122- İsrailoğulları! Sizlere ihsan ettiğim nimetimi ve sizi vaktiyle diğer milletlere üstün kıldığımı hatırlayın.
Bir önceki âyet, İsrâiloğullarını son peygambere inanan ve inanmayan diye ikiye ayırıp özelliklerini bildirmişti. Cümle gaib sigasıyla gelmişti. Bu âyet muhatap sigasıyla gelerek bir üsluptan diğer üsluba döndü (iltifat). Ta ki zihinlerde canlılık ve dinleyenlere değişikliğin lezzeti tattırılsın.
Ayrıca heyecan uyandıran sanatlardan nida ile geldi. Özel has isimle marife oldu (mefhumu lakap).
Cenâb-ı Hakk bu âyetle Efendimizi (s.a.v.) inkara devam eden yahudilere kendilerinin bildiği, fakat Efendimizin (s.a.v.) henüz bilmediği geçmiş hallerini beyan ederek hem Efendimize (s.a.v.) onları tanıtıyor, hem de onları usulünce ikaz ediyor (idmaç sanatı).
Bu durum Efendimizin (s.a.v.) bizzat vahy-i ilâhiye mazhar olduğunu gösteren bir mucizedir. Asırlar önce yaşanmış olayların gündeme gelmesi, bir bir anlatılması, ne aklın işi, ne öğretinin, ne tecrübenin. Belli ki haber ötelerden geliyor.
İsrâiloğullarına öncelikle verilen nimetler, faziletler hatırlatılarak hem (hüsn-ü ibtida) güzel bir giriş yapılıyor, hem de insafa çağrılıyor: ‘Sizi asrınızda risalet ve nübüvvetle muasırlarınıza üstün kıldık. Sizden peygamberler, melikler gönderdik. Siz bu üstünlüklerle asırlardır övünüyorsunuz. Yani peygamberlik şerefinin ne demek olduğunu çok iyi biliyorsunuz. O halde vasfını Tevrat’ta okuyup, evlatlarınızdan daha iyi tanıyıp bildiğiniz son peygamberi neden kabul etmiyorsunuz? Taassubunuz, hasediniz, inadınız sizi gerçeği anlamaktan, hakka uymaktan, ebedi saadetten alıkoymasın.’
Âyette nimet vurgulanıyor. ‘O nimet ki (risalet) onu ben size verdim’ cümlesi şunu ifade eder: ‘Veren de ben, alan da.
O gün size vermiştim, sizi üstün kılmıştım. Bugün İsmail oğullarına verip onları üstün kıldım. Bu üstünlükte sizin dahliniz yok ki, onu sahiplenip kimseye layık görmüyorsunuz.
Oysa siz o nimetin kadrini bilmemiş, nice taşkınlıklar yapmıştınız. Şimdi de Allah’ın son peygamberine karşı çıkmayın. Onun dini kıyâmete kadar devam edecek. Ona gelen Kur’an bizzat Allah tarafından korunacaktır.’
Senin aşkın var Allah’ım
Bülbüllerin ötüşünde
Senin aşkın var Allah’ım
Şafakların söküşünde
Senin aşkın var Allah’ım
Tomurcuklu sümbüllerde
Güle âşık bülbüllerde
Mâtem dolu gönüllerde
Senin aşkın var Allah’ım
Ne tat vardır şu narlarda
Şu hoş esen rüzgarda
O fışkıran pınarlarda
Senin aşkın var Allah’ım
Musa kavmi kaldı çölde
Yürü nefsim sen de öl de
Serin sulu mavi gölde
Senin aşkın var Allah’ım
Hak kelamdır her sözlerde
Kur’an aşkı var özlerde
Feri sönmüş şu gözlerde
Senin aşkın var Allah’ım
Garip nefsim sözü kes de
Hakk’ı zikret her nefeste
Kafesteki şu bülbülde
Senin aşkın var Allah’ım