24- Bunu yapamazsınız, elbette yapamayacaksınız. Kafirler için hazırlanmış, tutuşturucusu insanlar ve taşlar olan o ateşten sakının artık!
Bedâhet (apaçıklık), şühût (görme), aklî delil getirme, tecrübe, haber; bunlar ilmin, yakînin en önemli araçları, ölçüleridir. Bir kitap ki, nazmındaki yüksekliği bizzat görüyor, Allah'dan, Peygamber'den Kur'ân ile bu haberi de işitiyorsunuz. Tecrübe de yapınız ve yapılan tecrübelere de bakınız. Göreceksiniz ve bileceksiniz ki, bunun aynı yapılmadı, yapılamıyor, yapılamaz. O halde şüphe etmeye ne hakkınız kalır?
İlmî bir sebebe dayanmayan şüphe, vesveseden veya kötü ahlâktan başka ne olur? Onu tasdik etmemek için aklî, tecrübî, ilmî, fennî, mantıkî hiçbir şüpheye imkan bulunmadığını anlamanız gerekir. Bunu bilmez, hala şüphe davasından vazgeçmez, kuşkulanırsanız, buna inadınızdan, şahsî maksatlarınızdan, ahlâksızlığınızdan başka bir sebep kalmaz ve hiçbir mazereti bulunmayan kâfirlerden olursunuz. Hakkı kesin olarak reddedenler kâfir olduğu gibi, haksız yere şüphe edenler de kâfirdir. O halde şunu biliniz ki, kâfirler için hazırlanmış bir ateş, bir cehennem vardır ki, o korktuğunuz, kulaklar tıkadığınız yıldırımların hiç birine benzemez. O ateş, çırası insanlar ve taşlar olan bir ateştir, artık bundan kendinizi sakınabilirseniz sakınınız.
Kur'ân'ın bu meydan okuyuşunun i'cazı karşısında yarıştan vazgeçilmiş, silâhlar çekilmiş, kanlar akıtılmış, dünyalar karıştırılmış, her türlü zahmetler, masraflar tercih edilmiş fakat bu mu'cizeye hiçbir red cevabı verilememiştir. Ancak aldatmaca ile Kur'ân irşadının önüne geçmeye çalışılmıştır. Bunlara karşı ilâhî adalet elbette yerini bulacaktır, o ateş sönmemiştir.
Bu âyet cehenneme ilk önce kafirlerin ve onları kafir yapan maddelerin, putların, altın-gümüş paraların, kıymetli taşların atılacağını kinaye yoluyla bildirmiştir. Çünkü tutuşturucu olarak kullanılanlar ilk önce yakılır.
Cenâb-ı Hakk kullarına olan merhametinden ve onlara verdiği değerden dolayı kelamını merhale merhale bal damlaları gibi arz ediyor. Önce hamdle başlayıp zatını sıfatlarını tanıtıyor. Arkasından kullar üzerindeki tasarrufunu, saltanatını, merhametini, hakimiyetini beyan ediyor.
Sonra kullarına vazifelerini bildiriyor. Ve görevlerini gereği gibi yerine getirmeleri için onlara duâ, tazarru telkin ediyor.
Doğru yola gitmelerini ve daha önce bu yolun yolcusu olmakla nimetlendirilen kimseleri hatırlatıyor. Onların örnek alınması, kötü örneklere, doğru yoldan çıkıp gadabı ilâhiyi hak edenlere uyulmaması tenbih ediliyor. Daha sonra sırat-ı müstakime sevk eden Hakk’ın kelamı Kur’anı Kerim’i tanıtıp, onda şüphe olmadığı, takvâ sahiplerine hidâyet kaynağı olduğu ve müttakilerin özellikleri anlatılıyor. Mümin, münafık, kafir olarak üç sınıfta toplanan insanoğlunun hali pürmelalleri sırasıyla gözler önüne serilip insanın kendini tanımasını sağlıyor.
Öncelikle müminlerin görevlerini, özelliklerini sonra kafirlerin durumlarını daha sonra da münafıkların hallerini teşbih, mecaz ve hakikatlerle deşifre ediyor.
Bu sınıflandırmadan sonra tüm insanlığı asli göreve, kulluğa davet ediyor. Yaratma, var etme, türetme, çoğaltma vasıflarını hatırlatarak takvâya yöneltiyor. Afaki enfüsi deliller serdediyor. Sonra takvâya sebep olan ilmin kaynağı Kitabullah’ın inanılıp yaşanması için akli delillerle ikna etme yoluna giriyor.
Mislini getiremediğine göre bu kitabın ilâhi olduğuna inanılmasını, bir kul kelamı olamayacağını anlayıp Allah’a olan inancını, bağlılığını pekiştirmesi isteniyor. En son olarak da korku, ümit ikilisiyle kamçılanıp uçuruma gitmek üzere olanları ikaz ediyor. Kafirleri cehennem odunu olarak vasfettikten sonra, ümit kapısını aralayıp müminleri müjdeliyor.
Âhirette kafirin boynunda bir kibrit taşı asılıdır:
1- Tez yanar,
2- Çabuk söner,
3- Kötü kokuludur,
4- Çok sıcaktır,
5- Ve gövdeye yapışır.
Bu âyette ‘ الْحِجَارَةُ ’ kelimesinden kastedilen heykeller ve ibâdet edilen putlardır. Ancak aynı ifadede, çıra, kömür gibi ateşi tutuşturan taşlar bulunduğu da bildirilmiş oluyor ki, fen adamları bunun ‘taş kömürleri’ olduğunu söylemişlerdir.
‘ وَقُودُ ’, ateş yakılan kibrit, ot, çöp, çıra, paçavra, odun gibi şeylerin hepsi için söylenir.
Görüyoruz ki, Kurân’ın beyanları ne kadar canlıdır. Tamamen ilmî bir konu mantıkî, ruhî ve somut delillerle hem vecîz, hem gâyet basit ve güzel bir şekilde anlatılıyor. Yüksek bir minberden büyük ve çeşitli bir cemaate hutbe okuyan fevkalâde belağatlı bir hatibin, gereğine göre kâh sağa, kâh sola ve kâh merkeze dönerek, bazen hepsine ve bazen bir kısmına, kâh muhaliflerine ve kâh muvafık (kendine uyan)larına ve kâh hepsinin karşısında özel yaverine hitap etmesindeki açık ültimatomları temsil ediyor.
Cehennemi bildiği halde günah işleyen kimseye hayret ederim. Hz. Osman
Yahya (as)’ı Ağlatan Şey
Vehb b. Münebbih anlatıyor:
Bir gün Zekeriya (as), oğlu Yahya (as) bir kabir üzerine yaslanmış ağlar görünce sorar:
‘Ey oğul! Neden ağlıyorsun?’
Hz. Yahya:
‘Anam bana haber verdi. Cebrail sana gelerek ‘cennetle cehennem arasında alevli bir yer var. Onun hararetini gözyaşından başka bir şey söndürmez’ demiş, der. Bunun üzerine Zekeriya (as) oğlu Yahya (as)’a ‘Ağla ey oğul, ağla’ der.
Korku - Ümit Muvâzenesi
Cenâb-ı Allah Kur’an’da ne zaman bir vaid (tehdit) âyeti zikretse, onun yanında vaad âyetini de zikreder. Faydaları:
1- Allah (cc) adaletini ortaya koyar.
2- Korku ve ümidin terazili olması gerekir. Bu ise ancak bu yolla olur.
3- Allahu Teâlâ vaadi ile rahmetinin tamlığını, vaidi ile de hikmetinin tamlığını göstermiştir. Bu, insanı irfana götürür.
Vaad âyetleri umumi mana ifade ederler, vaid âyetleri ise hastırlar. Hass olan ifadeler, amme ifadelerden daha sonra nazarı itibara alınır.
❊ ‘ وَلَنْ تَفْعَلُوا ’ cümlesinde itiraz var. (İtiraz: Konu arasında gelen parantez cümledir.) Bir çok maksatlarla gelir. Burada tekit maksatlıdır. Çünkü bütün himmetlerini sarf edip çalışsalar da muvaffak olamayacaklardır.
❊ ‘ فَاتَّقُوا النَّارَ ’ cümlesinde kasır var. Maksat cümle kuruluşunu ve fesahatı bozmadan, az sözün tahtında çok mana ifade etmektir.
❊ ‘ فَاتَّقُوا النَّارَ ’ cümlesinde icaz-ı hazif var. İcaz-ı hazif, kelimenin cümlenin veya karineyle mahzufu tayinle bir çok cümlenin hazfedilmesidir. Âyetle ateşten korkan bütün tehlikelerden nefsini sakınması gerekir ki saymak uzun sürer. Büyük günahları ve inadı terk etmek, bunlardan bir kaçıdır.