Elif Lâm Mîm.
Âlemlerin Rabbi, merhametliler merhametlisi, bütün insanlığa gönderdiği yüce kelâmını ilim deryası kılmakla beraber, rahmet ve inâyetiyle her insanın kapasitesine, ilmine, irfanına, aklına, anlayışına göre hitab eden yüce kitabının derin, zarif, sonsuz manalarını kolay, çekici, anlaşılır lafızlarla inzal buyurmuş. Çünkü bu muazzam kitab, Efendimiz (sav)’den kıyâmete dek bütün bir insanlığı irşad için gönderilmiş, yediden yetmişe, köylüden kentliye, arabdan aceme bütün insanlara hitap etme maharetine sâhip lafzıyla, manasıyla, hattıyla, imlâsıyla tam bir mûcize.
Edebiyatta zirve olmalarına rağmen, çoğu okuma yazma bilmeyen fetret devri insanlarının diyarında zuhur ettiğinden, en az anlayabilme kapasitesine sâhip kimselerin bile anlayacağı olağanüstü bir üslûbta nâzil olmuş, aynı zamanda devrin usta şâir ve ediplerinde akıl almaz hayranlıklar uyandırıp, imanlarına vesile olmuştu.
Ne var ki insanoğlu bu kolaylık nimetine de nankörlük ederek, ‘Dilesek biz de bunun gibi söyleriz. Bu, ancak eskilerin masalı’ deme küstahlığını göstermişler; hatta daha ileri giderek bu câhilliğin bedbaht cesâretiyle belâ yıldırımını üzerlerine çekmişlerdir.
Bu câhil ve azgın gürûhun hezeyanlarına Rahmet Peygamberi son derece üzülüp dehşete kapılmış, secdeye kapanıp saatlerce Rabb-i Kerîmine önceki kavimlerin başlarına gelen belâların gelmemesi için gözyaşları içinde yalvarmış, yalvarmış; feryâd-u figanı dinmemiş. Tâ ki, Cibril-i Emin gelene kadar...
Cebrâil (as) ‘Sen onların içindeyken Allah onlara azap edecek değildir. (Enfal 33)’ âyetini getirmiş, onu teskin etmek istemiş; ama Efendimiz (sav): ‘Ya ben içlerinden ayrıldığımda onlara azab gelirse?’ diye endişesini dile getirmiş, gözyaşları dinmemiş.
Cebrâil (as) tekrar gelip ‘Onlar istiğfar ettikleri sürece Allah onlara azap edecek değildir. (Enfal, 33)’ âyetini getirmiş. Efendimiz (sav), yine teselli bulmayıp ‘Ya istiğfar etmezlerse, yine belâ mı gelir?’ diye inlemiş.
Cebrâil (as) tekrar gelip ‘Arşı taşıyanlarla etraafındaki melekler Rablerini hamd ile yüceltirler, O’na inanır, iman edenler için bağışlanma dileğinde bulunurlar... (Ğafir, 7)’ âyetini getirmiş. Efendimiz (sav) ancak o zaman teselli bulup, başını secdeden kaldırmış.
İnsanoğlunun yerde kan dökecek, fesad çıkaracak olmalarından endişe eden melekelerin itirazvâri ‘Orada fesat çıkaracak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın? (Bakara, 30)’ sözlerinden dolayı mahcup olarak Beyt-i mâmur etrafında tavaf edip, müminler için istiğfar etmeleri, onların başına toplu belâları, musibetleri bertaraf etmesi, Efendimiz (sav)’e ümmeti hakkında bir garanti, bir kurtuluş muştusu olmuştu.
Cenâb-ı Allah Hz. Musa’ya Tevrat’ı indirdiğinde Tevrat bin sureden ibaretti. Her sure de bin âyetti. Hz. Musa sordu:
- Ya Rabbi! Bu kitabı okumaya ve ezberlemeye kim güç yetirebilir?
Allahu Teâlâ cevap verdi:
- Ben bundan daha büyük bir kitap indireceğim.
- Ya Rabbi! Bu kitabı kime nâzil edeceksin?
- Son peygambere.
- Ya Rabbi! Onun ümmetinin ömrü kısadır. Nasıl okuyacaklar?
- Ben o kitabı onlara kolaylaştıracağım. Hatta küçük çocukları bile okuyabilecekler.
- Ya Rabbi! Bunu nasıl yapacaksın?
- Ben yüz dört kitap indirdim. Ellisi Ęit’e, otuzu İdris’e, yirmisi İbrahim’e, Tevrat’ı sana, Zebur’u Davud’a, İncil’i İsa’ya, Kuran’ı Kerim’i Muhammed Mustafa’ya (sav) indirdim. Kur'an-ı Kerim öyle bir kitaptır ki; bütün alemleri bu kitaplarda zikrettim, bu manaların hepsini de Muhammed’in kitabında zikredeceğim ve yüz on dört surede toplayacağım. Bu sureleri otuz cüz kılacağım. Cüzlerdeki mana, Fatiha’nın yedi âyetinde olacaktır. Sonra bu manalar da yedi harfte toplanacaktır.
O yedi harf ‘Bismillah’tır. Sonra bütün bunların hepsi ‘ الٓمٓ ’in ‘ا elif’inde olacaktır.
Allah (cc) Fâtiha Suresi’yle zatını bazı sıfatlarıyla tanıtıp, kullarına hamd ve duâyı öğrettikten sonra kitabını ve muhataplarını tanıtıyor. Onların Kitâbullah’a karşı tutumlarını, farklılıklarını bilgimize arz ediyor. Öncelikle inanan müminleri, sonra inanmayanları sonra da kasıtlı veya kasıtsız ikilemde kalanları beyan ediyor.
Âyetler, muhkem ve müteşâbih olmak üzere ikiye ayrılır. Muhkem âyetler, açık ve nettir, dini hükümler bunlardan çıkarılır. Müteşâbih âyetler, Allah ve Resûlü arasında şifredir, bunlardan hüküm çıkarılmaz. Sadece ilimde kökleşen derin âlimlere yorum izni verilmiştir: ‘...Oysa onların gerçek anlamını sadece Allah bilir ve ilimde derinleşmiş olanlar: ‘Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır’ derler ve bunları ancak gerçeği kavrama özelliği olanlar düşünür ve anlarlar.’ (Âl-i İmran, 7)
Müteşâbih âyetleri gördüğümüzde bize düşen, ‘Allahu a’lemu bi murâdihi ve nazmi esrâri bi kitâbihi’ demektir. Yani, bu âyetlerle Allah’ın (cc) ne murad ettiğini, kitabın diziliş sırlarını en iyi bilen Allah’tır.
Müteşâbih harfler, Allahu Teâlâ’nın ilmini ve manasını kendisine ayırdığı sırlardandır.
Ebû Bekr der ki: Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de yer alan harflerin anlamlarını bir imtihan olmak üzere bütün alemden gizli tutmuştur. Bunlara iman eden kimseye ecir verilir, mutlu olur. Bunları inkar eden ve şüphe ile karşılayan da günah kazanır ve haktan uzaklaşır.
الٓمٓ (Elif, Lâm, Mîm) ve diğer mukattaa harfler, iki sevgilinin arasında, harfler ile konulmuş ve ikisinden başkasının muttali olmayacağı muammâ birer şifre kâbilindendir. Gerçekten bu şifreyi Allah (cc), hiçbir nebiyyi mürselin ve mukarreb meleğin güç getiremeyeceği vakitte Efendimiz (sav) ile berâber olduğu zaman koydu. (Cebrâil (as) dâhi mukattaa harflerin esrar ve hakikatini bilmemektedir).
Müşrikler, insanların Kur’ân-ı Kerîm’i dinlememesi için gürültü yapıyorlardı. Cenâb-ı Allah, insanların menfaatlerini istediği için, onların susmalarına ve Kuran’ı dinlemelerine sebeb olsun diye, bilmedikleri bu harfleri inzal etti. Onlar bu harfleri duyunca, hayrete düşerek şöyle dediler: ‘Hz. Muhammed’in söylediklerine hele bir kulak verin.’
Allah (cc), insan tabiatına garip ve bilinmeyene meyletme duygusu koyduğundan, yeni, değişik bir şey okunduğunda insanlar anlamak için ona kulak verirler. Kâfirler böyle Kur’an’a kulak verince, Kur’an onlara nüfuz etti. Bundan anlaşılıyor ki, mukattaa harfleri Allah’ın (cc) bütün insanlar için büyük bir rahmeti ve hikmetidir.
‘ الٓمٓ ’, Üç ana mahrecin harflerini taşır. Harflerin resim ve şekillerini sergiler. Muarızların muarazada aczlerini tebcil için ve yine kitabın şerefini anlatmak için gelmiştir.
Surenin başında gelen bu huruf-u mukattaa, o surede bu harflerin çok bulunduğunu da gösterir. Bu harfler, Cenâb-ı Allah’ın kendi zâtını övme vesilesi yaptığı harflerdir.
✧ Namazda üç ana hareket vardır:
1- Kıyam. ا , kıyama işarettir.
2- Rüku. ل , rükuya işarettir.
3- Secde. م , secdeye işarettir.
✧ Yani kim müminlerin miracı olan namazda Fatiha’yı okursa, Allahu Teâlâ o kişinin ‘اِهْدِنَا / Bize hidâyet et’ duâsına icabet eder.
✧ Cebrail'in (as) Resûlüllah (sav) ile son müzakere ettiği harf, ‘Elif-Lâm-Mim bu kitabta şek ve şüphe yoktur’ âyetidir. İbn- i Abbas
✧ Bakara sûresinin müteşâbih harflerle başlamasının sebebi, akıl ve hikmet sâhiplerinin mertebelerinin bilinmesi içindir. Akıl ve hikmet sâhibi kimseler, bununla acziyetlerini itiraf etsinler, ibret alsınlar ve Kur’ân âyetlerinin üzerinde düşünsünler diyedir.
✧ Ulemânın bir sırrı, halifelerin bir sırrı, peygamberlerin bir sırrı, meleklerin bir sırrı ve bütün bunlardan sonra da Allah’ın bir sırrı vardır. Ęâyet câhiller âlimlerin sırrına vâkıf olsalar, onları yok ederler; âlimler de halifelerin sırrına vâkıf olsa- lardı, onlara karşı gelirlerdi. Peygamberler meleklerin sırrına muttali olsalardı, onları töhmet altında tutarlardı. Şâyet melekler Allah’ın sırrına muttali olsalardı, şaşkınlık içinde kalır ve yok olup giderlerdi. Bunun sebebi ise, yarasanın gözleri güneşin ışığına tahammül edemediği gibi, zayıf akılların da güçlü sırları taşıyamamasıdır.
✧ Peygamberlerin akılları fazla olduğu için, nübüvvet sırlarını taşıyabilmişlerdir. Ulemânın da akılları fazla olduğu için, ortalama insanların taşımaya güçleri yetmeyen sırları taşıyabilmişlerdir. Bâtıni bilgiye muttali olan hukemâ, akılları çok olduğu için, zâhir ulemâsının âciz olduğu şeyleri taşımaya güç yetirmişlerdir.
Elif okudum ötürü
Pazar aldım götürü
Yaratılanı severim
Yaradandan ötürü Y.Emre