155- Sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da can, mal ve ürün eksikliği ile imtihan edeceğiz. Fakat sabredenleri müjdele.
Cenâb-ı Hakk önceki âyette dünya okuluna gelip, sınavlarını kazanıp, ebedi hayatta mutlu olan, Allah yolunun menzile varan yolcularından bahsetmişti. Bu âyet ile de henüz dâr-ı imtihanda olan kimselerin nelerle imtihan olacağını bildirerek ehl-i imtihana ipucu veriyor. Ve dünya hayatının sırf imtihan olduğunu üç tekitle takrir ediyor.
Sakın ha! Dünyaya, zevk, keyif, eğlence, övünme, birbirine hava atma, kibirlenme, dünyalıkta yarış etme, nimetleri nankörce kullanıp başıboş bir ömür geçirmeye gelmediniz. Dünya sorunları, imtihan soruları ile karşı karşıya bulunmaktasınız. Asıl gayeniz, hedefiniz, dersiniz, derdiniz bu sınav olmalı.
Nelerle imtihan olabilirsiniz?
1- Korku ile imtihan. Mahlukatın en muhtaç, en aciz, en zayıf türü olan insan, ihtiyaçlarını yerine getirememekten ve bunun neticesi başına gelen sıkıntılardan korkar.
Bu korku yaşına, cinsiyetine, bulunduğu zaman ve mekana göre farklılık gösterir. Bedeni, kuvveti, aklı, mesuliyeti, yaşı arttıkça korkuları, endişeleri, tedirginlikleri, stres ve bunalımları da artar.
Okulu bitirebilecek miyim, bir mesleğim olacak mı, askerliği bitirebilecek miyim, çeyizimi tamamlayabilecek miyim, sevdiğim biriyle evlenebilecek miyim, ev kirası verebilecek miyim, evim, arabam, işim, evladım olacak mı? Evladımı iyi yetiştirebilecek miyim? Aile bağlarını sapa sağlam tutabilecek miyim? Gönlümce yaşayabilecek miyim? Çocuklarımın tahsilinde ve onları evlendirmede görevimi tam yapabilecek miyim? Acaba torunum olacak mı? Hastalıktan kurtulabilecek miyim? Yaşlanıyorum, bana bakacaklar mı? Ölümüm yaklaştı mı?...v.b.
Bu korkular işin maddi boyutu. Manevi boyutuna gelince korku ve endişeler kalite kazanıyor. Kişinin dindarlık boyutuna göre korkular çeşnilenip derinleşiyor. Gerçek maksadına ulaşıyor:
Acaba Rabbime hakkıyla kulluk yapabiliyor muyum? Gençliğimi, malımı, canımı, her şeyimi O’nun uğrunda feda edebiliyor muyum? Acaba Rabbim benden razı mı, gücenik mi? Bugün Allah için bir şey yaptım mı? Menfaati celp, mazarratı def edebildim mi? İlim, amel, ihlas ve huşunun neresindeyim? Dünyevi ve uhrevi görevlerimi aksatmadan layık-ı vechile yerine getirebiliyor muyum? Allah’ın emir ve yasaklarını tam olarak bilip, yapabiliyor muyum?
Yaptığım işler veya mesleğim İslâmî ölçülere uyuyor mu? Yirmi dört saatten hiç değilse sekiz saatini uhrevi vazifelere ayırabiliyor muyum? İnsanlara iyi davranıp onlarla hoş geçinebiliyor muyum?
Ailemin, komşumun, cemiyet ve cemaatimin hukukuna riayet edebiliyor muyum? Ümmet-i Muhammed’e muhabbetim, yardımım, şefkatim yeterli mi? Saygıda, sevgide kusur ediyor muyum? Ticaret ve alış verişte dürüst müyüm? Mü’minlerin güvenini, sevgisini kazanabiliyor muyum?
Dini bilgilerle aram nasıl? Kitap okumaya, sohbet dinlemeye, mü’minlerle hemhal olmaya yeterince vakit ayırabiliyor muyum? Ana-babaya, akrabaya tavırlarım nasıl? Eşimle iyi geçinebiliyor muyum? Çocuklarımla, dost ve arkadaşlarımla diyaloğum nasıl? Mü’minlere karşı yeterince sevecen, babacan, ilgili ve ünsiyetli miyim? Onların derdini kendi derdim gibi telakki edebiliyor muyum? Nefis, şeytan, dünya gibi düşmanlarımla mücadelem nasıl?
İbadetlerim gün be gün düzeliyor mu, artıyor mu? Eksiklerimi tamamlayabiliyor muyum? Huşuyu, huduyu kazandım mı? Fedakâr mıyım? Rızâ-i ilâhi için ne kadar harcıyor, ne kadar uykusuz kalıyorum? Nefsi müdafaa ettiğim kadar dini müdafaa edebiliyor muyum? Nefsime, aileme harcadığım kadar İslâm’a harcayabiliyor muyum?
‘Ömrünü nerede geçirdin, malını nereden kazandın, nereye harcadın, ne öğrendin, öğrendiğinle ne amel yaptın?’ sorularının cevabını hazırladım mı?
Son nefeste imanla, hüsn-ü hatimeyle gidebilecek miyim? Kabir sualinden, kabir sıkmasından, kabir azabından kurtulabilecek miyim?
Haşir günü hangi sûrette, hangi zümreyle haşrolacağım? Sıratı geçebilecek miyim? Amel defterimi sağımdan alabilecek miyim? Hesabımı tam verebilecek miyim? Cehennemden kurtulup Cennete gidebilecek miyim? Rabbimin cemalini devamlı seyredebilecek miyim?
2- Açlıkla imtihan. Yiyecek bulamayabilirsiniz. Tam karnınızı doyurma imkanınız olmayabilir. Bazı rahatsızlıklar sebebiyle perhiz yapmak zorunda kalabilirsiniz. Kimi zaman bulamazsınız, kimi zaman da bulursunuz ama yiyemezsiniz.
Ya da Me’va cennetine gitmek arzusuyla nefsinizi hevasından alıkoyar, mubahlardan bile sakınırsınız. Farzların yanı sıra bol bol oruç tutar, nefsinize gem vurursunuz.
Veya borcunuz, derdiniz vardır, onu ödeyip kurtulmak için kemerleri sıkar, çeşnileri terk eder, öğünleri azaltırsınız. Yahut bazı hastalıklar sebebiyle kendinizi daima aç hissedersiniz. Ya da dünyadaki aç insanların elemini, vicdan azabını çekersiniz.
Kimi yer de bulamaz, kimi perhiz yiyemez,
Kimi kilo veremez, kim var dertsiz dünyada?
Kimi ezelden sarhoş, kimi konuşur bîhoş,
Kimi karanlık, kimi loş, kim var dertsiz dünyada?
3- Maldan eksilme ile. İnsan mala meyl ettiği için mala ‘Male (meyl etti)’ ismi verilmiştir. Mal sahibi olmak insanı nasıl sevindirirse, malın elden çıkması, azalması, zayi olması da öyle üzer. Yüce Rabbimiz kulun kalbinin büsbütün mala, kesbe, kazanca, paraya, maddeye bağlanmaması için, zaman zaman mali kayıplarla imtihan eder. Ta ki Karun gibi yere batmasın, Firavun gibi göklere kule yapmasın.
Bazen para kazanır, bazen parasız kalır. Bazen alır, bazen satmak zorunda kalır. Bazen büyük kâr eder, bazen iflas eder. Bazen baş tacı yapılır, bazen işten atılır. Bazen parası bol olur, bazen de para uğrunda paralanır.
Bazen sermayesini kaybeder. Bazen maaşı kesilir. Bazen maaşını alamaz. Bazen ucuza satmak zorunda kalır. Bazen mallarına zarar elebilir, yanabilir, yıkılabilir, çalınabilir, hastalıklar için harcanabilir, semavi afetlerden dolayı yok olabilir.
Bazen ortaklarından, patronundan veya işçisinden hile ve aldatmaya maruz kalabilir. Bütün bunlar imtihan dünyasının konularıdır, biri olmazsa diğeri insanın boynuna asılır.
Kimi nasihat almaz, kimisi çok yaramaz
Kimi de namaz kılmaz, kim var dertsiz dünyada?
Kimi düşer bayılır, kimisi geç ayılır,
Kıyılmaz mal kıyılır, Kim var dertsiz dünyada?
4- Candan, nefisten eksilme ile. İnsanın kendi veya evladı sakat kalabilir, sakat doğabilir. Bedeninde, aklında zafiyet olabilir. İç-dış hastalıklara maruz kalabilir.
Görüntüsünü çirkinleştiren bir halde olabilir. Evlenememiş olabilir. Evladı, akrabası, arkadaşı, dostu olmayabilir veya hayırsız olabilir. Ana-babasını küçükken kaybetmiş olabilir.
Nefs-i emmarede kalıp yükselecek amelleri yapamayabilir. Bunalıma girebilir. Nefsinin hatası yüzünden cezalandırılabilir. Can sıkıntısı ve tembelliğin girdabına düşebilir. Vicdan azabı çekebilir.
Kimi ölüye ağlar, kimi asker gün sayar
Kiminde yok hiç ayar, kim var dertsiz dünyada?
Kimi verem, kimi kanser, kiminde mide ülser,
Kiminde kötü tahliller, kim var dertsiz dünyada?
4- Semerelerden, meyvelerden, fayda ve kârlardan eksiklik ile.
‘Semere’ meyve manasına olmakla beraber yapılan bir işten alınan sonuç manasına da gelir. Ziraat yapar, ürün alamaz veya az alır. Ya da semavi bir afetle hüsrana uğrar. Yahut sanatkârdır, sanatından istenilen neticeyi alamaz.
Veya evladı olmaz, gönül meyvesinden mahrum olur. Ya da kız ister oğlan olur, oğlan ister kız olur. Verim alınmayan her şey bir imtihandır, sabır gerekir.
Daha önemlisi ahiretin tarlası olan dünyamıza ilim, irfan, muhabbet tohumlarını saçarken ve onları yetiştirirken yaptığımız hatalar, eksiklikler, amelleri yapamamak, eksik yapmak, ihlas eksikliği, amelleri boşa çıkaracak menfi ameller işlemek manevi kazançlardaki noksanlıklardır.
Bunları telafi etmek için gayret, sebat, azim, sadakat ve sabır gerekir. Onun için âyet-i kerime ‘Sabredenleri müjdele’ diye nihayetleniyor.
Allahu Teâlâ bütün bunların, kendi adalet ve hikmetinin gereği olduğunu beyan etmiştir. Bu nedenle bunlara sabretmek vâcibtir.
Kiminin oğlu olmaz, kimininki çok haylaz, Kiminin hayası az, kim var dertsiz dünyada?
Kimi durmaz çalışır, âlem ile yarışır,
Kimi tembel kırışır, kim var dertsiz dünyada?
Sen misin sade dertli, bunları düşünmeli
Biraz insaf etmeli, kim var dertsiz dünyada? M. Balcı
‘Siz sabır ve namazla Allah’ın yardımını taleb edin. Çünkü biz sizi korku ile, açlık ile mallardan, canlardan ve mahsullerden eksiltme ile imtihan edeceğiz.’
a) Allahu Teâlâ, şeriatlarını tamamlamasının, nimetini tamamlama olduğunu haber vermiştir. Şeriatı tamamlaması şükrü gerektirir. Şer’i hükümleri yerine getirmek de, ancak çeşitli belâ ve meşakkatlere göğüs germekle tahakkuk eder. Bu nedenle şeriatlarını îfâ hususunda da sabrı emretmiştir.
b) Allahu Teâlâ, önce nimet verip şükrü emretmiş, sonra da kişi hem şükredenlerin, hem sabredenlerin derecesini elde etsin diye imtihan edip sabrı emretmiştir. Böylece Hz. Peygamberin ﷺ, ‘İman iki parçadır. Bir parçası sabır, bir parçası da şükürdür’ hadisine göre tamamlanır.
‘كُم / sizi’ hitabının muhatablarının, hicretten sonraki Ashab-ı Kiram olduğu rivâyet edilmiştir.
1- İmtihan gerçekleştiği zaman, insanların nefislerinde ona karşı sabrı iyice yerleştirmek içindir. Böylece daha çok feryad-ü figan etmekten onları uzaklaştırmış ve belâyı onlara kolaylaştırmış olur.
2- İnsan başına böyle belâların geleceğini bildiğinde, endişeleri artar. Artan bu endişe onda hemen imtihan edilme isteğini uyandırır. İşte bu sebeple de daha çok mükâfatı hak eder.
3- Kâfirler, Hz. Muhammed ﷺ ile ashabın dinlerinde son derece sebatlı olduklarını görünce, onların bu dinin sıhhatine inandıkları için onu tercih ettiklerini anlarlar. İslâm dinini daha ciddi düşünürler.
Birine tâbi olanlar önderlerini, sürdürdüğü dâvadan ötürü çok büyük meşakkatler çekmesine rağmen yine de o yolda kararlı görürlerse, ona uymaları da daha etkin olur. Aksine onu refah içinde, zahmetsiz gördüklerinde aynı durum hâsıl olmaz.
4- Allahu Teâlâ’nın, daha olmadan önce, bu imtihanların olacağını bildirmesi gaybtan haber vermedir, mucizedir.
5- Cenâb-ı Hakk, bir imtihan ile kullarını denediği zaman, münafık münafık olmayanlardan ayrılır. Çünkü münafık bu haberi duyduğu zaman, Peygamberden ﷺ uzaklaşır ve dini terk eder.
6) İnsanın belâlar karşısındaki ihlâsı ve Allah’a yönelmesi, o insana dünyanın yöneldiği anlardaki ihlâsından çok daha fazladır.
Cümlenin başındaki ‘lam’ mahzuf yeminin cevabıdır. Yani ‘Vallahi size imtihan ve bela vereceğiz. Belaya sabredip, ilâhi kazaya teslim olacak mısınız?’ demektir. Çünkü bela ve imtihan, mihenk taşı gibidir; insanın nefsinin cevheri onunla ortaya çıkar. ‘Bununla kimin itaatkar, kimin asi olduğu anlaşılır. Bunu size izhar edeceğiz. Yoksa bu bizim bilmediğimiz bir şeyin ortaya çıkması demek değildir. Çünkü biz onların ne ile amel edeceklerini biliyoruz.’
Âyetin başında yer alan imtihan/deneme/sınanma kavramı şimdiki zaman kalıbında kullanılmış, başına da kuvvetlendirici lam harfi getirilmiştir. Bir fiilin şimdiki zaman kipinin başına kuvvetlendirici bir edat gelirse, o fiile üç boyutlu bir anlam kazandırır. Buna göre ‘Elbette sizi imtihan ederiz’ ibaresi, ‘Sizi imtihan ettik, ediyoruz ve edeceğiz’ manasına gelir.
Cenâb-ı Hakk müfred sigasıyla شيئٌ , buyurmuş, cemi sigasıyla, اشياء dememiştir. Eğer ‘Şeylerle’ buyursaydı, sayılan her cins belâdan birçoğunun başa geleceği zannedilirdi. Halbuki âyetin takdiri ‘Şundan az bir şey ile, bundan az bir şey ile..’ şeklindedir.
‘Biraz’ çoğul anlamında tekil bir kelimedir. Yani biraz korku, biraz açlık ile... Daha veciz olmak üzere ikinci sefer bu kelime kullanılmamıştır.
Burada ‘az korku’ buyruldu, çünkü emniyet ve güven zamanları korku zamanına nisbetle binlerce kat daha fazladır.
” Şiddetli korku; kullardan ise, din sebebiyle bütün Arapları karşılarında gördükleri zaman meydana gelen korkudur. Arapların aleyhlerinde bir araya gelip onlara savaş açmalarından duydukları korkudur.
Eğer bu korku Allah’tan olursa, boğulmaktan, yangından, yıldırım vb. şeylerden korkmaktır.
” Açlık, Medine’ye hicretin başlarında gelip çatmıştı. Öyle ki Hz. Peygamber ﷺ, karnına taş bağlamıştı.
Bir gün Hz. Peygamber ﷺ dışarı çıktığında Hz. Ebû Bekir ile karşılaştı. Hz. Ebû Bekr’e, ‘Seni dışarı çıkaran nedir?’ diye sordu, o da, ‘Açlık!’ diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber ﷺ ‘Seni dışarı çıkaran beni de dışarı çıkarmıştır’ dedi.
Açlık; fakirlik sebebiyle olur. Fakirlik bazen, Allah’ın insanların mallarını telef etmesi sûretiyle, bazen de, insanların savaşta yenilip mallarının telef edilmesiyle, kul tarafından meydana gelir.
Fiil kalıbında acıkmak, iştahı olmak, özlemek, mekan olarak tenha olmak, ıssız çöl olmak manalarına gelmektedir.
Yüce Allah bir ülke halkına bol rızık vererek şükredip etmeyeceklerini dener. Bu denemeden geçemeyenler, nankörlüğe başlar. Yüce Allah onlara, nankörlükleri nedeniyle açlık elbisesini giydirir, onları nimeti kısarak imtihan eder.
“Yüce Allah insanı bol rızık vererek imtihan ettiğinde, insan ‘Rabbim bana ikram etti’ der. Onu denemek için rızkını daralttığında ise; bu sefer, ‘Rabbim bana ihanet etti’ der.” (Fecr, 15-16) Böylece insan, imtihanı kaybeder. Bu anlamda Efendimiz ‘كَادَ الْفَقْرُ كُفْرٌ / Neredeyse fakirlik insanı küfre götürecektir’ buyurmuştur.
Açlık, insanı düşman kapısına düşürür; kimi zaman da, doymak için pek çok manevî değerden fedakârlık yaptırır. Açlığın bulunduğu yerde, maneviyatın çökmesi doğaldır.
Bazı insanlar açlık ve fakirlik korkusu ile muhtaçlara yardım etmez; zekat vermez, infak etmez, imtihanı kaybeder. Bazıları da açlık korkusuyla haram lokmayı güzel görür. Aç kalma korkusunu mazeret göstererek, haramdan kazanır ve böylece imtihanı kaybeder.
Bir memlekette bir kimse açlıktan ölse bütün memleket onun katili sayılır. Hadis-i Şerif
” Mallar hususundaki noksanlık, cihada hazırlık için malların infakıyla gerçekleşir, ‘Malların eksilmesi’ genel olarak geçmişse de, daha çok Arapların sahip oldukları hayvanlar kastedilmiştir.
Yüce Allah bir toplumu, vatan topraklarını noksanlaştırmakla imtihan eder. Afetlerle, arazilerini ziraat yapılamaz hale getirir. Taşınır veya taşınmaz mallarını noksanlaştırarak dener. Hırsızlık, yağmalama, sultanın el koyması, iflas edip zarar etme sebebi ile mallar eksilebilir.
Mal bolluğu gibi, mal noksanlığı da bir imtihandır. Ekonomi, toplumun alt yapısını teşkil eder. Ekonomideki sarsıntılar üst yapıyı da sarsar. Mal noksanlaşma imtihanı, ekonominin düzlüğe çıkartılması için çaba gösterilmesinin, işlemeyen çarklarının işletilmesinin ve azalan ekonomik imkanların tekrar artırılması için kaynak oluşturulmasının önemine işaret etmektedir.
” Canlarda noksanlık, düşmanla savaşırken bir kısmının ölmesi veya başka bir sebeple Allah’ın ruhlarını kabzetmesidir. Özellikle hicret sırasında Medine bir sıtma ve veba şehri idi. Daha sonra Efendimizin ﷺ duasıyla havası düzelmiştir.
‘Nefislerin noksanlaştırılması’ hem psikolojik, hem de biyolojik açıdan gerçekleşir. Ruhsal melekeler sağlam bir bedende faaliyetlerini daha iyi yapar.
Gençliğinde psikolojik güçlerini normal olarak kullanan bir insan, ihtiyarladıkça aklı, hafızası, görme ve işitme melekeleri noksanlaşır. Bu da bir imtihan konusudur.
‘Nefislerden eksiltme’ savaş nedeniyle kadınlarından uzak kaldıkları için, doğumların azalmasıyla da gerçekleşir.
Bazı hikmet ehli şöyle demişlerdir: Kim akraba ve yakınlarını kaybetmeye sabrederse, o kişi, kaybettiğinin yerine geçen birine ve yakınlığa kavuşur.
♦ Mahsullerin noksanlaşması, bazen kuraklık, bazen de savaşıldığı için, toprağı işleyememek, bazen de gelen elçilere harcamada bulunmak sûretiyle meydana gelmiştir. Bereketin kalkmasıdır. ‘Meyveler’ genel söylense de asıl kasıt, Hicaz bölgesinin başlıca meyvesi olan hurmadır.
Ürün dendiği zaman, ilk önce akla, ekonomik ürünler gelmektedir. Mesela üzüm asmaları ve meyve ağaçlarının soğuktan donması, kasırgaya, çekirge istilasına uğraması gibi.
‘Semeratî’ kelimesinin kapsamına, kültürel ürünler de girer. Bilgi, felsefe, düşünce, hukuk ve edebiyat ürünlerindeki noksanlaşma, çok ciddi bir imtihan konusudur. Bu imtihanı kazanabilmek için mütefekkir yetiştirmek, bilgiyi teknolojiye çevirmek, sanatın meşru her dalını canlandırıp ürün vermek gerekir.
Sabırla pişer koruk, yerle bir olur doruk,
Sabır, sabır ve sabır; işte Kur’ân’da buyruk. N. Fazıl
İnsanın başına gelen iyi ya da kötü her şey, o anda, geçmişte ve gelecekte olmak üzere üç kısma ayrılır.
Geçmişte olan bir şey hatırına geldiğinde buna zikir ve tezekkür denir. Eğer hatırladığı şey o anda mevcut ise, buna zevk ve vecd denir.
(Vecd denmesi, insanın o anda içinde bulunmasındandır.)
Eğer hatırına gelen şey, istikbalde olacak bir şey olur ve kalbine galib gelirse, buna da intizâr ve tevakkû (bekleme ve umma) denir.
Eğer beklenen şey, kötü bir şey ise, ondan dolayı kalpte bir elem meydana gelir. Buna havf ve işfâk (korku ve endişe) denir. Eğer o beklenen şey, arzu edilen bir şey ise, buna ümit denir.
‣ Korku, fazilete de, rezilete de sebep olabilir. Aşırı ve yersiz korku, insanın hareket alanını ve teşebbüsünü daraltır. Bu nedenle, korkuyu dengelemek gerekir. Allahu Teâlâ korkuyu sadece ‘Takva’ya indirgeyip, diğer korkularından kurtulan insanlara cenneti, siyasi iktidarı vaad etmiştir. “Rabbinin makamından korkana iki cennet vardır.” (Rahman, 46),
“Ve onlardan sonra sizi mutlaka o yerde yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan ve tehdidimden korkan kimselere mahsustur.” (İbrahim, 14)
‣ Korkulan şey, insanın imanını belirleyecek kadar önemlidir: “İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” (Âl-i İmran, 175)
‣ Allah’tan korkma tevhide ve güvene; sahte tanrılardan korkmak ise güvensizliğe götürür. “Ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Siz, Allah’ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım? Şimdi biliyorsanız söyleyin, iki gruptan hangisi güvende olmaya daha layıktır?” (En’am, 80-81)
‣ Korkunun kaynağında güçsüzlük de olabilir. Halkın devletten, devletin halktan, komşunun komşudan, ihtiyarladığında, doğurup büyüttüğü evlatları tarafından terk edilme korkusu, medeniyetten uzak bir sosyal çevrenin göstergesidir. Böyle ortamlarda zulüm kol gezdiği için, korku hastalık halini alır. Küçük toplumların büyüklerden korkması ve davranışlarını bu korkuya göre ayarlaması, geri kalmalarına neden olur.
‣ Tabiat ve sosyal afetlerin meydana getirdiği korku da göz ardı edilmemelidir. Yabancıların güçsüz bir topluma sızıp kitleleri isyana sevk etmesi veya tabiat olaylarının meydana getirdiği yıkıcı afetler, insanlığı dehşete salmakta ve toplumları korku psikolojisine itmektedir. Bu korkulara çare bulmak da bir imtihan konusudur.
بَشِّرْ hitabı, Hz. Peygamber’e veya müjde verebilecek herkesedir.
Cihada, taâte sabırlıları, musibetzedeleri sevapla müjdele.
Bütün bu imtihanlardan ancak sabır ile çıkılabilir. Sabır, pasiflik değil, problemlerin çözümünü sağlayacak gayrettir. Allahu Teâlâ, bu gayret içinde olanları müjdelemektedir.
Yüce Allah, insanoğlunu, psikoloji, fizyoloji, ekonomi, biyoloji, bilim, kısacası hayatın her alanında imtihan etmiştir. Bu problemlerin içinde pişen ve onlara çözüm arayan toplumlar, imtihanı kazanır. İmtihan olmadan insan gelişemez. Sorular cevaplandırılırken gösterilen çabanın içinde, insanın gelişim tohumları da vardır.
Âyet-i kerimeden alınacak dersler:
♦ Çekilen meşakkatler, her zaman ceza değildir. Çünkü Allahu Teâlâ bu belâları Hz. Peygamber ve ashabı gibi mü’minlere vaad etmiştir.
♦ Hastalık ve benzeri şeyleri başka sebeplere nisbet eden ‘Seneviyye’nin ve bunları yıldızların uğuruna-uğursuzluğuna veren müneccimlerin aksine, bütün bunlar Allah’tandır.
♦ İnsanı doyuran gıda değildir, kandıran su değildir, aksine doyma ve kanma, gıdayı ve suyu sebep yapan Allah’ın koyduğu bir nizam ile meydana gelir.
♦ Belanın geliş sebebini anlamak için alimler şu ölçüyü zikretmiştir: Eğer belanın sonrasında o insanın azgınlığı arttıysa, musibetin ceza olarak verildiğini gösterir. Ama kişinin taâtı arttıysa, o bela derecesini yükseltmek içindir.
Kul hasta olduğu zaman Allahu Teâlâ ona iki melek yollar ve şöyle buyurur:
- Hele bak; ziyaretçilerine neler söylüyor?
Eğer ziyaretçileri geldiği zaman, halinden şikayet etmez, Allah’a hamd ederse,
onun bu hamdini Allah’a ulaştırırlar. Kendisi daha iyi bildiği halde, meleklere
böyle yaptırır. Bunun üzerine iki meleğe şöyle buyurur:
- Kuluma söyleyin. Eğer onu öldürürsem, Cennete koyarım. Şifâ verirsem,
hastalık dolayısıyla eriyen etinin yerine ondan hayırlısını veririm. Akan kanından
hayırlı kan veririm. Günahlarını da kapatırım. Hadîs-i Şerîf
(صَبَرَ); afet ve çirkinliğe dayanma. (صَبُرَ); bir şeyin ucu, ak bulut parçası, dağ. (صَبِرَ); hapis tutmak, dayanmak, alkışlamak, kefil olmak, acılaşmak, gönlü avutmak, huzur, metanet, zorlama, gayret, sebat, şişe tıpası, şiddetli soğuk, kaktüs demektir.
İmamı Gazali (r.a) şöyle der: ‘Sabretmek, insana has özelliklerdendir, ne hayvanlar ne de melekler hakkında düşünülemez. Çünkü hayvanlar noksandır, melekler de kâmil ve mükemmel varlıklardır.
Hayvanlarda akıl olmadığı için, şehvetine karşı koymasına ‘sabır’ denemez. Meleklerde şehvet olmadığı için Rablerinin huzurunda şevk ve sevinç ile görevlerini yapıp, sabra ihtiyaç duymazlar. İnsan ise, çocukluğunun başlangıcında noksan olarak yaratılmıştır. Kendisinde sadece beslenme arzusu vardır. Daha sonra oynama arzusu, evlenme arzusu duymaya başlar.
Büluğa ermiş kimsede dünyevî lezzetlere yöneltip âhiretten yüz çevirten bir şehvet ve dünyadan yüz çevirtip, manevî lezzetlere davet eden bir akıl vardır. Akıl, bu dünyevî lezzetlerle meşgul olmanın ebedî lezzetlere ulaşmaya mani olduğunu bilince, onun çağrısı şehvetin davetine engel teşkil eder. İşte bu engel ve mâni olma da sabır diye adlandırılır.
Efendimizin ﷺ duasıyla Hz. Yusuf’un seneleri gibi müşrikler üzerine yedi yıl kıtlık oldu. Cenâb-ı Hakk Nebi’nin duasına icabet etti. Bu âyeti inzal buyurdu.
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ Bela ve ibtila insani ahlâk cevherini madeninden çıkarmak içindir. Zira insanlar altın, gümüş gibi madenlerdir. Ameller nefsin ahlâkının neticesidir.
Şükür cevherini çıkarmanın yolu nimetle ibtiladır. Hz. Süleyman’da olduğu gibi. Sabır cevherini çıkarmanın yolu da muhabbetle ibtiladır.
وَنَقْصٍ مِنَ الْأَمْوَالِ Malların noksanlaşması; hırs ve gafletin defini, dünya sevgisini izaleyi, -ki dünya sevgisi bütün hataların başıdır- kanaati intac eder. Kanaat ise tükenmez servettir.
وَالْأَنْفُسِ Salihlerin şiarı nefsin noksanına yardımcı olmaktır. Eğer hasta olsa günaha keffâret olur. Akraba ölümü olursa masivadan alakayı kesmekle tecerrüd olur.
وَالثَّمَرَاتِ Semere afetinin yeri Allah tarafından doldurulur. Onu ateşten necat, dereceler, hesapsız sevap bekler. “De ki; Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah’ın (yarattığı) yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer, 10)
وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ Havf ehline: Tevekkül, yakin, şecaat ile müjdele.
Açlık ehline: Nefis temizliği, kalp temizliği, ruh tasfiyesi, sır tahliyesiyle müjdele.
Bir başka latif bir mana: Sabredenleri müjdele, çünkü onlar Allah ile beraberler. Sabrın hallerinden her halde onları musibetlere karşı sabrettirir. Kendi ahlâkıyla onları ahlâklandırır ki o sabırdır. Lütuf ve inayetiyle onlarla beraber olmasaydı, sabra muktedir olamazlardı.
Sabır burada üç veche ihtimallidir. Emirle sabır, ihtiyar ile sabır, ızdırar ile sabır.
1- Emirle sabır: ‘Muhakkak ki sizi imtihan edeceğiz’ âyetinin zımnında korkuya sabreder. “İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur, inanmışsanız onlardan korkmayın, Benden korkun.” (Âl-i İmran, 175)
Açlığa sabreder; Ramazan orucu tutar, malda noksanlığa sabreder; zekat verir. Nefislerin eksilmesine sabreder; Allah yolunda cihad eder. Semerelerde noksanlığa sabır da; öşür vermesidir.
2- İhtiyar ile sabır: ‘Sizi imtihan edeceğiz’ âyetinde kendi ihtiyarıyla Allah’tan korkup ona kaçmaktır.
Açlığa ihtiyar ile sabretmek; Allah’a yakınlık için aç kalmaktır. Hadis-i şerifte buyrulduğu gibi ‘Bir gün aç olur sabreder bir gün tok olur şükrederim.’
Malın noksanlaşmasına sabretmek; onu Allah yolunda infak ve terk etmektir.
Nefislerin azalmasına sabretmek; ruhu Hak talebine bezletmektir.
Semeratın noksanlaşmasına sabır; varlık ağacında olan bütün meyveleri hatta Halilvari evladı bile feda etmektir. Dostluk makamının sahibi olmak malı, nefsi, evladı bezl etmekle mümkündür.
3- Izdırar ile (mecburen) sabır: Gayrı ihtiyari vaki olan şeylere sabırdır.
Belagat
• Cümlenin başındaki ‘lam’ mahzuf yeminin cevabıdır. Yani ‘Vallahi size imtihan ve bela vereceğiz. Belaya sabredip, ilâhi kazaya teslim olacak mısınız?’ demektir.
•Âyetin başında yer alan imtihan/deneme/sınanma kavramı şimdiki zaman kalıbında kullanılmış, başına da kuvvetlendirici lam harfi getirilmiştir. Bir fiilin şimdiki zaman kipinin başına kuvvetlendirici bir edat gelirse, o fiile üç boyutlu bir anlam kazandırır. Buna göre ‘Elbette sizi imtihan ederiz’ ibaresi, ‘Sizi imtihan ettik, ediyoruz ve edeceğiz’ manasına gelir.
• Burada شَيْء cins isminin nekre ve müfred gelmesi tazim ve neviyet için değildir; taklile delalet içindir. Bu imtihanı hafifletir, diğer ümmetlerin cezası olan açlık ve korkudan farklı olduğunu gösterir.
• بِشَيْءٍ kavliyle, خَوْف ve جُوع kelimelerinden rucu etmiştir.
• وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ ’in وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ ’e atfı, inşanın habere atfı cinsindendir.