Sureler

Göster

Bakara Sûresi 6. Ayet

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

6- İnkara sapmış olanları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.


Rabbimiz Kur’an'ın zirvesi olan Bakara Suresi’nde insanları, mümin, kafir, münafık diye üçe ayırdı. Sırasıyla ilk beş âyetinde müminleri, iki âyetinde kafirleri, on üç âyetinde münafıkları anlattı.

Efendimizin (sav) inkarcılara üzülmemesini teselli için yüce Allah; ‘Habibim sana inene inanmıyorlar diye kendini kahretme. İnanmak istemeyeni kimse inandıramaz. İstediğini hidâyet etmek bana aittir. Sana düşen tebliğ görevidir. Ne yazık ki onlar inat, kibir, taassub, câhillik ve hevaları sebebiyle küfrü tercih etmişler. Onların senin tebliğini dinlemek istemeyişleri, inkarları sırf bilmediklerinden değil, küfr-i inadilerindendir. Bu nedenle onların dinleyip dinlememeleri arasında fark yok. İmani hükümler nefislerine, menfaatlerine, sahteliklerine ters düştüğü için gözlerini, gönüllerini kapatıp kulaklarına parmaklarını tıkıyorlar.’

Teklif var ısrar yok. Allah iki yol gösterip akıl verdi. İnsanoğlunu kendi iradesiyle serbest bıraktı. Ama rızâsı daima hidâyet yolunda, buğzu da dalâlet yolunda. Buna rağmen kişiye özel sınav tarihleri, görevler verdi. Sorular sordu. Fakat kimseyi zorlamadı.

Dine girmeyen için ‘Dinde zorlama yoktur’ buyurdu. Yoksa istediğini istediğine zorla yaptırma gücüne sahip olan Kebirül Müteal bütün insanları kendi meşietiyle hidâyet ederdi.

Fakat O, insanların kendi istek ve iradeleriyle hidâyet yolunu tutmalarını istedi. Kimseyi hidâyetine, ebedi saadete, tükenmez nimete zorlamadı. Öyle olsaydı cennet zorla yularından çekilen merkep ahırına dönerdi. Sınavı veremeyen kimsenin birinci olması gibi gariplikler ortaya çıkardı.

‘Biz ona iki göz vermedik mi..’ âyetinde görüldüğü gibi ebedi hayat insanın mükellefiyetlerinde olan say-ü gayreti neticesi kazanılır.

İşte âyetin bir yüzü habibi teselli için ‘Sen üzülme! Tebliğim tesir etmiyor, imana gelmiyorlar, bu işi başaramadım, diye kederlenme. Senin görevin tebliğ, tesir bana aittir’ manası taşır.

Âyetin diğer yüzü, kafirlerin inatlığını, tinetlerinin bozukluğunu, inkarlarının sebebinin bilgisizlik olmadığını izahtır.

Cümlede geçen ‘ سَوَاءٌ ’ kelimesi, cümle içi fiilleri masdar hükmüne çevirir. Bir nevi sübut, devam ifadesi kazandırır. ‘Uyarın devam etse de etmese de sonuç aynı.’

Sözün söylenmesiyle söylenmemesinin eşit olması, dinleyenin sağır, kafasız olmasını gerektirir ki, bu da kafirler için tahkir, terzil ve tenkittir. Kafirlerin böyle vasıflanmasını istiare-i mekniyye olarak değerlendirebiliriz.

Aynı zamanda vasıtalı kinaye olduğu da dikkatimizi çeker.

Cümlenin ‘ إِنَّ ’ ile başlaması inkarcıların inkar bahanelerini inkar etmektir. Yani inkara karşılık inkar. Çünkü tekit şüpheci ve inkarcılara karşı kullanılır.

 
       ✽   ✽   ✽
 

Küfür, dört kısma ayrılır:

1. İnkâr yollu küfür: Allah'ı hiç bilmemek, tanımamak. Firavun'un küfrü gibi.

2. Bile bile inkâr yollu küfür: Kalbiyle Allah'ı bildiği halde diliyle ikrar etmemek. Şeytan'ın küfrü gibi.

3. Cuhud (İnat) yollu küfür: Kalb ile Allah'ı bilmek, dil ile ikrar etmek ve fakat dindar olmamak, aksi bir istikamet tutup dinî bütünüyle kabul etmemek, küçümsemek, alay etmek. Mekke müşriklerinin küfrü gibi.

4. Nifak yollu küfür: Dil ile Allah'ı ikrar etmek, fakat kalb ile tasdîk etmemek. Münafıkların reisi Ubey b. Selûl'ün küfrü gibi. Hazret-i Âîşe validemize iftira atan da bu münafıktır.

Küfür diye hükmedilen her fiil, alay etmek, küçümsemek ve hafife almak, bunları bozmaya çalışmak küfür kapsamındadır.

Yalnız kalpte gizlenen küfre küfür denip de, sözlü veya fiilî olarak açıklanan ve ilan edilen küfre küfür dememek nasıl mümkün olur? Meğer ki o, sözlü veya fiilî zarurî bir zorlamaya dayanmış olsun. ‘Kalbi imana yatışmış olduğu halde (inkâra) zorlanan değil.’ (Nahl, 106)

Fiilî tekzib, iman ile bir araya gelmesi mümkün olmayan fiili yapmaktır.

Küfür için, iman edilecek şeylerin tamamını inkar etmek şart değildir. Birine veya bir kısmına inanmamak da küfürdür. İman, bütünlüğü gerektirir. Küfür ise onun tersi olduğundan, bir kısmı inkâr ile vâki olur.

Kafirlerin, hayvanlardan daha sapık olmaları:

1- Hayvanlar Allah’a itaât ederler, kafirler ise, itaât etmezler.

2- Hayvanlar, Rablerini bilir ve O’nu zikrederler. Halbuki kafirler, Rablerini ne tanır ne de zikrederler.

3- Hayvanlar, kendi menfaât ve zararlarını gözetir, zararlı olan şeyden sakınırlar. Kafirler ve inatçılar ise, bâtılda direttiklerini bildikleri halde, küfürde ısrar edip böylece kendilerini cehenneme atarlar.

4- Hayvanlar, kendilerine devamlı bakan ve gözeten insanlara yönelirler. Kafir ise, kendisine sınırsız nimetler veren Rabbinden kaçar.

5- Hayvanlar, yol göstericileri olduğu taktirde, yollarını şaşırma nisbeti çok azalır. Kafirler ise, Peygamberler ve Kitaplar geldiği halde, sapıklığını artırmıştır.

Bunun için Cenâb-ı Hakk, ‘Bunlar hayvanlardan daha aşağıdır.’ buyurmuştur.

Allah’ın en çok buğzettiği yaratık, iman edip sonra küfre giren kimsedir. Camiu’s-Sağir
 

أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ

‘İnzar etsen de, etmesen de’

‘Onları inzâr etsen de’  buyruğunda yer alan ‘inzâr’ korkulu birşeyden sakındırmak için bildirmek ve tebliğ etmek, yani ‘ilerde şu fenalık var, sakın!’ diye doğru yolu göstermek, korkutarak haber vermektir. Korkutma olmazsa buna inzâr değil, i'lâm ve ihbar denilir.

İnzâr ancak korunup sakınmak için elverişli bir sürenin olması halinde yapılan korkutmalar hakkında kullanılır. Eğer korunup sakınmak için gerektiği kadar zaman yoksa bu iş'ar (bildirmek) olur, inzâr olmaz.

Âyette sadece inzarın fayda vermeyeceği üzerinde duruldu, fakat tebşîr'in te'sir edip etmeyeceğinden bahsedilmedi. Çünkü ‘Def'-i mazarrat celb-i menfaatten daha mühimdir.’ Te'siri büyük olan inzâr kâr etmeyince, artık tebşire pek lüzum kalmıyor.


Bir gün bir deve Resûlullah’a (sav) ağlayarak gelir. Resûlullah (sav) sebebini sorduğunda, sâhibinin ve âilesinin yatsı namazını kılmadan yattığını söyler. Resûlullah (sav) gidip bu âileye durumu anlatınca, onlar da itiraf edip, bir daha yatsı namazını kılmadan yatmayacaklarına dair söz verirler.

 

Belâğat     (düzenlendi)

❊ ‘  سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ ’ âyetinde, Hz. Peygamber’in kafirlerin iman etmesini beklememesi tekitle ifade edilmektedir. Bu cümle onların küfür ve taşkınlıktaki aşırılıklarına ve iman kabiliyetlerinin olmayışına dikkat çekmektedir. Onların kesinlikle iman etmeyecekleri vurgulanmıştır. Çünkü onlar kendilerine verilen iman çekirdeğini çürütüp istidatlarını yok etmişlerdir.

❊ Sözün söylenmesiyle söylenmemesinin eşit olması, dinleyenin sağır, kafasız olmasını gerektirir ki, bu da kafirler için tahkir, terzil ve tenkittir. Kafirlerin böyle vasıflanması istiare-i mekniyye olur.

❊ Bu aynı zamanda vasıtalı kinayedir.

❊ Cümlenin ‘ إِنَّ ’ ile başlaması inkarcıların inkar bahanelerini inkar etmektir (inkari kelam oldu.) Yani inkara karşılık inkar. Çünkü tekit şüpheci ve inkarcılara karşı kullanılır.