112- Hayır! Kim ihsan mertebesine yükselerek, kendini tamamen Allah’a teslim ederse, onun için Rabbi katında mükâfat vardır, onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklar.
Hayır cennet sizin iddianız gibi bir ırka mahsus bir yer değildir. Bilakis Allah’ın rızâsına yönelen, hükümlerine teslim olan ve bunu en güzel şekilde yapan muhsin, Allah’ı görür gibi samimi, sadık, halis, candan, dikkatli bir hal üzere yapanın mükafatı Allah indindedir. Onu ancak O bilir. O kime ne layık, kim neyi hak etmiş, kime ne münasib, ne kadar, ne biçim verilecekse bilir.
Gerçekten Allah’a hulusu kalp ile teslim olana ne korku vardır, ne de mahzun olacaktır. Kainatın sahibine itaat eden, O’nun sevgisini kazanan kimse daha neden korksun, endişe duysun? O büyük kapıdan kabul gören, diğer kapıları ne yapsın? Her şeyin sahibine gönül veren neden endişe duysun? O mülkün sahibi tarafından korunmuşken neden endişe etsin?
Bu nedenle Allah dostlarını deniz gibi engin, huzurlu, sevecen, endişesiz buluyoruz. Mânevi huzuru, simalarından, hallerinden anlıyoruz. Onların hayatta olanı şöyle dursun, göçüp gideni, evleri şöyle dursun türbeleri huzur veriyor.
Mümin Cenâb-ı Hakk’ı gücendirmenin dışında başka şeye üzülmez. Çünkü o ilmi, kudreti, şefkati, adaleti, rahmeti bol padişaha gönülden teslim olup bağlanmıştır.
‘ إِلٰهٖي أَنْتَ مَقْصُودٖي وَرِضَاكَ مَطْلُوبٖي ’ İlahi! Benim maksudum sensin, talebim senin rızândır’ der.
Rahmet pınarlarından doya doya içer. Zikrin, fikrin, şükrün lezzetine öyle bir dalar, öyle bir konsantre olur ki dünyevi hüzünlerin boyutu ne olursa olsun, ibâdetten, teslimiyetten aldığı haz, duyduğu lezzet onu fazla etkilemez, kulluğundan uzaklaştırmaz.
Yüz aklığı, alın temizliği deyimi, sahibinin içinin, dışının, niyet ve düşünceleriyle hareket ve davranışının temizliğinden bir kinayedir. Bu âyette de yüz (vech), zikr-i cüz iradei küll tarikıyle kişiliğin bütününden mecazdır. ‘ نَفْسَهُ ’ denilmeyip, ‘ وَجْهَهُ ’ denilmesinin sebebi de İslâmiyetin sadece insanın içiyle ilgili bir şey olmadığına işaret ve tenbihtir. Secde uzvu olan yüz, uzuvların en şereflisi ve bütün vücudun temsilcisidir. Sadece yüzün görülmesi, insanın bütünüyle teşhis edilmesine; onun tasviri, bütün bir bedenin tasvirine yeter.
İslâm: ‘ سِلْمٌ ’ ve ‘ سَلَامَةٌ ’ kökünden geldiği ve ‘if'âl’ babından olduğu için, teslimiyet, inkiyad, sâlim bulundurmak, selîm ve lekesiz tutmak, selamete girmek, selamete çıkarmak, karşılıklı güven ve barış sağlamak, ihlâs ve samimiyet gibi çeşitli mânâlar ifade eder. Ve esasta iman ile birleşir. İslâm dini denilince bütün bu saydığımız mânâlar anlaşılır. Kendini Allah'a teslim etmek, iman ve ihlâs ile O'na inkiyad etmek mânâsı ise bütün öteki anlamları da içine alır.
İhsan: Güzellemek, güzel yapmak, yani aslında ve Allah katında güzel olan bir işi layıkı veçhiyle, gereği gibi yapıp, o işin, o amelin, özündeki güzelliği, dış yüzündeki güzellik ile süsleyip ortaya koymak demektir. Zira birçok güzel şey vardır ki, yapılırken çirkinleştirilir.
Efendimiz (s.a.v.) ihsanı şöyle açıklamıştır: ‘İhsan, Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir, çünkü sen onu göremezsen de, O seni görüyor.’ Şu halde ihsan, İslâm'ın kemalindendir. Bunun için İslâm şöyle özetlenebilir:
Her şeyden önce temizlik, ikinci olarak da güzellik. İslâm'ın ‘Lâ ilâhe illallah’ kelime-i tevhidinden, eûzu besmelesinden, abdest ve namazından tutun da bütün emirlerinde ve yasaklarında hep bunun tatbikatını buluruz. Bu âyette de ‘Allah'a yüzü temiz, özü güzel olarak yönelmek’ buyurulmuş ve bu iki ilke en güzel şekilde özet olarak ortaya konulmuştur.