?
Yeryüzünde her saniye deprem olmaktadır. Fakat bunlar küçük ölçekli olduklarından ancak sismograflarla tesbit edilebilmektedir. Bu depremlerin düşük ölçekli olmasının sebebi ise arz yapısının oldukça elastiki olmasıdır. Taşküreyi (Litosferi) meydana getiren kayalar deprem dalgalarını emmekte, bu sayede yeryüzünde vuku bulacak korkunç tahribat kolay bir şekilde önlenmektedir. Yüce beyanda ‘O ki; yeryüzünü size bir döşek kıldı, Biz yeryüzünü bir beşik kılmadık mı’ buyurulduğunda, o zamanın insanları acaba gerçekten arzın beşik gibi, her saniye sallanmakta olduğunu biliyorlar mıydı? Ve siz şu yazıyı okuduğunuz anda sallanmakta olduğunuzun farkında mısınız?’



     Rahmet yağdırırsın bütün âleme.
     İn’âmın sayısı gelmez kaleme.
     İhsanınla Rabbim bizi deneme.
     Hangi nimetine şükredeyim.
     Mavi semâ verdin, melek mâbedi.
     Hem arz ihsan ettin, dünya serveti.
     Gönüllere dercettin muhabbeti.
     Hangi nimetine şükredeyim. M.Balcı



 

وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً


Sizin İçin Buluttan Bir su indirdi


Her şeyi sudan yaratan, suyla yaratan Fatır-ı zülcelal, hayatın devamı için suyu sebep kılmış.
Nimet içinde nimet;

1- Suyu gökten indirmiş. Yerden fışkırtsaydı her an su baskınına uğrar, hayatımız mahvolurdu.

2- İndiriyor, dökmüyor, akıtmıyor, elekle elenir gibi damla damla incitmeden her bir damlayı bir melekle, duâyla, nazla indiriyor.

3- Saf su olarak arı, duru, katıksız, berrak, her ihtiyacımızı gidermeye elverişli. Hem içer hem temizlenir, hem ferahlarız. Su yerine süt, bal vs. inseydi hâlimiz nice olurdu?

O, öyle lütufkâr bir yaratıcıdır ki şu altınızdaki yeri size bir döşek yapmış, sizi orada yaratmış, yetiştirmiş, üzerinde her türlü rahatınızın sebeplerini temin etmiş yatıp kalkıyor, uyuyup uyanıyor, dayanıp oturuyorsunuz. O, altınızdan alınıvermiş olsa nerede karar ederdiniz? Kâşânelere yığdığınız kaba döşekler neye yarardı?

İşte yeryüzü size böyle bir döşek başınız üstündeki süslenmiş gök kubbeyi de bu döşeği ihtiva eden büyük, muhteşem bir bina yapmış. İnsan olup da bu bina içinde o döşeğe kurulmayan var mıdır? Bu binanın yanında fakirlerin imrendiği, zenginlerin gururlandığı diğer binaların, konakların, sarayların ne önemi olabilir? Büyük, küçük, zengin, fakir sizin hepiniz aynı hanede oturan ve bir döşekte yatan bir aile değil misiniz? Kimin binasında, kimin döşeğinde yattığınızı düşünürseniz, hangi Mevlâ'nın kulu olduğunuzu ve olmanız gerektiğini bilirsiniz. İşte bu bize gösteriyor ki, sema bütün yeryüzünü kaplıyor ve yeryüzü binadaki bir döşek gibi onun içindedir. Siz, o bina içinde, o döşekte yuvarlanırken bu sudan içer ve bu sayede yetişen meyvelerden, tahıllardan ve diğer yemişlerden kısmetlenirsiniz. Bu, Rabb'imiz in nasıl bir Rahmân olduğunu göstermiyor mu?

Siz bu saydıklarımızı hep bilirsiniz, bunları bilmek için derin felsefeler yapmaya hiç de lüzum yoktur. O halde siz bunları ve yaratıcıdan başka Allah olamayacağını bilip dururken, Allah'a, bir olan o hak mabuda denk aramaya, benzerler uydurmaya, ortaklar koşmaya ve Firavn'ın yaptığı gibi yerde, gökte dürbünlerle Allah aramaya kalkmayınız da, bu emri veren ve bütün bunları ihsan eden ve ortağı, benzeri bulunmayan yaratıcınız, bir Allah'a tevhid ile ibâdet ve kulluk ediniz.
 

        ❁   ❁   ❁



‘Sema’dan murat bulutlardır, size oradan yağmur indiriyor. Onunla hububat, meyveler, hurmalar gibi rızıklar çıkarıyor. Rızıklanıyor, azık ediniyor, yaşıyor, meyveleniyorsunuz.

Burada zamir ile ‘ مِنْهُ ’ demek gerekirken, açık isim olarak ‘semâ’ buyurulması, bundan maksadın önceki ‘semâ’ olmadığına işarettir. Zira herhangi bir şeyin üstünde olan şey, altındakinin semasıdır. Bedenin üstünde olduğu için başa da semâ denmiştir. Hatta evin tavanına bile semâ denilir. Yani bir de yukardan, o semâ tarafındaki bulutlardan bir su indirip de bu su sebebiyle size türlü (türlü) meyvelerden, mahsullerden rızık çıkarmaktadır.

Suyun oluşu gökten inmesiyledir. Su, sema boşluğundaki tabakalardan, o da daima dolu olan bir başka tabakadan oluşur, o da güneşin hararetinden oluşan buhardır. 

Buhar yüksek soğuk havayla karşılaşınca özellikle de kış mevsiminde soğuk hava akmaya meyl eder, bulut olur. Soğuk artınca bulut ağırlaşır, menbalaşır. Su kabarcıkları çoğalır, buluta ağır gelir. Yağmur yağar. Buhar cihetinde gelen rüzgara isabet ettiğinde böyledir. Çoğu zaman bulut az olur. Rüzgar onu diğer buluta sürer, biri diğerine eklenir, yağmur yağar. Bu ekseri rüzgar estikten sonra olur. Buhari’de geçen hadis-i şerifte de böyledir. Hadis-i şerifte işaret olunduğu gibi; yağmur arş altında bir sahradan (soğuk mekandan) iner.

 

فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَّكُمْ

O su ile semerelerden size mahsus rızık çıkardı.


Semere, lugatta meyve vermek, olgunlaşmak, çoğalmak, meyve toplamak, faide, netice, mahsul, ürün, mal, servet, elde edilen, kaymaklanan her şey (sütün kaymağı gibi) Yüce Allah insanın içinde bulunan 114 elementin hepsini toprağa dercetmiş. Ayrı ayrı binbir çeşit bitkiye gerekli olan her şeyi toprakta hazırlamış. İndirdiği suya da, gönderdiği güneş ışınlarına da hammaddeyi depolamış.

Her bir tohumu kendi bünyesinde olması gereken şekle, miktara, ölçüye göre tanzim etmiş. Birbirine karışmadan, mevsimini şaşırmadan her bahar mahsulunü verir. İnsanlar, hayvanlar bu ürünlerden rızıklanır. Bahar gelince Allah’ın Hayy sıfatıyla toprak hayat vermeye, yeryüzü çiçeklenmeye başlar. Çeşit çeşit renk, koku, şekillerle bakanlara sürur verir. Sonra olgunlaşır, türlü türlü tatlar, vitaminlerle özel ambalajlarda sunulan rızıklar olur.

Sonra geri kalan yaprak, kabuk gazelleri hayvanlara gıda olur. Sonra meşe, ceviz, kavak, çam, bambu, kamış gibi ahşap eşyaların ürünü elde edilir. Yeşil yapraklar karbondioksitleri bizden alır, oksjene çevirip bize temiz hava hibe eder. Bir duttan arı bize bal yapar. İpek böceği yer, ipek yapar. Koyun yer, süt yapar, geyik yer misk yapar. Bütün varlıklar arzdan rızıklandığı halde rızkın insana tahsis edilmesi tağlib sanatı. Yani bütün kâinat insan için, insan da kulluk için yaratılmış.

Başka varlıklar da insan için yaratıldığından onlara verilen rızık da yine insana verilmiş sayılır. Ayrıca kainatın efendisi olan insan, her şeyin en iyisi ile rızıklanır. Diğer mahluk padişahın köleleri gibi artıklarla beslenir. İnsan temiz rızıklarla beslenir. Ondan arta kalan ot, kök vs. ile hayvan beslenir.

Her sınıfın rızkı, konumuna, görevine, kadru kıymetine göre taksim edilmiş. Diğer mahlukat bitevi beslenirler. Et yiyen et yer, ot yiyen ot yer. Ama insan yeryüzünün helâl, tayyib bütün besinleri ile rızıklanır. İnsanın tad alma duygularının üç bin çeşitten fazla olduğu tesbit edilmiş. Bu nedenle ‘ لَكُمْ ’ size özgü, sizin için, size layık diye rızık özelleştirilmiş.
 


فَلاَ تَجْعَلُواْ لِلّهِ أَندَاداً وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ

Siz bildiğiniz halde Allah'a eşler koşmayın.

 

İnsanları küfrün, şirkin, zulmün karanlığından iman nuruna hidâyet için gelen yüce Kur’an’ın en büyük gayesi insanların iki cihan saadetidir. Buna nail olmak da ancak şirki, küfrü, nifakı terk edip tevhid inancında sabitleşmekledir.

Kur’an, daima alt yapıda bir fon gibi Allah (cc), âhiret, haşir, adalet inancını her âyette hatta her kelimede derc etmiştir. Çünkü insan tek olan, her şeye gücü yeten, adil, merhametli, hiçbir şeye muhtaç olmayan, kullarını seven Mabud-u Hakikiye iman edip itaat etti mi, hürriyetini kazanır. Korkuları, endişeleri, üzüntüleri bertaraf olur. Kimseden beklentisi olmadığından, kimsenin tahakkümü altına girmez, zillete düşmez. İnandığı Rabbini, buyruklarını gönülden kabul edip uygular.

Her konuda O’na, O’nun elçisine, O’nun kitabına danışır. Şaşmaz, şaşırtmaz. Bilginin, mevkinin, sevginin kaynağını bulduğundan fâni ve suni olan lezzetlerden vaz geçer. Her olayı vahyin, tefekkürün süzgecinden süzer, hikmetini sezer. Kederden emin olur. Bütün ihtiyaçların Rezzak-ı âlem tarafından karşılandığını ve bunun çok öncelerden tayin ve temin edildiğini bilir.

Emr-i ilâhi sebeplere yapışma doğrultusunda olduğu için 24 saatin 8 saatini kendine tayin olunan rızkı aramaya ayırır. İşinde ciddi, titiz, dakik, dürüst, adil ve çalışkan olur. Bu tedbirleri alıp, sebeplere müracaat ettikten sonra mü'min kul artık Rabbine güvenir. Rızkının takdir ettiği zamanda, takdir ettiği miktarda verileceğinden emin olur. Kimseden bir şey beklemez. Kimseyi kıskanmaz, kimseyi kıskandırmaz. Hile, yalan, hıyanet, onun semtine uğramaz. Çünkü o rızkı adil, merhametli, herşeyin iç yüzünü en iyi bilen Allah’ın (cc) taksim ettiğini bilir. Gönülden kabul eder. Kimsenin birşeyine asla göz dikmez.

Bu âyette Rabbimiz insanlığın asli görevinin ibâdet olduğunu açıkça bildiriyor. Çünkü ibâdet; insanı eğitir, geliştirir, terbiye eder. Sevgiyi, saygıyı, zamanı yerli yerine kullanmayı, sabrı, azmi ve bir insana lazım gelen her şeyi uygulamalı olarak öğretir. Şöyle ki; insan hem sosyal bir varlıktır, hem de tüm yaratılmışlardan azizdir.

Diğer varlıklarla kıyası şöyledir: Örneğin bir köpek kemik yiyip kaldırımlarda yatarken, insan pirzola yiyip yumuşak yataklarda yatar. Hayvanlar bir şeyden tad alırken, insana binlerce tad alma yeteneği verilmiş. Aynı zamanda insan korunmaya, sığınmaya, tedaviye, sevgiye, iletişime, yardımlaşmaya, ortak iş yapmaya, sayılamayacak kadar şeye muhtaçtır. Bu nedenle hemcinsleriyle beraber yaşaması zorunludur. Bunun için de uyumlu, hukuka saygılı, özverili, sabırlı, minnettar, sempatik, çalışkan, dürüst, hoşgörülü, hareketli, prensip sahibi olmalıdır. Bunun için saygı, sevgi eksenli bir eğitime tabi tutulmalıdır.

Kullarını ahsen-i takvim ile vareden Allah (cc), onların birlikte yaşamaları, birbirlerine destek olabilmeleri, saygılı, ilgili, tahammüllü olmaları için çeşitli ibâdetlerle mükellef kılmış. İbâdetin sadece bir tanesini ele alacak olsak bu hakikati sezmiş oluruz. Mesela; namaz. Namaz kılmak için bedenimizi, evimizi, elbisemizi, temiz tutmamız; bu bizi mikroplardan, menfi enerjilerden ve iğrenç biri olmaktan muhafaza ediyor. Huzur-u ilâhide belirtildiği gibi örtünerek hayat boyu nasıl örtünmesi gerektiği tâlim ediliyor.

Zekat, sadaka, kurban, fitre, fidye, keffaret gibi mali ibâdetlerin yararları herkesin görüp yaşadığı şekilde izahtan varestedir. Hac ayrı renkte ayrı dilde kitleleri cem ederek, yeni bir iletişim diliyle kardeşliği, birliği ve bütünleşmeyi tâlim ediyor. Akidemizde, kıyam bi nefsihi sıfat-ı ilâhisi ile, Yüce Rabbimizin hiçbir şeye, hiç kimseye muhtaç olmadığını biliyoruz.

O kulların ibâdetine, övgüsüne, itaatine de muhtaç değildir. Kimsenin isyanı da ona bir eksiklik vermez. Kendine itaatla, ibâdetle emretmesi rahmetindendir. Kullarını gayrıya kul olmaktan hürriyete kavuşturmak, hür olmalarını sağlamak, iki cihan saadetine eriştirmek içindir. İbâdet etmeye biz kulların ihtiyacı var.

Dünyada huzurlu yaşamak için de; ahlâkımızı, tutum ve davranışlarımızı kontrol etmeliyiz. Kibri, riyayı, hırsı, hasedi, tembelliği, gafleti, gevşekliği, alınganlığı atmalıyız ki mesut yaşayalım. Bu da ancak ibâdet disiplini ile olur. Bu tıpkı gezegenlerin güneşin etrafında dönme gayesine benzer. Budönüş yıldızlar için mi, güneş için mi? Balığın denizde yüzmesi, kuşun gökte uçması da hep kendi yaşamlarını sürdürmek içindir.

Balık sudan çıktığında hayatını kaybettiği gibi, insan da kulluktan ayrılınca iki hayatı da kaybeder. İnsanlık sınıfından behaim derekesine, ahseni takvimden esfeli safiline, izzetten zillete düşer. Bu nedenle ‘Ölüm gelinceye kadar Allah’a ibâdet et’ (Hicr, 99) emrine muhatabız.


     ‘Var mıdır bir balık, çıksın bu deryadan?
      Var mıdır bir aşık geçsin bu sevdadan?’



İbâdete titizlikle ve hakkıyla devam eden bir kula, zamanla peşin mükafat olarak ibâdet tadı, ibâdet zevki verilir. Artık o kul dünyada cennet lezzetleri tadar, hatta cennetle ibâdet arasında tercih yapması istense ibâdeti tercih eder. Ünsiyeti ilâhiye, iltifatı Rabbaniyeye mazhar olur. Gün be gün ahlâk-ı ilâhi ile ahlâklanır. ‘Yaratılanı yaratandan ötürü hoş görür.’ O Rabbiyle, nefsiyle ve tüm kâinat ile barışıktır.

Rabbine olan sevgisinin yansımasıyla, gönlünün nuru ilâhi ile genişlemesiyle bütün varlıklara sevgi ve ihtiram gösterir. Dost olur, dostça muamele görür. Vahşiler onun elinde munis, asiler onun elinde muti, düşmanlar onun elinde dost olur. Onların bu mümtaz halini ‘Allah’ın dostlarına korku ve hüzün yoktur’ (Yunus, 62) nazm-ı celili beyan eder. Varın Allah’a itaat etmeyenin, kul olmayanın hali pürmelalini siz düşünün. ‘O kimseyi görmez misin nefsini ilâh edinir, Allah da onu ilim üzere sapıtır, kulağını, kalbini mühürler, gözleri üzerine de perde çeker.’ (Câsiye, 23)

‘ أَندَاد ’ kelimesi ‘nidd’in çoğuludur. ‘Misil’ ve ‘emsâl’ gibi ki, mânâları birdir.