129- ‘Ey Rabbimiz, onların arasından onlara âyetlerini okuyacak, kitabı, hikmeti öğretecek, onları günahlardan temizleyecek bir peygamber gönder. Muhakkak ki Sen tek güçlü, her şeye üstün gelen hakim ve hikmet sahibisin.’
Hz. İbrahim ince duygulu, halim, merhametli bir baba. O sadece oğlu İsmail’e, İshak’a değil, bütün insanlığa duâ ediyor. Ve kurtulmalarını istiyor. Kendi görevi dünyada bitip Rabbine döndükten sonra dini tebliğ edecek Rasûl istiyor soyundan, tînetinden. Ve o rasûlün vasıflarını sayıyor duâsında.
‘Öyle bir rasûl olsun ki; onlara kitabı ve hikmeti öğretsin. Onları eğitsin, temizlesin, arındırsın. Sen Rabbim, Sen ancak Aziz ve Hakim’sin’ diyerek bitirmiştir duâsını.
Konuya girmeden önce duâların emir sigasıyla gelmesindeki hikmeti düşünmeye çalışalım. Cenâb-ı Hakk isteseydi duâ için başka bir siga seçerdi. Özellikle emir kalıbıyla getirerek bize duâ konusunda ince bir uyarı yapıyor:
1- Duâ etmeniz, bana yalvarmanız, sırf benden istemeniz o kadar hoşuma gider ki, şartlarına uygun yaptığınız duâyı sanki amirin memura söylediği ve hemen yapılmaya konulduğu serilikle kabul ederim. Hani sevdiğimiz birine birşey rica ederiz de o da bize olan sevgisinden ‘Emrin olur’ der ya, işte öyle bir incelik. Bir istiare, Rabbinden kullarına bir sevgi ifadesi.
2- Duâ her ne kadar emir sigasıyla gelse bile o küçükten büyüğe ancak bir rica, bir istirhamdır, bunu unutmayın. Allahu Teâla hiçbir şeye mecbur değildir. Fa’âlün limâ yürid’dir, istediğini yapar. İstemezse yapmaz. Yapması da yapmaması da hikmetlidir.
Duâ bir tazarru, bir niyaz, bir dilek, bir acziyet ifadesidir.
Bir şeyi dikte etme, mecbur etme, ille de yapacaksın, ille de vereceksin diye diretme değildir. Bundan dolayı ‘Nicedir duâ ediyorum kabul olmuyor, ibâdet ediyorum ama işlerim ters gidiyor’ düşüncesi yanlıştır. Sonra, bu dünya hizmet yeridir, ücret yeri değil. Sanki Cenâb-ı Hakk ‘Kendiniz duâ edip yalvarıyor musunuz, yoksa emir verip mutlaka yapmamı mı istiyorsunuz?’ diye sigasıyla bize ikazda bulunuyor.
Hz. İbrahim’in ve oğlu İsmail’in bu duâsı, son peygamberin gelmesi içindi. Bunu Efendimiz (s.a.v.) ‘Ben Hz. İbrahim’in duâsıyım’ sözleriyle beyan ediyor. Hz. İbrahim bu duâsıyla aynı zamanda tebliğcinin özelliklerini de sıralıyor.
1- Âyetleri okumak: Önce ilim bilmeden hiçbir şey yapılmaz. Bir bina yaparken planlanıyor sonra o plan takip edilerek bina yapılıyor. İslam binasında da ille işi öğrenmek gerekir. Ama öyle sağdan soldan, derme çatma, asılsız, ne idüğü belirsiz şeyleri değil. Bizzat kainatı yaratan, yerin, göğün, herşeyin sahibi, herşeyi en iyi bilen Allah’ın âyetlerini öğretmek, tebliğcinin, peygamberin ilk görevi. Çünkü yarattığı varlığı en iyi O bilir.
2- Kitabı-hikmeti (Sünneti, hükümleri, olayların iç yüzünü) öğretmek: Kainat mektebinin kitabı Kitabullah, üstadı Resûlullah (s.a.v.). O, kainata vahiyle herşeyi öğreten bir sultan.
3- Onları temizlemek: Akıllarını gerçek bilgilerle geliştirip zeki, uyanık müslüman olmalarını sağlamak.
Öğretmek, tâlim etmek ve temizlemekten oluşan üç aşamada Efendimiz (s.a.v.) cani, vahşi, câhil bir topluluktan âlim, munis, merhametli ve merhamet-i ilâhiye mazhar olan ümmet-i merhumeyi, altın nesli, eşsiz sahabeleri yetiştirdi. Onların herbiri gökteki yıldız gibi oldu. ‘Ashabım yıldızlar gibidir Hangisine uyarsanız hidâyeti bulursunuz.’ Hadîs-i Şerîf
Hidâyet, ehil olana yol gösteren, nasipsiz olanı yakan-yok eden yıldız. Her meslekte örnek alınacak, tabi olunacak yıldız. Haddini hududunu bilen, yörüngesinden ayrılmayan, ifrat tefritten uzak yıldız. Işığını kainatın güneşi Efendimiz’den (s.a.v.) alan ve ondan hiç ayrılmayan, ona hiç muhalefet etmeyen, onu seven, sayan, uğruna canını feda eden bir yıldız. Her biri ayrı ayrı, irili ufaklı, Şems-i Nübüvvetten ayrılmayan, gönül bağıyla, muhabbet bağıyla, vahyin aydınlığıyla şeref bulmuş, izzet ufkunun şeref yıldızları. Ne güzel üstad, ne güzel talebe...
Sen muhakkak Sen Rabbim; Aziz’sin, istediğini aziz yapansın. Güçlüsün, gücün herşeye yeter. İstersen altı yüz senedir peygamber gelmemiş, her türlü zulmü birbirlerine reva gören, ezen, ezilen zelil bir toplumu gönderdiğin şanlı resûl ve yüce kitapla eğitip en usta, en kıymetli insanlar haline getirirsin, Aziz olan sensin.
Sen herşeyi yerli yerine, hikmeti icabı yapılması gerekeni yapan, gerçek geçerli hükümleri veren, verdiren, gönüllerde hikmet pınarları kaynatan, sosyal adaleti sağlayan, gönülleri birbirine bağlayan Hakim Sensin, Sensin.
Hikmet; ilim ve amelde sağlamlık, sözde ve işte isabet demektir.
✽ ✽ ✽
Burada Allah'tan istenen peygamberin, Efendimiz (s.a.v.) olduğu apaçık bellidir. Çünkü İsmail zürriyeti içinde başka bir peygamber gelmiş değildir. Hz. İbrahim'in bu duâsına bir şükran olmak üzeredir ki, Muhammed ümmetine de namazlarda ‘Allahümme salli’ ve ‘Allahümme bârik’ duâlarını okmak ta'lim buyurulmuştur.
İzzet; zilletin, aşağılık, düşüklük ve acizliğin zıddıdır. Aziz, Arapça ‘ عَزَّ ’ kökünden gelen bir sıfattır.
Kıymetli, değerli seçkin izzet sahibi, muhterem, kuvvetli, üstün, yüce, şeref sahibi, bulunmaz derecede az ve nadir olmak; her şeye gücü yetmek, hiç bir zaman yenilmemek manasındadır.
‘Aziz’ Yüce Allah'ın mutlak hâkimiyet ve üstünlüğünü ifade eder. O asla yenilgiye uğramayan, herşeye gücü yetendir. O, haksızlık yapılamayacak kadar güçlüdür. O en üstündür, en yücedir, şeref ve izzet sahibidir.
‘el-Aziz’ ismi, Kur'an-ı Kerîm'de doksan bir yerde; daima Esmâ-ul Hüsnâ'dan diğer bir isimle beraber geçmektedir.
el-Hakîm ile kırk yedi yerde el-Alîm ile onbeş yerde, daha sonra sırasıyla el-Kavî, er-Rahîm, Zu’ntikâm, el-Hamîd, el-Gaffâr, el-Cebbâr, el-Gafûr, el-Vehhâb, el-Kerîm ve el-Muktedir isimlerle geçmektedir.
Aziz isminin geçtiği doksan bir âyetin ellisi Mekkî, kırkbiri ise Medenî'dir. Bu doksan bir âyetin on üçünde Zu’ntikâm, el- Kavî ve el-Cebbâr isimleriyle yani Celal sıfatlarıyla beraber geçmektedir. Geriye kalan yetmiş sekiz âyette ise Cemâl sıfatlarıyla beraber geçmektedir.
Günlük hayatta bir hitap sözcüğü olarak kullandığımız ‘aziz’ kelimesi, karşımızdaki topluluğa veya kişiye bir şeref ve üstünlük atfetmekte, iltifat ifade etmektedir. Bir saygı ve bağlılık sözcüğüdür.
Kula düşen..
Bu isimden alacağımız en büyük ders; zilletimizin şuurunda olmamız, bize diğer varlıklar üstünde bir izzet bahşeden Rabbimize sonsuz hamd ve şükür etmemiz, ahirette zelil olmamak için de, günah ve isyandan şiddetle sakınmamızdır.
Sırları
Her kim bu ismi kırk gün sabah namazından sonra 40 kere okursa, Cenâb-ı Hakk onu hiç kimseye muhtaç eylemez. (Mifta hü'l Kulûb, Fethiye Evradı Bölümü, Mehmed Nuri Şemseddin)
İki Kanadıyla Uçan Kuşlarda
İki kanadıyla uçan kuşlarda
İstikâmetini seyrediyorum
Fırat’ın Dicle’nin akışlarında
Cehd-ü gayretini hissediyorum.
Her fecir düzenli doğan güneşte
Yüksek reylerini seyrediyorum
Gül cemâline mazhar bir düşte
Firkatin acılığını hissediyorum.
Cennet kokan bebeklerin teninde
Baharların goncasında gülünde
Gelinlerin bohçasında tülünde
O zarif tenini hissediyorum.
Gökten sağanak sağanak inen rahmette
Tavusa kanadını veren kudrette
Kozalakta hâsıl olan ipekte
Sonsuz şefkatini seyrediyorum.
Başı dumanlı yüksek dağlarda
Asrın günahını sayan çağlarda
Ümmete kurulan sinsi ağlarda
Mahzuniyetini hissediyorum.
Zâtına nâzil olan Kerim Kitab’da
Güzelden bahseden bütün hitabda
Kinâye, mecaz, hem hakikatta
Zâhir-bâtın hüsnünü seyrediyorum.
Selametle süslenen her nefeste
Kemalini vasfeyleyen bahiste
Asr-ı saadet bahçesinden bir deste
Dererken aşkını hissediyorum.