1- ‘اَلَّذٖينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مٖيثَاقِهٖ - O fasıklar sağlam söz aldıktan sonra onu bozarlar. Sözden caymak nifakın üç büyük alametlerinden biri olduğu için bir mümine asla yakışmaz. Rabbimize elest bezminde verdiğimiz söz gereğince ona itaat ve kulluk etmemiz gerekmez mi? Ahde vefa imandandır. Bize gönderdiği elçi ve kitap ile bu ahdi, bu sözleşmeyi yenilemiştir. Bu bizim için büyük ikramdır.
Bu sözleşme, bizden önce gelen ümmetlerle de yenilenen bir sünnetullahtır. İnsan kime söz verdiğini, sözünü yerine getirdiğinde kimin yararına olacağını bir düşünebilse sözünden dönen bir kimsenin raydan çıkan bir tren gibi ne zararlara uğrayacağını bir bilse, acaba yine bu fısku fücuruna devam edebilir mi? Fısk aklın, fıtratın, dinin ihlalidir. İtidalden çıkmaktır.
Bu haddini bilmez fasıkların Allah’a verdikleri sözden dönmeleri ‘ نَقَضَ ’ fiili ile ifade edilip istiare yapılmış. Bükülmüş ipi çözmek nasıl gereksiz, eziyetli, zararlı, zor ve akıl dışı bir işse, ahdini bozmak da, Rabbine asi olmak da öyle ahmakça, delice bir iştir. Efendimizin (sav) bile bile günah işleyen kimseyi deli diye nitelemesi bu sebepten olsa gerek.
2- Fasıkların diğer özelliği ‘Allah’ın birleştirmesini emrettiği şeyi keser, ayırırlar.’ Allah kendi ile kulları arasında veya kullarıyla diğer kulları arasında bağlar koyarak birbiriyle irtibatlandırmış. Ve bu bağları kesmemeyi, ilişkileri devam ettirmeyi emretmiş. Küsmeyi, kırmayı, alınmayı, dedikoduyu, kırıcı sözleri, edeb dışı söz ve hareketleri, surat asmayı, incitmeyi, aşağılamayı yasaklamış.
Tabi kullar birbiriyle iyi geçinsin, anlaşsın, kaynaşsın, yardımlaşsın, yalnızlığa, strese, çaresizliğe maruz kalmasın. Hududu ilâhiye saygı duymayan, günah işlemekten çekinmeyen, kul hakkını umursamayan fasık kimseler, yaptıkları günah, yanlış davranış, sevimsiz tavırlar yüzünden insanlarla hoş geçinmez. Sevgi, saygı, ilgi göstermez. Böylece hem Rabbine asi olur, hem sosyal ilişkileri, hem de psikolojisi bozulur.
Emr-i ilâhi karşısında inatlaşır, söylenenin tersini yapar. Küstahlığını ortaya koyar. Bu tip insanların ne ayarı olur, ne kararı. Nerede ne yapacakları, ipi ne zaman koparacakları belli olmaz. Şairin ‘bir dokun bin ah işit kase-i fağfurdan’ diye nitelendirdiği kimselerdir bunlar. Ne sever, ne de sevilmeye müsaade eder. Özveriden, hoşgörüden, zerafetten, nezaketten, kibarlıktan nasiplenmemiş bencil, menfaatperest, bir pireye yorgan yakan, cemiyeti birbirine katan, kendinden gayrıyı unutan uzak kimselerdir. Bunların akraba, komşu, can bağı, kan bağı, süt bağı, din bağı diye bir bağları yoktur.
3- Yeryüzünde fesad çıkarırlar. Bu kelimenin, korkmak, bozulmak, alt üst olmak, kıtlık, darlık, zarar manasından anlıyoruz ki; Yaradanını inkar eden bu bedbaht insanlar bu tavırla iki cihanlarını mahvetmiş, fıtratı asliyelerini bozmuş, sermayeyi, ömrünü boşa tüketmiş, en güzel yaratılışını, kabiliyet ve yeteneklerini tarumar edip esfel-i safiline aday olmuş, kendi eliyle hayatını alt üst etmiş.
Yaşantısı ile beraber düşüncesi, inançları, yüreği, huzuru da bozulmuş. Bu meymenetsizliği ile çevresini, zamanı, mekanı ve her türlü imkanı, asayişi, anlayışı kalmadığından yeryüzünde en şerli varlık olup, yeryüzünü fesada vermiş. Ocaklar batırmış, hanedanlar devirmiş, imparatorluklar yıkmış. Bu zihniyet ister ferd olsun, ister toplum hep bozan, taru mar eden, yıkıma çalışan, şeytan ruhlu, kendine ve çevresine yazık eden zihniyet.
Bu üç özelliği bünyesinde cem eden inkarcıların akıbetlerini ‘İşte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir’ cümlesiyle beyan buyurmuş.
‘ خَسِرَ ’; helâk olmuş, eksilmiş, yorulmuş, üzülmüş, ziyana uğramış manasına geldiğinden, ism-i işaret ile halleri belirlenmiş. İsmi fail sigasından anlaşılıyor ki, bu işin ehli ve erbabı olup bu menfur fiillerini yaymaktadırlar. Âyeti kerime başından itibaren küfrün, kafirin güzergahını çizip, en son gelecekleri noktayı bildirmiştir. Câhilce bir cüret ile iman perdelerini yırtıp, küstahca sorular ve istihzalarla kendilerini hüsranın derin çukuruna yuvarlamışlar.
Bir taraftan kitaplar indirme ve peygamber gönderme ile takviye, diğer taraftan kalb ve dil bakımından iman ve ikrar ile kuvvetlendirdikten sonra bu ilâhî misakı bozmaya kalkışırlar. İman etmemeye veya imandan çıkmaya çalışırlar.
Fıkıhda ‘Bir kimse kendi tarafından tamam olan bir şeyin bozulmasına çalışırsa, çalışması reddedilir.’ kaidesi bu gibi âyetlerden alınmıştır. Ve Allah'ın birleşmesini emrettiği şeyi keserler, güzel amel yapmazlar, ilâhî hükümlerin tersine hareket ederler. İsyanlar ve büyük günahlarla daima yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte Allah böyle fasıkları sapıklığa düşürür. Ve işte Kur'ân'a mahsus temsilleri kötü yorum ve hafife alma ile ilâhî saptırmayı hak edenler bunlardır.
Belâğat
❊ ‘ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ ’ âyetinde istiare-i mekniyye var. Ahdi, bükülmüş ipe benzetti, sonra müşebbehi bihi hazf edip onun hassalarından veya levazımından bir şeyle remz etti. O da ‘نَقَضَ / bozmak’. Zira o eğirmek ve sökmek olarak ipin iki halini yansıtmaktadır.
❊ ‘ يُضِلُّ ve يَهْدٖي’, ‘ يَقْطَعُونَ ve يُوصَلَ ’ olmak üzere iki tibak var.