Sureler

Göster

Bakara Sûresi 106. Ayet

مَا نَنْسَخْ مِنْ اٰيَةٍ اَوْ نُنْسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا اَوْ مِثْلِهَاؕ اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ

106- Biz bir âyetin hükmünü diğer âyetle değiştirsek veya unutturursak, ondan daha hayırlısını yahut onun benzerini getiririz. Allah (c.c.)’ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin?


Yüce Allah Efendimize (s.a.v.) ‘Sana okuyacağız, sen de unutmayacaksın’ (Ala, 6) ‘Acele edip dilini hareket ettirme. Onu cem etmek bize aittir.’ (Kıyame, 16-17) buyurmuştu.

Cenâb-ı Hakk bazı hükümleri muvakkat zaman için koymuştur. Zamanı gelince o hüküm yürürlükten kalkar. Bu asla Cenâb-ı Hakk’ın ilminin değişmesinden, nisyanından, gafletinden değil. Bilakis herşeyi, her zamanı, her mekanı bildiğindendir.

‘Yahudiler, Allah nesih yapamaz, yeni hükümler getiren bir vahiy indiremez mi diyorlar? Yalan söylüyorlar. Allah nesih yapar, yapmasında da kendisi için hiçbir noksanlık söz konusu değildir; şânına noksan gelmez. O'nun yaptığı nesihte hayır ve hikmet vardır.’

Bu âyet, eski kitapların bazı hükümlerinin neshi hakkında ise de ‘Âyetin’ kelimesi umum ifade ettiğinden, bazı Kur'ân âyetlerini de açıkça içine almaktadır. Kur'ân âyetlerinde de nâsih ve mensûh vardır. Bunun aksini iddia etmek, nassın zâhirini inkâr etmek olur.


Âyetteki ‘Unutturma’nın manası:

a) Bu unutma Allah’ın Kuran’dan bir âyetin çıkarılmasını, namazda okunmasını iptal ile emretmesiyle gerçekleşir. Kendisiyle ibâdet edilmeyince, zaman geçer ve unutulur.

b) Bu unutturma Efendimiz (s.a.v.) için bir mucize olur. Rivâyete göre Müslümanlar bir sure okuyor, ertesi gün hepsi bu okudukları sureyi unutmuş oluyorlardı.

‘Ondan daha hayırlısı’ ifadesinin manası, bir âyetin diğer âyetten daha hayırlı olduğu anlamında değildir. Çünkü Allah’ın kelamının hepsi birdir, hepsi hayırlıdır. Buradaki üstünlük, kullara faydası bakımındandır. Yani insanların bulundukları zaman için daha hayırlı, anlamındadır.

‘Nesih’ lügatte değiştirmek, yani bir şeyin yerine başkasını geçirmek, halef yapmak demektir. Nitekim (Nahl, 101) âyetinde nesih, tebdil olarak ifade edilmiştir.

Şeriat ıstılahında nesih, bir şer'î hükmün aksine sonradan başka bir şer'î hükmün getirilmesidir. Önceki şeri hükme mensuh, sonraki hükme nâsih denir.

Allahu Teâlâ kullarının faydası için bazı hükümleri değiştirebilir. Zamanların, karakterlerin değişmesiyle insanların maslahatları değişebilir. Bundan dolayı nesh, aklen caizdir.

Önceki peygamberlerin şeriatlerinin neshi, neshin naklî delilidir. Örneğin Yahudilikte insanın hanımını boşaması helâlken, Hıristiyanlıkta kadının zina suçu işlemesi dışında boşanması haram kılınmıştır.

Hıristiyanlar neshi kabul ederken, Yahudiler kabul etmezler. Böyle bir değişiklik, (hâşa) Allah için cehâlet isnadıdır, derler. Oysa bunda hiç bir zaman Allah'a nazaran caymak veya bilememek mânâsı yoktur.

Nesih Allahu Teâlâ’ya göre bir hükmün sona erdiğini beyan etmektir. Zaten o hüküm Allah katında muvakkattır, zamanı gelince mükelleflere bildirmiştir.

Cenâb-ı Allah, başka başka zamanlarda farklı şer'î hükümler inşa etmekle, ilminde ve iradesinde haşa bir noksan değil, bilakis her birinde bir hikmet tecellisi ve kemalini göstermiş olur.

 

Neshin hikmeti

İnsanların sahip oldukları inanç, örf ve adetleri bir anda terk edip yeni dinin hükümlerini benimsemeleri kolay değildir.

Hükümler de bu yüzden toptan değil, tedrici şekilde gelmiştir.
 

Neshin mahiyeti

Ebediyet kaydiyle mukayyed (bağlı) hükümlerde nesih cereyan etmez. ‘Cihad kıyâmete kadar sürecektir’ hadisi gibi.

İman hakikatlerinde, itikat esaslarında da nesh cereyan etmez. Çünkü bunlar zamanla değişmez. Allahu Teâlâ’nın kadim olması, imanın vacip olması gibi.

Aynı şekilde hissi ve akli hükümlerde nesih düşünülemez. Çünkü bunlar da zamanla değişmez. Ateşin yakıcı olması gibi.

Maziye, şimdiki zamana ve geleceğe ait bir haberde nesih cari değildir.

Nesih ancak emirler, yasaklar ve ebediyyeti nassa bağlanmamış konularda cereyan eder. ‘Su iç, şarap içme, nikah yap, zina etme’ gibi.


Sebeb-i Nüzul

Kuran-ı Kerim’de bazı hükümler neshedilince, yahudi ve müşrikler, ileri geri konuşmaya başladılar: ‘Muhammed’e (s.a.v.) bakın! Önce ashabına bir şey emrediyor, sonra dönüp onu yasaklıyor ve önce söylediğinin aksini söylüyor. Yani o aslında bütün söylediklerini, kendisi uydurup söylüyor.’

Özellikle Yahudilerin bu itirazı, kendi geçmişlerine dayanıyordu. Tevrat bir defada nâzil olmuş, o devrin yahudileri de ilâhi emirleri kabul etmek istememişlerdi. Kendilerine ağır geldiği gibi, insanlara İslam’ın ağır gelmesi için Kuran’ın bir defada nâzil olmasını istiyorlardı. Ancak Allahu Teâlâ insanlara rahmet ederek alışkanlıklarını birden kaldırmamış, onları zorlamadan, haramları tedrici olarak nâzil etmiştir.

İşte kıskanç Yahudiler ve neshin hikmetini anlamayan müşrikler, bu tür konuşmalarla İslam’a girmek isteyenlerin azimlerini kırmaya çalışıyorlardı. Allahu Teâlâ bu âyet-i kerimeyle neshin hikmetini açıklamış oldu.