118- Câhiller: ‘Allah (c.c.) bizimle konuşsaydı, senin hak peygamber olduğuna dair bir alamet getirseydi ya’ dediler. Bunlardan önce Yahudi ve hırsitiyanlar; tıpkı onların dedikleri gibi demişti. Küfür ve inatta sahipleri birbirine benzemiştir. Muhakkak biz, hakikati anlayan kavme âyetlerimizi apaçık gösterdik.
Cenâb-ı Hakk yerleri, gökleri benzersiz güzellikte yarattı. İnsandan başka hiçbir varlık O’na asi olmaz, karşı gelmez, itaatta kusur etmezken her devirde insanoğlu O’na asi olmuş, yüz çevirmiş. ‘İnsan her şeyden daha çok mücadele edicidir.’ (Kehf, 54)
Deliller, mucizeler istemiş, gelen peygamberlere itaat etmemiş, asi olmuş. Karşı çıkmış, yalanlamış, alay etmiş. Hatta bir çoğunu öldürmüş. Allah’a kulluk yapacak diye bütün kainat ona musahhar kılınmasına, bütün imkanların eline verilmesine rağmen o; varlıkların en kavgacısı, en nankörü olmuş.
Hayvanların her biri bir kötü vasıf, bir kötü huy taşırken o bütün ahlâk-ı rezileyi bünyesinde cem etmiş. Kainatın efendiliğini Rabbine kul olmakta sarf edeceğine, kendini kainatın Rabbi sanmış, ya da ortağı.
Kainatın gerçek sahibi, bütün alemlerin Rabbine karşı gelip ‘Allah bizimle konuşsa ya da âyet getirse’ gibi nice dengesiz, düşüncesiz, kibirli sözler etmiş. Hala etmekteler. ‘Ben görmediğime inanmam’ diyen nice kendini bilmez, sınır tanımaz inkarcılarla hergün karşı karşıya gelmiyor muyuz?
Bu densizlere sormak gerekir:
- Senin aklın var mı?
- Var.
- Hani? Göster varsa. Canın var mı?
- Var.
- Hani? Göstersene canını. O halde yok demeliyiz. Aklı olmayan deli, canı olmayan ölü değil mi?
Aynı zamanda söyledikleri bu sözle kinaye yoluyla kendilerinin de peygamber olmalarını, kendilerine vahiy olunmasını, mucize göstermelerini istiyorlar. Oysa Allahu Teâlâ peygamberliği seçtiği, istediği kimseye verdiğini bizzat bildiriyor. Ve Efendimizin (s.a.v.) son peygamber (Ahzab, 40) olduğunu, ondan sonra peygamber gelmeyeceğini kesin olarak bildirmişken bu iddianın ne kadar yersiz, küstahça bir iddia olduğu meydanda.
Siz bir okuldasınız, öğretmen sizi eğitip, öğretecek. Onu reddedip bir de ‘Ben öğretmenim’ diye bir iddiada bulunmak gibi abes ve delice bir tutum.
‘Öncekiler de böyle söyledi. Kalpleri birbirine benziyor.’ Çünkü öncekilerin de sonrakilerin de hocaları aynı: Nefs-i emmare ve şeytanı aleyhilla'ne. Uygulayıp deneyip kendilerince netice aldıkları fasit burhanlarını yeni kurbanlarına da aynen uygulamaktalar. Panzehir almadıkça zehir aynı zehir. Zehri uygulayanlar asırların tecrübesiyle işlerinde pek mahir. Tıpkı gençliği aldatıp, alıştırarak bağımlı yapan insan şeytanları, uyuşturucu tüccarları ve benzerleri gibi. Cenâb-ı Hakk’ın hükmüne inanmamakla başlayan acı serüven, perişanlık, rüsvaylıkla sonuçlanıyor.
İman, İslam sarayının cümle kapısıdır. Oradan geçmedikçe has odaya girilemez. Önce icmali sonra tafsili. Sırasıyla ilmel yakin, aynel yakin, hakkal yakin gonca gonca açılır.
İnanan insan akli nakli deliller, mucizeler, burhanlar, sadık rüyalar, faydalı ilimlerle ilmel yakin mertebesine yükselir. Sonra deliller ve tevfiki ilâhi sayesinde nefs-i emmare, nefs-i levvameden temizlenir. Kalp kapısı üzerine gerilmiş nefis perdesi aşılıp geçilince görüntü başlar, kalp ekranı yayına geçer, aynel yakin hasıl olur. Sonra nefs-i mülhimeden mutmainneye yükselince hikmet, hakikat perdeleri açılıp hakkal yakin hasıl olur. Cenâb-ı Hakk bu mertebelere işaret etmek üzere ‘ يُوقِنُونَ ’ lafzını seçmiştir. Tevfik ancak Allah’tandır.
Din konusunda bilgisi olmayan veya olsa bile bilgince hareket etmeyen câhiller Hz. Muhammed'in tebliğ ve din davetine karşı ‘Allah, bize de söylese ya! Yahut bize de bir âyet, bir mucize gelse ya!’ demeye başladılar. Sanki Hz. Muhammed'e gelenler âyet değilmiş gibi, sırf inatlarından inkâr ettiler. ‘Yoksa siz de daha önce Musa'yı sorguya çekenler gibi, peygamberinizi sorguya mı çekmek istiyorsunuz?’ (Bakara, 108) ilâhî hitabına kulak vermediler. Bunu Araplar'dan Abdullah b. Ümeyye ve benzerleri, Yahudiler'den Râfi' b. Hüzeyme ve bazı hıristiyanlar söylemişlerdi.