160- Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler, gizlediklerini açıklayanlar müstesnadır. Artık onların günahlarını bağışlarım ve Ben çok tevbeyi kabul eden ve çok merhamet edenim.
Tevvâbü’r Rahim olan Rabbimiz kullarının hatası ne olursa olsun tevbe edip dönüş yapanlara tevbe kapısını açık bırakmış. Gerek sözü, gerek hal ve davranışlarıyla Allah’ın âyetlerini gizleyenlere bu tavırlarından vazgeçip yanlışlarını telafi ederlerse, Hakk’ın emrini anlatıp açıklarlarsa, Rablerine kesin dönüş yapıp ıslah olurlarsa onların tevbelerini kabul edip rahmetiyle muamele edeceğini bildiriyor.
Günah işleyen insana şeytan gelip, ‘Nasıl olsa günahlara batmışsın, ahiretini mahvetmişsin. Bari dünyanı yaşa, keyfine bak’ ya da ‘Şu günahı işledin, bunu da işle’ gibi telkinlerde bulunup kulun ümidini kırarak, günaha karşı cesaretlendirmek ister.
Yüce Mevlamız kulun yeise düşmemesi için sık sık Tevvâbü’r Rahim olduğunu hatırlatır. Onu bu girdaba düşmekten korur.
Biz de Mevlamızın ahlâkıyla ahlâklanıp günaha düşen kardeşimize yardımcı olmalı, onu şeytanın tuzağından korumalıyız. Bir günaha düştüğümüzde veya bir yanlışa meyl ettiğimizde hemen Rabbimizin af ve mağfiretini düşünüp, günahtan vazgeçip tevbe etmeliyiz.
Tevbeyle istiğfar arasında fark vardır. Tevbe fiili bir eylemdir. Günahı derhal terk etmek, gittiği yanlış yoldan dönmektir. İstiğfar, bu dönüşten sonra Rabbine niyaz edip, boyun büküp af dilemektir. Manevi bünyemizdeki günah mikrobunu tezden fark edip imha etmek, çoğalıp üremesini, bedenimizi sarmasını engellemektir.
˗ İç âlemlerini ve amellerini ıslah edenler ˗ Kavimlerini İslâm’a irşad edenler.
Tövbe; işlediği günaha pişman olmaktır. Burada, gizledikleri şeyleri ortaya çıkarıp insanlara açıklamaları kastedilmiştir. İçlerinden birine veya kendi aralarında baş başa kaldıkları zamandaki itirafları yeterli değildir.
Bu tevbe, Muhammed ﷺ’e imandır. Çünkü O’na iman etmeleri, kitaplarında O’nun hak olduğuna dair varid olan, gizledikleri delilleri açıklamalarıyla gerçekleşir. Tevbenin küfürden sonra imana ıtlak olması çok varid olmuştur. Çünkü iman, kafirin küfründen tevbesidir.
Yüce Allah, tevbenin bir sonraki basamağını, kendisini düzeltme olarak belirlemektedir. Dönüş ve değişim olmadan, düzelme gerçekleşmez. Onun için düzelme tevbeden sonra zikredilmiştir.
Tevbe, pişmanlıktır. Ancak emaneti yerine vermeyen, insanlar kendisine kızar veya hâkim şehadetini reddeder diye yaptığına pişman olan, tevbe etmiş olmaz. Yine şehâdeti kabul edilsin veya övülsün diye emanetleri yerine getirmeye, vâcipleri edâ etmeye karar verse yine tevbe etmiş olmaz.
Tevbenin kabulü, tevbe edilen o suçtan dolayı bir cezanın bulunmayacağını ifade eder. Tevbe, azabı düşürür.
Mağrib cihetinde bir kapı vardır. Bu kapının genişliği binekli bir kimsenin yürüyüşüyle kırk veya yetmiş senedir. Allah o kapıyı arz ve semaları yarattığı gün yarattı. İşte bu kapı, güneş batıdan doğuncaya kadar tevbe için açıktır. Hadis-i Şerif
Mü’ min günahını şöyle görür: O sanki üzerine her an düşme tehlikesi olan bir dağın dibinde oturmaktadır. Dağ düşer mi diye korkar durur. Fâcir ise, günahı burnunun üzerinden geçen bir sinek gibi görür. Hadis-i Şerif
Yaptıkları hatada bile bile ısrar edene yazıklar olsun. Hadis-i Şerif
Günah işleyip arkasından kalkıp abdest alarak iki rekât namaz kılan sonra da Allah’a tövbe eden her insan mutlaka mağfiret olunur. Hadis-i Şerif
Şakik-i Belhi Hazretlerine ‘İnsanları helâk eden şey nedir? diye sorduklarında şu cevabı verdi:
- Biri, ‘tövbe ederim’ diyerek günah işlemeleri, diğeri ise ‘sonra yaparım’ diyerek tövbeyi geciktirmeleridir.
Yani bulundukları halin zıddını açıkça ortaya koyanlar, Tevrat’ta olan son Nebinin nübüvvetini ve O’na tabi olunmasının gereğini açıklayanlar, demektir.
Bu âyet, yalnız pişmanlığın yetmeyip, isyanla ifsat ettiği şey varsa onu düzeltmenin vâcib olduğunu gösterir. Mesela birinin zihnine şüphe vermekle dinini ifsat etmişse o şüpheyi gidermesi vâciptir.
‘Ve beyyenü’ cümlesi de tevbenin tamamlanması için, ifsat ettiğini düzelttikten sonra, işlediği günahın hilafı olan ibadete devam edilmesi gerektiğini ifade eder.
Tevbe edenlerin tavırlarının açıklanması, insanın günahlarına tevbe etmesi ve itaatsizlikte ısrarı terk etmesi için teşviktir. Ölüm gelmeden önce Allah’ın rahmetinden ümit kesilmeyeceğini öğretir.
Özür dileyebilen insan vicdanı gelişmiş insandır. Vicdan kişinin davranışlarını yargılayarak doğru ve yanlışlarını saptaması, yanlışlarını telafi ederek müsterih olma halidir. Vicdanlı insan başkalarına yaptığı ayıp, kusur ya da kabalıktan ötürü huzursuzluk duyar. Özür dileyerek karşısındakinin gönlünü almak ve rahatlamak ister. Kişi kendisini özür dileme cezasına çarptırır. Bir daha böyle bir yanlış yapmamak için kendisine bu cezayı uygular. Böylece kendini terbiye etmiş de olur. Giderek özür dilemek zorunda kalmayacağı davranışlar sergiler. Sonuçta toplumda sağlıklı insan ilişkileri kurulur.
Erdemli insan ne kendi haklarını çiğnetir ne de başkasınınkini çiğner. Başkalarının haklarını ciddi bir biçimde çiğnerse bu suçtur ve adaleti mahkeme tesis eder. Özür, mahkemeye götürmeye gerek duyulmayan, kabalık, nezaketsizlik, saygısızlık hallerinde taraflar arasında adaleti tesis eder. Ancak mahkemelik durumlarda suçlu cezalandırılsa bile karşısındakinin gönlünü almalıdır. Cezasını bulmak özür borcunu ortadan kaldırmaz.
İnsan hareketlerinin sonucunu düşünerek davranırsa özür dilemesini gerektirecek davranış sergilemez. Ama insan bütün sonuçları tahmin edemediğinden bazen yanlış, kusurlu, kaba davranabilir. Birilerine acı, sıkıntı verdiyse, mağdurun kaybını telafi etmek zorundadır. Ancak bazen özür dilemek yapılan yanlışı telafi etmez. Sadece iyi niyeti gösterir. Özür diledikten sonra telafi edilebilecek bir durum varsa, zarar, ziyan giderilmeli, karşıdakinin gönlü alınmalıdır.
Özür dilememek, kibirdendir.
Avustralyalı bilim insanlarının yaptığı araştırmaya göre bir hata karşısında özür dilemeyi reddetmek kendine güveni artırıyor.
İlk deney 18-77 yaş arası 228 kişi üzerinde yürütüldü. Katılımcıların bazıları bir zaman yaptığı bir hata üzerine özür diledi, diğeri özür dilemeyi reddeti, bir diğer grup da ne özür diledi ne de reddetti. Araştırma sonucunda özür dilemeyi reddeden grubun özür dileyenlere göre daha kibirli olduğu ortaya çıktı. Hiçbir şey yapmayanlar ise özür dileyenlerden daha az kibirli bulundu.
İkinci deneyde 18 ile 71 yaş arası 219 kişi seçildi. Bu kez aynı süreç e-mail ile denendi. E-mail yoluyla özür dilemeyi reddedenlerin kendine güveni yine yüksek çıktı.
Deneyleri yapan doktor ve arkadaşları araştırmayı değerlendirirken şunları söyledi: ‘İnsanlar özür diledikten sonra gelebilecek zararlara karşı kendini savunmaya alıyor ve özür dilemenin kendine saygısını kaybettiğini düşünüyor. Özür dilemeyi reddeden kendini güçlü hissediyor. Bu güç ve kontrolü ise zamanla kendine duyduğu saygıyla ilişkilendirip despot ve kibirli birine dönüşüyor.’
Alimler, bu âyete istinaden Kur’ân okuma ve dinî ilimleri öğretmek için ücret almanın caiz olmadığını söylemiştir. Zira âyet, ilmin açıklanması ve yayılmasını emreder, insan mükellef olduğu bir işi yaptığında ücret alma hakkı yoktur.
Mesela, namaz kılan, kıldığı namazdan ötürü bir ücret alamayacağı gibi, başka bir kimseye namaz kılmayı öğretmekle de ücret alamaz. Öğretme -namaz gibi- insanlar üzerine farzdır. Mütekaddimin alimlere göre, öğrenme ve öğretme karşılığında ücret almak ittifakla haramdır. Zira ilim ibâdettir, ibadet karşılığı ücret almak haramdır.
Son devirde alimler, halkın dini öğretmekten yüz çevirip dünya ile meşgul olduklarını, İslâmî ilimlerin tamamen yok olacağını, halkın cahil kalacağını görerek Kur’ân okumayı ve dini ilimleri öğretmek karşılığında ücret alınmasını mubah saymışlardır. Bazı alimler de dini ilimleri layıkıyla öğretme hususunda ücret vermeyi vâcib görmüşlerdir. Bazı vakıfların yapılış sebepleri, yalnız Kur’ân ilimlerinin nesilden nesile intikal ettirilmesidir.
Yalnız son devir alimlerinin ücretin mubah olduğunu söylemelerine rağmen şer’î ilimler gün geçtikçe azalmaktadır. Eğer mütekaddimin alimlerin fetvaları gereği alınan maaş ve ücretler yasaklanırsa, şer’i ilimleri öğreten ve öğrenen hiç kimse kalmaz.
Netice olarak; ilim öğretmek farz-ı kifayedir. Başka öğreten kimseler varsa ücret alınabilir. Fakat kendisinden başka öğretecek kimse olmayan yerde alınmaz. Çünkü o zaman kendisine farz-ı ayn olur.
Bu konuda Fahreddin Dinçkol Hocamız, ‘Hafızlara paralı-parasız mutlaka Kur’ân öğrettirin ki hafızlıklarını unutmasınlar ve ümmete yararlı olsunlar. Başka yolla ücret kazanma peşine düşüp de hafızlığın vakarını zayi etmesinler’ demiştir.
Şu ayrıntıyı da göz ardı etmeyelim: Ne olursa olsun bir insanın eğitim yaptırmaktan ücret alması haram değildir. Resmi görevi olan müftülerin, ilâhiyat profesörlerinin ücret almaları doğal karşılanırken, diğer ehil kimselerin ücret almasına tepki göstermek taassub-u cahiliyedir. Ama Kur’ân okumak, mukabele okumak, başkaları için de olsa hatim etmek, namaz gibi ibadet olduğundan bundan ücret talep edilemez. Bir de ücretle hediyeyi karıştırmamak gerekir. Ücrette karşılıklı anlaşma (icap-kabul) vardır. Hediyede karşılıklı bir anlaşma olmadığından kalben ve lisanen talep edilmedikçe ücret hükmüne girmez.
İmâm-ı Âzâm Ebû Hanîfe, bir gün talebeleriyle giderken,
hokkabazın biri halka hokkabazlık numaraları gösteriyormuş.
İmâm-ı Âzâm talebelerine dönmüş ve demiş ki:
- Evlatlarım, bu kimse süflî biridir. Süflî mesleğini süflî
dünyaya âlet ediyor. Benim size öğrettiğim ilim ise ulvîdir.
Siz bu ulvî ilmi dünyaya âlet edecek olursanız, bu hokkabazdan
daha süflî olursunuz.
Tevvâbü’r Rahim (celle celâlühu)
Kuldan tevbe günahtan dönmesi, Allah’tan ﷻ tevbe kulun ibadetini kabul etmesidir.
Yüce Allah bu âyette, günah işleyeni affetmek için, öncelikle kulunun üç eylemi gerçekleştirmesini istemektedir: Tevbe, halini düzeltme ve gizlediği hakikatleri açıklama. Allah’ın ‘tevvab’ sıfatını celp edecek olan, insanın tevbe edip kendisini düzeltmesidir.
Allahu Teâlâ, günahtan tevbe için her daim açık kapı bırakmıştır. Lânet edilecek kadar ağır günah işleyenler bile Allah’ın affından nasip alabilir. Yeter ki tevbe edip, günahlarını itiraf edip ıslah olsunlar.
Bu âyet bağışlamanın ilâhî bir ahlâk olduğuna, insanlara kendini düzeltme fırsatı tanımaya işaret eder.
Suçunu itiraf edip af dileme bir erdem olduğu gibi, suçu affetmek de bir erdemdir. Affedilme ümidi, insanlara bir çıkış kapısı göstermektedir. Eğitimciler ve ana-babalar bu kapıyı daima açık tutmalıdırlar.
Bağışlayan ve insanlara merhamet edenler, Allah’ın tevbeyi kabul etme ve merhametli olma sıfatlarına bürünen kimselerdir.
Tevvâb kelimesi mübalağa ifade eder. Tevvab kelimesinin peşinden, Rahîm’in getirilmesi; Allah’ın kullarına rahmet edeceğine işarettir.
Bağışlama ile merhametin yan yana gelmesi, bağışlama olmadan merhametin; merhamet olmadan da bağışlamanın olamayacağına işarettir. Bu faziletler, nefsi disipline eder. Bağışlamasını ve merhamet etmesini bilmeyen, eğitime hiçbir erdem kazandıramaz. İnsanları sevmenin delili, onlara merhametle davranmak ve bağışlamaktır.
Tevvab, kullarının tevbesini kabul edendir. Tevbeler tekrarlandıkça Allah’ın ﷻ kabulü de yinelenir. Allah ﷻ, kulu tevbeye muvaffak eder, ona tevbe yollarını ve nedenlerini kolaylaştırır. Bunun için kullarına peş peşe birçok âyetlerini gönderir, onları çeşitli musibet ve belalarla korkutur. Kul günahının kötü sonuçlarını görünce, korkuya kapılıp günahları terk eder, Allah’a ﷻ itaate döner. Allah ﷻ da bunun üzerine fazlı keremiyle onların tevbelerini kabul eder.
Tevvâb duaya karşılık veren, kendisine yönelmeyi kabul eden, kulu kendine yönelmeye muvaffak edendir. Kul isteklerle Allah’a ﷻ yöneldiğinde, Allah ﷻ da kula isteğini vermekle yönelir.
Müslüman tevbesinin sadece kendi isteğiyle değil, Allah’ın ﷻ muvaffak kılmasıyla, O’nun güce ve kuvveti ile gerçekleştiğini bilmelidir. Günahtan dönüp itaate yönelmede Allah’ın ﷻ muvaffak kıldığı kimsenin, bunu kendinden bilmesi doğru değildir.
‘Allah ﷻ kulunun tevbesine şu kuldan daha çok sevinir ki; üzerinde yiyecek ve içeceği bulunan binek hayvanıyla, helak tehlikesi olan bir yere konaklamıştır. Başını koyup biraz uyuduktan sonra uyanınca bineğinin gittiğini görür. Sıcaklık ve susuzluk veya Allah’ın ﷻ kendisi için dilediği meşakkat son haddine varır. ‘Yerime döneyim de ölümü bekleyeyim’ diye düşünür ve dönüp biraz uyur. Sonra başını kaldırır, bineğini yanında görür ve sevincinden yapacağı duayı şaşırır. İşte Allah ﷻ kulunun tevbesine, bu kimsenin bineğine sevindiğinden daha çok sevinir.’ Hadis-i Şerif
Allah ﷻ günah işlemelerinin ardından kulların tevbelerini kabul ettiğine göre, kul kendisine kötülük yapıp, pişman olanların özürlerini kabul etmelidir. Emrinde çalışan kişileri veya arkadaşlarını tekrar tekrar affeden kişi Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmış ve bu isimden nasibini almıştır.
Te’vilâtı’n Necmiyye’den...
إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا Gerçek bir rücu ile taksiratlarını tedarik eder, hakiki nasihat ve hak yoluna hikmetle, güzel nasihatla davet eder, delilleri getirip kendileri de en güzel şekilde uyarsa… Şöyle ki; hüccet olsun, zahiri tasdik olsun, halkı Allah’a davet ederken muamelen sözüne, fiilin lisanına muhâlif olmasın. Allahu Teâlâ Hud, 88’de Hz. Şuayb’ın şöyle dediğini bildiriyor: ‘Ben size nehyettiklerimde muhâlif hareket etmek istemem.’
فَأُولَٰئِكَ أَتُوبُ عَلَيْهِمْ Nafilelerinden gelen günahlara tevbe eder, ıslah olurlarsa ben de onların tevbesini kabul ederim. Zira وَأَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ Benim tevbem seyyiat işleyenlerin tevbesi gibi değil, çünkü ben Rahim’im. Dilediğimin tevbesini kabul ederek ona rahmet ederim.
Bu âyet adeta bir tehdittir. Zira ekseri ehli hakikat halka karışmaz, onlara nasihatla meşgul olmaz. Terbiyeleri ile ilgilenmez, irşadla uğraşmaz. Minderden konuşmaz. Seccade üzerinde oturmaz. Şeyhlikten, şirk aşağılığından, sefihlerin müzahemesinden firar eder. Mana çıkarmaktan sakınır. Ancak onlardan memur olanlar, mazur olmayanlar müstesna... Onlar insanlara karışır, onların ezalarına Mevla’ya yakınlık için sabreder. Taleplerine tazimle vasıl olur, duaları kabul olur, icabet edilir.
Belagat
• إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ , إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا ’den istisnadır. Yani onlar lânete uğramaz, o, kelamın tamamına binaen mensub olan istisna kasrı hakikidir.
• İstisna cümlesi beyan-ı tağyirdir.
• فَأُولَٰئِكَ أَتُوبُ cümlesi mukadder sualin cevabı olan istinaftır. Kime lânet edilmeyeceği sorusunun cevabıdır. Cümlenin ف ile atfolması, affın tevbeyi takip edeceğini gösterir.
• Âyette bedi bir icaz vardır. Takdiri: ‘Tevbe edenlerden lânet kesilmiştir, onların tevbelerini kabul ederim, yani onlardan razı olurum.’
• İsmi işaretin ortada ziyade olarak gelmesi talil içindir, hükmün sebebini bildirir.