Sureler

Göster

Bakara Sûresi 83. Ayet

وَاِذْ اَخَذْنَا مٖيثَاقَ بَنٖٓي اِسْرَائٖلَ لَا تَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَاناً وَذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاكٖينِ وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْناً وَاَقٖيمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَؕ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ اِلَّا قَلٖيلاً مِنْكُمْ وَاَنْتُمْ مُعْرِضُونَ

83- Biz bir vakit İsrailoğullarından şöyle söz aldık: ‘Allah (c.c.)’tan başkasına tapmayacaksınız. Ana babaya, akrabaya, yetimlere ve yoksullara iyilik yapacaksınız. İnsanlara güzellikle söyleyip, namazı gereği gibi dosdoğru kılacak ve zekatı vereceksiniz.’ Sonra sizden pek azınız müstesna yüz çevirdiniz ve siz hala sözünüzden dönmektesiniz.


İsrâiloğullarından alınan ahidlerin bizim kitabımızda anlatılması, bize de emredilmiş olduğunu gösterir.

Evâmir-i Aşere (On emir)’den...

لَا تَعْبُدُونَ / ‘Allah’tan başkasına ibâdet etmeyeceksiniz.’

Müzari sigasında emir manasında gelmiştir. Bu üslup, kesinlikle yapılması gerektiğini bildirir.

Mesela kişi arkadaşına ‘Yarın gel, yarın geliyorsun’ der. Bu sözle onun itiraz hakkını iptal eder. Bu ilk emirde ince bir üslupla ‘Verdiğim bu emirleri ihmal etmek, itiraz etmek, gevşeklik etmek, savsaklamak, akıl yürütmek yok’ demektir.

Yalnız Allah’a kulluk; emir ve yasaklar konusunda hiç kimseyi Rabbü’l âleminin önüne geçirmemek, tercih etmemek, taviz vermemektir.

Âyet-i Kerime’de ‘ اِلَّا ’ edatıyla kasır yapılmıştır. (Tahsis, özelleştirme için) Yani ancak ve ancak Allah’a kulluk, başkasına değil. İtaat edilmesi gerekenlere itaat etmelisiniz, edebilirsiniz. Yalnız bunları ilâhlaştırmayın.

İtaatle kulluğu birbirine karıştırmamalı. Sınırlarını iyi tespit etmeli. İtaat bir talebenin üstadını sevip sayması, onun emirlerine uymasıdır. Fakat bunun bir sınırı var. Üstadın emri Allah’ın emrine ters geliyorsa, o zaman o konuda itaat etmek haram olur. Çünkü bu hal itaat değil, tapınmaktır.

Ya da ‘Bu ilmi Allah bana nasip etti, üstad aracıdır. Benim ona minnet duymam, itaat etmem gereksizdir’ diye nankörlük edip itaati terk etmek de isyandır. Çünkü Rabbimiz ulû’l emre itaati emretmiştir.
 

İkinci emir: Ana babaya ihsan

İhsan fiili hazfolmuş. Mefulü mutlak olduğundan tekit, nevi, adet ifade eder. Yani ana babaya her çeşit iyiliği defalarca yapmak gerekir.

İhsan, ‘ حَسَنَ ’ fiilinin ifal babına geçmiş masdarıdır. Bu nedenle bu babın geldiği geçişlilik, duhul, vicdan, dönüşlülük, vakit girmek, yok etmek, gidermek, çokluk, arz edip sunma, fiili yapmaya zorlamak manalarını da bünyesinde cem etmiştir. Şöyle ki:

İhsan etmek ve onları ihsan ettirmek. Öyle iyilikler yapmalı ki, iyiliğin içine dalmış olsunlar. Öyle ihsan etmeli ki, onlara yetsin, artsın onlar da birilerine ihsan etsinler. İhsan öyle tesirli olsun ki, onları ihtiyaçtan beri kılsın.

Veya sizin ihsanınız onların hidâyetine veya hidâyetlerinin artmasına vesile olsun.

İhsan ederken sakın övünmeye kalkmayın. Siz şimdi borç ödüyorsunuz. Onlar size ne iyiliklerde bulundular. Şimdi sıra size geldi.

Öyle ihsanda bulunun ki, ihsanınız onların gamını, kederini, zaruri ihtiyaçlarını, günahlarını izale edip gidersin.

Çok ihsan edin. Evladınızdan, eşinizden, arkadaş ve ahbabınızdan nefsinizden daha fazla onlara ihsan edin. Onların gönlünü, duâsını alın.

İhsanınızı güzel, kibar, saygılı, edepli yapın. Bunun için nefsinizi zorlayın.

Efendimize (sav) ‘İhsan nedir?’ diye sorulduğunda ‘İhsan; Allah’ı görür gibi kulluk etmektir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni görür’ buyurdu. Ana baba ve diğer sayılan kimselere davranış biçimimiz bu minval üzere olmalı. Onlarla olan ilişkimizde davranış, söz ve fiillerimizde Allah’ın bizi gördüğünü düşünerek, Allah’ın yasak ettiği konularda ne onlara, ne de kimseye itaat etmemelidir.
 

Abdullah b. Ömer (ra) Mekke yolunda bir bedevi ile karşılaşır.
Ona selâm verir, bineğinden inerek onu bindirir. Başındaki sarığını da ona verir. Kâfilede bulunanlar dediler ki:

- Allah iyiliğini versin! Bunlar bedevidir (çöl adamı), azıcık şey ile yetinir, memnun olurlar.

Abdullah b. Ömer dedi ki:

- Bu adamın babası, benim babam Ömer b. Hattab'ın çok yakın dostu idi ve onu çok severdi. Ayrıca ben
Resûlullah'ın (sav) 'İyiliklerin en değerlisi, evlâdın baba dostlarına yaptığı iyiliktir' buyurduğunu işitmiştim.

 

Akrabaya İhsan

Ana babadan sonra ‘ ذِي الْقُرْبٰى / En yakınlara’ yani nikah düşmeyen kardeş, hala, teyze, yeğen, evlad, dede, nine. Bunların bakacak kimsesi olmadığında ya da hayırsız olup bakmadığında bu yakın akrabalara bakmak farz olmaktadır.

Tıpkı evladı, anası, babası olmayanın mirası bu ikinci derecede yakın olanlara düştüğü gibi.

Ya da diyet ödemeye gücü yetmeyenin akrabalarının ödemesi gibi kârda-zararda bu en yakın akrabalar devreye girer. İyilikler, ihsanlar diğer ihtiyaçlılardan önce akraba olan fakirlere yapılır. Çünkü yakınları muhtaçken başkasına verenin sadakası kabul olmaz.

Yapılan iyilikler ihsan derecesini bulmalı. En güzel şekilde olmalı, eziyet etmeden, başa kakmadan, tahakküm etmeden.
 

Resûlullah’a (sav) bir adam geldi ve:

– Bana, veciz ve hikmetli bir tavsiyede bulunur musunuz? dedi.

Resûlullah (sav) ona şöyle buyurdu:

– Namaza kalktığında, (Rabbini görüyormuşcasına) dünyaya vedâ eden kimse gibi namaz kıl. (Sen her ne kadar O’nu görmüyorsan da, O seni görmektedir.) Yarın özür dilenecek bir kelâmı konuşma. İnsanların sâhip olduklarından ümidini tamâmen kes. (Sakın tamah edip onlara ümit bağlama. Zira böyle bir şey, fakirlik duygusunun mevcûdiyetini gösterir. Aksi yönde hareket edersen, muhtaç olmadan yaşarsın.)

 

Yetimlere İhsan

İhsanda üçüncü sırayı yetimler almakta. Çünkü onlar küçük yaşta ana babalarını veya birini kaybetmişler. Maldan, kuvvetten, sevgiden, ilgiden, aile sıcaklığından, ana kucağından, baba ocağından uzak kalmışlardır. Onlara hiç değilse zaruri ihtiyaçlarını görecek kadar, kırık gönüllerini sevindirecek, soğuk yüzlerini güldürecek, gözyaşlarını dindirecek kadar ihsan. Ezmeden, üzmeden, horlamadan, aşağılamadan.

 

Yoksula İhsan

İhsanda dördüncü sırayı miskinler alıyor. Bunlar o fakirlerdir ki, fakirlik onların hareketini kesmiş; gidemez, gelemez, gezemez, tozamaz, gadaplanamaz, kızamaz olmuşlar. Kimi dilenir, kimi halini gizlemekte direnir.

Ya da bu sakinler sessiz sakin halim selim, hakkını müdafaadan aciz, zulme uğrayan zavallılardır. Bunlara en büyük ihsan zulümden, baskıdan, tahakkümden kurtarmak, korumak.
 

     Bir miskini gördün ise
     Bir eskice verdin ise
     Yarın anda karşı gele
     Hak libasın giymiş gibi. Yunus Emre

 

İnsanlarla güzel konuşun

Âyette de infak etmek üzerimize farz olanlar bildirildikten sonra diğer insanları da memnun etmek için ‘İnsanlarla güzel konuşun’ emr-i Rabbanisi geldi. Dili yerinde kullanmak, afetlerinden sakınmak, sükuta devam etmekle mümkün. Efendimiz (sav) ‘Siz insanları malınızla memnun etmeye güç yetiremezsiniz. Onları tatlı dil, güler yüzle memnun etmeye çalışın’ buyurdu.

İnsanlarla güzel konuşmak sadece iltifatlı, edalı, işveli, cazip, çekici cümleler sarf etmek değil. Onu yanlıştan doğruya, şerden hayra, fesattan salaha getirecek, şüphelerini izale edecek, bilgilendirecek, uyaracak faydalı, tesirli, ikna edici, kötülükten caydırıcı olmalı.

İslam âlimleri ‘eğer tesir edecekse söylenilen acı sözler de güzel söz hükmüne geçer’ demişlerdir.

Söz türlerini insan türlerine göre ayarlamalıyız.

‘ كَلِّمُوا النَّاسَ عَلَى قَدَرِ عُقُولِهِمْ / İnsanlara akılları miktarınca konuşun’ buyruğuna kulak vermek gerekir. Güzel konuşmamak şeytanın ekmeğine yağ sürmektir.

Çünkü çirkin, kaba, câhilce, düşüncesiz söylenen sözler muhatabı yaralar, üzer. Nefsin ve şeytanın vesvesesine zemin hazırlar. Ya ağzını bozar, ya da moralini, kalbini, kafasını bozar. Kinler, düşmanlıklar, nefretler başlar. Bağlar kopar, samimiyetin yerini yapmacıklık, dostluğun yerini düşmanlık, sevginin yerini pişmanlık alır.

Kalp bozulur. Kılınan namaz huzurlu olmaz. İbâdetin tadı kalmaz. Bunun için namaz daha önemli olduğu halde dili güzel kullanmaktan sonra geldi (takdim sanatı). Çünkü Yüce Hakk’ın huzuruna abdest alarak bedenî temizlikle çıkmak farz olduğu gibi yedi azayı ve kalbi temizlemek de farzdır. ‘Günahın açığını da, gizlisini de bırakın.’ (Enam, 120)
 

     Bülbülün feryadı bir gonca güle
     İnsanın sevdası bir tatlı dile



 

Namazı ikame edin

Bütün şeriatlerde namaz vardır. Çünkü namaz bütün ibâdetlerin özü ve özetidir.

Ne var ki zahiri şartları bizi ancak dış kapıya götürüyor. İçeriye girebilmek, kalbî namaz kılabilmek için kalbi ve kalbe bağlı çalışan yedi zahir azayı da günahlardan, ahlâkı zemimeden kurtararak düzgün namaz kılmamız, bunu vaktinde yapıp namaz vakitlerini aşığın maşuğu beklediği gibi aşkla heyecanla beklememiz gerekir. İşte o zaman namaz ikame olur, düzelir. Namaz hayatın mihrakı olur, herşeyin hedefi düzelir, namaz gayesini bulur.
 

Peygamberlerin namazı

İlk sabah namazını kılan, Âdem’dir (as). Cennetten yere indiği vakit, dünya üzerinde bundan önce görmediği gece karanlığı vardı. Bu yüzden şiddetle korktu. Ne zaman ki; sabah oldu, gecenin karanlığından kurtuluş hâsıl olduğu için Allah’a (cc) şükür için iki rekât sabah namazı kıldı.

İlk öğle namazını kılan, İbrâhim’di (as). Öğle vaktinde oğlunu fedâ ettiği zaman evlâd kederi gittiği, kurban indiği, rüyâda ‘sâdık olundun’ diye nidâ edildiği vakit, şükür için dört rekât öğle namazı kıldı.

İlk ikindi namazını kılan, Yunus’tur (as). Dört karanlıktan; yâni zillet, gece, su ve balığın karnından onu kurtardığı vakit, şükür için kılmıştır.

İlk akşam namazını kılan, İsâ’dır (as). İsâ (as) insanların babasız olmasından dolayı kendisini Allah’ın oğlu, Hz. Meryem’i de eşi kılmalarına şiddetle karşı çıkmak için üç rekât namaz kıldı. Birinci rekâtta kendinden, ikinci rekâtta annesinden ilâhlık isnâdını reddetmek ve üçüncü rekâtta da ilâhlığı Allah’a (cc) sâbitleştirmek için üç rekât akşam namazı kıldı. Ayrıca Dâvud da (as) bu namazı kılmıştır. Cenâb-ı Hakk’ın onu affından sonra, şükür için dört rekât namaz kılmaya niyet etti. Dördüncü rekâtı kılmaya tâkat getiremeyip, üçüncü rekâtta selâmladı.

İlk yatsı namazını kılan, Mûsâ’dır (as). Medyen’den çıktığı vakit yolu şaşırdı; âilesinin, kardeşi Hârun’un, Firavun’un ve evlâdının derdi kendisini sarmıştı. Allah (cc), onu bu dertlerden kurtarınca, dört rekât yatsı namazını kıldı.

İlk vitir namazını kılan, Resûlullah (sav) idi .

 

Zekatı verin

Bizi Yüce Allah’a yaklaştıran iki ana görevin birisi. Bu görevler, Allah’a itaat, mahlukata şefkattir. Zekat, insanda bu şefkat, merhamet duygusunu harekete geçirir. İnsan ilişkilerini oluşturur, zengin-fakir sınıflandırmasından kurtarır, ‘köprü kurar.’

İki kardeş ev yaparlar, aralarında şırıl şırıl bir dere akar. Günün birinde tartışır, küserler. Aralarına bir duvar yapmaya karar verirler. Bir usta ararken yaşlı biri çıkagelir. İnşaata başlar sonuçta güzel bir köprü yapar. Bunu diliyle de teyid eder. Kardeşler barışır, aralarında öncekinden daha derin bir muhabbet başlar.

İşte Efendimizin (sav) ‘ الزَّكَاةُ قَنْطَرَةُ الْإِسْلاَمِ / Zekat İslam’ın köprüsüdür’ buyurmasının manası budur.

Ey İsrâiloğulları ve onların şahsiyetinde bu emirlere kulak asmayan zavallı mütekebbirler! Bütün bu emirler size ulaştığı halde pek azınız müstesna yüz çevirip arka döndünüz.

Cümlede geçen ‘ تَوَلَّى ’ ve ‘ مُعْرِضُونَ ’ mana olarak birbirine çok yakın olduğundan tekitlidir. (Teşabuhel etraf, redd’ül aciz)

Birincisi ‘ تَوَلَّى ’ fiil olduğundan değişerek devam etmek, (müzari, istimrarı teceddüdi)

İkincisi ‘ مُعْرِضُونَ ’, (ifal babından ismi fail) isim olduğundan devamlılık, sabitlik, süreklilik (istimrar-ı sübuti) ifade eder. Bu kurallar ışığında mananın şöyle olduğunu anlıyoruz:

Siz Rabbinizden ahitler, emirler aldınız. Bunları yapacağınıza söz verdiniz. Fakat yüz çevirdiniz. Zaten siz yüz çevirmeyi adet edinen bir güruhsunuz. Hatta kendiniz döneklik yapmakla kalmayıp başka insanları da doğru yola girmekten engellemeye devam etmektesiniz. (İfal babı tadiye içindir.)

‘ عَرَضَ ’ kelimesi, lugatte meydana çıkmak, değişmek, karşı durmak, görüşe mani olmak, afet, güç, kuvvet manalarındadır.

Bu özellikler haktan, doğrudan, iyiden yüz çeviren herkeste fazlası ile mevcuttur.

İsrailoğulları içinde azınlık bir gurup, Hz. Muhammed'in(s.a.v.) peygamberliğinden önce bu mîsak (anlaşma) uyarınca amel ederler, dinlerinin emirlerini yerine getirirlerdi. Hz. Muhammed'in peygamberliğinden sonra da ona iman ederek yine aynı mîsakı en mükemmel şekilde yerine getirdiler. İşte bu müstesna azınlık Abdullah b. Selâm ve benzeri zevattır.

 

Belâğat

 

✽ ‘ لَا تَعْبُدُونَ ’ cümlesi nehiy manasında haberdir. Bu, sarih emirden daha tesirlidir.

✽ ‘İbadet etmeyeceksiniz’ muhatab sigasıyla gelmiş, gaibden hitaba iltifat var. Önceki yahudilerden Nebi (sav) zamanında hazır olan yahudilere hitap ediliyor.

✽ Âyet-i Kerime’de ‘ اِلَّا ’ edatıyla kasır yapılmıştır. (Tahsis, özelleştirme için) Yani ancak ve ancak Allah’a kulluk, başkasına değil. 

✽ ‘ تَوَلَّى ’ ve ‘ مُعْرِضُونَ ’ mana olarak birbirine çok yakın olduğundan tekitlidir. (Teşabuhel etraf, redd’ül aciz)

✽ ‘ تَوَلَّى ’ fiil olduğundan değişerek devam etmek, (müzari, istimrarı teceddüdi)

✽ İkincisi ‘ مُعْرِضُونَ ’, (ifal babından ismi fail) isim olduğundan devamlılık, sabitlik, süreklilik (istimrar-ı sübuti) ifade eder.