152- Öyle ise siz beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin.
Yüce Mevlamız önceki âyette eğitimden, öğretimden, tezkiyeden ve kainatın ustası Resûlü’s Sakaleyn’den bahsetti. Bu âyette de öğrendiğimizle amel etmemizi teşvik etmek üzere ‘Beni zikredin’ buyuruyor.
Zikir lügatta; anmak, hatırlamak, gündemde tutmak, unutmamak, şükretmek, tanımak, tesbih, Kur’ân okumak... gibi birçok manalara gelir.
Cenâb-ı Hakk’ın bizden istediği zikir; O’nu hiçbir an unutmadan, yapılan her işte O’nun gösterdiği kanun-u ilâhiye uymaktır. O’nu daima gündemde tutmak, emir ve yasaklar çerçevesinde, haddi aşmadan gösterdiği Sırat-ı Müstakim’de yürümek, askerin parolasını unutmadığı gibi, Mevlasının güzel isimlerini hiç unutmamakla olur.
Tıpkı Efendimiz ﷺ gibi ağzı dualı olmak, mubah işlerinde bile Allah’ın yadını lisanı pakından düşürmemektir. O; yatarken, kalkarken, aynaya bakarken, elbisesini giyerken, çıkarırken, sefere giderken, birini yolcu ederken, hayatın her safhasında birbirinden güzel dualar hediye etmiş bizlere. Bu demek oluyor ki Efendimiz ﷺ ne işle meşgul olursa olsun Rabbini unutmamış, işlerine O’nunla başlayıp, O’nunla bitirmiş. “Beni anın” emrini en güzel şekilde yerine getirmiş. Rabbi de O’nu Kur’ân’da özel ismiyle ve güzel sıfatlarıyla, ismine, ömrüne yemin ederek anmış. Ona salat ettiğini bildirmiş ve bütün mü’minleri de salavata teşvik etmiş. O’nu ezanlarda, hutbelerde, namazlarda, iman şehadetinde anmış. Adını adıyla, arşın sütunlarına nakşetmiş. O’na tabi olanı seveceğini, affa mazhar kılacağını vaad etmiştir. Çünkü seven sevdiğini çok anar. Anmaktan bitimsiz zevk duyar.
Hadde, sayıya gelmeyen bitimsiz nimetler bahş eden yüce Rabbimiz bu güzel nimetlerin teminatı, tetmimi, devamı için şükretmemizi, elden gitmemesi için de nankörlük etmememizi emir buyuruyor.
Zikir kelimesinin manalarından biri de; şükür olmakla beraber, tekrar şükrün zikri tekit ve teyit için gelmiş. Görevin önemini kavrayalım, balı yağa katar gibi zikre şükür katalım.
Şükür, kalpte minnet, güven duygularını geliştirir, muhabbet tohumunu canlandırır. Rabbinden razı eder. Rabbinden razı olan kendiyle barışık olur. Kendiyle barışık olan âlemle barışık olur, gönlü hoş olur. Derunundaki bu güzellik çehresine yansır, güler yüzlü olur, lisanına yansır, tatlı dilli olur. Çevresine güven verir, sever, sevilir. Allah’a şakir, kullara müteşekkir olduğundan nimetleri artar. İki cihanda mesut, bahtiyar olur.
Allahu Teâlâ, âyette biz kullarını iki şeyle mükellef tutmuştur: Birisi zikir, diğeri şükürdür.
Zikir dille, kalble veya bedenle olur.
‣ Dil ile zikir, Allahu Teâlâ’yı en güzel isimleriyle anmak, hamd etmek, tesbih ve tenzih etmek, Kitab’ını okumak ve dua etmektir.
‣ Kalb ile zikir, gönülden anmaktır ki, üç çeşittir:
1- Allah’ın varlığını gösteren delilleri düşünmek, şüpheleri atarak Allah’ın isim ve sıfatlarını tefekkür etmektir.
2- Allah’ın hükümlerini, kulluk vazifelerimizi, emir ve yasakları, Allah’ın vaadini, tehdidini düşünmektir.
3- Maddi-manevi varlıkları, bunlardaki yaratılış sırlarını düşünmekle zerrenin kutsal âleme bir ayna olduğunu görmektir. Bu aynaya gereği gibi bakanlara, o âlemin nurları yansır. Bu müşahede zevkinin bir göz kırpacak kadar süren parıltısı bile dünyalara değer. Bu zikir makamının hiç sonu yoktur. Bu noktada insan kendinden ve dünyadan geçer, bütün hisleri Hakk’a bağlanır. Efendimiz ﷺ: ‘Benim Allah ile bir vaktim vardır ki o vakitte bana ne mukarreb bir melek ne de bir peygamber hiçbiri yanaşamaz’ buyurmuştur.
‣ Bedenle zikir: Azaların görevli bulundukları vazife ile meşgul olması, yasaklanan şeylerden uzak olmasıdır.
Şükür de bu mertebelerden her biriyle yerine getirilir. Ancak bunların şükür olması için, şükreden kimsenin nimeti hissetmesi ve bunları o nimete karşılık olarak yapması şarttır. Zikir ise, nimete bağlı olmaksızın muhabbetin, aşkın eseridir.
Burada şükrün, zikre atıfla bağlanması, ‘atfü’l-hâs ale’l-âmme’ özel bir şeyi daha genel olana bağlamaktır. Fakat her ikisi de nimetten sonra söylendiğinden tefsir atfı olmuştur.
Her ilerleme adımında zikir başlangıç, şükür bir sonuçtur. Bunlar daima peşi peşine birbirlerini takip ederler.
‘Beni anın’ emri, ‘Beni, taâtımı yerine getirerek anın’ manasındadır. Allahu Teâlâ, bütün taâtlar bunun içine girsin diye böyle mücmel bırakmıştır.
Zikir, Allahu Teâlâ’nın zatına taalluk etmez. Bu nedenle ‘Beni zikredin’ demek, azametimi, sıfatlarımı, senamı zikredin, demektir.
‘Ben de sizi zikredeyim’ buyruğunun manası; Allah’ın mükâfat vermesi, medhü sena etmesi, rızâsını bildirmesi, lütufta bulunması, ikramlarını yağdırması, hayır kapılarını açması, saadete eriştirmesi ve bir makam vermesidir.
Ayrıca şu anlama da gelir: Sizi zikredeyim yani yeryüzünde ve Mele-i âla’da, insanların sizden razı olduğumu ve üstünlüğünüzü anlamalarını sağlayacak bir bilgi yaratayım.
Zikir; geçmişte unutulmuş bir şeyi idrak etmek, hatırlamak ve dile getirmektir. Allahu Teâlâ mecaz yoluyla da olsa unutup hatırlamaktan münezzehtir. Burada ‘أذْكُرْكُمْ / Anayım sizi’ buyurması, kulun anmasına yakın olduğu içindir. (Müşakale)
Allahu Teâlâ, bu zikir çeşitlerinden hangisiyle zikredilirse, O da ona layık bir şekilde kendisini zikredeni, zikredip anacaktır.
Bu ifade, yüzden fazla müfessirin açıklamasından derlenen, şu anlamlara gelir:
‣ Beni itaatla zikredin, ben de sizi rahmetimle, sevabımla zikredeyim.
‣ Beni dua ile zikredin, ben de sizi duanızı kabul ile atâ ve ihsanla zikredeyim. “Bana dua ediniz ki, duanızı kabul edeyim.” (Ğâfir, 60).
‣ Beni övgü ve itaatla zikredin, ben de sizi övgü ve nimetle zikredeyim.
‣ Beni dünyada zikredin, ben de sizi ahirette zikredeyim.
‣ Beni gizli yerlerde zikredin, ben de sizi açık sahralarda zikredeyim.
‣ Beni refahınız, rahatınız zamanında zikredin, ben de sizi bela ve musibete uğradığınız zaman zikredeyim.
‣ Beni ibadetle zikredin, ben de sizi yardımla, mağfiretle zikredeyim.
‣ Beni, benim yolumda cihadla zikredin, ben de sizi hidâyetimle zikredeyim.
‣ Beni doğruluk ve samimiyetle zikredin, ben de sizi kurtuluş ve size tahsis ettiğim şeyleri artırmakla zikredeyim.
‣ Beni önceden ilâhlığımı kabul ile zikredin, ben de sizi sonunda rahmet ve kulluğa kabul ile zikredeyim.
‣ Beni şükürle zikredin, ben de sizi nimeti arttırmakla zikredeyim.
‣ Siz beni yeryüzünde zikredin, ben sizi yer altında zikredeyim.
‣ Tevhid ve imanla zikredin, ben de sizi cennet ve derecelerle zikredeyim.
‣ Beni teslim ve tefviz ile zikredin, ben de sizi ıslah ve ihtiyar ile zikredeyim.
‣ Beni şevkle, muhabbetle zikredin ben de sizi vusûl ve yakınlıkla zikredeyim.
‣ Beni yönelen bir kalple zikredin, ben de sizi afvu mağfiretle zikredeyim.
‣ Beni sual ile zikredin, ben de sizi bağış ile zikredeyim.
‣ Beni gafletsiz zikredin, ben de sizi mühletsiz zikredeyim.
‣ Siz beni nedametle zikredin, ben sizi kerem ile zikredeyim.
‣ Siz beni mazeretle zikredin, ben sizi mağfiretle zikredeyim.
‣ Siz beni iradeyle zikredin ben sizi ifadeyle zikredeyim.
‣ Siz beni mahviyetle zikredin ben sizi faziletle zikredeyim.
‣ Siz beni ihlasla zikredin ben sizi kalbinizle zikredeyim.
‣ Beni iftikarla zikredin ben de sizi iktidarla zikredeyim.
‣ Beni yokluk ve istiğfarla zikredin ben de sizi mağfiret ve rahmetimle zikredeyim.
‣ Beni İslâm ile zikredin ben de sizi ikramlarla zikredeyim.
‣ Beni kalbinizle zikredin ben de sizi taaccübü kaldırmak ile zikredeyim.
‣ Siz beni fani zikirle zikredin ben de sizi baki zikirle zikredeyim.
‣ Siz beni yalvararak zikredin ben sizi efdal ile zikredeyim.
‣ Siz beni yönelerek zikredin ben de sizi bağış ve afla zikredeyim.
‣ Siz beni itirafla zikredin ben de sizi günahınızı silmekle zikredeyim. ‣ Siz beni sırrın safasıyla zikredin, ben sizi halis iyiliklerle zikredeyim. ‣ Siz beni sıdkla zikredin ben sizi rıfk ile zikredeyim.
‣ Siz beni saf olarak zikredin ben sizi af ile zikredeyim.
‣ Siz beni tazimle zikredin ben sizi ikramla zikredeyim.
‣ Siz beni tekbirle zikredin ben sizi tathirle zikredeyim.
‣ Siz beni hamd ve temcid ile zikredin ben sizi mezidle zikredeyim. ‣ Siz beni münacatla zikredin ben sizi necatla zikredeyim.
‣ Siz beni cefayı terk ile zikredin ben sizi vefayı muhafaza ile zikredeyim.
‣ Siz beni hatayı terk ile zikredin ben sizi hıfzımla zikredeyim.
‣ Siz beni cehdu gayretle zikredin ben sizi nimeti tamamlamakla zikredeyim.
‣ Siz nerede olursanız beni zikredin ben nerede isem sizi zikredeyim.
‣ Siz beni devamlı bana meyletmek ve sadık, tam bir teveccühle anın ki ben de sizi Rahmani nefha ve ruhani esintilerimle zikredeyim.
Allah’ın kulu zikretmesi gerçekleşince kul tamamen o nurda erir, gider.
Kulluğun başı zikir, sonu ise şükürdür. Zikir, mârifet ve bilgi ile; şükür de nimet ile mütenasiptir. Halbuki Allah’ın mahiyetini hakkıyla bilmek, bu fani âlemde kullar için mümkün değildir. ‘Seni gerçek mahiyetinle bilip tanıyamadık.’
Allah’ın nimetleri de sonsuzdur. Mesela sadece her bir nefeste iki şükür vâciptir. Bu durumda şükrü hakkıyla eda etmek de mümkün değildir. ‘Sana layık olduğun şekilde kulluk yapamadık.’
Demek ki bu ilâhî hitap karşısında ilk duyulan şey acizlik ve yaratıcının kudretine teslim olma arzusudur. İman ve İslâm’ın başı bu anlayıştır. En güzel zikir de ‘Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur’ kelime-i tevhididir.
Bu teslimiyetin gereği de, bu acizlik içinde kulluğunu en güzel şekilde yerine getirmek için yalnız Allah’tan yardım dileyip en iyi şekilde gayret sarf etmektir. İşte bu, şükrün kendisidir.
Şu halde her mü’min: ‘Beni zikrediniz!’ emri karşısında acizliğini hissedip “Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz” (Fâtiha, 4) diyerek yardım isteyecektir. Bunun için bu âyetin ardından ‘Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin’ buyurulmuştur.
Zikir anmak, hatırlamak, uyarmak, öğüt, şan, şeref... anlamlarına gelir. Kur’ân’ın ve Tevrat’ın da adıdır. Zikir asıl itibariyle anılana karşı kalbin dikkatli ve uyanık bulunmasıdır. Dil ile anmaya zikir denmesi, kalbi zikre delalet ettiği içindir. Ancak dil ile söyleme hakkında daha çok kullanıldığından artık ‘zikir’ denince akla lisani zikir gelir.
Namaz, oruç, hac gibi ibâdetlerin temel taşı Allah’ı zikirdir. Allah’ı anmak en büyük ibâdettir. (Ankebut, 45)
Allah’ın kulu anması, kulun Allah’ı anmasından büyüktür. Bir kudsî hadiste: ‘Kulum Beni zikrettiği zaman Beni nasıl sanıyorsa Ben öyleyim, onunla beraberim. Kulum Beni kendi içinde zikrederse Ben de onu kendi nefsimde zikrederim. Beni cemaat içerisinde zikrederse Ben de onu daha hayırlı bir cemaat içerisinde zikrederim. Bana bir karış yaklaşırsa Ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse Ben ona koşarak giderim’ buyurulmuştur.
Ancak Allah’ın, kulu anması için kulun Allah’a yönelmesi, O’nu anması gerekir.
Tabduk Emre, bir gün müridlerine ‘Bugün hepiniz dağa çıkınız ve
bana çiçeklerden bir demet getiriniz. En güzel demeti hazırlayana
bir hediyem olacak’ der. Dervişlerin hepsi kırlara çıkarlar. Demet
demet çiçekler toplayıp şeyhlerinin yanına gelirler. Yunus, en sona
kalmıştır ve elinde sadece tek bir papatya vardır. Şeyhi, bunun se-
bebini sorduğunda Yunus şöyle der:
- Şeyhim, her yeri dolaştım. Hangi çiçeğe varsam Allah’ı zikreder
buldum. Hiç birini koparamadım. Biraz sonra bir papatya bana ses-
lendi. ‘Gel derviş Yunus, benim kellemi kopar. Zira ben bugün Allah’ı
zikirden gafil oldum. Ölmek bana haktır.’ İşte ben de onu getirdim.
‘İhsanımı ve yanınızdaki nimetleri inkar etmeyin. Nankörlük yapmayın.’
‘شَكَرَ’ fiili لِ harfi ceri ile ‘Onun için teşekkür etti’ manasına gelir. Kendisinin bir ihsan, iyilik ve nimetine itibar edilip sena için yapılan bir şükürdür. Ama yalnız ‘شَكَرَهُ’ şeklinde harfi cersiz gelirse ‘Ona teşekkür etti’ demek olur. Yani fiillerine, ihsan ve nimetlerine iltifat edilmeden, bizzat zatına yapılan bir şükürdür. Bu nedenle ‘شَكَرَ لهَُ / Onun için şükretti’ cümlesinden daha beliğdir.
Allahu Teâlâ kullarının kendisini ve nimetlerini idrak etmekte kusurlarını bildiği için; burada ‘وَاشْكُرُوا لِي / Ve benim için şükredin’ buyurdu. ‘وَاشْكُرُوا ني / bana şükredin’ buyurmadı.
Şükür sözlükte; karşılığını vermek, devenin memesinin sütle dolması, ağacın küçük filizler sürmesi, bulutun dolu olması, cimriliği bırakıp cömert olmak, yağmurun şiddetlenmesi, rüzgarın yağmuru getirmesi, minnettar olmak, müteşekkir olmak, hamd etmek, tebcil etmek ve büyütmek... anlamlarına gelir.
Şükür iki nevidir: Mün’im’e şükür, nimete şükür.
‣ Nimete şükür de iki nevidir:
Zahir nimet, bedeni sıhhat, hislerin selameti, maldır. Bunun şükrü her birini münasip şekilde taâta kullanıp masiyete kullanmamaktır.
Batınî nimet, “Allah’ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır” (Lokman, 20) âyetinde işaret edilen, kalplere gelen varidattır. Onun şükrü, murakabeye devamı muhafaza etmektir.
‣ Mün’im’e şükür: Nimeti vereni görmek ve Mün’im’e kulluğa muvaffak olmayı da O’ndan bilmek, varlığını O’nun varlığına bezletmek, O’nun varlığını sena etmek ve ziyadeyi talebi terk etmektir. Zira O’nun has kullarına lütfu sonsuzdur. “Allah’ın nimetini saymak isteseniz sayamazsınız.” (Nahl, 18)
Nankörlük ve inkar, küfür kavramı ile ifade edilir, bunlar birbirine yakın iki kötü davranıştır. Nankörlük inkarın bir alt basamağıdır. Nankörlük ve inkarın psikolojisi aynıdır.
Âyet-i kerimede yer alan üç ana konu, nankörlüğü neyin önleyeceğini gösterir: Allah’ı anan (Allah’ı gündemde tutan, kanunu ilâhiye ayak uyduran) ve O’na şükreden, nankör olmaz.
Âyette ilk olarak Allah’ı anma, ikinci olarak da O’na şükretme emredilmiştir. Bu iki olumlu emrin sonunda ‘Bana nankörlük etmeyin’ nehyinin gelmesi işari olarak şunu gösterir: Bir günah, ancak olumlu iki davranışla ortadan kaldırılabilir. Kötülükle ancak onun iki katı iyilik yapılarak mücadele edilebilir.
Olumlu davranışlar olmadan, olumsuzlar kovulamaz. Vücudun hastalanmaması için aşı yapılması gerektiği gibi, insanın nankör olmaması için de zikir, şükür ve fikir aşıları yapılmalıdır. Bunlarla kulun bağışıklık sistemi nankörlük hastalığına karşı canlı kalır.
Eğer sadece ‘Bana şükredin’ denseydi, bir kere şükreden veya tek bir nimete şükreden kişi, şükrü yerine getirdiğini düşünürdü. Eğer sadece ‘Bana nankörlük etmeyin’ buyursaydı, o zaman da sadece kötü fiilden nehyedildiğini, güzel amellere teşvik etmediğini anlardı. Allah bu yanlış tevehhümü izale etmek için, ikisini bir araya topladı. ‘Bana nankörlük etmeyin’ emri ile şükrü terk etmenin nankörlük olduğunu tembih etti.
Âyet-i kerimede ‘وَلاَ تَكْفُرُونِ / Ve bana nankörlük etmeyin’ şeklinde harfi cersiz geldi. وَلاَ تَكْفُرُو لِي / Ve benim için nankörlük etmeyin’ buyurulmadı. Çünkü Allah’ı inkar etmek için kullanılan ‘كَفرَ’ fiiliyle nankörlük etmek nehyedildi.
Bunun sebebi, nankörlüğün yanında Allahu Teâlâ’yı inkar etmenin büyük bir kabahat olduğunu tembih içindir. Çünkü küfranı nimet, bazen kişiden giderilir, ama Allah ı inkar etmek böyle değildir.
Bu âyet aynı zamanda muhabbeti emreder. Çünkü şükür, zikir kabilindendir. ‘Bana nankörlük etmeyin’ cümlesi de nankörlüğü nehyederken aslında şükrü emretmektedir. Şükür de zikir olduğundan neticede burada zikir emri üç kere tekrarlanmıştır. Üç sayısı ise çokluğun ilk basamağıdır, çok zikirle emretmek de muhabbeti emretmektir. Nitekim Hz. Aişe şöyle demiştir: ‘Kişi bir şeyi çok severse onu çok anar.’ Yani ‘Siz beni anın, ben de sizi anayım’ ifadesi ‘Siz beni sevin ben de sizi seveyim’ demektir.
‘Şükrün mahalli kalptir; Allah’ın emirlerini yasaklarını, hükümlerine, takdirine gönülden razı olmaktır.’
‘Şükrün mikyası dörttür.
1- Nimeti verenin kadrü kıymetini bilmek
2- Verilen nimeti O’nun yolunda kullanmak
3- Verilen nimetle yetinip kanaat etmek
4- Verilen nimeti paylaşmak.’
فاَذْكُرُونِي Burada kulun Allah’ı zikri Allah’ın kulunu zikri neticesidir. Bu da iki vecihtir:
Hakk’ın kuluna ‘Beni anın’ kavliyle hitabı envar vücuda gelmeden ezeli kelamı ile onları anmasıdır. Hakikatte hitap ilm-i kadiminde zikredenleredir. Şu an zikredenler o hitabın muhataplarıdır, gafiller değil. Onların zikri, ezelde Allah’ın onları zikrinin neticesidir.
Allah ‘Beni anın’ kavlinde zikri fa-i takiple emretti. Bunda takdim tehir sanatı var.
‘Ben sizi zikrediyorum, siz de beni zikredin.’ Maide, 119’da ‘Allah onlardan razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır’ buyrulduğu gibi. Zira kulların ondan razı olması, O’nun razı olmasının neticesidir. Maide 54’te ‘O onları sever, onlar da O’nu severler’ buyrulduğu gibi.
Zakirin de, zikrin de mertebeleri vardır: Lisanın zikri, erkanın zikri, zikrin nefs, zikru’l kalp, zikri ruh, zikri sır.
Zikri lisan: Kendi ihtiyarı ile ‘Sizi zikredeyim’ kavlini ikrar etmektir.
Zikri erkan: ‘Sizi zikredeyim’ kavlinin taâtını kerem ile istimal etmektir.
Zikru’n nefs: Emir ve nehiylere teslimiyet iledir. Nitekim Allahu Teâlâ ‘Beni teslim ile zikredin. Ben de sizi İslâm nuru ile zikredeyim’ buyurmuştur.
Zikri kalp: Ahlâk-ı zemimeyi değiştirip, kerim ahlâk hasıl edinmektir. ‘Beni ahlâk ile zikredin, ben de sizi istiğrakla zikredeyim.’
Ruhun zikri: Tefrit ve muhabbetle beni zikredin ben de sizi tevhid ve kurbetle zikredeyim.
Sırrın zikri: Varlıktan geçip fani olarak beni zikredin. Ben de şuhud ve bekaya nail ederek zikredeyim.
Kudsi Hadiste; ‘Beni nefsinde zikrederse ben de onu zatımda zikrederim’ buyurdu. Bu, zikr-i hakikidir. Zakiri mezkur kılar, mezkuru da zakir. Bilakis zakir-mezkur bir olur.
“Mülk bugün kimindir? Bir ve Kahhar olan Allah’ındır.” (Mü’min, 16) Şöyle demişlerdir:
Kelebek gibi nefsini şamdanın ziyasına tebdil eder. Şamdanın ateşiyle şulelenir. Şamdanla kelebek arasını temyiz edemezsin. Şamdanı talep etsen kelebeği, kelebeği talep etsen şamdanı bulursun. Bu kelebekle şamdanın hali şu kudsi hadisin tahakkukudur: “Kul bana nafilelerle yaklaşırsa onu severim. Sevdiğim zaman onun gözü, kulağı, lisanı, eli olurum. Benimle duyar, benimle görür, benimle konuşur, benimle tutar.” Zakiri zikirle mükâfatlandırmak bu ümmete mahsus fazilettir.
Şükrün edası Hz. Davut gibi olur. ‘İlâhi sana nasıl şükredeyim. Benim şükrüm de senin indinde bir nimettir’ deyince Cenâb-ı Hakk vahyedip ‘Şimdi nimetime şükrettin’ buyurdu.
• Bu âyet-i kerime, 151. âyetten tefridir. Zikir ve şükür emri, anlatılan bu nimetlere ف ile atfedilmiştir. Yani, ‘Size bu nimetleri verdim ve Ben size zikrimi emrediyorum.’
• Zikir, hakikat manasıyla Allah ﷻ için muhaldir. ‘فاَذْكُرُونِي أذْكُرْكُمْ’ kavlinde ‘ذَكَرَ’ iki vecih üzeredir:
1- فاَذْكُرُونِي Zikir Allah’ın ﷻ zatına taalluk etmez. Takdiri: ‘Azametimi, sıfatlarımı, senamı, emir ve nehyleri veya nimetlerimi, hamde layık fiillerimi zikredin’ demektir. Bu, dal bil iktizanın takdiriyledir. Fiilin mefulleri hazfolmuştur.
2- أذْكُرْكُم mecazdır. Yani size dünyada nimet, nusret ve inayeti artırarak, ahirette sevap ve dereceleri yükselterek, kendisinden gafil olunmayan kimsenin muamelesiyle muamele edeyim.
Veya mele-i alada, insanların bilmediği şeyleri yaratırım, yeryüzünde ise sizi üstün kılar ve sizden razı olurum.
•Zikir; geçmişte unutulmuş bir şeyi idrak etmek, hatırlamak ve dile getirmektir. Allahu Teâlâ mecaz yoluyla da olsa unutup hatırlamaktan münezzehtir. Burada ‘أذْكُرْكُم / Anayım sizi’ buyurması, kulun anmasına yakın olduğu içindir. (Müşakale)
• شَكَرَ ’nin ‘lam’ ile tadiyeti daha fasihtir. Bu lam ‘Lam-ı tebliğ’ ve ‘Lam-ı tebyin’ diye isimlendirilir.
• وَلَا تَكْفُرُونِ Küfranı nimetten nehiydir. Küfrün mertebeleri vardır: En kötüsü nimeti açıkça inkar etmektir. Ondan sonra onu gizlemek gelir. Ondan sonra gafletle nimete şükretmemek gelir. Bu mertebelerin en aşağısıdır. Kasıtsız olarak yapılan da, küfranı nimette bulunmaktan tarizdir.