Sureler

Göster

Bakara Sûresi 2. Ayet

ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ

2- Budur işte o kitap; onda asla şüphe yoktur, muttakileri (kötüye sapmaktan endişe içinde olanları) doğruya yöneltir.


Arapça’da ‘ ذَلِكَ ’, ‘o’ demektir. Araya giren ‘ ل ’ lam harfine, lam’ı buud (uzaklık lam’ı) denir. Âyette, kitap elimizde ve gözümüzün önünde olmasına rağmen, ince bir nükteye binaen ‘o kitap’ buyrulmuştur. (muktezay-ı zâhirin hilâfına kelam) Kur’an’dan manen, ilmen, amelen uzak kaldığımıza işarettir.

Kelimeye bir ‘ ل ’ ilâvesiyle mana inci inci dizilmiş. Şöyle ki; Kur’an zâhiren kitap olarak şimdilik yanınızda, dünyanızda, işaret edebileceğiniz kadar yakın. Dünyanın her yerinde hiçbir harfi, harekesi bozulmadan taptaze ‘solmaz, pörsümez, yeni’. İşaretle gösterilen mümtaz, gözde, ezeli, ebedi, kerim kitab. Hem de Kebiru’l Müteâl’in bizzat işaret ettiği kıyâmete dek muhafaza edeceğini (Hicr, 9) bildirdiği Azim kitab.

Ne var ki, ‘denizler mürekkep olsa’ (Lokman, 27) sonsuz ilim deryasından zayıf akılları, mahdut ilimleriyle insanlar ne kadar alabilirler?
 

     ‘O bir bahr-i ummandır
      Ona hatt-ı kenar olmaz’

 

Kur’an’ın gerçek manasını bütünüyle anlamak beşeri takatın fevkinde olması nedeniyle uzaklık edatı ‘ ذَلِكَ ’ ile getirilmiş.

Bir kimse ömrünü sadece Kur’an ilmi, Kur’an tefsiriyle geçirse büyük bir âlim olur. Ama ilim deryasından ancak kovası kadar alır. Kur’an’ın manaları anlaşılmaz, muğlak değil. Aksine yediden yetmişe, her sınıftaki insana hitap eden mucizevi kitap. Siz hiç duydunuz mu, anaokulundan üniversiteye kadar sadece tek kitapla eğitim yapılsın? Bu insan fevkinin üstünde yapılmamış, yapılması mümkün olmayan bir tedrisat.

Onun için ‘Her kitap bir kitabı anlamak içindir.’ demişler. Hatta manasını bilmeden okuyan ve dinleyen bile nasibini alır. Zerrelerine kadar iman dolar. Haz alır, zevk duyar, enerji kazanır. Menfi enerjilerinden kurtulur, hastalıkları şifa bulur, kalbi, gözü, gönlü nurlanır.

Rabbinin mesajını alır. Huzuru, rahmeti, bereketi harf harf, cümle cümle yudumlar. Yalnızlıktan, can sıkıntısından kurtulur. Gönül yaralarına merhem sürülür.

Sabah gündem onunla açılır, akşam onunla hitam bulur. ‘Allah'ı çokça anın, Onu sabah akşam zikredin’ (Ahzab, 41-42) âyeti tecelli eder. Artık boş ve nâhoş sözler lezzet olmaktan çıkar, ona eza verir. Alaylar, şakalar, laf sokuşturmalar, yavaş yavaş hayatımızdan çekilir. İrademiz sağlamlaşır, vakarımız artar. Laubalilik, lüzumsuz konuşmalar artık sevimsiz hale gelir. Nitekim Hz. Musa Rabbiyle kelam etmekten dönünce insanların sözleri ona giryan gelmişti. Sanki hayvan sesi duyar gibi oluyordu.

Velhasıl Kur’an; gören gözlere nur, duyarlı kalplere surur veren ilâhi vahiy, Allah’ın Kelam isminin tezahürüdür.


                ✽      ✽      ✽
 

Allah Nebi (sav)’e suyun silemeyeceği, reddiyelerin eskitemeyeceği bir kitap indireceğini vaad etmiş. Ne zaman ki o kitabı indirdi, şöyle buyurdu: zalikel kitabu; işte o vaad ettiğim kitap ki Tevrat’ta, İncil’de, senden önceki nebilerin dilindeydi. Ferra

Resûlullah’ın (sav) insanlara okuduğu kitab anlamına da gelir.

‘Kitap’, bir araya derlenip toparlanmayı ifade eden ‘ كَتَبَ ’ den masdardır. Bir araya gelip toplandığından dolayı askerî birliğe ‘ كَتِبَ ’ denilir.

‘Kitap’, yazan kimsenin alfabe harflerini bir arada veya ayrı ayrı yazmasıdır. Yazılan şey olmakla birlikte buna ‘kitap’ adı verilmiştir.

‘Kitap’, aynı zamanda farz, hüküm, kader anlamına da gelir.

Kur’an’ın ‘kitap’ diye isimlenmesinde O’nu hıfz için yazılmasının vacip olduğuna işaret vardır. Kur’an’ı yazmak Müslümanlara farz-ı kifayedir.

‘ ذَلِكَ الْكِتَابُ ’, Şanının yüceliğini gösterir. Çünkü o, kitap ahvalinden kemal haddine ulaşmıştır.

Hitap, ehli kitaba yöneliktir. Bu kitap sizin kelamınızdaki harflerden telif edilmiştir. Kitaplar arasında kemal dereceye ulaşmıştır. Bu sizin çok duâ ettiğiniz, ona ittiba ile iftihar ettiğiniz kitaptır. Çünkü o kitapların sonuncusu idi. Bu yüzden kendinizi en faziletli ümmet sayıyordunuz. Şimdi içinizde inen en faziletli kitaba itaata koşmuyorsunuz.


 

Kuran-ı Kerim

 

Kur’an-ı Kerim’in maksadı, kalpleri, ruhları yaratıklarla meşgul olmaktan, mârifetullah deryasında gark olmaya götürmektir.

Kur’an’da her kelimenin bir zahir, bir batın iki manası ve bir hükmü vardır. Her hükmün içinde de bir kurtuluş vardır.

Kur’an-ı Kerim Allah’a; gökten, yerden ve içindekilerden daha sevimlidir. Hadîs-i Şerîf (Dârimi 2/441)

Allah’ın Kitâbından tek bir âyeti cânı gönülden dinleyen kimse için o âyet, kıyâmet gününde bir nur olur. Hadîs-i Şerîf (Beyhaki-Müsned,  Nesâî, (Hz. Aişe'den)

Kim Kur’an’ı okur ve onunla amel ederse, Allah (cc) kıyâmet gününde onun ana babasına bir tac giydirir ki, o tacın ziyası, dünyadaki güneşin ziyasından daha parlak ve güzeldir. Ya bir de onunla amel edene (verilecek sevap ve ihsana) ne dersiniz? Hadîs-i Şerîf (Ebû Davud, Vitr, 14; Ahmed, 3/440; Hâkim, "Müstedrek", 1/567)
 

     Bütün hakikatlar sendedir Kur’ân’ım
     Seni okudukca bir kat daha artar imanım
     Senden ayrıldığım an perişanım
     Ey benim neşe dolu, bilgi dolu Kur’ân’ım

     Sensin gönlümüzde bahar
     Sana uyan elbet olur bahtiyar

     Uymayan ye’se düşer
     İster genç olsun, ister ihtiyar. M. Balcı


Hangi evde Kur’ân-ı Kerim okunursa, orada bolluk, bereket çoğalır, şeytanlar uzaklaşır ve melekler oraya hücum eder. Hangi evde Kur’an okunmazsa, o evde darlık, sıkıntı, huzursuzluk baş gösterir. Rahmet melekleri oradan uzaklaşır ve şeytanlar orayı istilâ ederler. (Ebû Hureyre)

Kur’an’ı ezberden okuyan bin sevaba, yüzünden okuyan ikibin sevaba kavuşur.


 

Bu Senin Kitabındır 

Ebû Müslim-i Saftar, evliyânın büyüklerinden biriydi.
Gemi ile yola çıktığı bir günde âniden ters yönde bir rüz
gâr çıktı.
Dalgalar yükseldi. Gemi batacak gibi oldu. Gemide 
olan yükü denize attılar. Yardım istediler.

Ebû Müslim diyor ki:

‘Bizimle berâber gemide bir köylü vardı. Yanında bir mushafı vardı.
Kalktı ve o mushafı elinin üzerine koydu, şöyle yalvararak duâ etti:

‘Ya Rabbi! Eğer bir kimsenin elinde dünya sultanından bir mektup bulunuyorsa,
hiç kimse ona saldıramaz, zarar veremez, belâlardan emin olur. (Mushafı kaldırdı ve) Yâ Rabbi!
Bu senin kitabındır, bunu bize verdin. Ellerinde senin kitabın bulunan kullarını suda boğmak keremine yakışmaz.’

Derhal dalgalar söndü ve deniz süt liman oldu. Gemidekiler sağ sâlim gitti.


 

لاَ رَيْبَ فِيهِ

‘O’nda şüphe yok’

 

Kur’an, Hakk’ın kelamıdır. Rabb’ın buyruğudur. Cibril-i Emin’in getirdiği, Resûl-ü Emin’in tebliğ ve tefsir ettiğidir.

Şüphe; bilmemenin veya tam bilmemenin, anlamamanın neticesidir. Oysa Allah (cc) her türlü noksan sıfatlardan çok uzak ve beridir.

Onu gönderen Zat, bütün mükevvenatın sahibi, yaratıp yaşatanı, her şeyin içini dışını, künhünü bilen Âlim, Habir, Müdebbir olan zattır. O’na gizli kalan hiçbir şey yoktur. Her şey O’nun malumatında, tedbir ve idaresindedir. Böyle bir zatın elbette ki gönderdiği kitap hak ve gerçektir. Kendisinde asla şüphe yoktur.

O bütün her şeyin Hâlikı ve her şeyi bilen zat. Mükevvenâtta hiçbir şey onun malumatı dışında değil ki şüphe olsun. İlmi yetersiz değil ki, şüphe olsun. ‘Allah âlim olarak yeter.’ (Nisa, 70)

Şüphe kelimesinin masdar olarak gelmesi manayı genişletir. Bu durumda ‘ لاَ رَيْبَ فِيهِ ’;

Hem o kitapta şüphe hem de o kitaba şüphe etmek yok, ona şüpheli gözlerle bakmayın. Ona ilimle bakın, temiz kalple, temiz gözle ve iyi niyetle bakın. Anlayarak, ağlayarak, Hakk’a bel bağlayarak bakın. Yenilmemiş nefisle hırs ve heva ile, terbiye görmemiş gözlerle, etrafta dolaşan kalıplaşmış sözlerle bakmayın, demektir.

Kur’an’ı bunca tekzib eden, inkar eden varken, Cenâb-ı Hakk لاَ رَيْبَ buyurup te’kide bile gerek görmemiş. 

Çünkü ‘ فِيهِ / içinde’ buyuruyor. Kur’an’ın içine girenler, durumunu keşfedenler, onun Allah kelamı olduğunu hemen sezecek ve gönülden bağlanacaktır.

Şüphe edenler câhil, cühela, bir takım mukallid ayak takımı, pervasızca dil uzatırlar. Bunları muhatap alıp inandırmaya çalışmak, tekitle pekiştirmek abesle iştigal olur.

Kur’an’ın kendinde şüphe yoktur. Şüphe bunların gönüllerindedir.


Güneş güneştir, körler onu görmeseler bile...
Bal baldır, ağzının tadı bozulanlar balın tadını hissetmeseler bile...
Misk misktir; her ne kadar koklama duyusunu kaybedenler hissetmese de...
Önünde deniz gibi berrak ve tatlı su aktığı halde içemeyen kişiye yazıklar olsun...
Dolunayın gündüz gibi etrafı aydınlattığı bir gecede, karanlıkta kalanlara yazıklar olsun!
Aydınlığa koşmadığı için kendini suçlayacağı yerde, suçu dolunayda bulan ne kötü, ne habistir!
Gül bahçesine bakıp, o güzel kokuları koklamadan soldurana yazıklar olsun...
Kuran-ı Kerim’e isyan edip, onun emirlerine, nehiylerine uymayarak,
Cennet vaadi ve Cehennem tehdidine aldırmayarak fasıklığa düşene yazıklar olsun!

 

‘ رَيْبَ ’, aslında nefse ızdırap ve kuşku vermek manasına masdardır. Sonra ‘şek’ ve ‘şüphe’ manasında kullanılmıştır. ‘ رَيْبَ ’ile ‘Şekk’ arasında küçük bir fark vardır. Şöyle ki;

‘ رَيْبَ ’ kendisinde korku olan bir şüphedir. Şekk’ten daha hususidir. Şekk ise; iki zıddın arasında tereddüt edip, birini diğeri üzerine tercih edememektir. Her rayb, şekk’tir, ama her şekk rayb değildir.

Şüphe nefse huzursuzluk verip, emniyeti yok eder. ‘ رَيْبَ  ’ kelimesinin üç anlamı vardır: Şüphe, Töhmet, İhtiyaç
 

Şüpheye Dair

 

✽ Şüphe, hummalı hastaya benzer; uyumaz, uyutmaz, uyusa bile korkulu rüyalar görür. C. Şehabettin

✽ Gülmek, kuşkunun kışkırtıcısıdır.

✽ Bir insan kimseye güvenmiyorsa, siz de ona güvenmeyin. Bir kimseden şüphe ediyorsanız ona iş vermeyin. Bir kimseye iş vermişseniz ondan şüphe etmeyin.

✽ Mü'min olabilmek için başta kalpten şüpheyi atmak şart olduğu gibi, imanın bekası ve devamı için de şüpheden uzak olmak şarttır.

✽ İman esaslarıyla ilgili olarak ‘bunlar doğru mu, değil mi, aslı var mı, yok mu?’ diye şüphe etmek, kesin bir şekilde kalbin huzur ve sükun içinde tasdik etmesi anlamında olan imanla ters düşer.

✽ Şüphe bir hastalıktır.

✽ Şüphecinin görüşleri gerçek olamaz, kalp hastalığı artar, bedeninde troit, iltihaplar, kistler çoğalır.

✽ Şüpheciler beceriksiz ve bedeni işlerden kaçarlar. Hafızaları azalır. Kederden kurtulamazlar, saldırgan olurlar. Olmayanı gerçek görürler, kıskançlık ve cinâyetlere sebep olurlar. (Yaşları 45-84 arasında yedi bin kişi üzerinde araştırma yapılarak bu sonuç elde edilmiştir.)


هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ

‘Muttakileri doğruya yöneltir.’

Bu kitap Arab’a, Acem'e hidâyettir, denmiyor da; ‘müttakilere hidâyettir’ deniyor. Bütün nevi beşere, bütün insanlığa hidâyettir. Fakat bu hidâyetten istifade edebilmenin tek şartı muttaki olmaktır. Kur’an takvâ sahiplari için hidâyettir.

Hidâyet yönlendirmek, yol göstermek demektir. Bu durumda, bir kimsenin yola çıkması lazım ki yol gösterilsin. Allah yolunun yolcusu olan muttakiler için Kur’an rehber, yol gösterici, yönlendiricidir.

Kurân her halükarda hidâyet güneşidir. Kusursuz bir verici istasyondur. Ama alıcının da kusursuz olması gerekir. Yarasalar güneşten istifade edemez. Bu nedenle Rabbimiz, tahsis lamı ile hidâyetin müttakilere has olduğunu beyan buyurmuş. Gökten inen rahmetin güle uğrasa gül, dikene uğrasa dikene dönüştüğünü daima görmekteyiz. Âyette ‘Zâlimlerin ancak ziyanını arttırır.’ (İsra, 82) buyrulmuş.

Müttaki genel anlamda küfür ve şirkten, günah ve fısktan, masivadan kalbini arıtmış kimsedir.
 

     İlâhi kerem eyle aşkınla hidâyet kıl

     Bizi hâr-ü hakir edenlere dâhi her dem inâyet kıl.  Sezâyî-i Gülşeni

 

‘ هُدًى  ’ kelimesinin Arapçadaki anlamı, doğruluk ve açık seçiklik demektir. Yani bu kitapta mârifet ehline bir açıklama vardır, doğru yol gösterilmektedir.

Hûda iki türlüdür: Birisi delalet (yol göstericilik) şeklindeki hidâyettir. Bu peygamberlerin ve onlara tabi olanların yapabilecekleri bir şekildir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Her bir kavim için de hidâyete ileten bir (yol gösterici) kişi vardır.’ (Rad, 7)

Diğer bir hidâyet şekli ise; te'yid ve başarı anlamına gelen ve yalnız yüce Allah'a has olan hidâyettir. Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: ‘Muhakkak ki sen sevdiğin kimseyi hidâyete erdiremezsin.’ (Kasas, 56)

Buna göre hidâyet, kalpte imanı yaratmak anlamına gelir.

‘ هُدًى ’ aynı zamanda hidâyet bulmak, irşad anlamına gelir. Ayrıca hidâyet müminleri cennete götüren yollara iletmek anlamında da kullanılır.

‘ هُدًى  ’nin gündüzün isimlerinden birisi olduğu da söylenmiştir. Çünkü insanlar geçimlerini sağlamak ve bütün maksatlarına ermek için, gündüzün aydınlığında yol bulurlar.

Vaaz-u nasihat aldıkları, yasaklardan kaçındıkları ve hidâyetten faydalandıkları için, hidâyet, müttaki kullara has kılınmıştır.



Allah’ın Hidâyeti

✽ Ruhani ve cismani kuvvetler bahşetmesi.

✽ Akli meleke, irâde gücü vermesi.

✽ Hak ile bâtıl, iyi ile kötü arasını ayırma yeteneği vermesi.

✽ Peygamber ve kitap göndererek doğru yolu göstermesi.

✽ Vahiy, ilham, sadık rüyalar ile kalplere sırları açmak, eşyanın hakikatını göstermek. Ki bu, husûsi hidâyettir.

Kime inâyet ve hidâyet yetişirse, yüce mertebelerden, aşağı tabakalara inmez. Allah kimi yalnız bırakırsa, hevâsına uyar, hevâsı da onu Allah yolundan saptırırsa, işte onlar, bu nurun kendilerine ulaşmadığı ve isâbet etmediği kimselerdir. Böylece sapıklık ve ziyan içine düşmüşlerdir.

Allah'dan gelen hidâyete ermenin altı şartı vardır:  

1- Gayba îman etmek,

2- Namazı dosdoğru kılmak, 

3- Zekâtı vermek,

4- Kur'an'a iman etmek,

5- Allah’ın Kur'an'dan önce gönderdiği diğer kitaplara da inanmak,

6- Âhiret âlemine tereddütsüz inanmak.
 

Müttakin


Müttakilerin, yani Kur’an’ın kendilerine hidâyet olduğu bahtiyar şahısların önemli bir vasfı da, âhirete şeksiz şüphesiz yakinen inanmalarıdır. Çünkü onlar bilirler ki, kendilerine gelen kitaptaki dünyevi bilgiler, öncesiyle, sonrasıyla, âfakıyla, enfüsüyle haktır, gerçektir, gün gibi açık ve nettir. Bu eşsiz kitabı indiren zatın uhrevi olarak da bildirdiği her şey haktır, gerçektir.

Bir işte güvenilirliğini ispat eden birine, kasa teslim edilir. Meslek sırları ona öğretilir. Ona gönül rahatlığıyla iş devredilebilir. Kalbi Allah sevgisi, Allah bilgisi ile dopdolu olan insan güvenilir kul olur.

Her işte ‘hasbunallahu ve nimel vekil’ diyen müttaki kul önce inanılması gereken her şeyi öğrenir, inanır. İlmi hiç bir şüphesi kalmayacak şekilde ilme'l-yakine, sonra vesveseden arınmış kalp ekranında görerek ayne'l-yakine ulaşır. Ve nihâyetinde perdeler kalkar, nurefşan olur. Müttaki kul hakka’l-yakine ulaşır. Yakînin mertebelerini kat kat aşarak menzile ulaşır.

Artık cennet inancıyla, içindeki umut kuşu pır pır eder. Cehennem korkusu, daha da önemlisi Rabbini gücendirme endişesi gün be gün haşyetini arttırır. Korku ve ümit, alyuvar ve akyuvarlar gibi bünyesini kaplar. Yüzü ümitle gülerken, yüreği korkudan titrer. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışırken, yarın ölecekmiş gibi âhiretine yönelir. Hali ise ipte yürüyen cambaz gibi dikkatli ve tedirgindir.

İçindeki Allah korkusu fıskı, fücuru kalpten kovmuş, gönlünde doğan takvâ güneşi zahir azalarına aksedip, hayatın her deminde onu zahir-batın günahlardan arındırmış olur.

Onun bütün gündemini Rabbi doldurur. En büyük hedefi, O’nun rızâsı ve cemali, en büyük meşgalesi Hakk’a itaat ve mahlukata merhamettir. Günahtan uzaklaşıp pürnur, zulmetten uzaklaşıp billur olur. Rabbinin beğenisini kazanıp iltifat- ı ilâhiye mazhar olur.

Rabbü’l alemin Kur’an’da bir çok yerde müttakiden söz ederek şanını yüceltmiş, hakkında ‘Muhakkak ki, muttakiler için kurtuluş vardır.’ (Nebe, 31) buyurmuştur. Efendimiz (sav) ‘İmamül müttakin - Müttakilerin imamı’ olarak vasıflanmıştır.

O takvânın zirvesinde bütün müttakilerin öncüsü, rehberi, imamı ve Rabbin yüce Habibidir. Ömrü secdelerde gözyaşları içinde geçtiği için, Rabbisi ömrüne yemin etmiştir. (Hicr, 72)

Takvâ, henüz eline girmeyen şeyler için güzelce tevekkül, eline giren şeyler için rızâ, elinden çıkan şeylere sabırdır.

Müttakî, Allah'ın nizamına göre; âhiretine zarar veren şeylerden şiddetle kaçınan kimse demektir.

Allah’dan (cc) başka bir şeyden korkan veya bir şey ümit eden kimsenin yüzüne Allah (cc) bütün kapıları kapatır. Ve ona âdi korkuyu, yâni korkusunun dışındaki korkuları mûsallat kılar. Kendisi ile onun arasına yetmiş perde çeker, o perdelerin kalınlığı en az olanı şüphe olur. Âkibetleri üzerinde düşünmeleri ve hallerinin değişmesinden endişe etmeleri de Allah’dan gayrı korkular sebebiyledir.

     Kimseden havf eylemez,
     Allah’dan havf eyleyen.

 

Takvâya Dâir

  

Takvâ, şirk, kebair ve fuhşiyattan sakınmaktır. Vikayeden alınmıştır. İki şey arasında engel demektir. İbni Abbas

Müttaki, Allah’ın emrine imtisal, nehyinden ictinab ile kendisiyle azap arasına engel koymuş olan kimsedir.

Takvâ; nefsini kimseden hayırlı görmemendir. İbni Ömer

Takvâ lafzının tekrarı kadar hiçbir lafız Kuran’da tekrarlanmamıştır. Bu da takvânın şanının ihtimamını gösterir. İbni Arabi

Takvâ asıl olarak, az söz söylemektir. İbn Faris

Takvâ sahibi konuştuğu zaman Allah için konuşan, amel ettiği zaman Allah için yapandır. Ebû Yezid el-Bestami


 

Birisi Hz. İsa'ya gelip: Ey hayrın muallimi! Ben ne şekilde gerektiği gibi Allah (cc)’dan ittika eden olurum?’ Hz. İsa: ‘Az bir şeyle olursun: Bütün kalbinle Allah'ı (cc) seversin. Gücün yettiği kadar ibâdet edersin. Nefsine merhamet ettiğin kadar hemcinslerine merhamet edersin’ dedi.

Adam: ‘Ey hayrın muallimi! Benim hemcinslerim kimlerdir?’

Hz. İsa: ‘Ademoğullarının hepsidir. Sana dokunmasını istemediğini başkasına dokundurma. O zaman gerçekten Allah azabından sakınmış olursun.’

 

Allah’tan Korkmanın Alâmetleri

 

✽ Allah’tan korkan bir kimse, O’nun emirlerini yapmaya, yasaklarından sakınmaya, titizlikle çalışır. Hiç kimseye kötülük yapmaz.

✽ Kendine kötülük yapanlara sabır, yaptığı kusurlara tevbe eder.

✽ Sözünün eri olur. Her iyiliği Allah için yapar.

✽ Kimsenin malına, canına, namusuna göz dikmez. Çalışırken hile yapmaz. Alışveriş yaparken kimsenin hakkını yemez.

✽ Herkese iyilik eder. Şüpheli şeylerden kaçınır.

✽ İlim ve ahlâk sâhiplerine saygı gösterir.

✽ Arkadaşlarını sever ve kendini sevdirir, onlara uymaz.
 

Ömer b. Abdülaziz, Sâlim isminde bir âlimi nasihat almak maksadıyla dâvet etti ve dedi ki:
‘Gördüğün gibi idare bana bırakıldı. Böyle bir imtihandan yara almadan kurtulamayacağımdan korkuyorum.’
Sâlim, ‘Eğer dediğin gibi korkuyorsan, o zaman bu korku seni kurtaracaktır. Ama korkmuyorsan, korktuğunu söylediğin acı sona uğrayacaksın!’ dedi.

Belagat


❊ ‘ ذٰلِكَ الْكِتَابُ ’da, Kuran’ın şanının yüceliğini ve mertebesinin yüksekliğini belirtmek için, uzaklık ifade eden ‘ ذٰلِكَ ’ kelimesiyle yakına işaret edilmiş ve mertebesinin erişilmez derecedeki yüceliği hissî uzaklık menzilesine indirilmiştir.

❊ Kitabın ' ال ' ile tarifi işinin hükmünün büyüklüğüne işarettir.

❊ Kitap aslında masdardır.

❊ ‘ رَيْب ’ın car ve mecrura takdim olması, dinleyenin önünde tecessüm içindir.

❊ ‘ هُدًى’de mübteda olan ‘ هُوَ ’ hazfolunmuştur. Ayrıca ‘ يُنْفِقُونَ ’nin mefulü olan ‘mal’ kelimesi hazfolunmuştur.

❊ ‘ هُدًى ’ masdarı ismi fail yerinde gelmiştir. Bu, devam ve süreklilik ifadesi içindir.

❊ ‘ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَ ’ ifadesinde mecazı akli vardır. Çünkü burada hidâyet Kuran’a isnad olunmuştur. Bu ise sebebe isnad kabilindendir. Gerçekte hidâyete erdiren Allahu Teâlâ’dır.

❊ Müttekin‘in zikrinde icaz var. Çünkü bu vikâyenin müstehab olanını bünyesinde cem etmiştir.