96- Sen Yahudileri dünya hayatı üzerine insanlardan, hatta müşriklerden haris bulursun. Bunların her biri bin sene yaşamayı arzu eder. Halbuki yaşaması onu azaptan uzaklaştırıcı değildir. Allah (c.c.) onların yaptıklarını görür.
Dünyayı paylaşamayan, binbir hile ile insanların işlerini, ahlâklarını, vatanlarını tar-u mar eden Yahudi ve o zihniyeti taşıyan kimseler, cenneti de aynı hırsla işgal edeceklerini zannediyor veya hayal ediyor. Oysa cennete bir an önce kavuşmak için ölmeyi istemiyorlar. Böylece yalanları ortaya çıkıyor. Ölmek şöyle dursun, insanların yaşamaya en haris olanları onlardır. Hatta ufi yılanı gibi bin sene yaşamak isterler.
Hem Yahudi, hem ehli şirk yaptıkları iftira, inkar, zulüm yüzünden azap çekeceklerini bildiklerinden ne kadar yaşasalar kâr bilirler. Böylelikle azaptan uzaklaşacaklarını sanırlar. Ya da âhireti inkar ettiklerinden ölünce herşey bitiyor, çürüyüp toprak olacağız. Onun için ne kadar yaşasak kâr, sanıyorlar. Cenâb-ı Hakk onların içlerinden geçen bu yanlış hesabı bildiğinden ‘hayır, iş sizin bildiğiniz gibi değil. Bin sene yaşasanız da ömrünüz sizi azaptan uzaklaştırmaz. Oysa son ümmetin ömrü ortalama altmış-yetmiş yıl olduğundan bin sene yaşayamazsınız’ buyuruyor. (Âyette geçen ‘bin sene’ mübalağanın makbul kısmından)
Âyette yahudinin dünya hırsı üç kez tekitlenmiş, sonra müşrikler onların üzerine atfedilmiş (itnap; ibhamdan sonra izah)
Onlar, küfrü gizler, Resûlullah (sav)’in vasıflarını saklar, Kelamullah’ın yerini değiştirir ve hilafını izhar ile manasını tağyir ederlerdi.
Bilen tabaka bile bile inat ve menfaat için tahrif ve tebdil ederler. Avam, câhil tabaka kendileri bilmez, âlim bozuntularının kuruntularına kulak verir, inanırlar.
Avamın itikadı zan üzeredir, tahkiki imana sahip değillerdir.
Peygamber evladı oldukları için cehenneme girmeyeceği, ateşin ancak birkaç gün dokunacağı gibi kuruntulara tabi olurlar.
Yahudilerin fırkaları;
1- Sapmış ve sapıtan fırka
2- Münafıklar
3- Münafıklarla mücadele edenler
4- Taklit eden ümmi tabaka
Bunlar son devirlerde ‘âhiret’ kavramını te'vil ve tahrif ederek şu ideale sahip olmuşlardır: Kudüs'ün de içinde bulunduğu ‘Arz-ı Mukaddes’ (kutsal topraklar) kendilerinin olacak ve orada devlet kuracaklar, sonra bütün dünyayı istila edecekler, dünyanın yegâne devleti olacaklar, dünya da bütünüyle bunların olacak, ‘dâr-ı âhiret’ dedikleri bu imiş. İşte bundan dolayı ‘diğer insanların hissesi olmayarak dâr-ı âhiret sırf bizimdir’ demeleri buna işarettir. ‘Sayılı günler’ anlamına gelen ‘eyyâm-ı mâdûde’ sözü de o zamana kadar geçecek olan müddet içinde her ferdin ömründen kinaye olmuş olur.
‘Gözler O’nu kavrayamaz, O ise bütün gözleri kavrar. O, her şeyin inceliklerini bilir, her şeyden haberdardır.’ (En’am, 103)
İnsanlar, gözlerin yardımıyla görmenin mâhiyetini anlayamazlar. Neden başka bir organlarıyla değil de, gözleriyle gördüklerinin sırrını çözemezler.
‘Basîr’, lügatte âmânın zıddıdır. Bununla beraber kelime hem بَصَرَ ' dan, hem ‘ بَصٖيرَة ’ten sıfatı müşebbehe olduğu için ‘ خَبِيرٌ / haberdar’ anlamına da gelir. Her yönüyle gören, her şeyin içine, dışına, bütün yönleriyle vâkıf olan, işlerin sırlarına âşina mânâsına kullanılır. İşte Allah böyle Basîr'dir. Bundan dolayı hayra hayır ile mükafat verecek, şerre de şer ile ceza verecek, herkesin âhiret hayatı, dünyadaki ömrünün uzunluğuna, kısalığına göre değil, ameline göre olacaktır.
Dünyada her nimeti bıraksam ne çıkar ki,
Orada O varken, burda bırakılmaz ne var ki? N.Fazıl
✽ Âyette icaz vardır. ‘ حَيٰوة ’ kelimesinin nekre gelmesinde yahudiye büyük bir tekdir vardır. Çünkü onlar âhirete inanmadıkları için ancak dünya hayatını bilirler. Bu halleri nekre ile kınanıyor.
✽ ‘ اَلْفَ سَنَةٍ ’ kavlinde kesretten kinaye vardır. Kast edilen bin sayısının kendisi değildir.
✽ Yahudinin dünya hırsı üç kez tekitlenmiş, sonra müşrikler onların üzerine atfedilmiş (itnap; ibhamdan sonra izah)