Sureler

Göster

Bakara Sûresi 161. Ayet

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَٰئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

161- Gerçekte küfredip de, kâfir oldukları halde ölenler yok mu? İşte Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üzerinedir.

 

Önceki âyette Rabbimiz âyetlerini başkasından gizleyenlerden bahsetmişti. Bu âyette ise âyetleri bizzat kendilerinden gizleyen bahtsızlardan bahsediyor.

Allah’ın verdiği hayatı, Allah’ın mülkünde Allah’ın hükümlerini inkarla ömrünü geçirip, bu mundar halleriyle yıkılıp gidenlerin Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti altında kalacakları bildiriliyor. Ne korkunç akıbet ve hazin bir son… Rabbim muhafaza buyursun.

İnkar kadar büyük küstahlık, inkar kadar büyük nankörlük, inkar kadar aşağılık bir sıfat olabilir mi? Bu rezil sıfat biz aciz kullara bile ne kadar ağır gelir. Mesela dünyaya getirip, büyütüp ve kendisine her türlü fedakârlığı yaptığımız çocuğumuz günün birinde ‘Ben sizi tanımıyorum. Siz benim anam babam değilsiniz’ dese, o anki halinizi düşünmek inkarın ne demek olduğunu anlamaya kafidir. Evladın hiçbir hatası sizi bu kadar üzmez.

Bütün kainatın sahibi yüce Sultan seni en güzel bir yaratılışla yaratsın, türlü kabiliyet ve istidatlarla donatsın. Ekmek, hava, su, elbise, barınak, binit gibi bütün ihtiyaçlarını karşılasın. Sana kitap göndersin, akıl, fikir, izan versin ve sen her daim ona muhtaç olasın, bu acizliğinle kalkıp O’nu inkar edesin. Bu ne büyük küstahlık! Ne hazin tavır… Bunca rahmet, bunca ihsandan sonra sana tekrar rahmet edeceğini mi bekliyorsun? Heyhat!

Bu halde kaldıkça, bu inkar halini sürdürdükçe ve bu minval üzere öldükçe vay haline! ‘O gün yalanlayanların vay haline!’ (Mutaffifin, 10)

Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti her yönden kaplar, kurtulamazsın. Sen askerlerin komutanına hakaret edersen, bütün birlik sana cephe almaz mı sanıyorsun?

Malike’l mülk olan Yüce Rabbimiz bizden yüz çevirirse ondan başka bize dost ve yardımcı kim olur? O’nun gazabından, azabından, bizi kim kurtarabilir? Onun intikamından kim koruyabilir? Bize düşman, azgın nefsimizi, hain şeytanı, dünyayı razı etmek adına Alemlerin Rabbini gücendirmeye, inkar etmeye, gazaplandırmaya değer mi?

Ev sahibini memnun etmeden, onun mülkünde rahat yaşamak mümkün mü? “Ey Allahım, mülkün sahibi sensin. Dilediğine verir, dilediğinden çeker alırsın...” (Âl-i İmran, 26)

Allahu Teâlâ, önceki âyette, âyetlerini gizleyen kimselerden tevbe edenlerin durumunu beyân edince, bu âyette de tevbesiz ölenlerin durumunu zikretmiştir.

Hiç kuşkusuz bu azap, diğer bütün azap türlerinden daha ağırdır; Kovma, uzaklaştırma, reddetme ve horlama azabı... Bu azaba çarpılanlar, kendilerine acıyacak hiçbir şefkatli kucak, hiçbir hoşgörülü bakış ve avutucu söz bulamazlar. Onlar hem Allah katından, hem insanlar tarafından, yeryüzünde de yüce ruhlar âleminde de lânetlenmiş, kovulmuş, dışlanmışlardır. İşte acı ve onur kırıcı azap budur.

Buna benzer bir mana 159. âyette de geçmiş, Allah’ın apaçık olarak indirmiş olduğu âyetleri gizleyenler için Allah’ın ve lânet edebilen herkesin lâneti olduğu bildirilmişti. 

Bu iki lânet mukayese edildiğinde, kâfirin lânetinden, Allah’ın Kitabındaki âyetleri gizleyenin lânetinin daha fazla olduğu görülür. Çünkü gizleyen, kâfirin Allah kelamını duymasını engellemiş olur. Allah’ın âyetlerini gizleyenlerin cürmü, kâfirlerin suçundan daha fazladır.

‘Mesela bir adam, bilgisizliğinden kâfir, İslâm ona ulaştırılmamış. Fakat onun bitişik dairesinde oturan bir Müslüman var. On sene beraber kalmışlar ve öbür adam bunun Müslüman olduğunun farkına bile varmamış. Bu adam ona bir tek kelimeyi duyurmamış. İşte bu adamla öbürünü beraber aynı yere gönderirler. Ve bunun yeri biraz daha derinde olur.’
 

Lânet Edenler

İnsanın kendi kavmi ona lânet etmez, ancak âyet-i kerime bütün insanların lânet edeceğini beyan buyurmuştur. Bu konu şöyle açıklanmıştır:

‣ Ekseri nasın lânetine cemi nas ismi verilmiş, tağlip yapılmıştır. Bununla murad kıyâmet günündeki bütün insanlardır.

‣ Onun dininde olanlar, ona lânet ederler. “Sonra kıyamet gününde siz birbirinizi inkâr eder ve birbirinize lânet edersiniz.” (Ankebût, 25)

‣ ‘Bütün insanlar’ sadece mü’minlerdir. Zira gerçek manada insan olanlar mü’minlerdir, insanlıktan sadece ve sadece mü’minler faydalanır. Kafirler ise, hayvanlar gibidirler, hatta belki hayvanlardan daha sapık bir yolda ve dalâlet içindedirler. (bkz. Furkan, 44) Allah katında onların itibar ve değerleri yoktur.

‣ Herkes cahil ve zâlime lânet eder. Çünkü cahillik ve zulüm herkese göre kötüdür. İnsan kendisinin böyle olduğunu bilmeden, câhile ve zâlime lânet etse, kendine lânet etmiş olur. Kendisi zalim olduğu halde, zalimlere lânet eden, nefsine zulüm etmiştir.

‣ Lânetin yapılması, lânete müstehak olma manasına hamledilebilir. Bu durumda âyet umum ifade eder.

‣ Kulların lâneti kovmak, Allah’ın lâneti ise azaba uğratmaktır.
 

Lânet

Lügatta; uzaklaştırma, beddua, hakaret, sövüp sayma ve azap, Allah’ın rahmetinden uzaklaşma, gazap etme, buğz etme, muhalefet etme... anlamındadır.

Âyette, müslümanların kâfir olarak ölene lânet edebilecekleri, kâfirin ölümü ile mükellefiyeti kalksa bile kendisinden lânetin sakıt olmayacağı, lânetten kurtulamayacağı hükmüne delâlet vardır. Nitekim mü’mine rahmetin devam etmesi gibi. ‘Ve bütün insanlar’ ifadesi, o kâfirin ölümünden sonra, ona lânet etmemiz manasını ifade eder.

Kâfire, onu küfürden alıkoymak, engellemek üzere lânet okunmaz. Aksine ona lânet okumak, küfre bir ceza ve küfrün çirkinliğini açıkça ortaya koymaktır. Kâfir ister ölmüş bulunsun, ister deli olsun farketmez. Bununla birlikte evlâ olan, lânet etmemektir. Çünkü bu, benzeri davranışla mukabelede bulunmaya götürebilir, düşmanlık ve çarpışmaları alevlendirir. Âyette ‘onların lânete müstehak olduklarını bildirmek’ kastedilmiştir. Yoksa onlara lânet edin, anlamında değildir.

Delirmiş ya da ölmüş bir kâfire küfrüne ceza olsun ya da onu küfründen alıkoymak yoluyla olsun lânet okumanın bir faydası yoktur; çünkü o bundan etkilenmez.

Bu âyet ile anlatılmak istenen şudur: İnsanlar böyle bir kâfire kıyamet gününde lânet okurlar ki, bundan dolayı etkilensin, zarar görsün, kalbi acıyla dolsun ve bu lânet, onun küfrünün bir cezası olsun. (Bu lânet kıyamet gününde olacağı için, Kevn-i lahık)

İnsan ancak küfür üzere ölürse lânete müstehak olur. İman da böyledir. Kişi ancak imanlı öldüğü zaman medhe müstehak olur.

Asi kimseye lânet okumak ittifakla caiz değildir. Çünkü Peygambere ﷺ defalarca içki içmiş birisi getirildiğinde orada bulunanlardan birisi:

‘Allah ona lânet etsin, bu iş dolayısıyla bu adam buraya ne kadar da getiriliyor?’ deyince Peygamberimiz ﷺ ‘Kardeşinize karşı şeytanın yardımcıları olmayınız’ buyurmuştur.

Tayin etmeksizin mutlak olarak asi olana lânet okumak ise, icmâ ile caizdir. Çünkü Resûlullah ﷺ şöyle buyurmuştur: ‘Allah bir yumurta çalan ve bundan dolayı cezalanan hırsıza lânet etsin.’
 

İnat

İnkarcıların lânete uğraması, inatçılık ve küfründen dönmemeleri sebebiyledir. İnatçılık temizlenmesi gereken ahlâk-ı rezilelerdendir. İnsan, daha çocuk yaşta her şeyin kendi dilediğince olmasını ister. Ancak her istenen, arzu edilen şey, her zaman iyi ve doğru olmayabilir. ‘Hayır, ille de olacak’ diye tutturmak, inattır.

İnat insanın cüzî iradesi ile külli iradeye karşı direnip git gide perişan olmasına yol açar. Bu anlamda esnek olmak, zaman ve mekânın müsaitliğini kollamak, zorlama sınırını aşmamak, biz istedik diye her şeyin olmayacağını bilmek gerekir. “O ol deyince olur” (Yasin, 82) hükmü sadece, Allah içindir, varlıklar böyle bir güce sahip değildir.

İnad ev yıkar, can yakar, gönül bozar. Git gide küfrü inâdiye dönüşür. Ebû Cehil’in küfür karanlığında kalıp, cehlin babası olması hep inadı yüzündendir. Firavun, Nemrut ve Ebû Leheb bu durumu sembolize eden örneklerdir. Her dönemde, her çağda bunların benzeri bulunur. Yaşadığımız çağ ise bu örneklerin çok bulunduğu bir çağdır.

Asrımızda insanların sık sık kullandığı ‘Ben ibadet etmesem de kalbim temiz, kalbime bak, ben ne namaz kılanlar biliyorum’ gibi cümleler’ de inadın bir başka tipik örneğidir.

Şeytan da yetmiş bin yıl ibadet edip, meleklerin hocalığını yapmasına karşın, bir kere inad edip secde etmediğinden sûreti ve sireti değişti; küfrün, inadın ve lânetin sembolü oldu.

İnad, ulvî hasletlerden olan sebat ve metânet vasfının ifrat hâlidir. Menşei de, taassup gibi, cehalet ve bilgisizliktir. İnatçı kimseler, verdikleri bir kararın yanlış olduğunu anlasalar bile, ondan dönmemek, kimsenin mütalâasını dinlememek gibi dikbaşlılık ve câhilâne bir cüret gösterirler.

 

Te’vilâtı’n Necmiyye’den...

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ Âyette iki işaret vardır: Ehlullahın seyri sülukünü, çeşitli kerametlerini, sünnetini inatla inkar ederler. Hak yolda, şeriat yolunda istikamet etmezler. Nefis ve şeytanın mekriyle bu halleri inkar ederler. Sonra bu hızlanda ısrar ederler. Nitekim bu vahşet halinde ölür, bu zulmet halinde ruhları kabz olur.

أُولَٰئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللَّهِ Lânet hakikatte rahmetin zıddıdır. Nitekim rahmet ziyade hayrı hayır ehline ulaştırma iradesidir. Bunun gibi lânet de şer ehline ziyade şerri ulaştırma iradesidir.

Bunun manası; Allah onları kadim iradesinin kapısından tard etmiştir. Çünkü O murad ettiğini yapandır. Onun gazabı inkara ısrar girdabıyla sonuçlanır.

وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ Meleklerin ve insanların lâneti Allah’ın lânetine tabi ve muvafık olarak gerçekleşir, rahmetinde olduğu gibi. “Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O’dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, mü’minlere karşı çok merhametlidir.” (Ahzab, 43)

Efendimiz ﷺ şöyle buyurdu: ‘Allah bir kulu sevdi mi, Cibril’e nida eder: Ben filanı seviyorum, sen de sev. Ve onu sema ehline sevdirir. Ona yerde de kabul görme verilir. Bir kula buğz etti mi Cibril’e nida eder: Ben filana buğz ettim, ona sen de buğzet ve ona buğzettir. Sonra ona arzda buğzedilir.’ (Buhari)

 

Belagat

• إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ cümlesi tezyildir. Bazı fertlerine bağladıktan sonra hükmü genelleştirmiştir.

• النَّاسِ ’deki elif-lam istiğrak-ı urfidir. Kastedilen tevhid ehlidir.

• İsim cümlesiyle gelmesi, sebat ve istikrara delalet içindir. أولئكَ ’nin hilafına (haberin fiil cümlesiyle أَتُوبُ عَلَيْهِمْ şeklinde gelmesinden) maksat, tevbeden ümitsiz olmamaları için teceddüttür.