64- Söz verdikten sonra yine döneklik ettiniz, Allah (cc)’ın fazl ve rahmeti olmayaydı hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.
Tur Dağı’nın kaldırılma mucizesiyle kendine gelen, toparlanan Benî İsrâil bir müddet sonra yine yüz çevirdiler. Nefsin genel özelliği, korku, heyecanı kesildi mi hemen gevşeyiverir. Geri geri kaçar ve eski haline döner. Bunun için Rabbimiz ‘Gevşemeyin, üzülmeyin, o zaman üstün gelirsiniz’ nehy-i ilâhisiyle bizi uyarmakta.
Her tökezlemede Rabbim elimizden tutmasa hâlimiz ne olur? İsrâiloğulları da Hz. Musa’nın getirdiklerinin doğru olduğunu mucizelerle anladılar, dinleri üzere devam ettiler. Fakat Hz. Musa tekrar Tur’a çıkınca Samiri’ye aldanıp buzağıya taptılar.
Cenâb-ı Hakk fazl-ı rahmetiyle onların tevbesini kabul buyurdu. Zayi olmaktan, hüsrandan kurtuldular.
Bu olaydan da anlıyoruz ki; kul hangi günahı işlerse işlesin Rabbine dönüp samimi tevbe ettiğinde, Rabbi onu lütf-u rahmetiyle, affıyla kuşatacaktır.
Onun için Mevlâna ‘Tevbeni bin defa bozsan da yine gel. O’nun kapısı umutsuzluk kapısı değildir’ diyor. O bu sözleriyle günah işlemeye ruhsat vermiyor. Günahına pişman olmuş, ümit mumu sönmek üzere olan çaresiz kimseye yol gösteriyor. Rabbinin lütfunun, rahmetinin büyüklüğünü anlatıyor.
Ne yazık ki günümüz insanı, Mevlâna’nın bu ümit kapısını aralayan sözlerini kötüye yorumluyor. Sanki Mevlâna şöyle demiş: ‘İstediğiniz kadar günah işleyin, tevbenizi bozun, bir beis yok. Nasıl olsa kapı açık, istediğiniz zaman girersiniz. (!)’ Ehlullah’ın hikmetle, ilimle, ilhamla, şeriat dairesinden ayrılmadan söyledikleri sözleri kendi arzu isteklerine, nefsi emmarelerine alet etmek çok büyük iftira, çok iğrenç bir cürettir. Hz. Mevlâna, Rabbinin koyduğu hükümlere ters düşecek sözler söylemeyeceğini şu veciz ifadeleriyle bildiriyor:
‘Biz bir pergel gibiyiz. Bir ayağımız şeriat dairesinde sabit durur, öbür ayağımız yetmiş iki milletle beraberdir.’
Âyetimize dönersek; ‘Allah’ın lutf u keremi olmasa ziyankâr olursunuz’ cümlesinde, Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz rahmetinin bütün varlıkları kuşattığını görüyoruz.
Kul, kerim olan Rabbinin bunca lütf u ihsanına karşılık O’na isyan etme cüretinde bulunuyor. Bunun sonucunda başına geleceklerden hiç ürkmüyor. Kendi akıbetini düşünmüyor. Gençliğini, sıhhatini, ömrünü, kuvvetini, bütün imkanlarını Rabbine isyanda harcıyor. Kulluk vazifesini unutuyor, gafil oluyor. İflasın eşiğinde iken yüce Allah ona tevbe etme, dönüş yapma fırsatı veriyor.
O tevbeye davet etmese, tevbe kapısını son nefese kadar yarıcı hadiseler göstermese, sık sık rahmetinden bahsetmese, hâlimiz ne olurdu?
Kendisi sağlam hissi ölmüş
Ruhu ölmüş milletin
İşte en korkuncu hüsranın
Felâketin haybetin. M. Akif