Sureler

Göster

Bakara Sûresi 154. Ayet

وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتٌ ۚ بَلْ أَحْيَاءٌ وَلَٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ

154- Allah yolunda canını feda etmiş olanlar hakkında ‘ölüler’ demeyin; bilakis onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz.

 

Yüce Allah insanoğluna kendi ruhundan ruh vermiştir. Onun için ölüm bir geçit ve bir berzahtır. O, dirilmek için ölür. Sur üfürülünce kabrinden kalkar. Bu; imanın altıncı şartıdır, ‘Ve’l ba’sü bade’l mevt’ diye tabir olunur.

İnsan ceset ve ruhtan müteşekkil olduğundan ölünce ruh makamına gider, ceset kabirde kalır, çürür.

Yalnız kuyruk sokumunda ‘Acbu’z zeneb’ denen, mercimek kadar bir parça asla yok olmaz. Cenâb-ı Hakk diriliş günü gökten su indirerek kulları bu tohumdan tekrar yaratır. Fakat Cenâb-ı Hakk’ın yaratması, yaşatması türlü türlüdür. “De ki: ‘Onu ilk defa inşa eden (Yaratan), ona hayat verecek. Ve O, bütün yaratışları en iyi bilendir.” (Yasin, 79)

Bazı mübarek insanlar ibadet, taât ve feyz-i ilâhi ile nuranileşerek bedenlerini ruha katmışlardır. Efendimizin ﷺ hem bedeni hem ruhu ile miraç etmesi bunun en büyük delilidir.

Allah’ın bu sevgili kulları diğer insanlar gibi ölmez, bedenleri çürümez. Toprak onların bedenlerine kıyamaz. Onlar bizim anlayamayacağımız bir hayatla diridirler. Allahu Teâlâ onların ruhlarına, kendi bedenlerine benzer ruhani bir beden giydirir. Dünyada bazı durumlarda tasarrufları olur. Savaşlarda yardıma gelirler. Mezarcılar, türbedarlar bazı saf kullar bu konuda hatıralarını anlatırlar.

Hz. Hamza’nın kabri değiştirildiğinde cesedinden taze kan damlamıştır. Müşahede edenler, müsle edilen azalarının yerli yerinde durduğunu görmüşlerdir.

Konuyu bir başka açıdan ele alırsak, ölmek bir anlamda fonksiyonunu kaybetmek demektir. Hani hıyanet gördüğü kimseye karşı ‘O benim gözümde öldü’ derler ya. Ya da uzun zaman arayıp sormayan, gelip gitmeyen birine ‘Sen hayatta mıydın?’ demek gibi. Veya sevgisinden, hürmetinden dolayı iradesini iradesinde yok eden kimsenin ‘Senin için ölürüm, kurbanın olayım’ demesi hep bu asla dayanır.

İnsan dünyada defter-i âmâline sevap yazdırıp iki cihanda özellikle de ebedi hayatta bahtiyar olmak ister. Bunu da ancak Rabbine kulluk, Rabbini tanımak, O’nun rızâsını, sevgisini kazanmakla elde edebilir. Ömrünü bu güzel gayelere sarf eden, Allah yolunda olan kimse, kesilmeyen ameller işleyerek de fonksiyonunu yitirmemiş olur.

Bu kimse ukbaya irtihal etmiş olsa da sevapları, hayırları devam eder. Kendisinden iyilik görenler, onu rahmet ve duayla anarlar. Eserleri yeryüzünde, sevgisi gönüllerde yaşar. Hele de kullukta kemal dereceye ulaşıp Allah dostluğunu kazandıysa derecesine göre görev verilir ve o görevi icra eder. Hatta hayattakinden daha aktif hale gelir. Kınından çıkmış kılıç gibi keskin ve tesirlidir.

Bir şehit hanımının hiç yemek yemeden yaşadığı hükümdarın kulağına gider. Onu hiç yemek vermeden hapseder. Kadının hiç etkilenmediğini görünce bunun hikmetini sorar. O da rüyasında, şehit beyinin kendisine üzüm ikram ettiğini onu yedikten sonra hiç açlık hissetmediğini söyler.
 

Olay 1974 yılında yapılan Kıbrıs Harekatı'nda yaşanmış. Savaş sırasında bir gün, bizim askerlerden birinin yanına bir başka Mehmetçik gelmiş. Biraz hoşbeşten sonra, ailesine ulaştırması için ona bir mektup vermiş. Bizimki, 'Kardeşim savaştayız. Kimin ne olacağı belli değil ki. Belki sen gidersin de, ben kalırım' demesine rağmen, diğer asker ise sürekli, 'Hayır sen gideceksin, ben kalacağım,' demiş. Sonunda başa çıkamayınca mektubu götüreceğine söz vermiş. Bir daha o askeri görmemiş. Bir süre sonra da olayı unutmuş.

Savaştan yıllar sonra, askerlikle ilgili eşyalarını karıştırırken bir anda eline o mektup geçmiş. Verdiği sözü tutamamanın rahatsızlığıyla hemen mektuptaki adrese doğru yola çıkmış. Giderken de, 'Döndüyse kendisini görürüm, şehit olduysa ailesine başsağlığı dileyip mektubu veririm' diye aklından geçiriyormuş.

Sonunda evi bulup kapıyı çalmış. Kapıyı açan yaşlı teyzeye, Kıbrıs'ta birlikte savaştıkları oğullarından bir mektup getirdiğini, kendisiyle görüşmek istediğini söylemiş. Kadın şaşkınlık içinde adamı içeri buyur edip kocasının yanına götürmüş. Yaşlı adam olayı dinledikten sonra, 'İyi de evladım, bizim Kıbrıs'ta savaşan bir oğlumuz yok ki' demiş. Ardından diğer odaya gitmiş ve elinde bir fotoğrafla geri dönmüş, 'Sana mektubu veren bu muydu?' diye sormuş. Kıbrıs gazisi 'Evet, işte bu askerdi. Ama Kıbrıs'ta savaşan oğlunuz yok demiştiniz' demiş. Anne gözyaşlarına boğulmuş. Baba ise başını sallayıp üzüntüyle, 'Evet bu bizim oğlumuz. Ancak Kıbrıs'ta değil, yıllar önce Kore'de şehit oldu.'
 

‣ ‘Onlar şu anda diridirler.’ Allahu Teâlâ sanki onları, sevaplarını ulaştırmak için diriltmiştir. Bu âyet, itaat edenler kabirlerinde bulundukları halde, sevabların kendilerine ulaştığına delildir. Hayatın var olması için bünye şart değildir. Allahu Teâlâ’nın, bütün unsur ve zerreleri bir araya getirmeye, birleştirmeye ihtiyaç duymaksızın, bu zerrelerden her birinde hayatı tekrar yaratması imkânsız değildir.

‣ ‘Onları ölüler olarak isimlendirmeyiniz, onlar hakkında, ‘diri şehitler’ deyiniz.’

‣ ‘Onları diğer ölüler seviyesinde görmeyiniz.’

‣ ‘Ey müslümanlar, Allah yolunda şehid olanlara müşriklerin dediğini söylemeyiniz. Onlar dalâletle ölü değil, bilakis taât ve hidâyetle dinde diridirler. Fakat müşrikler, Hz. Muhammed’in dini üzere öldürülenlerin, dini bakımdan diri olduklarını, Rablerinden bir hidâyet ve ömür üzere olduklarını bilemezler.’

‣ Müşrikler şöyle diyorlardı: ‘Muhammed’in arkadaşları hayatlarını heba ederek, bu dünyadan hiçbir şey elde edemeden çıkıyor ve bir hiç uğruna ömürlerini tüketiyorlar.’ Onlar, âhireti inkâr eden ‘Dehriyye’ itikadına bağlı oldukları veya ahirete inanıp Hz. Muhammed ﷺ’in nübüvvetini inkâr ettikleri için, bu sözü söylediler.

Cenâb-ı Hakk da, ‘Müşriklerin, onlar ölüdürler, diriltilmeyecekler, dünyada katlandıkları sıkıntıların faydasını da göremeyecekler, demesi gibi demeyin. Bilin ki onlar diridir, diriltilecek ve cennette kendilerine mükâfatlar verilecek, deyiniz’ buyurmuştur.

‣ Cisimleri ölü olsa da Allah katında diridirler, cisimleri nimetlenir.

‣ Onlar zikirden kesilerek indallah ölü ve ecri kesilmiş değildir.

‣ احياء kelimesi, ‘onlar diriltilecektir’ anlamına da gelir.

''Fakat siz farkında değilsiniz.''

وَلَٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ cümlesinde, onların hayatının cismani olmayıp, dıştan anlaşılabilecek bir şey olmadığına işaret vardır. Şehitlerin hali ruhani bir iştir, akılla anlaşılamaz. Ancak vahiy ile öğrenilebilir.

Ruhların lezzetlenmesi, cismani hisler vasıtasıyladır. Ruh cesetten ayrılınca nimetlere ulaşıp lezzetlenmesi için cennete münasip beden verilmiştir. Ruh; kendi cevherleri ile kaimdir, bedene muğayir ve farklıdır, ölmez, idrak sahibidir.

Ruhani hayat, lezzet ve elemleri idrak etme hususunda, hayvani hayata tabi olup onunla müşterektir. Şehitlerin ruhani hayat ile hususileşmesi Allah’a ﷻ yakınlıkları iledir. Allah onlara verdiği keramet, ihsan ve güzellikleri ziyade etmektedir. Onların mertebesine ulaşamayan kişi onların durumunu anlayamaz.

Âyet, dirilik ve ölüme farklı bir mana yüklemektedir. Bir kimsenin Allah uğrunda can vermesi, öldüğü anlamına gelmez. Ölü ya da diri olmayı belirleyen, canın çıkması değil, kişinin hangi amaç uğruna can verdiğidir. Allah uğruna hayatını veren insan, aslında diridir.

Fi sebilillah

‘Allah yolu’ cihaddır. Çünkü bu sevaba ve Allah’ın rahmetine sebeptir.

Âyet-i kerime bize, canımızı ne uğruna vermemiz gerektiğini öğretip; insanın uğruna can verdiği şeye göre derece kazanacağına işaret eder. Kişinin mücadelesi niyetine göre değerlendirilir.

Ayrıca âyet, insanlık şerefini ayakta tutan değerleri savunmaya teşvik etmektedir. Dünyada iken, iyiden yana tavır koyup ölenler, bizim farkında olmadığımız bir hayatı yaşayan dirilerdir. Ölene ölümsüzlük kazandıran bu şerefli mücadele, insanlığa da can vermektedir.

‘Allah’ın yolu’ İslâm dininden istiaredir. Yol insanın ulaşmak istediği yere götüren sebeptir. Allah’a ulaşmanın sebebi de, İslâm’ın hükümlerine uymak, emir ve yasakları yerine getirmektir.

Şehitler ölmez.

Şehid; gerçeğin tanığı olan rabbânî âlim demektir. Allah yolunda öldürülen insan da bu mertebeye yükseldiği için şehid sıfatını kazanır.

Şehid, davasına başını koyacak kadar şehâdet eden kişi demektir. Şehid davasının dirilişi için, başkalarının dirilişi için canını fedâ eden kişidir. Bu yüzden onlardan ‘ölüler’ diye söz etmek doğru değildir.

Onları ne somut olarak ve ne de duygusal planda ölü saymak yerinde değildir. Onun içindir ki şehidler ölüler gibi yıkanmazlar. Yıkanmak, ölünün cesedini temizlemek demektir. Onlar zaten temiz oldukları için yıkanmazlar. Cenaze namazları da kılınmaz, çünkü onlar ölmemişlerdir. Kefenleri şehidlik elbiseleridir. Yaşarken giydikleri elbiseleri ölürlerken de giyerler. Zira onlar öldükten sonra da yaşarlar. Diridirler, yakınlarını diriltirler.

Onlar zahirde, gözün gördüğüne göre öldürüldüler. Fakat hayatta olmanın, diriliğin başta gelen belirtisi etkinlik, büyüme-gelişme ve sürekliliktir. Ölümün başta gelen belirtisi ise pasiflik, durgunluk-donukluk ve kesintidir. Allah yolunda öldürülenlerin, uğrunda öldürüldükleri hak davayı destekleme konusundaki etkinlikleri bitmemiştir, devam etmektedir.

Uğrunda can verdikleri düşünce onların kanları ile sulanarak süreklilik kazanır. Bu fedakâr insanlar ölümü seçmekle kendilerinden sonra gelecek olanları devamlı bir etki altında bırakırlar. Hayatı yönlendirme konusunda aktif ve etkin olmakta devam ederler ki, hayatta olmanın başta gelen niteliği budur.

Allah yolunda öldürülenler, amellerin en güzelini yapmış, her şeyden aziz ve tatlı canlarını, Allah yolunda feda etmişlerdir. Yüce Allah, yoluna can feda eden bu insanları, iyi kullarının arasına katacak, en yüksek mânevi derecelere çıkaracak, cennet bahçelerinde yaşatacak; huzurunda, akla ve hayale gelmeyecek nimetlere erdirecektir.

Hasan Basri’ye göre, şehitlerin diri oluşlarından maksat, dünyadaki dirilik gibi değildir. Çünkü ruh cesedden ayrılmıştır. Bu, mana âlemine has başka bir diriliktir. Allah’ın latif sıfatından akıp gelen rızıklar onların ruhuna arzedilir. Her an huzur ve rahat içindedirler.

Şehitlerin Rableri katında hakikî bir hayatları vardır. Bu hayat daimidir; elemsiz ve kedersizdir. Şehitler, berzah hayatı ile diridirler, orada nimetlenirler. Çünkü onların cisimleri, melekler gibi latiftir.

Berzah âleminde sıddıklara, şehitlere ve salihlere verilen her nimet hayalidir. Yine cehennemliklerin berzahta gördükleri her acı da hayalidir.

Ölüp berzah âlemine göç eden insan, uykudan uyanan kişi gibi olur. Dünya hayatı ona bir uyku gibi gelir. Berzah âlemi de, ayrı bir uykudur. Gerçek uyanma, berzahtan sonra Sur’a üflenince olacaktır.

Ölümden sonra berzahta ruhlar manevi azap veya nimet görürler. Meyyitin ölümden sonra berzah âleminde görmüş olduğu yiyecek içecek, zevk ve sefa; kişinin uyurken rüyasında yediği yiyecek, içecek ve diğer zevklere benzemektedir. Berzah âlemindeki nimet rüyadaki nimete müsavidir. Ta dirilip cesetlerine iade edilinceye kadar böyledir. Ruhlar cesetlere intikal ettiği zaman ise, nimet ve azaplar hissi ve cismani olacaktır.

Şehitlerin ruhları cennette uçuşan yeşil kuşların kursaklarındadır. Cennete giren hiç kimse tekrar yeryüzüne dönmek istemez, ancak şehitler müstesna, onlar şehitliğin üstün mertebesini, Allah katındaki kurbiyetlerini gördükçe tekrar dünyaya dönmek, Allah yolunda savaşıp tekrar şehit olmak isteyeceklerdir.

Şehit ruhlarının meskeni Sidre-i Müntaha’da, Cennetü’l Me’va'dadır.

‘Kardeşleriniz vurulunca Allah onların ruhlarını yeşil birer kuş şekline koydu. Cennetin nehirlerine gelir, meyvelerinden yer, Arşın gölgesi altındaki altın kandillere konarlar. Yediklerinin, içtiklerinin ve istirahatlerinin güzelliğini görünce: ‘Bizim sağ olup cennette rızıklandığımızı kardeşlerimize kim duyuracak ki onlar cihaddan yüz çevirmesin; savaştan dönmesinler’ dediler. Yüce Allah ‘Ben sizin yerinize duyurayım’ dedi ve şu âyeti indirdi: “Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayınız, hayır onlar diridirler, Rableri indinde rızıklanmaktadırlar.” (Âl-i İmran, 169) Hadis-i Şerif
 

     Şehit tahtında Rabbe gülümser
     Ah binlerce canım olsaydı der

 

Sebeb-i Nüzulü

Kâfirler ve münafıklar, ‘İnsanlar, hiçbir faydası olmaksızın sırf Muhammed’in rızâsını kazanmak için kendilerini öldürüyorlar’ dediklerinde bu âyet-i kerime nazil oldu.

Ya da bu âyet Bedir şehidleri hakkında nazil olmuştur. O gün altısı muhacirlerden, sekizi ensardan on dört müslüman şehit olmuştu. Muhacirlerden olanlar: ‘Ubâde b. el-Hars b. Abdul-Muttalib, Ömer b. Ebî Vakkas, Zü’ş-Şimâleyn, Amr b. Nufeyle, Âmir b. Bekr ve Mihca b. Abdullah. Ensardan olanlar: Sa’id b. Hayseme, Kays b. Abdu’l-Münzir, Zeyd b. el-Hars, Temim b. el-Hümâm, Râü b. el-Muallâ, Hâlise b. Surâka, Muavviz b. Afra ve Avf b. Afra.

Sahabe-i Kiram ‘Falanca öldü, falanca öldü’ diyorlardı. Cenâb-ı Allah, o şehidler hakkında, ‘öldüler’ denilmesini nehyetti.

 

Te’vilâtı’n Necmiyye’den...

وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتٌ En büyük cihat olan nefisle mücahede ehlini ölü saymayın. Onlar fena fillah olarak Allah yolunda celâlullah kılıcıyla şehit olmuşlardır.

بَلْ أَحْيَاءٌ Vücut vasıflarında fani olanlar mucitlerinin vasıflarıyla diridirler.

Kimin fenası Allah ile olursa bekası da Allah yolu ile olur. Bazı kere onları Celal sıfatının tecelli şartıyla fani kılar.

Bazen de cemal lütuflarının nefhası ile diriltir. Onlar cemal bahçelerinde ırmak-bahçe arasında serbestçe dolaşırlar. وَلَٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ Lakin siz onların hallerini anlamaz ve muttali olamazsınız.’

 

Belagat

• لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ cümlesinde gaye, Müslümanları savaşın şiddetlerine sabra hazırlamak ve onlara şehadeti sevdirmektir. Bu sebeple yakın gelecekte vuku bulacağını hissettirerek muzari sigasıyla gelmiştir.

• بَلْ nehyedilenin içeriğini iptal eden idrap harfidir. Takdir şöyledir:  بَلْ هُمْ أحْياَءٌ

• أحْياَءٌ hazfolmuş mübtedanın haberidir. Ve bel-i idrâbiyeden sonra olan kelam müsteneftir. Mübtedanın hazfolup haberin onun yerine gelmesi tacili beşaret (sevinçli haberi hemen vermek) içindir.

• أمْوَاتٌ kelimesi, mahzuf mübtedanın haberi olduğu için merfudur. Takdiri şöyledir: ‘لَا تَقُولُوا هُمْ أَمْوَاتٌ / Onlar ölülerdir demeyin.’

• أحْياَءٌ - أمْوَاتٌ kelimeleri arasında tibak vardır.