97- Ey Resûlüm söyle: ‘Her kim Cibril’e düşman olursa (kininden helâk olsun), gerçekten Cibril Allah (cc)’ı izniyle daha önce indirilen kitapları tasdik etmekte olan Kuran’ı kalbine indirdi. Müminlere yol gösterici, kurtuluşu müjdeleyicidir.’
Cebrail burada semboldür. O günün yahudileri Allah’ın elçisine melek de olsa düşmanlık duyuyorlarsa bugünün insanı da dini anlatan, öğreten, yaşayan mübârek âlimlere düşman değil mi? İşine gelmeyen, nefs-i hevasına ters düşen kim olursa olsun kin, nefret, ağır ithamlar, ellerinden gelirse ceza, hapis, işkence, ölüm...
İmam-ı Âzam’ı kendi istedikleri gibi fetva vermediğinden öldürmediler mi? Daha nicelerini sizin çağrışımlarınıza, hatıralarınıza bırakıyorum.
Cenâb-ı Hakk, bize hatalarımızı, kusurlarımızı tarihi gerçek örneklerle anlatarak hem bize geçmiş olayları en sağlam kaynakla tanıtıyor, hem olayları düşünerek ders almamızı sağlıyor. Olur ki düşünür, doğru yolu buluruz. Gaflet uykusundan uyanır, Hakk’ın boyasıyla boyanırız.
Neden Cebrail’e düşman oluyorsunuz? O size önceki vahyi tasdik eden, hidâyet ve mü’minlere müjde olan kitabı (kevni lahık alakası) Resûlünün kalbine indirdi. Emir büyük yerden geliyor.
Emri gönderen size sizden merhametli, bütün alemleri yaratan, yaşatan, besleyen, büyüten, kainatın sahibi sizi doğruya, güzele, huzura ve neticede de cennete sevk edecek kitap, rehber indiriyor. Hem de alemlere rahmet olarak gönderilen iki cihanın en kıymetli, en değerlisi, Allah’ın en çok sevdiği Habibi Kibriya’nın kalbine. Siz gönderene, gönderilene, gönderilen Zata bakmıyor, aracı olana takılıyorsunuz. Oysa aracı olan da masum, emri ilâhiye muti, günahsız meleklerin peygamberi. Bu ne şaşkınlık be hey eblehler?
Bir kalpte adâvet hakiki ise, muhabbet mecazidir.
Muhabbet hakiki ise, adâvet mecazidir. S. Nursi
‘ جِبْرٖيلَ ’ kelimesi esasen ‘ جِبْرَ ’ ve ‘ ئٖيْل ’ kelimelerinden oluşmuş İbrânîce bir kelimedir ve Fahr-i kâinat Efendimiz'e vahiy getiren meleğin ismidir. İbrânîce'de ‘ جِبْرَ ’ abd, yani kul ve köle anlamına, ‘ ئٖيْل ’ de ilâh ve Allah anlamına geldiğinden ‘Cebraîl’ de ‘Abdullah’ (Allah'ın kulu) demek olur. Bazı tefsirciler bunun, ‘Allah'ın ceberûtu’ mânâsına geldiğini de söylemişlerdir. Gerçekten de kelimenin Arapça ‘cebr’ maddesiyle açıkça ilişkisi vardır. Buna göre; Cibrîl, karşısında hiçbir kuvvetin engellemesine imkan olmayan ve eserlerinde gerek ilmî, gerek amelî bakımından, her yönüyle kat'iyyet, zaruret, kesinlik ve kaçınılmazlık sabit olan, her meleğin, her ruhun, her kuvvetin ve her gücün üstünde bulunan bir melek anlamına gelmektedir.
Yahudilere karşı hitap edilirken, kendi dillerinde bulunan bu ismin seçilmiş olması, buna karşı düşmanlık gütmenin ne kadar anlamsız, ne kadar delilik ve ne kadar kâfirlik olduğunu anlatmak için ne büyük bir belağat olmuştur.
Cibrîl, vahiy getirdiği zaman, Resûlullah'ı öyle sarıp sıkıştırıyordu ki, canına tak ediyordu. Bunun için Rasulullah ‘Beni takatsız bırakıncaya kadar sıktı.’ buyurmuştu. Ashab-ı kiramdan Haris b. Hişam ‘Ey Allah'ın Resûlü, sana vahiy nasıl geliyor?’ diye sormuştu. Resûlullah da buyurdu ki, ‘Bazı zamanlar çan sesi gibi gelir, bu bana en şiddetlisidir. Derken ses kesilir, ben de hepsini ezberlemiş olurum, bazı zamanlar melek bir âdem şekline bürünür, bana söyler, ben de söylediğini bellerim.’ Hz. Aişe bunu naklettikten sonra demiştir ki: ‘Gerçekten ben de gördüm, gâyet soğuk bir gündü, peygambere vahiy geliyordu, sonra vahiy kesildi, peygamberin alnından ter damlaları dökülüyordu.
İşte burada ‘ إِلٰى قَلْبِكَ ’ veya ‘ إِلَيْكَ , عَلَيْكَ ’ buyurulmayıp da ‘ عَلٰى قَلْبِكَ’ buyurularak, özellikle vahyin, Resûlullah'ın kalbine pek ziyade baskı yapan ve onu kuşatan en şiddetli kısmına işaret buyurulmuştur.
Resûlullah’a (sav) sordular:
– Yâ Resûlallah! Ne zaman kâmil, sâdık bir mü’min olurum?
– Allah’ı sevdiğin zaman.
– Allah’ı nasıl severim?
– Allah Resûlünü sevdiğin zaman.
– Allah Resûlünü nasıl severim?
Allah’ın Resûlüne tâbi olursun. Onun sünnetine göre amel işlersin. Onun sevgisine göre seversin, onun buğzuna göre buğz edersin. Dostuna bakarak dost, düşmanına bakarak düşman olursun. Hadîs-i Şerîf
Peygamber Efendimiz, Medine'ye hicret buyurdukları zaman, Fedek yahudilerinin din büyüklerinden biri olan Abdullah İbnü Suriya, münazara etmek için birkaç kişiyle birlikte Peygamber Efendimiz'e gelmiş. Evvela; ‘Ey Muhammed! Uykun nasıldır?’ demiş, ‘Zira ahir zamanda gelecek o peygamberin uykusu bize haber verilmiştir.’ Aleyhissalatü Vesselâm Efendimiz ‘Gözlerim uyur, kalbim uyumaz.’ buyurunca, ‘Doğru.’ demiş.
Sonra ‘Nutfe babadan iken çocuk anasına neden benzer? Bunu da açıklar mısın?’ demiş. Peygamber Efendimiz ‘Kadının da suyu vardır, hangisi üstün gelirse benzerlik o tarafa çeker.’ buyurmuş. O yine ‘Doğru’ demiş.
Sonra ‘İsrail'in kendi nefsine haram kıldığı yiyecek ne idi, haber ver bakalım. Çünkü Tevrat'a göre, bunu ümmî peygamber haber verecektir.’ demiş. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz buyurmuş ki; ‘Mûsâ'ya Tevrat'ı indiren Allah adına söylerim. Bilir misiniz ki, İsrail (Yakub) şiddetli bir hastalığa tutulmuştu, hastalığı uzadı, o zaman Allah kendisine bu hastalıktan afiyet ihsan ederse en sevdiği yiyeceği ve içeceği kendi kendisine haram olsun diye; ‘Deve eti yemeyeceğim, deve sütü içmeyeceğim diye adakta bulundu’. Abdullah, buna da ‘evet’ dedikten sonra ‘Dördüncü ve son olarak bir şey kaldı, onu da söylersen sana iman ettim gitti.’ demiş.
‘Sana hangi melek geliyor da Allah tarafından bu senin söylediklerini sana getiriyor?’ diye sorunca Resûlullah ‘Cebrail’ buyurmuş. Bunun üzerine ‘O bizim düşmanımızdır, o savaş ve şiddet getirir, bizim elçi meleğimiz Mikail'dir ki o, müjde, ucuzluk, bolluk ve bereket getirir. Eğer sana gelen melek o olsaydı iman ederdik.’ demiş. Hz. Ömer hemen sormuş ‘Bu düşmanlık ne zaman başladı?’ Abdullah İbn Suriya ‘Bunun başlangıcı çok eskilere dayanır.’ demiş,
‘Buhtu Nassar denilen bir adam tarafından Beytülmakdis'in tahrip edileceğini Allah Teâlâ bizim peygamberimize vahyetmiş ve onu tarif etmişti. Biz de aradık bulduk, onu öldürmek için adamlar gönderdik. O zaman Babil'de henüz miskin bir çocuktu, fakat Cebrail 'Eğer Allah sizi bunu öldürmeye muvaffak kılarsa, haber verdiği adam bu değilmiş demek olur. Binaenaleyh bunu öldürmek fayda sağlamaz.' diyerek onu müdafaa etti, sonra da o çocuk büyüdü, kuvvetlendi, hükümdar oldu, bize harp açtı, Beytülmakdis'i tahrip etti ve orada katliam yaptı. Bunun için biz Cebrail'i düşman olarak tanırız.’ Bunun üzerine işte bu âyetler nâzil olmuştur.
Bir diğer rivayete göre; ayetin nüzulu, doğrudan doğruya Hz. Ömer ile olan bir söyleşi üzerine olmuştur, şöyle ki: Medine'nin yukarı tarafında Hz. Ömer'in bir tarlası vardı, ona gelir giderken yolu yahudilerin dershanelerinin önünden geçer, o da ara sıra durur onları dinlerdi. Bir gün ‘Ey Ömer!’ dediler, ‘Muhammed'in ashabı içinde senin gibi sevdiğimiz yok, diğerleri gelir geçer, hiç iltifat etmezler, canımızı sıkarlar. Sen öyle yapmazsın, bunun için sana çok ümit besliyoruz’. Bunun üzerine Hz. Ömer, onlara sordu: ‘Sizce en büyük yemin nedir?’ dedi. Onlar ‘Tûr-i Sinâ'da Mûsâ'ya Tevrat'ı indiren Rahmân adına edilen yemindir.’ dediler.
Sonra Hz. Ömer, onlara bu suretle yemin vererek: ‘Doğru söyleyin Muhammed'i kitabınızda buluyor musunuz?’ diye sordu. Onlar sustular, sükut ettiler, Ömer: ‘Ne oluyorsunuz, çekinmeyin söyleyin, vallahi ben kendi dinimde şüphem bulunduğu için size soru sormuyorum.’ dedi. Birbirlerinin yüzlerine baktılar, içlerinden biri kalktı, onlara: ‘Söyleyin, yoksa ben söyleyeceğim.’ dedi. Bunun üzerine dediler ki; ‘Evet, biz onu kitabımızda buluyoruz, lakin ona vahiy getiren melek Cibril'dir, Cibril ise bizim düşmanımızdır, o hep azap, savaş, zelzele gibi şiddetlerin sahibidir, eğer ona gelen melek Mikail olsa idi, herhalde iman ederdik, çünkü o hep rahmete, merhamete, ucuzluğa, huzur ve selâmete vekil edilmiştir.’ Hz. Ömer yine sordu: ‘Tûr-i Sina'da Mûsâ'ya Tevrat'ı indiren Rahmân hakkı için söyleyin Allah katında Cebrail'in yeri nedir?’ Onlar dediler ki, ‘Cebrail sağında, Mikail solundadır.’ Bu cevap üzerine Hz. Ömer: ‘Öyleyse şahid olun ki, Allah'ın sağındakine düşman olanlar, solundakine de düşman olmuş olurlar ve bu ikisine düşman olanlar Allah'a da düşmandırlar!’ dedi ve olup bitenleri haber vermek üzere Hz. Peygamber'in huzuruna geldi. Peygamber'in huzuruna vardığı zaman gördü ki, Cibril ondan evvel vahiy getirmiş, Resûlullah kendisine bu âyetleri okuyuvermişti.