93- Bir vakit Tur’u üzerinize kaldırıp; ‘Emirlerimizi dinleyin, size verdiğimiz Tevrat’ı kuvvetle tutun ve gereğince amel edip, dinleyin’ diye sizden sağlam söz almıştık. Onlar: ‘Kulağımızla işittik, kalplerimizle inkar ettik’ demişlerdi. Çünkü küfürleri sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi sinmişti. Habibim onlara şöyle de: ‘Eğer siz mü'min iseniz, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor?’
Cenâb-ı Hakk ara ara Mûsâ as’ın kavmine yaptıkları azgınlıkları (telmih yollu) anlatıyor. Hem onları ümmet-i Muhammed’e tanıtıyor. Hem de (tariz yollu) ders veriyor. Hem ne yaptıkları, hem de nasıl bir cezaya çarpıldıkları sık sık hatırlatılıyor. Çünkü yenilmemiş, terbiye görmemiş, vahyin ışığında aydınlanmamış her nefsi emmarenin durumu aynı.
Âyet bize (dal bi’d delalesiyle); verdiğiniz sözlerde sadık olun, özellikle kâlu belada verdiğiniz kulluk, Rabbe itaat sözünüzden hiç çıkmayın, aksi halde sonuç aleyhinize olur, mesajını veriyor.
Aranızdaki sözleşmelerde hududullahı çiğnemedikçe sadık kalın. Nifak damgası yemeyin. İnsanları haksız yere üzmeyin, ezmeyin, kızdırmayın, psikolojilerini bozmayın. Bu büyük vebali yüklenmeyin.
‘Size verileni kuvvetle tutun’ cümlesinde istiare var. Sanki kuyuya veya uçuruma düşmüş bir kimseye yukardan sağlam bir ip uzatılıyor ve ‘sıkı tutun, düşme’ diye tenbih ediliyor.
Dünya hayatı günah bataklıkları, küfür, nifak karanlıkları sahibi için derin bir kuyu. Cenâb-ı Hakk’ın kitabı semalardan gelen kurtarıcı. Ona sımsıkı yapışmak, emrini yapıp yasağını terk etmek canını cehennemden kurtarmak demektir. Yani ona sarılmaya bizim ihtiyacımız var. Zor durumda olan biziz. Cenâb-ı Hakk’ın bize peygamber göndermesi, kitap indirmesi, sırf rahmet-i ilâhi. Bize olan ra'fet ve rahmeti. Oysa biz buyruk dinlememek için kasılıyoruz. Sanki başkasının menfaatine, kendimizin zararına zorla inanıyormuşuz gibi tavır takınıyoruz.
Cenâb-ı Hakk’a ve gönderdiği elçilere, küstahca, nankörce, saygısızca tepkiler göstererek ind-i ilâhide hayrını şerrini anlamayan divaneler konumuna düşüyoruz. İpi bırakınca helâk olacağını bilmeyen eblehler gibi can kurtarıcı iki cihan saadeti olan kitabullahı okuyup anlamaya, anlayıp yaşamaya, yaşayıp yaşatmaya çalışmıyoruz.
‘Kitabı tutun’ cümlesi, hem hakikat, hem mecaz (istiare-i vefakiye). Kitabı tutun, okuyun, kitabın hükümlerini arkaya atmayın, bırakmayın, tutun.
Daha sonra gelen ‘ وَاسْمَعُوا ’ emri bu hükmü pekiştiriyor. Yani dinleyin, anlayın, işitin, kabul edin. Mevlâna’ya göre ‘işitin’ emri ‘razı olun’ anlamına gelir.
Âyetin muhatapları, karanlık ağızlarını açıp ‘işittik, isyan ettik’ diyenlerdir. Çünkü küfürleri sebebiyle buzağıya tapma sevgisi içlerine iyice sinmişti. Tıpkı su içenin içtiği suyun içine sinmesi gibi (istiare-i inadiye). Dünyaya, hevaya dalan, günaha dadanan, fani hırslarla yanan insanlar kelamullahı dinleme, anlama lutfundan mahrum kalıyor. O gün de, bugün de aynı.
Zamanların değişmesi ile değil tiynetlerin, fikirlerin değişmesi insanı geliştirir. İlim, irfan, sadakat ile yükselenler yükselir.
Cümlenin sonu (istiare-i tahakkümiye, müşakale, hezil) çok ilginç bitiyor. ‘Eğer mü’minseniz imanınız size ne kötü şey emrediyor!’ Yani, siz iman etmiş olsaydınız, imanınız size böyle çirkin şeyleri emretmezdi, size mani olurdu.
İman güneş gibi mü’minin kalbine doğunca eseri bütün azalarda görülür. İman kalbi tam sarıp, ihata edince zahir yedi aza emrine girer. Ne emretse derhal yaparlar. Gazali’nin deyimiyle; azaların kalbe itaati meleklerin Allah’a itaati gibidir. Cenâb-ı Hakk ‘sizin Allah’a imanınız böyle olsaydı sorun çıkmazdı. Ama siz nefis buzağısına öyle bir taptınız, öyle bağlandınız ki; ona olan inancınız kalbinizi kuşattı ve size o bâtıl inancınız kötü şeyler emreder oldu. Siz gerçek mü’min olsaydınız böyle mi olurdu?’ buyuruyor.
Âyette geçen ‘ عِجْلَ ’, hem hakikat hem mecaz olmaya müsait (istiare-i vefakiye). Hem Samiri’nin yapıp insanlara ilâh diye tanıttığı buzağı heykeli, hem de bir canlının dünyaya getirdiği bir yavru. Buna göre ismi müstear olan ‘ عِجْلَ ’, insan yavrusunu da hatırlatır. İnsanların kendi yavrularına, kendi çocuklarına haddinden fazla ilgi gösterip onlara varını yoğunu feda etmeleri, onların şımarık, küstah, israfçı, asi, kibirli, hırslı, ilgisiz ve İslami yönden câhil olmalarına vesile oluyor. Anne-baba çocukları yüzünden dininden taviz veriyor. Onlar yüzünden günaha girebiliyor.
Detaya girmeye gerek yok. Günümüzde tüm bu olumsuzlukları birlikte yaşıyoruz. ‘Allah ve Resûlünün önüne geçmeyin’ buyuran Rabbimize karşı verdiğimiz tavizler arşa yükseldi. Bu da İsrailoğullarının inek yavrusuna tapmalarından çok farklı değil.
Gerçek bir imandan mahrum oldukça, medeniyetin terakkisine imkan yoktur.
Susma Sakın
Gerçeklere dil uzanır dururken
Kabına çekilip sakın sen susma
Küfür yılan gibi zehir dökerken
Menfaatten korkup sakın sen susma
Kitaba sünnete hücum edilir
Ayetler hevaya göre tevil edilir
Gerçek durur mecazlara gidilir
Korkak ürkek olup sakın sen susma
✽ ‘ وَاُشْرِبُوا فٖي قُلُوبِهِمْ ’ cümlesinde teşbih-i beliğ var. Buzağı sevgisinin kalplerine yerleşmiş olması, içmeye benzemiştir.
✽ ‘ عِجْلَ ’, hem hakikat hem mecaz olmaya müsait (istiare-i vefakiye). Hem Samiri’nin yapıp insanlara ilâh diye tanıttığı buzağı heykeli, hem de bir canlının dünyaya getirdiği bir yavru manası düşünülebilir.
✽ ‘Size verileni kuvvetle tutun’ cümlesinde istiare var. Sanki kuyuya veya uçuruma düşmüş bir kimseye yukardan sağlam bir ip uzatılıyor ve ‘sıkı tutun, düşme’ diye tenbih ediliyor.
✽ ‘Kitabı tutun’ cümlesi, hem hakikat, hem mecaz (istiare-i vefakiye). Kitabı tutun, okuyun, kitabın hükümlerini arkaya atmayın, bırakmayın, tutun.