Sureler

Göster

Bakara Sûresi 35. Ayet

وَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَاࣕ وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمٖينَ

35- Ve biz demiştik ki: ‘Ey Adem, sen ve zevcen cennette sakin olun (yerleşin), ikiniz de dilediğiniz yerden, cennet nimetlerinden bol bol yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa ikiniz de kendilerine zulmedenlerden olursunuz.’

 

Hz. Âdem eşiyle cennete yerleştirilip rızkı meccanen verilmiş. Bir ağaç (veya bir ağaç türü) dışında istediklerinden bol bol yemelerine izin verilmişti. Umum-husus alakasıyla (mecazı mürsel) cennetin bütün nimetleri istifadelerine sunulmuştu. Rahatları, konforları yerinde idi. Rabbiyle hitaplaşıyor fakat O’nu göremiyorlardı.

Hz. Âdem için Rabbini görmek bir aşk, bir gaye, bir vuslat tutkusu olmuştu. Nihâyet Rabbinden bunu taleb etti. Rabbi şöyle buyurdu: ‘Ey Âdem! Bu kadar rahat ve konfor içinde benim cemâlimi göremezsin. Ancak meşakkatli bir hayatta imtihana tabi tutulup bu imtihanı kazanırsan o zaman cemâlimi görebilirsin. Bu, senin için de zürriyetin için de aynı şartlara merbuttur.’

Artık Hz. Âdem için cennet hayatı cazip gelmiyor, o; cemâlullahı hak edecek meşakkat dünyasını arzuluyordu.

Öte yandan kader silsilesi içinde şeytanın devreye girmesi, yalan yeminle Hz. Âdem’i şoka sokup yasak ağaçtan yedirmesi, dünyaya inmesine dış sebep teşkil ediyordu.

Hz. Âdem ve Havva Cennette mutlu, huzurlu, emniyetli bir halde yaşıyor, yorgunluk, korku, açlık, susuzluk nedir bilmiyorlardı.

Cenâb-ı Hakk, ezeli ilmiyle kevni plan programı ile Hz. Âdem’in hayat serüvenini bildiği için onu, henüz haberi olmayan gelecek günlerin zorluklarına zihnen hazırlıyor. Bugün cennette hiç sıkıntı çekmeden yeme-içme-giyme gibi, mübrem ihtiyaçları karşılanıyor. Fakat gün gelecek bu ihtiyaçlarını kendi alın teriyle kazanacak.

Biz insanların ana karnında, ana kucağında geçirdiğimiz rahat hayat dönemini Hz. Âdem de cennette geçirmiş, sonra mükellefiyetler, sorumluluklar ve emek karşılığı bir hayat idâmesi onlara verilmiştir.

Taha sûresi 118-119'uncu âyetlerde Hz. Âdem'in yerleştiği Cennet'in vasıfları, acıkmamak, susamamak, çıplak kalmamak, güneşte yanmamak şeklinde anlatılmıştır. Bunlar da, sevap ve mükâfat yurdu olarak mü'minlere va'd edilen cennetin özellikleridir. Bu vasıfta olan bir cennet (bahçe) dünyada yoktur. Öyle ise Hz. Âdem'in iskan edildiği Cennet, âhirette mü’minlere va'dedilen Cennet'tir.

‘ هُبُوط  / inmek’ tabiri ve inilecek yer de arz (yeryüzü) olarak zikredilmiştir. İlk yerleşme noktası yeryüzü dışında bir yer olmalıdır ki, buradan yeryüzüne iniş söz konusu olabilsin.

‘  الْجَنَّةَ ’ lafzının başındaki ‘ ال ’ (lam-ı ta'rîf) umûm (istiğrak) için değil, ahd içindir. Bu ‘ ال ’, umûm ifade ederse Cennetlerin hepsi manasına gelir. Halbuki Hz. Âdem'in bütün Cennetlere (bahçelere) yerleşmesi imkansızdır. Öyle ise bu Cennet'in manasını müslümanlar arasında bilinen ve darü's-sevab (mükâfat yurdu) olan Cennet'e hamletmek gereklidir.

Bakara 35. âyette Allah Âdem’e ‘Burayı sana bağışladım’ demiyor, aksine ‘seni cennete yerleştirdim’ diyor. Allah onu yeryüzünde halife olması için yarattığından dolayı böyle söyledi. Cennette yerleştirilmesi, yeryüzü halifeliği için bir mukaddime kabilindendi.

Hz. Ömer ve İbn-i Abbas (ra)’dan:

Allah, meleklerden bir ordu gönderdi. Onlar Hz. Âdem ve Havva’yı padişahların taşıdığı gibi altından bir taht üzerinde taşıdılar. Onların elbiseleri nurdan idi. Her birinin başında inci ve yakutlarla süslenmiş bir kemer vardı. Böylece o ikisi cennete girdiler.

Âdem ve Havvâ, halife olarak yeryüzüne gönderilmeden önce denenmeleri için cennette tutuldular. Bu imtihan için cennet en uygun yerdi. Çünkü bu şekilde insana, esas uygun yerin cennet olduğu, fakat şeytanın aldatıcı sözlerine inanırsa cennetten mahrum olacağı gösterilmiş olacaktı. Cenneti tekrar kazanmanın tek yolu ise, insanı her an saptırmak için fırsat kollayan bu düşmana karşı başarı kazanmaktı.

Âdem (as) yeryüzünde yaratılmış, oradan da cennete götürülmüştür. Yeryüzünde yaratılmasının sebebi, orada ünsiyet etmesi içindir.

Cenâb-ı Hakk, Âdem'i cuma günü yarattı ve cuma günü onu 40 yaşında iken Cennet-i Firdevs'e koydu. Ebûl-Aliye

Firdevsten murad, cennettin en yüksek, en iyi ve en yeşillikli yeridir. Ona cennetin göbeği de denir.

Firdevs cennetleri dört tanedir. İki cennetinin alanları gümüştendir. Ve onların içinde olanlar da gümüştendir.

Diğer iki cennet alanları altındandır. Onların içinde bulunan her şey de altındandır.

Dört nehir oradan kaynar. Onun üzerinde de Rahman’ın arşı vardır.

Allah (cc)’tan cennet istediğinizde Firdevs cennetini isteyin. Hadîs-i Şerîf

Firdevs cennetleri, cennetliklerin ilk konukluk yerleridir. Orada kahvaltılarını yapar, sonra kendi cennetlerine geçerler. Oysa bugün sosyete takımı, bu ağırlanma usülünü kendilerinin icad ettiği yeni bir şey gibi kokteyl adıyla sunmaktadır.

Âdem Cennet'te üzüm, incir ve hurma yedi. Böylece Cennet yemeklerine ve meyvelerine rağbet eyledi. Cennet bağlarını, bahçelerini, Cennet köşklerini dolaşmaya başladı. Süt ve baldan olan ırmak kenarlarında yürüdü. Canı her ne isterse hemen hazır oldu.

Resûlullah (sav) şöyle buyurdu:
- İnsan, yaratılmamış şeyi isterse, hem kendini yormuş, hem de o nimete kavuşmamış olur.
Kendisine ‘O nedir?’ diye sorulunca, Resûlullah (sav):
- Bir gününün tamamının mutlu ve neşeli geçeceğini düşünerek, sevinmek, buyurmuştur. (Dünyada gamsız tasasız bir gün yok)
 

Yasak Ağaç

‘Bu ağaca yaklaşmayın’ ifadesi mübalağa ifade eder. Çünkü asıl yasaklanan, ağacın meyvesinden yemekti.

‘ الشَّجَرَةَ  ’ kelimesi, müştakıyla yani ‘bu ağaçtan hazırlanan şeyden yemeyiniz.’ Burada nehyin yaklaşmamak için ifade edilmesi, yemeden, haramdan mübalağa içindir.

Yine ‘Bu ağaca yaklaşmayın’ kavlinde bu hatanın vuku bulacağına ve Âdem (as)’ın cennetten çıkarılacağına, Âdem (as) ile Havva’nın cennette yerleşmelerinin ebedi olmadığına işaret vardır. Zira cennette ebedi kalacak olana hiçbir tehlike ve onlara hiçbir yasak olamaz.

Hz. Âdem’in zellesinde hatalı ictihatın da payı vardır. Çünkü o ‘şu ağaca yaklaşmayın’ sözünden, yalnızca işaret edilen belirli bir ağacı anlamış, aynı türden bir başka ağaçtan alıp yemiştir.

‘Bu ağaca yaklaşmayın’ hitabı yalnızca Âdem (as) ile Hz Havva’ya has değildir, kıyâmete kadar yeryüzüne gelecek tüm kullara şamildir. Yani ‘Allah’ü Teâlâ’ya muhalefet ağacına yaklaşmayın’ demektir.

‘Dünyayı sevmek, her bir günahın başıdır’ hadîsinde bu yasak ağaca delâlet vardır.

Allah (cc) Âdem’i Aden bahçesine koyar. Bahçenin her türlü ağacından yiyebileceğini, ancak iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yememesi gerektiğini, aksi takdirde öleceğini bildirir.

Cennette bir ağaç vardır ki, bir kişi binek sırtında onun gölgesinde yüz yıl yol aldığı halde onu bitiremez; işte o Ebedîlik Ağacıdır. Hadîs-i Şerîf

Eğer babamız Hz. Âdem, zürriyetinden Muhammed Mustafa (sav)’in çıkacağını bilseydi, ağacın meyvesini değil damarlarını yerdi. Âdem (as) Muhammedî kemâlin ve Ahmedî cemâlin zâhir olması için yeryüzüne indi. Ebû Meyden

Sanki Allah şöyle buyurdu: ‘Ey Âdem! Cennet ve cennetin içinde bulunanları sana mübah kıldım. Ancak şu ağaç hariç. O muhabbet ve mârifet ağacıydı. Muhabbet mihneti doğurur.

Allah (cc)’ın insanı muhabbet ağacından nehyetmesi insanın muhabbete karşı çok haris olmasındandır. Zira insan kendisine yasak edilen şeye çok haristir. Âdem’in (as) nefsi, Hz. Havva cennet ve cennette bulunanlardan sükun buldu. Ancak nehyedilen ağaçta sükunet bulmadı. Çünkü nefsinde ona büyük bir istek duyuyordu. Hilâfet, muhabbet ve mihnetin sırrı bu şekilde izhar oldu. Bu celal ve cemâl tezahürünün gerçekleşmesidir.

Âdem (as) ve Hz. Havva’nın cennetten çıkmalarına yedikleri yasak bir meyvenin sebep olması aslında çok mânidardır. Sanki Allah’ü Teâlâ helâl lokmaya dikkatimizi çekerek şöyle buyurur: ‘Ey insanlar dikkat ediniz. Şeytanın sizinle olan mücadelesinde kullanacağı en mühim silahı, yemek ve kadındır.’

Hz. Âdem’e yasak edilen ağaç hakkında farklı görüşler vardır:

Haram edilen ağaçtan maksat, buğday ve başaktır. Onun meyvesi baldan daha tatlı, kaymaktan yumuşak, kardan beyazdı. Buğday ağacının her başağında bulunan her bir buğday tanesi, sığırın böbrekleri kadardı.

Allah (cc) dünyada onun evladının rızkını buğdaydan yaptı. Bundan dolayı denildi ki; insanoğlu başak yemek, başakları ekmekle mübtela olundu.

Yasak edilen ağaçtan murad üzümdür. Bundan dolayı üzümden yaptırılan şarap haram kılındı.

Veya haram edilen ağaçtan murad incirdir. Âdem (as) incir ağacından yediği için Hak Teâlâ onu incir yapraklarıyla örtünmeye müptela etti.

Bu ağaç, dalları birbirine girmiş bir ağaçtı. Melekler bunun meyvesini, ebedi olarak yaşamak için yerlerdi. Allah Teâlâ işte bu ağacın meyvesini Hz. Âdem’e yasaklamıştı.

Bu ağacın zeytin ağacı, hurma ağacı, kavun ağacı,‘erria’ isimli ve buğdaya benzer bir ağaç olduğu da rivâyet edilmiştir.

Bu ağacın;

✻ ‘İlim’, yani hayrı ve şerri bilme ağacı,
✻ Kâfur ağacı,
✻ Ebedilik ağacı (melekler bununla kaşınırlardı),
✻ Şarap ağacı,
✻ Mihnet ağacı,
✻ Şecere-i ilm-i Muhammed
✻ Şecere-i âl-i Muhammed olduğuna dair rivâyetler de vardır.

Bütün bunlara rağmen, ağacın cinsi üzerinde durmamak daha uygundur. Zira, Kur’ân-ı Kerim'de ağacın cinsi belirlenmemiştir. Hakikatini Allah (cc) bilir. Zaten maksud, ağacın tâyini değil; ondan kaçınmaktır. O ağaç sadece imtihan amacıyla seçilmişti, özünde kötü bir özellik yoktu.

Bu ağaçtan men olunmaları, mihnetten dolayıdır. Zira dünya, mihnet ve felâket evidir.

Allahü Teâlâ yasaklanan ağaçla Âdem´i imtihan etmiş, denemiştir. Dünyada onun çocuklarını da aynı şekilde helâl olan şeyleri yesinler, haramlardan kaçınsınlar diye imtihan etmektedir.

Rivâyete göre, cennette nitelikleri belirlenen iki ağaç vardı. ‘Hayat ağacı’ ve Âdem ile eşine yasaklanan ‘iyilik ve kötülüğü bilme ağacı’. Bu ağacın meyvesinden yemenin cezası ölümdür.

Şeytan insanın ebediliğine karşı olduğu için, Âdem'in hayat ağacına yaklaşmasına engel olmuş, fakat ölümsüzlük verir diye aldatarak bilgi ağacından yedirmiş ve bu nedenle de Âdem, eşi ve onlara bağlı olarak insan nesli ölümlü olmuştur.

 

وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمٖينَ

‘Eğer bu ağaçtan yerseniz, her ikiniz de kendine kötülük eden zâlimlerden olursunuz.’

Allahu Teâlâ Hz. Âdem ve Havva’yı uyarırken, onlara böyle hitap etmişti. Yasak ağaçtan yemek, onları zâlim hale getirecekti.

Zâlim kelimesi, çok geniş kapsamlı bir kelimedir. Zulüm; bir hak veya görevi ihlâl etmek, hak edene hak ettiğini vermemektir. Zâlim ise, bir hak veya görevi ihlâl eden kişidir.

Allah’a isyan eden bir kişi üç temel hakka tecavüz etmiştir: İlk olarak, Allah’ın haklarına, daha sonra isyanına âlet ettiği tüm varlıkların, kendi azalarının, diğer insanların, işlerine yardım eden meleklerin haklarına tecavüz etmiş olur.

Son olarak kendine zulmetmiş olur; çünkü kendi nefsinin de kendisi üzerinde, ziyana uğratmaktan korumak gibi bir hakkı vardır. Kendisi isyan etmek sûretiyle Allah’ın azabına uğradığında da, kendi kendisine zulmetmiş olur. Bu nedenle Kur’an, günahı, birçok yerde ‘zulüm’ olarak niteler.

Doğruların Yardımcısı Allah'tır
Zâlim bir vâli vardı. Bu vâli bir gün adamlarını göndererek Hasan Basri Hazretleri'ni yakalatmak istedi. O da bir vakit ders verdiği Habib-i Acemi Hazretleri'nin kulübesine gelip saklandı.
Valinin adamları geldi ve hışımla, Hasan Basri'yi gördün mü? diye sordular. O gâyet sakin Evet, dedi. Nerede? İşte şu kulübemde...
Adamlar kulübeye daldı, fakat bir türlü Hasan Basri Hazretleri'ni bulamadılar. Dışarı çıkınca tehdit edip, Yâ şeyh, niçin yalan söylüyorsun? dediler.
Ben yalan söylemedim, dedi. Siz göremedinizse, benim suçum ne? Tekrar girdi, aradı, fakat bulamadılar.
Onlar gidince, Hasan Basri Hazretleri Ey Habib! Biliyorum ki Rabb'im senin hürmetine beni onlara göstermedi. Fakat yerimi niçin söyledin, hocalık hakkı yok mudur? dedi. Habib-i Acemi mahcub bir şekilde
‘Ey Üstadım! Sizi bulamamaları benim hürmetime değil, doğru söylediğimizdendir. Çünkü bilirsiniz ki, doğruların yardımcısı Allah'tır. Eğer yalan söyleseydim, sizi de beni de götürürlerdi, dedi.
Tevil yapmaya, bir zâlimin elinden bir mazlumu kurtar-mak için yalan söylemeye ruhsatın olduğu yerler olsa bile, efdal olan, eğer Habib-i Acemi Hazretleri gibi bir teslimiyetiniz varsa, doğruyu söylemektir.