48- Öyle bir günden sakının ki, o gün kimse kimsenin adına bir şey ödeyemez, kimseden şefaat de kabul edilmez, azaptan kurtulmak için bedel alınmaz ve kafirlere yardım da yapılmaz.
Önceki âyette şükre, fikre, kulluğa davet edilmişti. O âyetle bu âyet arasında hazfedilmiş cümleler var. (Vasıtalı kinaye)
Cenâb-ı Hakk onu bizim anlayışımıza, kavrayışımıza, sezgimize emânet ederek devam ediyor. Ta ki aklı saf dışı bırakmayalım, hep hazıra konmayalım, düşünce filizlerini yeşertelim.
‘Size nimetler verdim, üstün kıldım ama bu benim size ihsanım, ikramım. Burada sizin dahliniz yok. Siz bu imtihan dünyasında verilen nimetlerle, gönderilen musibetlerle deneniyor, sınanıyorsunuz. Aksi halde hesabı veremez, mizan terazisinin sevap kefesi ağır getiremezseniz işiniz zor. O zaman hiçbir kimsenin kimseye birşey ödeyemeyeceği, şefaatin, bedelin, yardımın olmayacağı günden korkun. (Zamana isnad, mecaz-ı mürsel)
İnsan dünyada dara düşer, borçlanır, bunalır. Ama birilerinden borç alabilir. Veya adamın adamını bulup halledebilir. Ya da bir bedel, ipotek vs. bulur. Çevresinden yardım isteyip kurtulabilir.
Ama âhirette asla böyle bir şey imanını kurtaramayan kimse için mümkün değil. Neden? Çünkü herkesin o gün malı, mülkü, iktidar gücü, imkanları elinden alınmıştır. Herkes kendi akıbetinden korkmaktadır. Peygamberlerin dahi ‘nefsi, nefsi’ diyeceği bir gündür.
Sonra kendi sevaplarını verip onu kurtarmak istese bu da mümkün değil. Çünkü yeniden sevap işleyip açığı kapatmaya ne imkan var, ne izin.
Orada tek Hâkim Cenâb-ı Hakk. Ondan hiçbir şey gizli kalmaz. Bu nedenle kimse hile, torpil, haksızlık, kayırma, diploma, rütbe, mal, mülk, mevkisi ile bir şey yapma, bir çıkış yolu bulma durumunda değil.
Yardım da olunmazlar. Hiçbir melek, hiçbir görevli de yardım edemez. Onlar Rabbinin buyruğundan asla çıkamazlar. Geri dönüp sâlih amel işlemek istemelerine rağmen izin verilmez. Bu tekliflerin hiçbirinin kabul olmayacağını Rabbimiz (kevni lâhık alakasıyla) bildiriyor. Bu haber bizim için bir nimet, uyarıcı bir şefkat eli.
Nimet verildiğinin hatırlatılmasından sonra o günün dehşetinin anlatılması manidar. Âyetlerde de geçtiği gibi inkarcılar ve fasıklar şöyle şeytani bir fasit kıyas kurmuşlar: Allah bu dünyada bizi zengin edip bol imkan verdiğine göre, bizi sevip, ikram ettiğine göre âhirette de bize cenneti verecektir. Hal böyle iken, ibâdete, taata, nefsini sıkmaya ne gerek var?
Bu fasit kıyas öteden beri dilden dile yuvarlanan, menşei belli olmayan delilsiz, mantıksız bir iftira. Bu konuda tek bir âyet, tek bir hadis mevcut değil. Cenâb-ı Hakk ‘Sadıksanız delilinizi getirin’ buyuruyor. ‘Şeytan sizi Allah’la aldatmasın.’ (Fatır, 5) ‘İnsana ancak çalıştığı vardır ’ (Necm, 39) buyrukları bu fikri çürütmektedir.
Dünyada parasız, pulsuz, gayretsiz bir kulübeye sahip olunmazken, cennette altından ırmaklar akan zümrüt, yakut, ebedi köşklere bedavadan ulaşılır mı? Oraya namzet olanların ibâdet için ayakları şişerken, zamanımız insanının uykudan gözleri şişiyor.
Onlar açlıktan güçlükler içinde karınlarına taş bağlarken, biz çok yemekten habire yağ bağlıyoruz.
Onları Hud suresi yaşlandırırken, bizi dünya gamları kocatıyor. Şimdi bu iki zümreye aynı mükafatı vermek adalet olur mu? O zaman imtihanın bir değeri kalır mı? Bu olay yıllar önce yaşanmış, Kehf suresinde bize ulaşmış. Zengin kibirli kimse sahip olduğu imkanların hiç elinden çıkmayacağını söylerken inançlı zahit arkadaşı onu uyarıyor. Ama o şımarık tavrına devam ederek kıyılmaz bahçesinin, evinin, tarumar olmasını müşahede ediyor. (Kehf, 32-44)
Tarih bu örneklerle dolu.
İsrailoğulları kendilerinin babaları ve dedeleri olan peygamberlerin her halde kendilerine şefaat edeceklerine inanıyorlardı. Bu âyet, bunu reddediyor.
Ey kardeşlerim, sizi tehlike bekliyor. Oranın bir günü elli bin yıldır.
• O gün, bir ürperme ve bir heyecan günüdür.
• O gün, insanın sonunun geldiği günüdür.
• O gün, Kıyâmet günüdür.
• O gün, hasret ve nedamet günüdür.
• O gün, büyük bir gündür.
• O gün, insanların alemlerin Rabbi huzuruna divan duracağı gündür.
• O gün, münâkaşa günüdür.
• O gün, muhasebe günüdür.
• O gün, soruşturma günüdür.
• O gün, zelzele günüdür.
• O gün, bağırıp çağırma günüdür.
Önceki cümle fiiliyye olduğu halde isim cümlesi atıf oldu. Mübalağa ifadesi sübut ve devam ifadesi içindir. Yani onlar daima yardım olunmayacak demektir.