Sureler

Göster

Bakara Sûresi 156. Ayet

الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ

156- O sabredenler ki, kendilerine bir bela geldiğinde: ‘Bizim bütün varlığımız Allah’ındır, sonunda da ona döneceğiz!’ derler.


Önceki âyette muhtemel musibetleri sıraladı, bu âyette de musibete karşı nasıl tavır alacağımızı öğretiyor. Rahman olan Rabbimiz ‘İnna lillahi ve inna ileyhi raciun’ cümlesini söylememizi öneriyor. Güzel şeylerin bitimli olması nasıl üzüyorsa hoşlanılmayan şeylerin bitimli olması da üzüntüsünü azaltıyor, ümit ışığı yakıyor.

Allah’a ve ahiret gününe inanan bir mü’min dünya hayatının bir imtihan olduğunu bilir. ‘Nasıl olsa bu imtihan bir gün bitecek. Bizi bu âleme getiren Mevlam sayılı günüm bitince kendine döndürecek, acılar, ızdıraplar, kederler son bulacak. Yerini sevinçler, mutluluklar ve sonsuz saadet alacak. Sevdiklerime kavuşacak, Rabbimle buluşacağım’ düşüncesiyle tahammül gücünü arttırır. Moralini bozmaz, kulluğa devam eder.

‘Sabır acıdır meyvesi tatlı’ denildiği gibi çok verimli neticeler elde eder:

‣ Hayatın diğer demlerinde daha başarılı olur. Rabbin sevgisini, yakınlığını, rahmet ve mağfiretini kazanır.

‣ İnsanlarla olan ilişkisinde sözünün eri, mert, sadık biri olur. Eğitimde, öğrenirken, öğretirken çalışkan, kafa yoran başarılı biri olur. Aile içinde sorumluluklarının idrakindedir. Yaptığı iş ne olursa olsun baştan savmaz, yapabileceğinin en güzelini yapar.

‣ Çevresindeki ufak tefek hataları görmezden gelir, asayişi sağlar. Rabbine karşı yapacağı ibadetleri ciddi ve en güzel şekilde ifa eder.

‣ Kendini ve yakınlarını ihmal etmez. Çalışma külfetine katlanarak kendi iaşesini kendi temin eder. Sabrıyla her türlü engeli aşar. Bozulanı tamir eder, yıprananı yeniler.

‣ Moralini bozmak isteyenleri sabırla karşılayarak buna müsaade etmez. Maymun iştahlı değildir. Girdiği her işten yüzünün akıyla çıkar. Hayatının bütün evrelerinde, her konumda sevilen, sayılan, güvenilen, hatırşinas biri olur. Mevsim mevsim sabrının meyvelerini derer.

‣ Hele de sabrının kaynağı Rabbinin rızâsı ise; sabır kendi için yanından ayrılmayan arkadaş, Hakk’ın yolunda yoldaş olur. Her yaptığını

Allah için yapar. Rabbi onun daima yanındadır. Yaptığı her işi sabırla, sebatla, itinayla yaptığı için, başkasının yaptığı işin de değerini bilen bir müteşekkir olur.
 

Musibet

Musibet, savb kökünden gelir. İfal babındandır. Atılınca hedefe değen şeye musibet denir. Daha sonra, insanın küçük de olsa karşı karşıya kaldığı ve isabet aldığı şeyler, başına gelen kötü olaylar, ölüm, felâket gibi üzücü, hoşlanılmayan şeyler anlamında kullanılmıştır.

Allah ﷻ musibeti kendi zatına nisbet etmemiş, umumî kılarak ‘ إِذَا أَصَابَتْهُمْ ’ buyurmuştur. Âyetin muhtevasına, Allah ve kul tarafından olan her türlü zarar girmektedir. Çünkü her iki durumda da, kul mükelleftir.

Allahu Teâlâ tarafından kula gelen musibetlerde bir hikmetin, sevabın, adaletin, hayır ve maslahatın bulunduğuna inanmak gerekir. Çünkü Allahu Teâlâ, ancak hak ile hükmeder.

Başkası tarafından bir musibet geldiğinde de, kula düşen, bu işi Allah’a havale etmek, öfkesine hakim olmak, kinini tatmin için helâl olmayan bir yola başvurmamaktır.

‘Sizden herhangi birinize bir musibet gelip çattığında benim (vefatım) ile karşı karşıya kaldığı musibeti hatırlasın. Çünkü o en büyük musibetlerden birisidir.’ Hadis-i Şerif

Ebû Ömer der ki: Resûlullah ﷺ doğru söylemiştir. Çünkü O’nun vefatıyla karşı karşıya kalınan musibet müslümanın ondan sonra kıyamet gününe kadar karşı karşıya kalacağı bütün musibetlerden daha büyüktür.

Vahiy kesilmiş, nübüvvet sona ermiştir. O’nun vefatından sonra ortaya çıkan ilk büyük kötülük, Arapların irtidadı ile baş göstermiş ve bundan sonra başkaları da sürüp gitmiştir. Bu ise hayrın kesilmesinin başı ve eksikliğin ilkidir.
 

    Hırsızlar Hz. Ebûbekir’in dört yüz devesiyle kırk kölesini çalarlar.
    Peygamber ﷺ onu ziyaret ettiğinde pek üzgün bir halde görür ve
    sebebini sorar. Hz. Ebûbekir (r.a) başına gelenleri anlatınca
    Resûlullah ﷺ şöyle buyurur:
    - Sandım ki iftitah tekbirini kaçırdın.
    - İftitah tekbirini kaçırmak o kadar büyük vebal midir?

    - Yeryüzündeki bütün develerin çalınmasından bile ağırdır.
 

Mü’minler inançları uğrunda ne derece acılara katlanır, fedakârlıklara girişirlerse inançlarının vicdanlarındaki değeri daha da artar, ona daha sıkı biçimde bağlanırlar. Musibet, mü’minin bel kemiklerinin sağlamlaşması, dinamikliğinin artması için gereklidir. Sıkıntılar; mü’minin potansiyel güçlerini, saklı enerjilerini harekete geçirir, onun kalbinde ancak musibetlerin darbeleri altında keşfedebileceği gizli çıkış kanalları açar. Ancak gözdeki perdeyi kaldıran, kalbin pasını silen sıkıntı ortamı içinde yeşerebilecek doğru değer yargılarının, ince ölçülerin ve isabetli düşüncelerin vicdanında gelişip serpilmesini sağlar.

 

''Biz Allah’a aidiz, yine O’na döneceğiz.''

‘إِنَّا لِلَّهِ / Sahibimiz Allah’tır’ cümlesi, bizim, Allah’ın mülkü olduğumuzu itiraftır.

وَاِناَّ اِليْهِ رَاجِعُونَ / Döneceğimiz yer de O’nun huzurudur’ cümlesi ise öleceğimizi ve fâni olduğumuzu ikrardır. Bu ifade kulun, öldükten sonra dirilmeyi kabul ettiğini, Cenâb-ı Allah’ın sabredenleri mükâfatlandıracağını ve iyi kimselerin ecrini zayi etmeyeceğini ikrar ve itirafıdır, vasıtalı kinayedir.

إِنَّا لِلَّهِ diyen kul, o anda başına gelen bütün musibetlere razıdır. وَاِناَّ اِليْهِ رَاجِعوُن sözü de kulun, ileride başına gelecek olan her şeye razı olduğunu, iyiliklerine karşılık Allah’ın mükâfatlandıracağına, başına gelen musibetlerde işini Allah’a havale edip, O’nun kendisine zulmedenlerden intikamını alacağına inandığını gösterir. Böylece o, kendisine vaad edilen mükâfata razı olarak nefsini zelil kılar. Ehli iman için musibet bir ceza değil, nimettir.

‘Biz Allah’ınız’ demek; malı, canı, her şeyi Allah’a teslim etmek, Allah’ın mülkü olan canlarımızda ve bedenlerimizde dilediği gibi yönetim hakkı olduğunu, O’nun hiçbir tasarrufuna itirazın caiz olmayacağını itiraf edip, Allah’ın dilediğini yapmasına, kaza ve kadere razı olduğunu bildirmektir. Bu makamı kazanan nefse: ‘Nefs-i râdıye/Allah’ın emrine râzı olmuş nefis’ denir.

‘Ve O’na döneceğiz’ demek ise; ‘Başlangıçta yok iken Allah’tan geldiğimiz gibi sonuçta da yine O’na varacağız.’ Ölümün bir yokluk değil Allah ile buluşma olduğuna iman ve bu imanla Allah’ın kendisinden razı olunma ümidini dile getirmedir. Bu makam; ‘Nefs-i mardiyye/ kendisinden razı olunan nefis’ makamıdır.

Yani nefsimiz, malımız, ehlimiz Allah’ın ﷻ; O bize zulmetmez. O bize verdi. Biz iyiliğin sevabıyla, kötülüğün günahıyla O’na döneceğiz.

Allah’a dönmek, bir mekana veya cihete geçmek manasında değildir. Allahu Teâlâ yön ve mekandan münezzehtir. Bundan murad, kulun, Allah’tan başka hiç kimsenin hüküm sahibi olamayacağı âhiret yurduna varmasıdır. O zaman, onlara hiç kimse ne bir fayda verebilecek, ne de bir zararı savuşturabilecektir. Dünyada ise, zahiren Allah’tan başkaları onlara zarar ve fayda verebilir.

Bu cümle bir yönden yokluğu, bir yönden ebedî kalmayı ikrardır.

Biz vaktiyle dış âlemde yoktuk, ama Allah’ın bilgisinde vardık. Yine yok olacağız ve yalnız Allah’ın bilgisinde, sırf O’nun hükmünde mevcut kalacağız. Artık zatımız Allah’ın ilmiyle, varlığımız Allah’ın varlığı ile, bekamız da Allah’ın bekası iledir. Allah’ın varlığı ise ezelî ve ebedîdir. Bundan dolayı Allah’a dönüş, bekâbillâh demektir. Ahiret bu bâkiliğe dayanır.

Berzah âlemindeki hayattan sonra başka bir yaratılış daha vardır. ‘Biz Allah’ınız ve gerçekten biz O’na döneceğiz’ ifadesi bir taraftan ahiretteki kesin dönüşü, diğer taraftan da ahirette bile amellerin en üstünü ve olgunluğun son sınırı olan bir dönüşü içine almaktadır.


İstirca ile ilgili Hadisi Şerifler

‣ Kim, bir musibet esnasında, ‘  إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ / Sahibimiz Allah’tır döneceğimiz yer de O’nun huzurudur’ derse, istircâ yaparsa, Allah onun musibetini sarar, tedavi eder. O’nun âkibetini güzel yaparak, ona kendisinden hoşnut olacağı güzel bir bedel, bir halef verir.

‣ Peygamberimizin kandili söndü, bunun üzerine ‘ إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ’ dedi. Çevresindekiler; ‘Bu da mı musibettir?’ diye sordular.‘Evet mü’mine eziyet veren, üzen her şey, onun için musibettir’ buyurdu.

‣ Mü’mine herhangi bir acı, bir dert ve zahmet, hastalık, üzüntü dokunmaya dursun, mutlaka bu sebeple onun günahları (kul hakkı hâriç) temizlenmiş olur.

‣ Kime bir musibet dokunur, o da musibetini hatırlatır veya hatırlar da bunun için yeniden ‘ إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ’ derse, o musibetin dokunma zamanı (ve tesiri) geçmiş bile olsa, Allah ona dokunduğu günde verdiği sevabın bir mislini yazar.

‣ Allah’ın kullarından birinin oğlu vefat ettiğinde Allah meleklerine: ‘Kulumun oğlunun canını mı aldınız?’ der. Onlar: ‘Evet’ derler. Allah:

‘Onun kalbinin meyvesini mi aldınız?’ diye sorar, melekler: ‘Evet’ derler.

Yine sorar: ‘Peki kulum ne dedi?’ Melekler: ‘Sana hamd etti, istircâ’da bulundu’ derler. Yüce Allah bunun üzerine şöyle buyurur: ‘Haydi kulum için cennette bir ev yapınız ve ona Hamd Evi adını veriniz.’ Hadis-i Şerif

‣ Ümmü Seleme’den: Resûlullah’ı ﷺ şöyle buyururken dinledim:

‘Herhangi bir müslümana bir musibet gelip çattı mı o da aziz ve celil olan Allah’ın kendisine emrettiği şekilde:
‘اِناَّ لِلهِّٰ وَاِناَّ اِليَْهِ رَاجِعوُنَ  اللَّهُمَّ أْجُرْنِي في مُصِيبَتِي، وأَخْلِفْ لي خَيْرًا مِنْها / Muhakkak biz Allah’ınız ve şüphesiz biz ona dönücüleriz. Allah’ım, bu musibetimin ecrini bana ver, onun yerine bana ondan daha hayırlısını ihsan buyur’ diyecek olursa mutlaka Allah ﷻ o kişiyi musibetinden dolayı mükâfatlandırır ve yerine ondan daha hayırlısını verir.’

İşte bu, yüce Allah’ın: ‘Sabredenlere müjdele’ buyruğuna dikkatimizi çekmektedir. Onun yerine daha hayırlısını vermeye gelince ya yüce Allah’ın Ümmü Seleme’ye Resûlullah’ı ﷺ vermesi türünden olur, çünkü kocası Ebû Seleme vefat edince Resûlullah onunla evlenmişti, ya da pek çok büyük sevaplar vermesiyle olur. Bazen her ikisini ihsan ederek de olabilir.

Musibete uğrayan kişinin ‘إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ / Biz Allah’ınız ve nihayet O’na döneceğiz’ demesinde birçok faydalar vardır:

1- Bu cümleyi tekrarlayan kişi, söylenmesi uygun olmayan gereksiz kelimeleri sarf etmekten korunmuş olur.

2- Bu cümle, musibete uğrayana teselli verir, üzüntüsü azalır.

3- Şeytan ona başka sözler söyletemez.

4- Bu cümleyi söyleyen kişiden bu güzel sözleri işiten başkaları da, ona uyup söylemeye başlarlar.

5- Bunu dille söylemek, kişiye kalbindeki güzel inancı hatırlatır.

Başına musibet gelen kişi, musibet anında dehşete kapılır. O anda kendisine, Allah’ın kaza ve kaderine teslimiyeti hatırlatacak birine ihtiyaç duyar.

Musibete uğrayan kişi bu cümleyle, Allahu Teâlâ’nın kendisi için yarattığı diğer şeyleri tasavvur edip düşünür. Allah’ın ﷻ ona yüklediği bütün mükellefiyetlere boyun eğer. Allah’ın kendisine verdiği ve aldığı bütün şeylerde kaza ve kaderine teslim olur. İnsan bu defa, Allah’ın ﷻ verdiği nimetlerin, aldığı nimetlerden kat kat çok olduğunun farkına varır.

Allahu Teâlâ bu kelimeleri musibetlere uğrayanlar için bir sığınak kılmıştır. Said b. Cübeyr der ki: Bu kelimeler bizim Peygamberimizden önce herhangi bir peygambere verilmiş değildir. Eğer bu dua birine verilseydi, elbette Yakub’a (a.s) verilirdi. Hz. Yakub bu duayı bilseydi: “Ya esefa! Ey Yusuf’un ayrılığının kederi, gel, şimdi gelişinin tam zamanıdır!” (Yusuf, 84) demezdi.

Hz. Ömer (r.a), “İki denk ve ayrıca ona verilen ilave ne güzeldir” demiş ve ardından bu âyet-i kerimeyi okumuştur. Hz. Ömer burada iki denk ile salât ve rahmeti, ilave ile de hidâyete iletmeyi kastetmektedir.

Bu âyet, biri farz, diğeri nafile olmak üzere iki hüküm ihtiva eder:

Farz olan, Allah’ın takdirine razı olmak, farzları edâda sabretmek ve dünya musibetlerinin farzları edaya mâni olmamasıdır.

Nafile olan ise ‘Sahibimiz Allah’tır ve döneceğimiz yer de O’nun huzurudur’ sözünü açıkça söylemektir. Bunun faydası ise; bu sözü duyduklarında başkaları da onunla beraber aynı şekilde söyler, kâfirler bundan dolayı öfkelenir; o kişinin dini hususunda ne kadar ciddi ve gayretli olduğunu, Allah’a itaatta sebatını bilmiş olurlar.

Belalar, tasfiye’ye sebeptir. Efendimiz’in ﷺ ‘Hiçbir peygamber benim eziyet gördüğüm kadar eziyet görmedi’ buyurması ‘Hiçbir peygamber benim saflığım kadar safi olmadı’ demektir. Aşıkların yanında vefa da, cefa da birdir.


Te’vilâtı’n Necmiyye’den...

الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ kavli ile sabredenler vasıflandı. Yani emir, ihtiyar, ızdırar zamanında sabredenler.

قَالُوا إِنَّا لِلَّهِ Yani bizim malik olduğumuz bir varlığımız yok, ancak varlığımız mecazidir. Hakiki mülk ve varlık Allah’a aittir.

وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ Bu dönüş, makam-ı indiyede hakiki vücuda nailiyet için, mecazi vücudu bezl etmektir. Melik-i muktedire makam-ı sıdkta dahil olmak için, yanımızda olanı bezl ederek kendimizden çıkmaktır. Bizim indimizde fani olan O’nun indinde bakidir.

 

Belagat

• Sabredenlerin الَّذِينَ ile vasıflanması, ismi mevsulün tazim ifadesiyle onların sabrının en kamil sabır olduğunu ifade içindir.

• إِنَّا للهِ tekitle gelmesi, gayrı münkiri münkir makamına koymak içindir. Musibet isabet eden, o musibetin kendisine, Allah’ın ﷻ mülkü ve O’nun kulu olduğunu unutturması, musibet korkusunun kendisiyle aklı arasına girmesi sebebiyle münkir makamına konulmuştur.

• ل harf-i ceri mülkiyet içindir.