Sureler

Göster

Bakara Sûresi 25. Ayet

وَبَشِّرِ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقاً قَالُوا هٰذَا الَّذٖي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِهٖ مُتَشَابِهاً وَلَهُمْ فٖيهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ

25- İman edip sâlih amel eden kimseleri müjdele. Onlar için, altından ırmaklar akan cennetler var. Ne zaman onlardan bir meyve rızık olarak kendilerine yedirilse: ‘Bu daha önce yediğimiz şu rızıktır’ diyecekler. Bu kendilerine benzer olarak sunulacak. Orada onlar için tertemiz zevceler var ve onlar o cennetlerde ebedi olarak kalıcıdırlar.

 

Bu âyet vasıtalı kinaye sanatı ile gelmiş, uzun hazifleri hatırlatıyor. Şöyle ki; inanıp inandırıcı olanlar, kendilerini, ailelerini, çevrelerini, cemiyeti düzeltecek işler yapanlar dünyada huzur içinde, vicdan azabı duymadan yaşayacak. Hep yüzünü güldürecek, sevindirecek işler yaptığından mesut, mesrur olacak. Dünyasını cennete çevirecek. Bunun mükafatı olarak ebedi cennetleri, daimi mutlulukları, sermedi saadetleri kazanacak. Ey bu evsafta olan muhterem insan! Şimdiden düşün (kevn-i lahık); içinde şarıl şarıl berrak ırmaklar akan nadide bahçeler ebedi olarak senin olacak.

Tertemiz aile hayatı, ancak benzeri ile tarif edilebilecek, bitimsiz tatta meyveler, rızıklar ebedi olarak sana verilecek. Şimdi bu müjdenin süruru ile yaşa. Gayretine gayret katarak hedefine koşar adımlarla yürü! Müjdeden alacağın zevk sana sırat-ı müstakimde yakıt olsun. Cennete koş. Ümit kuşun kanat açsın. Engellere takılmadan cennetlere uç.

İşte bütün bu manaları düşündürecek, çağrışım yaptıracak tarzda âyet icaz (kısaltma) sanatı ile kulun akıl, haya, gönül ekranlarını canlı tutmaktadır. Âyet-i kerime söylenenden söylenmeyeni, sözden maksadı, özetten detayı hatırlatır tarzda sunulmuş.


 

 الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ

‘İman edip sâlih amel işleyenler’

İman ve sâlih amel ikiz kardeştir. Birbirinden ayrılmaz. İman amelsiz, amel imansız olmaz. İman tasarı, amel onu yürürlüğe koymaktır. İman ameli harekete geçirirken, amel de imanı korur. İman ruh, amel beden, ölünceye dek birbirinden ayrılmamalı.

İman esaslarına bütün gönlüyle inanan mümin bu inancı uygulamaya dökebilecektir. İmanın herbir esası onu vazifeye çağıracaktır.

Şöyle ki; ‘Âmentü billahi’ diyen bir mümin, Allah’ın varlığına, birliğine, kudretine, ilmine, izzetine, hikmetine, rahmetine, affına, mükafatına, cezasına, işitmesine, görmesine, kelamına, eşi, benzeri, ortağı olmadığına, yaratan da, emir veren de, hüküm koyan da O olduğuna kesin inandığında bu imanın icabı olarak o Zat-ı zülcelal’e, mülkün sahibi Rabb’ül âlemin’e kemal-i edeple teslim olup, O’nun buyruklarına gönülden boyun eğer. Onu dinler, O’nu sever, O’na bağlanır. Ona kulluk etmeyi boynuna borç bilir. Çünkü iman teslimiyeti gerektirir. Rabbini tanır, bilir, güvenir ve teslim olur. Onun rızâsını kendi rızâsına tercih eder. Yaptığını O’nu râzı etmek için yapar. Yapmadığını da O’nu gücendirmemek için yapmaz.

‘ صَّالِحَاتِ ’ kelimesi, iyi, dürüst, faydalı, uygun, düzenli, kusursuz ve anlaşma, sulh içinde olmak anlamına gelen ‘ صَلَحَ ’ kökünden ism-i failin cemi müennes kökünden gelmektedir. Hazfolunmuş ‘ عَمَلََا ’ şeklindeki mefulü mutlakın sıfatıdır. Bu nedenle tekit, nevi, adet ifadeleriyle mücehhezdir. Yani amelini, işini, vazifeni, tatbikatını ve işlerini eksiksiz yapmak, sürdürmek, günbegün amelini geliştirip pekiştirmek manalarını içerir.

İbaredeki hazif gün gibi aşikar. Hazifsiz düşündüğümüzde ‘sâlih işlemek’ gibi eksik mana çıkar. Buradaki hazıf hem cümleyi kısaltmak hem de amelden ziyade amelin sağlayacağı faydayı, sahibini düzeltmesi amacını nazar-ı dikkate sunuyor.

İsm-i fail kalıbından gelerek ‘sâlihleştirici bir amel’ anlamı taşıması da bu tezi doğruluyor.

‘Sâlih amel’ ‘sâlih kimse’ ‘sâlih mal’ ‘sâlih evlat’ ‘sâliha kadın’ tabirleri Kur’an ve sünnette karşımıza çıkan vahiy ıstılahlarındandır.

Sâlih amel, imanla beraber müminin maddi mânevi, dünyevi uhrevi, şahsi umumi bütün söz, fiil ve hallerinde ifrat tefritten sakınmasıdır.

İnanıp yararlı iş yapanları ağaçlar, köşkler, altından ırmaklar akan cennetlerle müjdelemesi insanın hayal alemini tezyin edip mest-u hayran bırakır. Buna belagat dilinde tecessüm (gözünde canlandırma sanatı) denir. İnsan hayatı için barınak, en elzem ihtiyaçtır. Bahçeli bir ev onun hayal dünyasını süsler. Şairlerin şiirlerine konu olur. Bahçenin içinden akar suyu da bulunursa, hiç solmayacak, kurumayacak demektir.

Bu bahçe binbir çeşit, rengarenk yeşillikler, leziz meyvelerle sahibini mesrur eder. Burada gördüğü ve tattığı herşey daha önce gördüklerine benzeyen, yadırgamayacağı türdendir. Bu güzel bahçede yalnız yaşamak olmaz, temiz görünümlü, temiz kalpli, temiz tiynetli içi dışı, özü sözü temiz zevceler var. Sırf kendilerine ait, gözlerini eşlerinden başkasına çevirmeyen, iri gözlü, tatlı dilli, güler yüzlü zevceler.

Ab-ı hayatta yıkanıp, içlerinde kin, nefret, kıskançlık, hainlik olmayan, arınmış, temizlenmiş, pırıl pırıl zevceler. Mutlu mesut, tertemiz; elemsiz, kedersiz, hastalıksız, ölümsüz zevklerin doruğunda bitimsiz, ebedi bir hayat.

 صَالِحَات ’ kelimesi ‘ صَالِح ’ın çoğuludur. ‘ صَالِح  ’ aslında iyi, yararlı, aklen ve naklen doğru, hayırlı mânâsına sıfat iken nakil ت 'si ile (‘hasene’ kelimesi gibi) ‘güzel amel, güzel iş’ mânâsına isim olmuştur, kalbî, bedenî, malî olmak üzere üç çeşidi vardır.

Burada iman ile amelin ayrı ayrı zikredilmesi aralarında fark olduğunu gösterir. Fakat müjdeleme sadece imana değil, tümüne yapılmıştır.
 

Mânevi Rütbenin Sebepleri
Beşir b. Haris (ra) anlatıyor: Rasulullah’ı gördüm. Bana şöyle dedi:
‘Ya Beşir Cenâb-ı Hakk’ın seni, niçin akranının üstüne yükselttiğini biliyor musun?’ buyurdu.
‘Hayır ya Rasulallah.’ Rasulullah (sav):
‘Benim sünnetime talip olup sâlihlere hizmet, kardeşlerine sohbet ve benim ashabıma ve ehli
beytime muhabbet gösterdiğin için Cenâb-ı Hakk seni ebrar derecesine yükseltti’ buyurdu.


 

Sâlih amel

✦ Bir kul sâlih amel işlerken araya bir hastalık veya sefer girerek mani olsa Allah ona sıhhati yerinde ve mukim iken yapmakta olduğu sâlih amelin sevabını aynı yazar. Hadîs-i Şerîf (Buhari)

✦ Amellerin Hz. Allah’a en sevimlisi, aç fakiri doyuran veya onun borcunu ödeyen veyahut herhangi bir sıkıntısını gideren kimsenin amelidir. Hadîs-i Şerîf (Ramuzul Ehadis)

✧ Amelin kabulü:

    1- İlim: İlim sahibi olursa yapacağı işi bilerek yapar.

    2- Tevekkül: Tevekkül sahibi olursa kalbini ibâdet için boşaltır, halktan bir şey beklemez.

    3- Sabır: Sabır ameli tamamlar.

    4- İhlâs: Sevaba nail olmak için ihlâs gerekir.

Sâliha kadın
Ehl-i hakikate göre sâliha bir kadının;
 Güzelliği takvâ
Zenginliği kanaat
 Süsü iffet (fesat ve şehvetten kaçınmak)
 Nafilesi efendisine hizmet
Himmeti ölüme hazırlıktır.

Cennet aslen lügatte masdar binâ-i merredir ki ‘bir örtüş’, ‘bir kerre setr’ demektir ve bu fiilin bütün müştaklarında bir nevi ‘örtme’ mânâsı vardır. Nitekim ‘cin’, herkese görünmeyen gizli bir çeşit yaratık. ‘Cinnet’, aklın kaybolması; ‘cen’ kararmak, görülen eşyanın bakıştan gizlenmesi demektir.

‘Cennet’ bir örtü mânâsından, zemini görünmez, gâyet girift ağaçlarla örtülmüş bahçe ve bostan demektir.

Dini ıstılahta, dünya gözüyle görülemeyen içine girilmeden görülmez, gizli, çok değerli bağların, bahçelerin, gaybda gizli ‘dâru's-sevab’ (sevab yurdun)ın ismi olmuştur. Kur'ân'da ‘ الجَنَّةُ ’ denildiği zaman bu manada anlaşılır. Fakat ال ’sız olarak ‘cennetün’ denildiği zaman bazen de herhangi bir bahçe manasında gelmiştir. ‘Altından ırmaklar akan cennetler’ denildiği zaman da Cennetin mertebeleri kastedilir.

Bunlar öyle büyük ve geniş cennetlerdir ki altında mesela dünyadaki Nil, Fırat, Ceyhun, Seyhun nehirleri gibi büyük büyük ırmaklar akar. Öyle küçük çaylar, su kanalları, arklar değil, nehirler. Halis temiz su nehri, taze süt nehri, safi bal nehri, sarhoş etmez, aslı tasavvur olunmaz, içeceği temiz nehir akar.

Bu cennet bahçelerinin ayrıntılarını sormak mı istersiniz? Bunlar tarif edilir şeyler değildir. Onlarda: ‘Hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak duymamış, hiçbir beşerin kalbine gelmemiş’ (hadisinde dile getirilen) şeyler vardır. Çünkü insanlar örneğini görmedikleri şeyleri anlayamazlar.

O güzel amel sahibi müminler, bunlardaki meyvelerden bir rızık ile rızıklandıkları her defasında ‘bu, o rızık ki, bize bundan önce yani dünyada da kısmet olmuştu’ diyecekler. Ve her alışta onu başlangıçta dünyada rızıklandıkları nimet türünden görecekler.

Gaybdaki o bahçeleri, dünyadaki iman ve amelleriyle yetiştirdiler. Bunların bir çeşit meyvesi dünyada da az çok görülür ve hatta tadılır. Nitekim ‘Rabbinin huzurunda hesap vermekten korkan kimse için iki cennet vardır.’ (Rahmân, 46) buyurulmuştur ki, biri dünya, biri âhiret cennetidir.

Gerçekte insanların hepsi Allah'tan korkmuş ve ona göre amel etmiş olsalardı, dünyanın da her tarafı cennet kesilirdi.

Fakat Allah'ı tanıyanlar ve ondan korkanlar için bundan başka bir cennet daha vardır.

İki âlemdeki bu zevk, bu semere (meyve) arasında büyük farklar vardır. Biri saf olmayan, diğeri saftır; biri gaybe ait zevk, diğeri mahz-ı şühût (tamamen görme, görünme)dur. Biri elden kaçabilir, sonlu, bitimli; diğeri devamlı ve ebedîdir. Dünyada bu rızık, bu semere, gölgesiyle tadılır. Âhirette ise tam hakikati ile ayn-ı vücut (aynı varlık) olarak hakka'l-yakîn (gerçekliğinde şüphe olmayan) bir şekilde tadılır.

Bu âyet bize gösteriyor ki, dünyada anlayış ne kadar yükselir, iman ve amel de onunla ne kadar uygun olursa âhirete ait meyveler de o kadar çok olacak ve o oranda yükselecektir. ‘Ey Rabbim, ilmimi artır, de.’ (Tâhâ, 114).

Bu meyvelerden başka onlar için o cennetlerde tertemiz eşler vardır. Ve bunların hiç birinde dünyadaki pisliklerden eser yoktur. Bunlar sadece temiz değil, her yönden temizlenmiştirler. O zevcelerde (hanımlar) ne maddî kir, hayız ve nifas gibi cismanî; ne de ahlâksızlık, geçimsizlik, biçimsizlik, münasebetsizlik gibi ahlâki pislikler yoktur, kocalar da öyle pak, tertemizdirler.

‘Dâr-ı İslâm’ (İslâm ülkesi) dediğimiz müslüman vatanının da böyle olması gerekir. Ve bu âyet sınırlamasıyla buna da işaret etmiştir.

Cennet meyveleri renk, şekil, biçim olarak birbirine benzerler ama tat ve lezzet bakımından farklılık gösterirler. Bu yüzden cennetteki bir kimse, herhangi bir meyveyle karşılaştığında onu daha önce de yediğini sanır.

Bir Ârâbi Peygamber Efendimize (sav) gelerek dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Ben bir ay oruç tutar, beş vakit namazımı kılarım. Bunlardan
başka bir şey yapmam. Çünkü fakirim ve zekât, hac borçlusu değilim. Bu hâlim
ile ölürsem ben kıyâmette hangi dâr’da (cennette mi, yoksa cehennemde mi) olurum?
Bu suâle Peygamber Efendimiz (sav) tebessüm buyurarak şöyle cevap verdi:
- Gözünü iki şeyden (harama bakmak ve başkalarını küçük görmekten), kalbini iki
şeyden (hased ve kinden), dilini iki şeyden (yalan ve gıybetten) muhâfaza edersen,
cennette berâber oluruz. Hadîs-i Şerîf (Buhari, Müslim)


Müjde

✦ İslam’a hidâyet olup yetecek kadar nafakası bulunan ve buna râzı olan kimseye müjdeler olsun. Hadîs-i Şerîf

✧ Kul beş şeyle cennete girmeye hak kazanır:

    1- Eğriliği bulunmayan istikamet

    2- Hataya düşmeyen içtihat

    3- Gizli ve aşikardan Allah’ın kendini murakabe ettiğini bilmek

    4- Hazırlanmak suretiyle ölümü beklemek

    5- Hesaba çekilmeden önce kendini hesaba çekmek.
 

Âhiret nimetleri ile ilgili âyetlerin çoğunda, dünyadaki birçok meyvenin, içeceğin isimleri sıralanır; İncir, hurma, kuş eti, zencefil, kafur, misk, sedir, yastık serilmiş döşemeler, kâse, ipek, inci...vs. gibi. Allahu Teâlâ, âhiret nimetlerini ve azabını, insanların dünyadaki alışık oldukları şeylere benzer kılmıştır. Çünkü insan, görmediği ve tasavvurunun çerçevesine girmeyen şeyleri anlayamaz, algılayamaz.

 

Belâğat

❊ ‘ تَجْرٖي مِنْ تَحْتِهَا ’ kavlinde mecaz-ı mürsel var. Bazı belağat âlimlerinin dediği gibi nehir mecra ise mahalliyet alakası ile mecaz-ı mürsel. Su mecra manasına olduğunda o zaman mecaz yoktur.

❊ ‘ تَحْتِهَا  ’daki ‘ هَا ’nın nasb ve sükûn olmak üzere iki lügatı vardır.

❊ ‘ هٰذَا الَّذٖي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ ’ cümlesinde teşbih-i beliğ var. Teşbih-i beliğ diye isimlenmesi edat-ı teşbihin hazf olup teşbihin iki tarafı müsâvi olmasındandır.