Sureler

Göster

Bakara Sûresi 45. Ayet

وَاسْتَعٖينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِؕ وَاِنَّهَا لَكَبٖيرَةٌ اِلَّا عَلَى الْخَاشِعٖينَۙ

45- Sabır ve namazla Allah (cc)’tan yardım isteyin (kendinize yardım edin). Gerçi bu namaz, huşu sahiplerinin dışındakiler için ağır bir iştir.

 

Kitap ehli yeni gelen İslam dinine girmekte zorlandıklarından kendilerine kolaylaştırıcı emirler gelmiş yani onların şahsında bütün insanlığa sabır ve namazdan yardım istenmesi emrolunmuş.

Sabır irade kuvvetidir. Bütün güzel ahlâklar, iyi haller onunla mümkündür. İmanın yarısı sabır, yarısı şükür olduğuna göre bu emir imanın bütününü kapsar. Namaz şükrü temsil eder.

Çünkü hamd-ü senanın her çeşidi namaza dercedilmiştir. Semadaki bütün meleklerin ayrı ayrı ibâdetleri namazda cem edilerek Mirac’ta Efendimiz’e (sav) hediye edilmiştir.

‘ اِنَّهَا لَكَبٖيرَةٌ / O ağır gelir’. Zamir mübhemliğin sembolüdür. Gizemli yapısıyla manayı genişletir. Ağır olan namaz mı, sabır mı, yardım istemek mi? Yoruma açık. Üçü de olabileceği gibi, sabır veya namaza raci olması da mümkündür.
 

Yardım istemek insana neden ağır gelir?


İnsan unutan bir varlıktır. Aczini, zaafını, muhtaçlığını unutur. Kendini güçlü sayar, yardım almayı züll addeder. Yaratıcısına ihtiyacı yokmuş gibi müstağni davranır. Duâ etmekte tembelleşir, üşenir. Oysa Rabbimiz ‘Duâ etmezseniz ne kıymetiniz var?’ (Furkan, 77) buyurur.

Ağırlık, zorluk sabırda mı? Sabır nefsi kırıp, iradeyi kullanıp hakkı, doğruyu kabullenmek ve yaşamak olduğundan kötülüğü emretme kabiliyetinde olan nefse elbette zor gelir.

Günah işlememekte, şehvetin arzularını kırmakta sabır, sevap işlemekte sabır, musibetlere sabır olmak üzere, sabır üçe ayrılır. Nefis hepsinde sabırsızdır.

Ağırlık, zorluk namazda mı? Namaz için Aşur tefsiri ‘Nefsin zindanıdır’ demiş. Gerçekten öyle. Namazda nefsin işine gelen bir şey yok. Yemeyecek, içmeyecek, konuşmayacak. Gereksiz hareketler yapmayacak. Aklına başka şeyler getirmeyecek. Vaktine dikkat edecek, nezih olacak. Nefis için tam bir hapis hayatı.

O kötülüğü emreden nefis, dakikalarca iyi şeyleri emreden âyetleri okumak zorunda kalacak. O insanı cehenneme doğru çeken nefis, cenneti öven âyetleri okumak zorunda kalacak. Şehvet ve gadabtan başka bir tavrı olmayan nefis, günde beş kere şehvetine ve gadabına sahip çıkmak zorunda kalacak. Sabah uykusundan, öğlen işinden, ikindi piyasadan, akşam eğlence cümbüşten uzak kalıp yatsı vaktinde huzura gelecek. Abdest almak da cabası.

Kûfeli Arfece, gündüz beş vaktinin yanına beş daha katmakla kalmaz, gecenin büyük bir kısmını da ibâdetle geçirmeye devam ederdi.
Bir gece yatsıdan sonra ziyâretçiler geldiler. Arfece ise ziyâretçi kabul etmezdi. Meşgul olduğunu, boş vaktinde gelmelerini söylerdi. Ne var ki, annesi bu defâ ziyâretçilerin boş çevrilmesine râzı olmadı, oğlunun izni olmadan ziyâretçileri içeri alıp, gece yarısına kadar sohbet etmelerine sebep oldu.
Gece yarısından sonra giden ziyâretçileri müteâkip uykuya yatan Arfece’nin annesi gördüğü rüyâsını sabah şöyle anlattı:
– Rüyamda büyük bir cemaatle karşılaştım. Dizilmişler, bana şöyle sitem ediyorlardı:
‘Arfece’nin annesi! Bizim imamımıza niçin mâni oldun? Bizi gece yarılarına kadar ibâdetten niçin men edip, imamsız bıraktın?’
Anlaşılan, Arfece gece namazı kılarken, melekler de gelip ona uyar, cemaat olurlarmış. O gece de imamlarını niçin meşgul ettiğini sormuşlar.
Nitekim ashabtan pek çok zat, çölde namaz kılarken sahra dolusu meleğe imamlık etmiş, kuşlar gibi uçup gelen rûhâniler, tek başına sesli ibâdet eden muhterem zâta cemaat olmuşlardır.

  

İmam Gazali İhya’da Kur’an okuma adaplarını sayarken ‘tahsis’ adabını şöyle açıklıyor:

‘Kur’an okuyan kişi okuduğu âyet sırf kendine inmiş gibi kendine tahsis edip ‘Bu âyette benim alacağım ders nedir? Bu âyete göre ben ne yapmalıyım? Ne yapmamalıyım?’ diyerek bütün âyetleri bu minval üzere değerlendirip benimsemeli, önemseyerek okuyup tatbik sahasına koymalı. Bu hakikatı Yüce Allah (cc) iki yüzü aşkın âyet ve çeşitli üsluplarla sık sık hatırlatıyor. ‘Düşünmez misiniz? Akletmez misiniz?’ Yine tefsir usulünde ‘Âyetlerin nüzul sebebinin hususi olması hükmün umumi olmasını engellemez’ kaidesi de, bu gerçeği ortaya koymaktadır.

Düşünmek için de bilgi gerekir. En zeki insanın önüne bilmediği bir yabancı dili koysalar kırk yıl düşünse bir şey anlamaz.

Kur'an’ı ilimsiz sırf mantıkla anlamaya çalışmak hem tehlikeli, hem yasaktır. Efendimiz (sav) ‘Kur’an’ı kendi görüşüne göre tefsir edenler küfre girer’ buyurmuştur.

Şimdi âyetimize dönelim: ‘ وَاسْتَعٖينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِ ’

Dinimiz iki ana esas üzerinedir: Sabır ve şükür. Bunun için imtihanımız da bu minval üzeredir. Hz. Ömer ‘Ben zengin fakir olmaya aldırmam. Onlar iki binittir. Takdiri ilâhiye göre birinden inip diğerine binerim’ demiştir. Esas olan, imtihanın iki cephesi sabır ve şükür. Âyette sabır, hamd ve şükür nişanesi olan namaz zikredilmektedir.

Her taşıtın, her makinenin bir yakıtı, her canlının bir gıdası olduğu gibi, insanın mânevi dünyasının yakıtı da sabır ve namazdır.

Sırat-ı müstakimde yürümek için sabır ve namazla yardımı ilâhiyi cezbetmek gerek. Cümlede bulunan bağlılık (ilsak) manasına gelen ‘be’ harf-i ceri de bu anlamı pekiştiriyor. Demek ki yardım almak bir gayretin sonucu.

     Sabır biraz da zaman
     Güçten, öfkeden daha yaman

Dünya, mihnet ve sıkıntı üzerine kurulmuştur. Sıkıntının ise sabretmekten başka çaresi, katlanmaktan başka kurtuluş yolu yoktur.

Belâ gönderdiğim kimseler sabredip insanlara şikâyet etmezse, onlara imanla ölmeyi nasip ederim. Kudsî Hadîs

 

 اِلَّا عَلَى الْخَاشِعٖينَ


Âyeti sırasıyla düşünürsek; Rabbilerine kavuşup hesap vereceklerine, ibâdetlerine karşı ödüllendirilip günahlarına karşı cezalandırılacaklarına kesin inanan kimseler, yaptıkları kulluk vazifesinin karşılıksız olmadığına kanaat getirdiklerinden işi ciddiye alıp havf-u haşyet ile, ümitle, sevgiyle seve seve namazlarını kılar, günah işlememek için sabredip irade gösterirler.

İnsanoğlu yapısı gereği karşılığında birşey kazanmayacağı şeyi yapmak istemez. Bu ona çok ağır gelir. Bir kimsenin yaptığı işi güzel, zamanında yapması için o işi sevmesi gerektiğini hepimiz biliriz. Sevmek için de inanmak gerek. Âyette Rabblerine kavuşacaklarına inanan huşu sahiplerine namaz, sabır, duâ zor gelmez, buyruluyor.

Bir gün muhterem hocama sordum:

- Hocam niçin namaz çocuklara zor geliyor?

- Kızım görmez misin, âyette ‘Namaz ağır ibâdettir. Ancak huşu sahiplerine ağır gelmez’ buyrulmuş. Çocukta huşu ne arar?

Allah (cc) arşı taşıyan sekiz güçlü meleği yarattı, ama arşı taşıyamayıp, Rabblerine müracaat ettiler. Onlara ‘Sübhaneke’ duâsını öğretti. Bu sayede arşı taşımaya muvaffak oldular. Namaz da ağır ibâdet olduğundan, hangi namaz olursa olsun Sübhaneke’yi okumak gerekli kılınmıştır.

Efendimiz (sav) ‘Muhabbet benim binitimdir’ buyururken bu hakikate işaret etmiş. Sevilmeden, zoraki yapılan işler yürüyerek hatta sürünerek gitmek gibiyken, seve seve yapılan işler binitle, taşıtla, uçakla yolculuk yapmak gibi seri, kolay, heyecanlı, zevkli olur ve menzile çarçabuk ulaşılır.

Huşu: yüksek saygı demektir.

     Zorluklar karşısında yine de solmaz rengi
     Dengi olanlar ancak, takdir ederler dengi,
     Allah’ın bir lütfudur, her fâni bunu bilmez.
     Gönlü zengin olanın, hiç bozulmaz âhengi.

‘Sabır, acıya katlanmak, onu geçirmek için dayanmak ve karşı koymaktır ki, her ferahın, her başarının anahtarıdır. Baştaki darlığın, sıkıntının geçmesi için Allah'ın yardımını celbedecek sebeplerin birincisidir. Sabırsız ruhlar her zaman darlık içindedir. Onların, dünya olaylarına hiç dayanıklılıkları yoktur. Her şey ister, her şeyden rahatsız olurlar. Genişlik zamanında eldeki nimetin kıymetini bilmezler, gözleri daima başkasındadır. Az bir yokluk görünce tahammül edemez, hemen mahvolurlar.

Halbuki dünyada değişmeyen, tahavvül etmeyen hiçbir şey yoktur. Bunun için nefisleri sabra alıştırmalı, insan sabrı alışkanlık edinmelidir. Bu alışkanlık, acıyı bırakmak için değil, def etmek içindir. Ve bunun (yani sabra alışmakla nefsi süsleyebilmenin) en iyi çaresi oruçtur. Oruç insanı, her halde, sabra alıştırır, tiryakilikleri tedavi eder. Bundan dolayı, buradaki sabır, oruç ile de tefsir olunmuştur.

Bununla beraber namazın bu konuda da büyük önemi ve faydası vardır. İnsan yıkanır, temizlenir, ayıplarını, ayıp yerlerini kapatır. Bunları yapmak için emek ve mal da sarfeder. Yüzünü kıbleye çevirerek istikametini (yönünü) tayin eder. Kalbini iyi niyetle doldurur. Gönül buhranlarını, şeytan vesveselerini atarak, ruhunun birlik duruluğunu incelemeye çalışır, bütün uzuvlarıyle ve büyük bir saygı ile tekbirini alır ve ibâdete koyulur. Dünyanın acılarını, tatlılarını şöyle bir tarafa atar, Hakk Teâlâ'ya duâ eder, onunla konuşur. Kur'ân'ını okur, dinler, onun huzurunda hayatın akışını, başlangıcını, sonucunu arz eder. Kıyam etmek, eğilmek, defalarca kapanmak, yine kalkıp doğrulmak, nihâyet oturup dinlenmek ve sonunda selam ve esenliğe ermek...

O anda gaybtan şehadete geçerek, ruhî, bedenî büyük bir nizam ve intizam ile mirac yaşar. Ve bu ulvî manzaralar içinde nefisler, zahir ve batınlarında kaybetmek üzere bulundukları

intizamı yeniden temin ederler. Sabırdaki acılıkları da unutur, hafifletirler. Bütün bunlar ilâhî yardımın celbine aracı olur. Darlıktan patlayacak dereceye gelen nefisler kuvvetlerini, arttırır, sıkıntılarının kolaylıkla geçmesi için imkan bulurlar. Bu sayede yalan dolan, karıştırma, hakkı gizleme, aldatma, aldanmak, düşmanlık, tecavüz gibi zilletlerden, düşüklüklerden kendilerini kurtarırlar ve ilâhî yardımın büyük tecellilerine ererler.

Evet ama, bu sabır, bu namaz, böyle yardım dileme kolay mı? Şüphesiz bu da kolay değil, ağır ve büyük bir iştir ama ancak hâşiîn (layıkıyle korkanlar)e değil, başını öne alıp düşünen saygılı kimselere ağır gelmez, hatta zevk verir, meleke (alışkanlık) olur.

Hâşi', mütevâzi manasına gelir. Aslında boyun eğmek ve zillet manasınadır. Zeccâc şöyle der: Hâşi', üzerinde zillet ve sükûnet alâmeti görülen kimse demektir.

     Kıl namazı elin harama salma
     Çok yaşarım dünya hep kalır sanma
     Beş namaza sarıl gençlik çağında
     Ektiğin biçersin cennet bağında