147- Rabbinden olan her şey hak ve gerçektir, sakın şüphe edenlerden olma!
İnkar edip gizleyenlerin bile bile inat ve taassuplarını anlattıktan sonra (gaibden hitaba iltifatla) Habibini ve onun şahsında bütün mü’minleri uyarıyor: Rabbinden gelen bütün hükümler haktır. Kâbe’nin tahvili haktır. Sakın şüphecilerden olma.
Allah’ın fıtratlarına tevdi ettiği iman, istidat nurunu söndürüp zayi edenler, nefsin karanlık zindanlarında ürettikleri yılanvari fikirleri kusadursun, sakın ha sakın onların saçma sapan safsatalarına kulak verip de berrak inancınıza şüphe düşürmeyin.
Onlar gerçekleri duymamak için kulak tıkıyor, uzaklaşıyor. Çalgı, müzik, hezeyanlarla Kur’ân’ın sesini bastırıp duyulmasını engelliyor, dinleyenleri cezalandırıyor. Batıl düşüncelerine şüphe düşer diye ödleri patlıyor. Aslandan kaçar gibi kaçıyorlar.
Düşmanın bu tedbirinden ibret almalı; onların inkar dolu sözlerinden, küfür dolu fikirlerinden eziyet dolu tavırlarından uzak durmalı, onlara kulak vermemeli.
Onların batılı savunan yazılarını okumamalı, şirk, şikak, nifak, inkar savuran programlarına katılmamalı, seyretmemeli. Tıpkı onların hak karşısında kulaklarını tıkadıkları gibi kulaklarımızı tıkamalıyız. Onların meclisinde bulunmamalıyız. Kir akan kaynaklardan kaçıp nur akan kaynaklara sığınmalıyız.
“Onlarla oturmayın” (Nisa, 140) emr-i ilâhisine tereddütsüz uymalıyız. Aksi halde nefsi emmare, şeytan-ı aleyhillane, aldatıcı dünya gibi düşmanlarla birlikte yaşıyoruz. Onlar her an ayağımızı kaydırmak istiyorlar. Batıl delillerle bizi ilzam etmek istiyorlar. Bilgimiz, ibadetimiz çok da olsa her an kayabiliriz. “Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun; ama şeytan sadece onları aldatmak için vaad eder.” (İsra, 64)
Hiçbir şekilde kendimizden emin olamayız. Koskoca bir peygamber “Ben nefsimi temize çıkarmam. Muhakkak ki nefis kötülüğü emreder” (Yusuf, 53) derken biz neyimize güveniyoruz?
Rabbimiz ‘şüphecilerden, tartışmacılardan olmayın’ buyurarak bizi uyarıyor (vasıtalı kinaye). Şüpheye düşürecek ortamlardan uzak durmamızı, şüphe uçurumunun kenarına kadar yaklaşmamamızı, sonra düşmenin kaçınılmaz olduğunu latif bir şekilde ikaz ediyor.
Âyet-i kerimede “Onlar şüpheleri içinde bocalar dururlar” (Tevbe, 40) buyrulmuş. ‘Fi’ harfi ceriyle istiare yapılarak, şüpheye gark olmaları, tereddütleriyle debelenip durmaları, denizde boğulmak üzere olan kimsenin feci haline benzetiliyor.
Bu menfur akıbete düçar olan şüpheci, inkarcı, inatçı kimselere karşı, Rabbinden gelenin hak olduğu zikrediliyor. Ezeli, ebedi, sonsuz ilim, irade ve kudretten gelen ‘Hak’ kainatın yegane sultanı Allâmu’l guyûb, Mukallibu’l kulûb olan Allah’tan gelen ‘Hak’.
ألْحَقُ, lügat manaları: Sabit, değişmeyen, uygun, hikmetli, gerçek, gerçekleşen iman, fiil, sözde, amelde doğru, gerçek olan, batılın zıddı, mutedil.
Hak gün gibi ortadayken batıla kulak vermek akıl kârı mıdır? Her felakette, her zorlukta, her ihtiyaçta Hak Mabud Allah’a sığınıp ona yalvarırken, O’nun buyruklarında şüphe etmek, şüpheli ortamlarda bulunmak, batıla kulak kabartmak reva mıdır?
‘Hakk’, Allah’ın ﷻ isimlerinden biridir. Kur’ân’ı Kerim, yakîn, sabit ve şüphe olmayan şey, hüküm, fasıl, kaza olunmuş iş, adalet, İslâm, mal, mülk, vâcib, sadık, layık, yaraşır, şans ve hisse... anlamlarına gelir. Çoğulu; hukuk ve hıkak’tır. Hakkın bu çeşitli anlamları ‘kesin olarak sabit olma ve gerekli olma’ manasında birleşir.
Bazı hakk, ‘şer’an sabit hüküm’ şeklinde tarif edilir. Bazen ‘hak’ kelimesi mülk edinilmiş mal için kullanılır. Bazen şeriatın yetki veya yükümlülük olarak tespit ettiği şahsa ait haklardır. Bu tarif hakkın dini, medeni, genel, tedip, mali olan veya olmayan bütün çeşitlerini içine alır:
˗ Namaz, oruç gibi haklar dini, mülk edinme gibi haklar medeni,
˗ Babanın çocuğunu, kocanın karısını terbiyesi gibi haklar tedip,
˗ Devlet başkanının tebaayı yönetmesi gibi haklar amme,
˗ Eşin, küçük çocuğun nafakası gibi haklar mali,
˗ Şahıs üzerindeki velayet hakkı mali yönü olmayan haklardır.
‘Rabb’ kelimesi lügatta terbiye etmek, yetiştirip büyütmek, beslemek, mâlik ve sahip olmak, melik, efendi, sözü dinlenen ve kendisine itaat edilen kişi, toplamak, yığmak, ıslah etmek, düzeltmek, itaat edilen, sözü geçen, üstünlüğü ve otoritesi kabul edilen... manalarına gelir.
Arapçada bir şeye sahip ve malik olan kişiye, onun rabbi, sahibi denilir. Bir hadisi şerifte Peygamberimiz ﷺ, birine ‘Erabbu ibilin ente ev Rabbu ğanemin? / Sen deve sahibi misin yoksa koyun sahibi misin?’ diye sormuştur.
Dini bir terim olarak ‘Rabb’; varlıklar âlemini yaratan, terbiye ederek geliştiren, onları maddi ve manevi olgunluğa götüren, terbiyenin bütün gereklerine malik ve her şeye sahip olan ‘Allah’ anlamındadır.
Araplar cahiliye devrinde, ilâhlarına ‘Rabb’ diyorlardı.
Efendimiz ﷺ ‘Sizden biriniz (efendisine) Rabbim demesin, efendim desin’ buyurarak, kölenin, efendisine nida şeklinde ‘Rabb’ diye hitap etmesini uygun bulmamış, ‘Rabbî / Rabbim’ yerine, ‘Seyyidi / efendim’ demesini istemiştir.
Rabb, sadece terbiye eden (mürebbi) anlamında olmayıp, yardım etmek, yol göstermek, tasarruf etmek, korumak, her şeye hakim olmak, emretmek ve yasaklamak, sakındırmak gibi terbiyenin bütün gereklerine sahip olmaktır. ‘Rabb’, sadece terbiye eden ve malik olan değil, her şeye sahip olan ebedî ve sonsuz kudret sahibi ‘Allah’dır. Bu özelliğinden dolayı ‘Rabb’ kelimesi, Allah’tan başka varlıklar için, bir şeye izafe edilmeden tek kullanılamaz.
Bu hitap Efendimizedir ﷺ. Ama kastedilen ümmetidir. Ümmetin şüphe etmekten men edilmesi, bunun zıddı olan yakini ve kalp mutmainliğini elde etmelerini emirdir.
Bu hitabın peygambere yöneltilmesi, bütün ümmetini karşı koymaktan şiddetle sakındırmak ve özellikle kıble işini bir daha takviye etmek içindir.
‘Bahsi geçen kimselerin, senin hak peygamber olduğunu bildikleri ve inad edip bunu gizledikleri hususunda şüphe etme.’
İnsanın fizyolojik ve psikolojik bütünlüğünü korumada, korku ve şüphe birlikte çalışır. Psikoloji bozulduğunda kaygı, sıkıntı ve korku hissederiz. Şüphe, kaygıyı ve korkuyu arttırır. Bu duygu olumlu yorumlanırsa insana faydalı olur. Hayatta sağlıklı yol alabilmek için belli ölçüde şüphe gereklidir. Efendimiz ﷺ ‘İnsanlara karşı sui zanla kendinizi koruyun’ buyurmuştur.
Kur’ân şüphenin giderilmesini ister. Çünkü hakkında şüphe olan bir konuya tam iman etmek mümkün değildir. Bu da riyaya, nifaka yol açar.
‣ ‘Şüphe, insanı korku ve kaygı duyduğu şeylere karşı diri tutar. Aklı ve savunma duygusunu harekete geçirir. İnsanın yeni sorular sormasına ve kesin doğruyu bulmasına yardımcı olur. Ama insan aklındaki sorulara tatmin edici cevaplar bulamazsa yaşadığı belirsizlik ve zihin bulanıklığı artar. Her şeyden şüphe eden, hiçbir şeye inanmayan insan ayağını dayayacağı sağlam zemini kaybeder.
İnsan her şeyi beş duyuyla algılayarak inanma sınırları içinde tutarsa bir müddet sonra eliyle tutup gözüyle görmediği şeylere inanmaz hale gelir. Her şeyden vazgeçer. Oysa sezgisel inanma, aklın ve duyuların tam bulamadığı şeyleri kalbin hissederek inanmasıdır. Ve şüpheyi yenmede önemlidir.
‣ Şüphe insanı sinsi sinsi kemiren korkunç bir hastalıktır. Şüphe duyulan konuların üzerine gidilip sorun ortadan kaldırılmazsa, hezeyan halini alabilir. Hastalığa dönüşür. Vücutlarında kalp hastalıkları, tiroit, kistler artar. Çok fazla stres hormonu salgıladıkları için iltihaplanmalar olur.
‣ Şüphe insanda katılık, ruhunda sıkıntı ve beceriksizlik hasıl eder. Şüpheci kişiler bedeni işlerden hep kaçmak isterler, yorgunluk getiren işlerden nefret ederler. Hiç iş yapmadan yorgundurlar. Dikkatleri zayıflar, hafızaları dumura uğrar. Tek yapabildikleri başkalarını tenkit etmektir. Bir türlü hüzün ve kederden kurtulamazlar.
‣ Şüphe yaşayan kişiler alıngandır. Olayları kendine kötülük yapılacağı şeklinde değerlendirirler. Görüşleri gerçek olmaz. Konuşmayı sevmez daha çok dinler, çünkü sözlerinin kendine karşı kullanılacağından korkarlar. Kenarda durur, konuşmaktan çok soru sorarlar. Her olaya ‘Neden? Niçin?’ sorularıyla yaklaşırlar. Kimseye güvenmediği için insanlarla sırlarını paylaşmazlar. Herkesi dost ve düşman olarak ayırır, devamlı tehdit algılaması içinde olduğundan öfkelidirler.
Şüphe duygusuyla mücadele etmenin yolu her düşünceyi akıl süzgecinden geçirmektir.’ N. Tarhan
الحَقُّ مِنْ رَبِّكَ Bu hak manaya tevfik Allah’tandır. Hakka yol bulmak ancak hak iledir.
1- ألْحَقُّ kelimesi mahzuf mübtedanın haberidir. Yani, ‘هُوَ ألْحَقُّ / O haktır’ takdirindedir. مِنْ رَبِّكَ’nin ikinci haber veya hal olması mümkündür.
ألْحَقُّ kelimesinin mübteda, مِنْ رَبِكّ ifadesinin haber olması da caizdir. Hz. Ali (r.a), bundan önce geçen, لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ ifadesindeki, ألْحَقَّ kelimesinden bedel olmak üzere bu kelimeyi, ألْحَقُّ مِنْ رَبِكَّ şeklinde nasb ile okumuştur. Buna göre mana, ‘Onlar senin Rabbinden olan hakkı (gerçeği) de gizlerler’ şeklinde olur.
2- ألْحَقُّ kelimesindeki elif lam:
˗ Ahd (belli bir hakkı göstermek) içindir. Bununla, Hz. Peygamberin ﷺ üzerinde bulunduğu hakka veya ‘Onlar hakkı gizlerler’ ifadesindeki hakka işaret edilmiştir.
˗ Bu, cins içindir. ‘Hak ancak Allah’dan gelir, başkasından değil’ demektir.
˗ Hak’tan maksat kıble yönü de olabilir.
˗ Hak; Hz. Muhammed’dir ﷺ.
• Âyette şüpheye vesile olanlar zemmedilirken şüpheye düşenler de çifte tekitle (nunu müşeddede ile) uyarılıyor. (İdmaç)
• مِنْ harfi cerinin anlamlarından biri de ibtida (başlangıç)dır. Yani; Rabbinden gelen her bilgi, her bildiri şüphe götürmez derecede haktır. Kökü sabit, dalları semaya yükselen, her yıl meyvesini veren şecere-i tayyibedir. Alemlerin sahibinden bütün âleme gelen kesin ferman, kati hüccet ve manevi tüm hastalıklara, dertlere dermandır. “Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?” (Nisa, 122)
• رمى Şüphe ve karıştırma anlamında Arapça bir kelimedir. Hukukta şüphe; sabit olup olmadığı kesinlik kazanmayan ortada şeydir. Şüphe, had ve kısas cezalarını düşürür.
‘Mümterîn / Şüpheciler’ kelimesinin masdarı olan ‘İmtira’ رمى fiilinin iftial babına girmiş halidir. Bu fiilin mücerredi bulunmaz, ancak iftial babı ile gelir.