52- Bundan sonra şükredersiniz diye sizi affetmiştik.
Cezalarını canları pahasına öderlerken affa mazhar oldu lar. Bu, şükrü gerektirir.
Bütün musibetleri, işlediğimiz günahlarla üzerimize çekeriz. Cezayı hak ettiğimiz halde affa uğramamız çok büyük bir nimet. Af gelmese ceza gelir. Müebbet hapis veya idamı hak etmiş birinin affedilmesi onun için ne büyük nimet ise, nezdi ilâhide affa uğramak ondan çok daha büyük nimet. (Âyette melzumdan lazıma intikalle mecazı mürsel var.)
Şükredilmesi gerekiyorsa, demek ki ortada bir nimet var.
Âlimlerimiz, mağfiretin cennetten de büyük bir nimet olduğunu âyetlerdeki işaretlerden sezmişlerdir. Çünkü nimetlerden önce af ve mağfiret gelmektedir.
‘Biz ona doğru yolu gösterdik. Artık onun bileceği şey. İster şükredip (inanır), ister nankörlük edip (inkâr eder.)’ (İnsan, 3)
Bu âyetten de anlıyoruz ki, insanın hayatta iki tavrı var; ya verilen nimetlerin ve nimeti verenin kıymetini bilir minnettar olur, şükran duyar ya da nimeti önemsemez beğenmez. Daha iyisini ve daha başkasını isteme hırsıyla, huzursuz, huysuz olur, nimeti de nimeti vereni de görmezden gelir. Bu nankör tavrı onu sevimsiz, asık suratlı, çatık kaşlı, kendiyle dahi barışık olmayan bir hale iter. Kefur vasfını alır. Sevimsizliği ilâhi hüccetle tescil edilir.
Ehli şükür için, kalpte ‘bazı operasyonlar gerek. Öncelikle kibri atıp, tevâzuyu yerleştirmeli. Rabbinin ilmine, kuvvetine, kullarını sevdiğine, verdiği her şeyin ve her hükmün kulun lehine olduğuna yakîn derecesinde inancı kuvvetlendirip tevekkülü arttırmalı. Kendi cüz’i irâdesini Rabbinin külli irâdesine teslim edip, nefsin ağlarından, bağlarından kurtulup hürriyetin geniş meydanlarında huzura kavuşmalı. Rabbini, her gün biraz daha tanımalı, en büyük görev bilmeli ki, sevgi artsın. Sevginin olmadığı yerde hoşgörü olmaz. Sevginin olduğu yerde, kabullenme ve teslimiyet vardır.
İnsan bu gâye peşinde olursa, bütün gönlüyle O’na yönelir. Ona yönelmenin neşesi, bütün benliğini sarar, zevklerin en güzelini tadar, Rabbi ile barışık olduğundan, kendi ile de barışık olur. kendisiyle barışık olan cümle alemle barışık olur. Gazâli ‘İnsanın kalbinde şükür olursa, o şükür dışa yansır ve bu kişi güler yüzlü ve tatlı dilli olur’ tespitini yapmıştır.
Şükür, sözlükte hayvanların bedenlerinde yedikleri gıdanın etkisinin apaçık ortaya çıkmasıdır.
Şükür, Allah’ın nimetinin etkisinin kulun dilinde itiraf ve övgü olarak, kalbinde şahitlik ve muhabbet olarak, organlarında da itaat etme ve boyun eğme olarak ortaya çıkmasıdır.
Şükür, kişinin kendine ulaşan nimeti bilmesi ve bunu çeşitli şekillerde açığa vurmasıdır.
Şükür, nimet vereni, boyun eğerek itiraf etmektir.
Şükür, ihsan yapan kimseyi, ihsanını anarak övmektir.
Şükür, Allah’ın nimet vermesinden dolayı O’nun ihtiyacı olmadığı halde O’nu övmekle lezzet duymaktır.
Hakkıyla Şükür
Resûlullah (sav), yakından bir müfrezeyi muhâbereye gönderirken:
– Ey Allah’ım! Eğer onları sağ sâlim gönderirsen, sana hakkıyla şükretmem üzerime borç olsun, buyurdu.
Çok zaman geçmeden sağ sâlim döndüler. Bunun üzerine Resûlullah (sav):
– Allah’ın bol nimetlerine karşı, bütün hamdler Allah’a mahsustur, buyurdu.
Hz. Ali bunun üzerine:
– Yâ Resûlallah! Siz hakkıyla şükredeceğim buyurmadınız mı? dedi. Efendimiz de (sav):
– Yapmadım mı? buyurdu.