163- Hepinizin ilâhı tek olan ilâhtır. Ondan başka ilâh yoktur. O, Rahman ve Rahimdir.
Önceki âyette inkarın cezası anlatılarak itici kuvvet, bu âyette de tevhid anlatılarak çekici kuvvet devreye giriyor.
İnançsızlığın iki ana sebebi var: Birincisi, cehalet, bilgisizlik, delil eksikliği, diğeri inat ve hevaya uymak.
Rabbimiz bu âyette bilmeyene öğretmek, bilene hatırlatıp uyarmak için “Sizin ilâhınız birdir. Ondan başka ilâh yoktur. O Rahman ve rahim’dir” buyuruyor.
Cahiliye devrinde putlara, sonra tağutlara ve asırlardır nefs-i hevasına tapan insanlığı uyarıyor: Sizin ilâhınız, mabudunuz, sığınağınız, koruyanınız, muhtaç olduğunuz ilâhınız, bir olan Allah’tır. O’ndan başka her şey fanidir. Yokluktan gelmiş yokluğa gidicidir. Ezeli ve ebedi olan, evvel ve ahir olan Kadir-i mutlak sadece O’dur. Yer, gök ve arasında olan her şey O’nun eseridir. O’nun varlığına, birliğine ve bütün evsafına delildir.
Hz. İbrahim’in ilâhlık davası güden Nemrud’a ‘Benim Rabbim güneşi doğudan doğduruyor. Haydi sen onu batıdan getir’ demesi üzerine koca kafir şaşırıp kalmış, yenik düşmüştü. Alemdeki sayılamayacak olaylar, mucizeler bu gerçeği tasdik etmektedir.
Her varlık O’nun eseridir. Bir iğne bile ustasız meydana gelmediğine göre, koca kainat kendi kendine olur mu? O’ndan başkası bu ayı, bu güneşi ve görüp-görmediğimiz her şeyi yaratabilir mi?
Bunu becerebilseydi bütün dünya saltanatına sahip Firavun yapar, ilâhlığını ispatlar, şaşırıp kalmazdı.
Allah ﷻ vardır ve birdir. Birliğinin en bariz isbatı kainattaki düzendir. Güneşin zamanında doğup batması, gece gündüzün değişimi, bulutların sevk-i idaresi müthiş bir ahenkle devam ediyor. Bu; ilâhın tek olduğunun en büyük delilidir. Eğer iki ilâh olsaydı asla bu düzen sağlanamazdı. Aralarında ihtilaf olur, düzen bozulurdu.
Nitekim kulların arasındaki birliği, düzeni sağlaması için Rabbimiz “Çekişmeyin, yılmayın. Rüzgarınız (kuvvetiniz) kesilir” buyuruyor. (Enfal, 46)
Müdebbiru’l umûr olan yüce Rabbimiz bütün emir ve yasaklarda, bütün fiillerinde, dünyevi ve uhrevi işlerde rahmetiyle muamele eder ve bu rahmet vasfını kitabında sık sık tekrarlar. Kulları için hep hayır murad eder. Ve onları da daima şefkate, merhamete, cömertliğe, adalete, muhabbete ve mârifete davet eder.
Allah’ın birliği, imanın ilk ve en büyük kaidesidir. Hiçbir zaman Allah’ın ﷻ varlığı hakkında tartışma olmamıştır. Allah’ın zatı, sıfatları üzerinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür, fakat bu görüşleri savunanlar Allah’ın varlığını reddetmemiştir. İnsan fıtratı Allah’ın varlığını hiçbir zaman unutmuş değildir.
Yalnız son zamanlarda fıtratın kaynağından kopuk Ateist bir grup türedi. Bu türediler Allah’ın varlığını kökten inkâr eder. Fakat bunlar, fıtrata ters olarak meydana çıkmıştır, varlık bütününe bağlanan bir kökleri yoktur. Bu yüzden eninde-sonunda yok olmaya mahkûmdur. Mevcudatın yaratılış yapısı böyle köksüzlükleri bünyesinde tutmaz!
Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim, yüce Allah’ın birliğinden sık sık söz eder. Çünkü Allah’ın birliğini düşünmek, fikirleri rayına oturtan, kaçınılmaz bir düzelticidir. Allah’ın birliği ilkesinin ardından gelecek tüm ahlâkî ve sosyal hükümler bu taban üzerine inşa edilir.
Allah’ın zatında, sıfatlarında, fiillerinde bölünmesi ve sayısının artması söz konusu olmayan bir ve tek olduğunu ifade eden ismidir.
‘Ahad’ ismi ile aynı kökten türemiştir. Allah’ın ne ulûhiyetinde, ne zatında, ne sıfatları ve isimleri hususunda, ne de rububiyetinde hiçbir ortağı, naziri, misli, zıddı, niddi (benzeri) ve bir ikincisi olmadığını gösterir.
Yakın anlamlı olan bu iki isimden ‘Ahad’ Allah’ın birliğini tenzihi selbi sıfatları, ‘Vahid’ ise subûti sıfatları açısından gösterir.
Allahu Teâlâ, zatında, sıfatlarında, işlerinde tektir. Varlığı vâcib ve zatının iktizası olma itibarı ile O’nun hiçbir benzeri, ortağı ve cüzler yoktur. Her bakımdan bir olmak O’nun zati sıfatlarındandır.
Allah’ın birliğine iman etmek, yaratan, rızık veren, besleyip büyütenin yalnız Allah olduğuna, O’ndan başka ibadete layık kimse olmadığına inanmak demektir. “Eğer yer ile gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de muhakkak fesada uğrar yok olurdu. O halde Arş’ın Rabbi olan Allah, onların vasfetmekte oldukları şeylerden (bütün noksanlıklardan) beridir, münezzehtir.” (Enbiya, 22) Madem ki kainat bütün nizamıyla mevcuttur, öyle ise Allah’tan başka mabud, O’ndan başka ilâh yoktur.
O’nun birliğine gönülden inanabilsek, biz kullar için korkular, hüzünler yok olur. O emretmeden kimse bize zarar veremez. O’na tam manasıyla iman etsek, kimseden bir şey beklemeyiz. Çünkü her şeyin hazinesi O’nun elindedir. O müsaade etmeden kimse bir şey veremez. Kimse elimizden bir şey alamaz.
O’nun birliğini anlamak, bizi ihlasa, sadakata, dürüstlüğe götürür.
O’nun birliğini kavrayabilsek, işimizin ne kadar kolay olduğunu anlarız. Bir tane Rabbimiz var, O ne derse o olur. Her şeyi O’na danışır, O’na sorar, O’ndan izin alır, O’nunla, O’nun için, O’nun namına yaparız. Bütün mevcudat bize yol verir, yardımcı olur. Çünkü O’nun emri ve buyruğu altında hareket ederler.
Onun birliğini hatırımızdan çıkarmasak, O’nun rızâsından gayrı gayemiz, O’nun gücenikliğinden gayrı sıkıntımız olmaz. O’nun birliğini her an hissedebilsek başka teselliler, başka destekler arama zahmetine girmeyiz. O’nun sevgisi iliklerimize işler, O’nun yadı hayatımıza yön verir. Meylimiz tekleşince masraflar, israflar, zorluklar azalır. Dostluklar, arkadaşlıklar arınır, saflaşır.
Ulûhiyyet ve ferdâniyyetin (bir olmanın) zikri, kahr ve yüceliği ifade eder. Allahu Teâlâ’nın ulûhiyyet heybeti ve ferdâniyyet izzeti karşısında kalpleri rahatlatmak, rahmetinin gazabını geçtiğini ve tüm mahlûkatı ancak ihsan etmek için yarattığını bildirme gayesiyle rahmet hususunda mübalağa ifade eden bu iki kelimeyi zikretmiştir.
Yüce Allah’ın, ‘O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur’ buyruğu O’nun dışındaki ilâhları reddederek Allah’ın vahdaniyetini ve varlığını ispat etmektedir. ‘O Rahmân’dır, Rahîm’dir’ buyruğu da vahdaniyeti isbat eden başka bir delildir. Yani: Aslıyla-fürûuyla bütün nimetlerin sahibi O’dur. Bu nitelikte O’ndan başka kimse yoktur. O’nun dışındaki her şey ya nimettir veya nimete mazhardır, rahmete nail olmuştur.
Yüce Allah’ın burada özellikle vahdaniyet ve rahmeti zikretmesi, hakkı gizleyen kâfirlere azaptan korunmak için Allah’tan başka bir sığınaklarının olmadığını hatırlatmak, onları tevbeye teşvik edip, lütfundan ümit kesmemeleri içindir.
Aziz ve celil olan Allah ﷻ kıyamet günü ümmetimden bir
adamı halkın içinden alır ve ona 99 adet büyük defter açar.
Her defter gözün alabildiği kadar büyüktür. Adama sorar:
- Bu defterde yazılanları inkar ediyor musun? Muhafız
meleklerim olmadık şeyleri yazıp sana zulmetmişler mi? Kul:
- Yâ Rabbi hayır, der. Tekrar sorar:
- Bunları işlemeden dolayı bir özrün var mı?Kul:
- Hayır Yâ Rabbi, der. Aziz ve celil olan Allahu Teâlâ:
- Evet senin bizim yanımızda bir de hasenen var. Biz bugün
sana zulmetmeyeceğiz, buyurur. Üzerinde şehadet yazılı olan
bir kart çıkarılır. Sonra Allah ﷻ buyurur:
- Ağırlığını hazırla. Kul sorar:
- Yâ Rabbi bu defterlerin yanındaki şu kart da ne?Allah:
- Sana zulmedilmeyecektir, buyurur.
Hemen defterler mizanın bir kefesine konulur, kart da diğer
kefesine. Tartılırlar. Neticede defterler hafif kalır, kart ağır
basar. Esasen Allah’ın ismi yanında hiçbir şey ağır olmaz.
‘Lâ ilâhe illâllah’ cennetin anahtarıdır. Hadîs-i Şerîf
Bu tevhidi söyleyen, anahtarı cebine koymuş olur. Tevhid anahtarının dişleri:
1- Dili, yalan, gıybet ve bütün bâtıl sözlerden korumak.
2- Kalbi haset ve hâinlikten korumak.
3- Karnı haram lokmadan korumak.
4- Diğer âzâları temizlemek.
Bütün vücut kulluğa çalışırsa, o anahtar cenneti açar. Cennet yolu, soğuk-sıcak, açlık, susuzluk, yorgunluk, uykusuzluk, mal fedâkârlığı gibi zahmetlerle döşenmiştir. Üstüne bir de şeytanın tasallutu vardır. Bu kadar sıkıntı arasında, kıymetli anahtarı kaybetmeden cennete ulaşmak kolay değildir.
Kureyş kâfirleri, ‘Yâ Muhammed, bize Rabbini anlat’ dediler, Yüce Allah bunun üzerine İhlas sûresiyle bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu. Müşriklerin o sırada üç yüz altmış tane putları vardı. Yüce Allah, kendisinin bir ve tek (vâhid) olduğunu beyan buyurdu. Bu âyet-i kerime, tevhid hakkında nazil olan ilk âyettir. (İbn Abbas)
‘Allah’ın ismi a’zamı bu âyet ile “Elif, Lam, Mim... Allah O’ndan başka mâbud olmayandır. Diridir. Her şey O’nunla kaimdir.” (Âl-i İmran, 1-2) âyetlerindedir.’ Hadis-i Şerif
Başka bir rivâyette Bakara 255. âyeti de zikredilmiştir.
‘Bakara’da bulunan bu âyetten daha şiddetlisi sapık cinler hakkında gelmemiştir.’ Hadis-i Şerif
‘İlâhınız’ şeklinde kulunu kendine izafe etmesi, insana verilen mükemmel şerefi ve Allah’ın ﷻ kemali inayetini gösterir. Nasıl ki ‘Beytim’ diyerek, mescid-i Haram’ı kullara değil kendine izafetle tahsis etmiş, öyle de insan ruhunu kendine izafe ederek şereflendirmiştir.
“Artık onu düzenleyip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!” (Hicr, 29) وَاحِدٌ kavliyle zatını birledi ki muvahhidin kalbine ikinci ilâh ihtimali gelmesin. Aksi halde iki, dört ve gayrı nihaye ihtimale sebebiyet verebilirdi. Muvahhidin kalbinden إِلَٰهٌ وَاحِدٌ diyerek tefrika maddesi çıkarıldı.
Sonra لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ kavliyle mutlak bir olan ilâhdan gayrıları nefyedildi. Zira vahdaniyetin isbatı sadece إِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ kavliyle olmaz. إِلَٰهُكُمْ izafetindeki كُمْ zamirinin muhatabı insanlardır. لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ cümlesi gelmese, insanlar dışındaki mahlukatın başka ilâhı olduğu vehmedilirdi.
لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ kavliyle şirk nefyedildi. Kul ubudiyette halis oldu. Zira kulluk şirk koşmamaktır. Bunun için tekliğini bilmediği zaman ubudiyette muhlis olamaz. Muhlis, O’na muhtaç olduğunu, O’nun rahmetinden başka melce olmadığını, O’nun cûd-u kereminden başka sığınak olmadığını bilendir. Bunun için zatının sıfatı olan لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ vasfını iki sıfatı takip etti:
الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ Bunlar celal ve cemale ait iki sıfata delalet eder.
Bu ikisinin hakiki manası لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ kavlindedir. لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ cümlesi, Hâlık, Bâri, Muhyi, Mumit, ed-Dârr, en-Nâfi, Muiz, Müzill, Muti, Mani, Mabud, Mahmud isimlerini tazammun eder.
• Bu âyet إنَّ الذِينَ كَفَرُوا âyetine atfolmuştur. Aralarındaki tezayuf, camii aklidir. Şirk sebebiyle kendilerine gelen lâneti ve ateşte ebedi kalmalarını zikredince, inkar ettikleri ve şirk koştuklarının tek bir ilâh olduğunu açıklamıştır. Bu atıf, küfredenlerden maksadın müşrikler olduğunu teyid eder. Çünkü ehli kitap tek bir ilâha iman ediyordu.
• ‘إِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ / Sizin ilâhınız bir ilâhtır’ cümlesinde, inkâr eden, inkâr etmeyen mevkiine konmuş, haber tekitsiz gelmiştir. Zira onların önünde öyle güçlü ve kesin deliller vardır ki, eğer düşünseler, Allah’ın birliğine tam manasıyla kanaat getireceklerdir.
• لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ cümlesi, إِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ cümlesini tekit eder, kemalde mübalağa için olmadığını gösterir. (Araplar birinin sahasında çok iyi olduğunu bildirirken bu ifadeyi kullanırlar. ‘Tek dokumacı odur’ gibi.) Veya bu ilâhın sadece müslümanların ilâhı olduğu düşünülmesin diye getirilmiştir (Tekmil ve ihtiras itnabı).
• ‘Rahman’ ve ‘Rahim’ zamirin iki sıfatıdır, medih bildirir. Yani büyük ve küçük nimetleri veren O zattır. Bu iki sıfatta uluhiyet ve uluhiyetteki vahdaniyete telmih vardır. Çünkü Mün’im O’dur, başkası değildir. Kelam, uluhiyeti O’ndan başkasından nefyederken, uluhiyeti Allah’a ﷻ hasretmiştir.
• ‘Rahman’ sıfatının zikrinde müşrikleri kızdırmak (İstiare-i inadiye) vardır. Çünkü onlar, “Rahman nedir, dediler” (Furkan 60) âyetinde bildirdiği gibi Allah’ı Rahman olarak vasıflamaktan kaçındılar.