153- Ey iman edenler sabır ve namaz ile yardım isteyin. Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.
Rabbimiz önceki âyette en mümtaz nimetlerini saydıktan sonra bizi zikre, şükre davet edip nankör olmamamızı tembih etti. Bu âyette de bu ilâhi buyruğu yerine getirebilmek için gereken donanımı bize bildiriyor.
Zikretmek için sevgi, sevgi için mârifetullah, şükretmek için rızâ, tevekkül, nankör olmamak için Mün’im’in ve nimetin kadr-u kıymetini bilmek gerek. Bütün bunlar için yoğun bir çabanın ve ilâhi yardımın imdada yetişmesi lazım gelir. İşte Rabbimiz bizi buna davet ediyor.
İnsanın doğasında acelecilik eğilimi vardır. Sabrı eğitimle öğrenir, ya da yaşadıkları onu sabrı öğrenmeye mecbur eder. Daha çocuk yaşta sabır eğitimi verilmesi onun dürüst olmasına da vesile olacaktır. Sabır bütün güzel ahlâkların temelidir.
Sabrı; ‘Değiştirilemeyecek olanı kabullenmektir’ diye tarif etmişlerdir. Sabrın yıpranmaması için ona ümit duygusu eklemelidir. Sabretmeyen kimseler genellikle ümitsizliğe, karamsarlığa yatkındır. İşte âyette ‘Sabır ve namazla yardım isteyin’ buyrulması, engelleri aşıp menzile ulaşmakta mü’mine en büyük yardımcıdır. Efendimiz ﷺ ‘Anlayamıyorum’ diye yakınan sahabesine, ‘Elinden yardım iste (yaz)’ buyurmuştur.
Âyetin ilk cümlesi fiili dua, ikinci cümlesi kavli duadır. Önce tarlayı hazır hale getirip tohum atmak, sonra da çıkması için el açıp dua etmek gibi.
İmanın iki yarısı olan sabır ve şükür, iki cihan saadetinin anahtarıdır. Hayata baktığımızda zirve insanların başarısının gayret, tevekkül ve ümitle olduğunu görüyoruz. Hangi sahada olursa olsun çalışan, sabreden büyük ölçüde idealine ulaşıyor, muradına eriyor.
Anlatıldığına göre iki kurbağa bir süt kabına düşerler. Biri çıkmaktan ümidini kesip kendini ölüme terk ederken diğeri kurtulma ümidiyle zıplıyor, zıplıyor bir de bakıyor ki sütün içinde bir topak yağ oluşmuş. Üstüne basıp süt kabından çıkmayı başarıyor.
Âyette buyrulduğu gibi, “حَبْلٍ مِنَ اللهِّٰ وَحَبْلٍ مِنَ الناَّسِ ” (Âl-i İmran, 112)
İpin bir ucu bizim elimizde, diğer ucu Mevlamızda. Biz sabır, gayret, ümit ve dua ile kader ipinin bir ucundan yapışırsak Kerim olan Allah ﷻ dualara icabet, gayretlere ödül olsun diye, diğer ucundan tutacaktır. “Allah’ın ipine sımsıkı yapışın” (Âl-i İmran, 103) âyeti tecelli edecektir.
Çünkü eğitilmemiş bir nefse zikir de, şükür de zor gelir. Nefis mazeret gölgesinde, gaflet siperi altında yan gelip yatmayı, tembelliği sever. Sabra kendini zorlamaz ki; şükür, zikir ehli olsun. Efendimiz ﷺ bu gerçeği ‘Allahım bana sabır ehlinin şükrünü nasip eyle’ duasıyla tarif etmiştir.
İnsan bir şeyi elde etmek için ne kadar yorulur, ne kadar tahammül ederse o şeyin kıymetini o kadar bilir. Bir sanatkârın günlerce uğraşıp ortaya çıkardığı muhteşem eseri çöpe atması ne mümkün?
Cenâb-ı Hakk sabrın kıymetini anlatırken “Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir” buyuruyor. Yüce Allah biriyle beraber olursa o kişinin sırtı yere gelir mi? O daima koruyan, kollayan, ihsan eden Kerim Rabbinin himayesinde, O’na dayanmış, O’na güvenmiş bir bahtiyardır.
Allahu Teâlâ, ibâdetleri yerine getirmede destekleyici olduğu için, sabır ve namazı yardım isteme vesilesi yapmıştır. Bu âyet mü’minlerin taâtlerine hastır. Manası: Allah’a taât, sabırlı olmak, bütün emirlerine teslimiyet ve namazla yardım isteyin ki duanıza icabet etsin. Hacetlerinizi yerine getirsin.
Sabretmek, namazdan önce zikredildi. Çünkü kalbi kötü düşüncelerden temizlemek, namaza başlayıp kalbi süslemeden önce gelir, sabır işidir. Bundan dolayı kelime-i tevhidde ‘La ilâhe illallah’ derken önce nefiy kelimesi geldi.
İbadet çeşitlerinden yalnız namazı zikretti;
‣ Çünkü hitap bütün mü’minleredir. Bütün mü’minlerin üzerinde ortak olduğu farz, günahları işlememeye sabretmek, kendini tutmak ve namaz kılmaktır (Tağlib). Zekat, dinen zengin sayılan kişilere farzdır. Hac, nisaba malik olmakla beraber gücü yetenlere farzdır. Oruç ise zaten sabrın içine dahildir.
‣ Çünkü namazda Allah’ın kitabı okunur, dünya zevkleri terk edilir, âhiret ve cennet nimetleri hatırlanır.
Bu âyetteki ‘الصَّبْر’ kelimesinin ‘elif lâmı’ ahd-i hâricî ise oruç veya cihadda sebat kastedilmiştir. Fakat cins içinse, oruç ve cihad ile beraber diğer sabır çeşitlerini de içine alır. İmandan sonra sabır, ilâhî yardımın ilk celbedilme yoludur.
Namazlarda yardım istemek; sevap yardımı ve namazda okunanlarla yardım ki o da taâtin fazlını bilmek, emirlere imtisale yardım istemektir. Namazın tam huşu, inkıyad ve ihlâs ile yapılması, kişinin bütün kalbini namaza ve okuduğu âyetlere vermesi, vaadi ve vaidi; tergibi ve terhibi tefekkür etmesi gerekir. Namazda bu yolu tutan, diğer ibâdetlerin zorluğuna katlanma hususunda nefsini hazır hale getirmiştir. Rabbimiz, “Şüphesiz namaz her türlü çirkinlik ve kötülükten (insanı) alıkoyar” (Ankebut, 45) buyurmuştur. Bundan ötürü, hayırlı kimseler, başlarına musibet geldiğinde namaza sığınmışlardır. Peygamberimiz ﷺ güç bir işle karşılaştığında, bazı mühim işlerin keşfini talepte namaza koşardı.
Eğer sıkıntılar yoğunlaşır, süre uzar, ortada yardımcı güç bulunmazsa, sabır zayıflayıp tükenebilir. Bundan dolayı, yüce Allah burada namaz ile sabrı yan yana getirmiştir. Çünkü namaz, kurumaz bir kaynak, bitmez bir azıktır. O, güç kaynaklarını yeniler ve kalbe enerji yükler. Onun sayesinde sabır ipi uzar ve kopmaz bir sağlamlık kazanır. Sonra da sabra hoşnutluk, şevk, gönül huzuru, güven duygusu ve azim ekler.
İslâm, bir ibadet sistemidir. İbadetlerde pek çok sırlar saklıdır. İbadetin sırlarından biri; ruhun ve kalbin cilâsı oluşudur. Ne zaman ağır bir yükümlülük ile karşı karşıya gelsek namaz, bu yükümlülüğü tatlılıkla, neşe ile ve kolaylıkla karşılamamızı sağlayan bir kalp anahtarıdır.
Sabır; nefsi, Allah rızâsı için, hoşa gitmeyen şeylere zorlamaktır.
Güçlükleri sırtlanmaya ve sızlanmamaya alıştırdığı için mühimdir. Kim, nefsine ve kalbine böyle boyun eğdirirse, ona ibâdetleri yapmak, taâtların sıkıntılarına katlanmak ve yasaklardan kaçınmak kolay gelir.
Ölümlü, zayıf insanın, karşılaştığı zorluklar sınırlı gücünün kapasitesini aşınca en büyük güç kaynağı yüce Allah ile ilişki kurmalı, O’ndan yardım istemelidir. Ne zaman?
‣ Gizli-açık şer güçler ile karşı karşıya kalınca..
‣ İhtirasları ve arzuları arasında doğru yolda ilerlemenin sıkıntısı ağır bir baskıya dönüşünce...
‣ Azgınlıklara ve fesad girişimlerine karşı verdiği mücadelenin altında ezilmeye yüz tuttukça...
‣ Sınırlı ömrüne göre aşacağı yolun ve ulaşacağı hedefin uzakta olduğunu anladıktan sonra akşam vaktinin eşiğinde olmasına rağmen henüz hiçbir yere varamadığını fark edince...
‣ Kötülüğün yayılıp güçlendiğini, buna karşılık iyiliğin gitgide zayıfladığını görünce...
İşte böylesine zor durumlarda namazın değeri ortaya çıkar. Namaz; ölümlü insan ile yüce Allah arasındaki doğrudan ilişkidir... Namaz; tek başına kalmış bir damlacığın hiç kurumayan gür bir su kaynağı ile buluşma vaktidir... Namaz; yakıcı çöl sıcağında serin bir meltem, bir ilkbahar yağmuru, bir ağaç gölgesidir... Namaz; yorgun ve kırık kalplere yönelik şefkatli bir okşayıştır... Böyle olduğu içindir ki, Peygamberimiz sıkıntılı anlarında Hz. Bilâl’e; ‘Ey Bilâl, bize onun (namaz) aracılığı ile nefes aldır’ buyururdu.
Allah’ın, yüce amellere karşı azimetlerinin zayıflığını bildiği için Beni İsrail’e “Sabır ve namazla yardım isteyin, gerçi bu huşu sahipleri dışındakilere ağır bir iştir” (Bakara, 45) buyurması, Müslümanlara, diğer milletlere zorlaştırılan amellerin kolaylaştırıldığına, Allah’ın ﷻ onları müstesna kıldığı huşu sahipleri olduklarına imadır.
Kim şükrün edasına kıyam ile küfranı terk ederse ve şükürden aciz olduğuna inanırsa şükrün edasına sabırla yardım diler.
Ruhun düzelmesinin, bedenin intizama girmesinin, sabır ve vakarın, ruhî ve bedenî her vazifenin, dünya ve ahiretle ilgili her olgunluğun düzenleyicisi, kişisel ve sosyal her özelliği içine alan, ümmet teşkilatının en birinci ve en esaslı belirtisi bulunan namaz, imanın en büyük güçlendiricisi, bütün ibadetlerin ve amellerin başıdır. Mü’minlerin miracı, âlemlerin Rabbine beden ve candan durumlarını arz etmek sûretiyle niyazları, zikir ve şükrü içine alan bir ibadet olduğu için, ilâhî yardımı en yakın celbetme yoludur.
Kıblenin taşıdığı önem de öncelikle bunun içindir. Namaz, sabır gibi sade bir vasıta değil, Allah’a kavuşmak için en büyük bir zevk gayesidir. Bu sayede tüm mâsivadan çıkılır, acılar, kederler silinir. Kul ile mabud buluşma meclisinde beraber olur.
Sabır bedene en zor gelen batıni amellerden, namaz bedene en ağır gelen zahiri amellerdendir.
Efendimiz ﷺ: ‘Namaz göz aydınlığım kılındı’ buyurmuş, en büyük zevk ve sevincin namazda hasıl olduğunu göstermiştir.
Gönülden gelen bir arzu ile hem bedenen, hem de ruhen kılınan bir namaz bedenimizi tanzim eder, organlarımızın faaliyetlerini normale çevirir; her iki dünyamızla ilgili görevlerimizi bize en uygun ve kısa yoldan öğretir. Sosyal hayatın derin manasını, ferdin cemiyetle olan ilişkisini gönüllere işler. Bütün ibâdetlere öncülük eder. Kul ile Allah arasındaki perdeleri kaldırır; kulu Allah ile konuşturur.
Kişiyle şirk arasında namazın terki vardır. Müslim
Kim emredildiği şekilde (mükemmel olarak) abdestini alır, emredildiği şekilde namazını kılarsa, önceden yapmış olduğu günahları affolur. Buhari, Müslim
Peygamber Efendimizin ﷺ namaz kılışı öylesine muhteşemdi ki, onu tasvir etmekten insanlar aciz kalırdı.
Namaz vakti girince öyle bir hâle girerdi ki, Hz. Aişe (r.anha) Validemiz, şöyle demekten kendini alamamıştır:
- Resûlullah ﷺ ile konuşurduk. O bize bir şeyler anlatır, biz de ona bir şeyler anlatırdık. Namaz vakti geldi mi,
Allah’ın kudret ve azametiyle meşgul olmaktan, sanki o bizi tanımaz, biz de onu tanımazdık. İbadetimiz bizi
kendi dünyamızdan alır götürür, uhrevî atmosfer içine girerdik.
Bir sahabe de, Resûlullah’ın namaz kılışını şöyle anlatır:
- Hz. Peygamber namaza başladığı zaman, çevresinde bulunanlar onun göğsünden, kaynayan buhar kazanının
fokurtularına benzeyen bir fokurtu işitirlerdi. O öyle bir namaz kılardı ki, görenler şaşırırdı. Namazda iken ayakta,
rükûda ve secdede o kadar uzun dururdu ki, sanki vefat etti sanırlar, heyecanlanırlardı. Bazen ayakta iken Fatiha’dan
sonra 47 sayfa olan Bakara Sûresi’ni okur, hatta peşinden Âl-i İmran ve Nisa sûrelerini de ekleyerek bunu 103 sayfaya
çıkardığı olurdu. Rükû ve secdede uzun uzun dualar eder, her gece ayağı şişinceye kadar namaz kılardı.
Çünkü, namaz kılmaktan başta ruhanî ve kalbî olmak üzere bütün duygularıyla zevk ve lezzet alır, büyük bir huzur duyardı.
Namazda hissettiklerini ifade etmek için ashabına şöyle derdi:
– Sizin yemek yemekten, su içmekten, muamele-i zevciyeden aldığınız lezzeti, ben namazdan alırım.
‘Onlara yardım eder ve razı olur. Onlar Allah’ın dinini diğer dinler üzerine izhar ederler. Allah kiminle beraber olursa o galiptir.’
‘Allah sabredenler ile beraberdir; onları destekler, kendilerine direnme gücü verir, güçlerini arttırır, onlara yoldaş olur, koyuldukları yolda kendilerini yalnız bırakmaz, onları sınırlı enerjileri ve yetersiz güçleri ile baş başa bırakmaz’. Aksine, azıkları bitince kendilerine takviye azık gönderir, yolları uzayınca azimlerini yeniler.
‘Allah sabredenlerle beraberdir.’ Çünkü sabredenler, asla onun zikrinden gafil olmazlar. Ama sabırdan uzak olanların kalpleri, boş şeyler ile meşgul olup Allah’ı zikretmekten gafildir. Boş şeyler ile oyalanan bir kalp, bütün dünya kendisinin de olsa, yine de dünyanın keder, üzüntü ve tasaları ile doludur.
Sadece ‘مَعَ الصَّابِرِينَ / Sabırlılarla beraberdir’ denildi, ‘Namaz kılanlarla beraberdir’ denilmedi. Çünkü namaz, sabırdan daha şerefli bir iştir. Sabır bazen namazdan ayrılabilir ama namaz asla sabırdan ayrılmaz. Yani namaz aynı zamanda sabırdır, bunun için sabredenler zikredildi. Allah sabredenlerle beraber olduğu zaman namaz kılanlar ile de beraberdir.
Allahu Teâlâ, kullarına, kendine itaatte sabır ve namaz ile yardım istediklerinde, onların muvaffakiyetini, tevfikini ve lütuflarını artıracağını vaad etmiştir.
Sosyal ve ruhi problemlerden, nankörlük psikolojisinden kurtulmak için sabır ve niyaz şarttır.
‘Allah sabredenlerle beraberdir’ ifadesi, Âl-i İmran, 146’da şöyle geçmektedir: ‘Allah sabredenleri sever.’
Demek ki beraberlik, sevgi iledir. Allah’ın sevgisini kazanmak, beraberliğini kazanmaktır. Sevgi olmadan beraberlik olmaz.
O’nun en güzel isimlerinden biri de ‘Sabûr’ ism-i şerifidir. Her kimde sabır varsa onda Allah’ın kudretinden bir tecelli kokusu vardır. Hele bu sabırlı kimseler bir araya gelip bir cemaat olurlarsa her halde Allah’ın yardımına ererler. “Sizden yüz sabırlı olursa iki yüze galip gelir.” (Enfal, 65) Allah onların daima dostu ve velisidir. Bu beraberliği göstermeyen, gizleyen şey ise o sabırlı kimselerin dağınık bulunmalarıdır.
Yakınlık ve beraberlik ifade eden مَعَ kelimesi çoğunlukla kendisine tabi olunanın başına gelir. Buna göre; ‘Allah sabredenlerin beraberindedir’ buyurulmasında Allah’ın, kullarına şeref bahşetmesindeki yüceliği gösteren büyük bir incelik vardır.
Ebû’s Suud, bu inceliği şöyle açıklar: ‘Sabırlı olmaya gerçekten girişenler, sabırlı kimseler cemaatidir. Bu bakımdan bunlar, kendilerine uyulan kimseler olarak gösterilmiş oluyorlar.’
Mü’minin durumu takdiri şayandır, niye olmasın ki; onun her işi hayırdır ve bu da mü’minden başkası için müyesser değildir. O neşe ve sevinç ifade eden bir duruma mazhar olunca şükreder, bu onun için hayır olur; herhangi bir sıkıntıya maruz kaldığında sabreder, bu da yine onun için hayır olur. Müslim
Allah’tan kula yardım, rızkı kadar; sabır da, musibetin derecesine göre gelir.
İstediğin zaman, Allah’tan iste; yardım dilediğinde, Allah’tan yardım dile. Bil ki zafer, sabır iledir; ferahlık, sıkıntı iledir; kolaylık güçlük iledir. Ahmed ibn Hanbel
Kendisine, baş ağrısı veya ezâ eden bir diken veya benzeri bir şey isâbet eden bir mü’min yoktur ki, bu sebeple Allah onun derecesini artırmasın ve buna günahını keffâret kılmasın. Buhari
Hz. Eyyûb ağır bir bedeni hastalığa müptela olduğunda,
zevcesi Rahime Hâtun, geçimlerini temin için şehirdeki
hanımlara iplik bükmekteydi. Bir ara efendisine:
– Sen bir peygambersin! Allahu Teâlâ’dan sıhhat ve âfiyet
istesen de bu dertleri senden alsa! deyince Eyyûb (a.s):
– Sıhhat ve âfiyetle geçen günlerimiz ne kadardı? diye sordu.
Rahime Hâtun:
– Seksen yıl idi, dedi. Bunun üzerine Hz. Eyyûb:
– Ey Rahime! Şiddet ve belâ zamanı sıhhat ve safâ süresi ka-
dar olmadan Cenâb-ı Mevlâ’ya şikâyet etmekten hayâ ederim.
Allahu Teâlâ, bizlere nimetler verirken râzı oluyoruz da,
O’ndan gelen belâlara niçin sabretmeyelim? dedi.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلَاةِ Sabır kalp ameli, namaz beden amelidir. İkisi şükrü oluşturur. (Sebe, 13. âyetinde belirtildiği gibi, “Ey Davûd ailesi, şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır.”) Resûlullah’ın ﷺ hali de böyleydi. Kıyamda ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Kendisine ‘Allah senin geçmiş gelecek günahlarını bağışlamışken böyle amel ediyorsun’ denildiğinde ‘Ben şükreden bir kul olmayayım mı?’ buyurmuştur. Allah salat ve sabrı gerçek şükre tayin etmiştir.
• Âyet-i kerime büyük, önemli bir haberi bildirdiğinden nida harfiyle başlamıştır. Muhataba korku verecek şeyin ansızın gelmesinden önce, nefisleri kabule alıştıracak ifadeyle başlaması, büyük haberlerin şanındandır.
• Kelama, ‘sabırla yardım dileyin’ diye başlaması, bunu büyük bir durumun ve şiddetli bir belanın takip edeceğini bildirir, cihada hazırlar. Beraat-ı istihlaldir. Bunun Bedir Gazvesi’ne hazırlık olması da uygundur.
‘Namaz ve sabırla yardım isteyin’, tevşidir. Yardım istemenin nasıl olacağını iki şeyle açıklamıştır.
Sabır ve namazla yardım isteyin, cümlesinde ‘ب’ harf-i cerinin beraberlik anlamı istiare-i tebaiyedir. Nasıl ki yardım kurumundan yardım alacak olan ihtiyaçlı kişi yanındaki evrakı ile gelir, aksi halde yardımı alamaz. Cenâb-ı Hakk’tan yardım istemeye çalışırken de, sabır ve namaz kartının yanımızda olması gerekir. Bu aynı zamanda kavli dua ile fiili duanın imtizacıdır.
• اِنَّ اللهَ مَعَ الصَّابِرِينَ cümlesi, emre imtisal edip, ona hazırlananın sabredenler gurubundan olacağını müjdeler. Talil manasında tezyildir.
Allah’ın ﷻ kuluyla beraber olması, istiaredir. Çünkü ‘مَعَ’ aslında mekan zarfıdır. Manevi yakınlık, maddi yakınlığa benzetilmiştir.
Müstearun Minh: Maddi yakınlık
Müstearun Leh: Manevi yakınlık
Cami: Yardım, sevgi, iletişim, şefkat, merhamet...
• Bu cümle aynı zamanda lazım-melzum alakasıyla mecazı mürseldir.
Lazım; yakındır, melzum; yakınlığın gereğini yapar.