Sureler

Göster

Bakara Sûresi 47. Ayet

يَا بَنٖٓي اِسْرَائٖلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّتٖٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّٖي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمٖينَ

47- Ey İsrailoğulları size ihsan ettiğim bunca nimetimi, sizi insanlara üstün kıldığımı hatırlayın.

 

Âyet-i kerime, kırkıncı âyetin tekrarı ile başlayıp, İsrailoğullarını adıyla sanıyla şükre, vefaya, insafa, saygıya, kadirbilirliğe davet ediyor.

‘Unutmayın! Siz, evladı yad ellerde uzak kalacak, Rabbini unutacak korkusuyla kırk yıl gözyaşı döküp gözlerini bu uğurda kaybeden, son nefesinde bile en büyük kaygısı neslinin imanını ‘Allah’a teslim olun...’ diye vasiyet eden vefa, sabır, hassasiyet, re’fet, metanet, merhamet, itminan sahibi Yakup peygamberin oğullarısınız. Bunu unutmayın. ‘Eğer biz babalarımızın izinden ayrılmayız’ diyorsanız, bunları gözardı edemezsiniz.

Size bir daha Yakub’un oğulları olduğunuzu hatırlatarak insafa davet ediyorum. Beni hatırlamıyorsanız bari size verdiğim bunca nimeti, fazileti hatırlayın. Size imanınızın pekişmesi için onlarca mucize gösterdim. Hz. Musa gibi ulul azim, cesur, sadık, müşfik bir peygamber gönderdim. Bazen menn u selva gibi ikramlarla, bazen Tur’u üzerinize kaldırıp secde ettirmekle korku ümit arasında med cezir yaşattım. Sonunda denizi size yol yapıp geçirdim. Aynı denizde size zulmeden Fravun ve avanesini gark ettim. Siz bunları hep görüp yaşadınız.

Sonra onların yurtlarını size miras kıldım. Neslinizden hem lider, hem peygamberler getirdim. Zamanınızın en gözdeleri oldunuz.

Bunları size hep Rabbiniz verdi. Onu unutup hevanıza, dünyanıza daldınız. Bari nimetlerimi hatırlayın, düşünün, akledin. İnsafa gelin. Nimetin sahibinin gücünü, şefkatini, şiddetini, celalini unutmayın. Bu nimetlerin sahibi, bu nimetleri alma gücüne de sahip. Alemler üzerine üstün kıldığı gibi, alemlerin en aşağısı da yapabilir.

❃ ❃ 

Şimdi bir taraftan İsrailoğulları'nı nimeti yadetmekle İslâm'a davet eden bu hitabı kuvvetlendirmek ve te'yit etmek, diğer taraftan da geçmişte nail oldukları nimetleri hatırlatmak ve onlardan mahrum oluşlarının sebeplerini zikrederek İslâm dinini kabul ettikleri takdirde o geçmişten daha şanlı bir geleceğe nail olacaklarını, aksi halde dehşetli bir tehdide maruz bulunduklarını, bunların karşısında, düşük menfaatler arkasında dolaşmanın çok vahim (korkunç) olduğunu anlatmak için bir hitap daha yöneltiliyor ki, bu, bir taraftan kısaca bir özet, diğer taraftan bir tafsîl (etraflıca anlatma) başlangıcıdır.
 

İsrâiloğullarının Âsilikleri

Allah Yahudilerin canını alsın. Allah onlara ölmüş hayvanların iç yağını haram kıldığı vakit bu yağı erittiler, sonra satıp parasını yediler. Buhârî

Evinizi ve salonunu temiz tutunuz! Zira Yahudiler evlerini temiz tutmazlar. (evleri pis pis kokar.)

Efendimiz (sav), ‘tahiyyatta’ sol elini yere koyup üzerine dayanmayı, Yahudilere benzememek için yasaklamıştır.

Biriniz namaza başladığı vakit uzuvlarını kımıldatmasın. Namazın içerisinde Yahudilerin sağa sola meylettiği gibi yapmasın. Zira namaz içinde uzuvları teskin etmek, namazı tamamlayan sebeplerdendir.

Hz. Allah, Yahudileri yok etsin. Çünkü onlar, (gösterilen kıbleyi terk ederek) peygamberlerinin türbelerini kıble edip, ibâdetlerini ona göre kıldılar.

Bizden olmayan kâfirlere kendisini benzetenler de bizden değildir- O halde ey müminler! Kendinizi Yahudiye, Hristiyanlara benzetmeyiniz. Onların tüm adetleri bizim adetlerden farklıdır. Öyle ki, Yahudilerin selamlaşması parmakla, hristiyanların selamlaşması ise el işaretiyle olur. (Oysa Müslümanların selamlaşması ‘Esselamu aleyküm’ demektir.)

Bıyıkları kısaltınız ve sakalı uzatınız; Yahudilere benzemeyiniz!

Allah güzeldir, güzeli sever; temizdir, temizliği sever; lütufkârdır, lütufkârlığı sever; cömerttir, cömertliği sever. Avlularınızı temizleyiniz ve Yahudilere benzemeyiniz.

‘Ümmetimin yahudilerine selam vermeyiniz.’ ‘Ümmetinin yahudileri kimdir yâ Resûlallah?’ diye soruldu. Efendimiz (sav): ‘Namaz kılmayanlardır’ buyurdular.

Yahudi ve Hıristiyanlara önce siz selâm vermeyiniz ve bir yolda onlardan biriyle karşılaştığınız zaman onu yolun en dar yerinden (kenarından) geçmeye mecbur ediniz.

Yahudiler üç şeyden ötürü bizi kıskanıyorlar;

1. Müslümanların birbirleri ile karşılaştıklarında selamlaşmaları.

2. Duâdan sonra ‘Amin’ demeleri.

3. Rukudan kalkınca ‘Allahümme Rabbena Lekel Hamd. ‘(Rabbimiz, yetiştiricimiz ancak sensin, her türlü hamd-ü senalar sana mahsustur.) cümlesinin söylenmesi.’ İbni Mace

İşte âyet ve hadislerde görüldüğü gibi, nankörlüklerinin, kibir, haset ve taassuplarının feci akıbetine düçar oldular. Adeta dünyadan sürgün edildiler. Vatanları, yurtları kalmadı. Elalemin topraklarına sahip olmak için savaş, zulüm, desiselerine devam edip alemin nefretine, lânetine düçar olmaya devam ediyorlar.

Cenâb-ı Hakk bize bu serüveni anlatıp ibret almamızı, kendimize gelmemizi tariz buyuruyor.

‘Allah’ın size verdiği değerin kadr u kıymetini bilin, şükrederek artmasını sağlayın. Nimetin sahibini hiç mi hiç unutmayın. Hemcinslerinize saygılı olun. Peygamberinize muti olun. İsyan, nisyan, gaflet, kibir, haset, taassupla Rabbinizi gazaplandırıp perişan olmayın.

Buğz-u ilâhiyi üzerinize çekip iki dünyanızı da mahvetmeyin. Geçenlerden ibret alın ki, geleceğinize ibretlik olmayasınız.

Unutmayın; kimin izini takip ederseniz gideceğiniz yer onun akıbeti olacaktır. Bunun için yüce Allah ‘Şeytanın izlerine tabi olmayın’ buyurdu.

Gerek insan şeytanı, gerek cin şeytanı pusuda. Senin bir açığını, bir gafletini, bir zaafını bekliyor. Düşman uyanıkken uyuma gafletine düşmeyin.’

İsrailoğullarını kendi zamanlarına üstün kıldığı gibi; Biz Ümmet-i Muhammed’i de ahir zamanın üstünü kıldı. Yani onlardan daha üstün, daha faziletli bir ümmet artık gelmeyecektir.

Ayettte geçen hitaptan biz de alınıp, toparlanmalı, birbirimizi uyarmalı, ayağımızı denk almalıyız. Zaten Kur’an-ı Kerim okuma adaplarından biri de okuduğumuz her âyeti sırf bize inmiş gibi algılayıp ona göre okumamız değil miydi?

Bütün hitaplar bize. Kur’an-ı Kerim’de ‘Ey kafirler’ diye hitap eden tek bir ayet var. Tahrim Suresi, 7. âyeti. Duygusallığımızı, alınganlığımızı, hassasiyetimizi bu yola yönlendirelim. İnsanların hal, davranış ve sözlerinden alınıp etkilendiğimizin onda birini Kurânî gerçekler karşısında kullansak, âyetleri benimseyerek, önemseyerek Hayy sırrını göz önünde bulundurarak ‘hakka tilâvetih’ formülüne uygun okusak, bugün bu halde bulunmazdık.

‘Sakın gafillerden olmayın’ hitabına kulak verip, irkilip uyanalım. Hakk’ın boyasına boyanalım. Âyetlerin lazım melzum manalarını iyi tefekkür edip içindeki mesajları iyi değerlendirelim.

Kınayıp kınanacak hale gelmeyelim. Aksi halde bön, katı, câhil kimselerin düşündüğü gibi âyetleri ‘eskilerin masalı’ diye değerlendirme eblehliğine düşeriz.

Her İnsan Milyarderdir
Ben de mi? diyorsanız,
Evet, evet siz de sâhip olduğunuz inanılmaz servetlerin hepsine bir an olsun dikkat eder ve azıcık düşünürseniz, masallardaki hazineleri çok geride bırakan nice servetlere sâhip olduğunuzu hayretle fark edersiniz. İki gözünüzü yüz milyar liraya satar mısınız? Ya ayaklarınızı kaç milyara satarsınız?Çocuklarınızı? Âilenizi? Bütün vücudunuzu toplayın göreceksiniz ki, onları Rockefeller’in, Ford’ların elindeki bütün altınların toplamına değişmezsiniz! Fakat bunların hepsini takdir edip şükrediyor muyuz?
 

Âlem-i Asgar, Âlem-i Ekber

İnsanla kainat arasında mukayese yapan hatibin verdiği örnek dinleyenleri ziyadesiyle etkiledi. Okuyun siz de hak vereceksiniz:

‘İnsan kendini tanıyabildiği ölçüde kainatı gerçek var oluş hikmetleriyle tanıyabilir. Bedeni itibarıyla insan küçük bir alem gibi görünse de beden ve ruh birlikteliğinden oluşan gerçek mahiyetini dikkate alırsak büyük bir alem olarak düşünülmelidir. Kural şudur: ‘Kainatta ne varsa insanda da vardır.’

İnsan vücudu toprak gibidir; kemikler dağlar, beyin maddeler, uyluk deniz, bağırsaklar nehirler, sinirler ırmaklar, kaşlar toz ve çamur gibidir. Kıllar bitkiler gibidir. Yüzünden ayaklarına kadar vücut bir ülke gibidir; önü kuzey, arkası güney, sağı doğu, solu batı olan ülke. Nefesi rüzgarlar gibidir, kelimeleri gök gürültüsü, sesleri yıldırımlar gibidir.

Gülmesi öğle ışığı, gözyaşları yağmurlar, üzüntüsü gecenin karanlığı, uykusu ölüm, uyanması hayat gibidir. Çocukluk günleri ilkbahar, gençliği yaz, olgunluğu sonbahar, yaşlılığı kış mevsimi gibidir. Hareket ve faliyetleri yıldızların hareket ve dönmesine benzer. Doğuşu ve varlığı yıldızların yükselişi, ölümü ve yokluğuysa yıldızların batması gibidir. Nasıl Kabe’yi tavaf ederken Müslümanlar bir güneş etrafında kendi yörüngesinde seyreden gezegenleri temsil ediyorsa, aynı şekilde insanlar gelişmiş uzay araçlarıyla bile ulaşamayacağı kainatın nice noktalarına hayallerinde ve rüyalarında gidebilirler.