168- Ey insanlar, yeryüzündeki yiyeceklerin helal ve temiz olanından yiyin, şeytanın arkasından gitmeyin, o sizin gerçekten açık düşmanınızdır.
Rezzâk-ı âlem, şu âlemde en temiz, en faydalı, en lezzetli, en kaliteli rızıkları bize ihsan eylemiş. Bu temiz rızıkları bozmadan, yakmadan, kokutmadan, taze taze yiyin, buyurmuş. Bu ne büyük lütuf…Hiçbir mahlukun mazhar olmadığı bir ikram.
Kainat bahçesinde derlenmiş bir buket gül gibi en mümtaz rızıklar bize ikram olunmuş. Vücut sistemimizi etsi, otsu her şeyi temiz, tayyip olmak şartı ile hazmedecek tarzda düzene koymuş. Ve şimdi de tembih ediyor, uyarıyor:
“Ey insan! Yerde helal ve tayyib olanı ye.” Şeytana uyup, şeytan gibi pis, kokuşmuş, haram, iğrenç şeyleri yeme. Onun Allah korkusu yok ki haramdan sakınsın, her türlü necis, pis, haram şeyleri yiyip içer ki seni kandırsın. Enerjini kötü gıdalardan oluştursun ki, sıratı müstakimde yürümeye mecalin kalmasın.
Gitmeyin şu melunun peşinden! O’nun size düşmanlığı açıktır. Âdem’den (a.s) bu deme, bu demden kıyamete kadar sermedi düşman. Nasıl ki taşıtlara, bir anlamda gıdaları olan yakıt verilirken kalite kalite süzülür, arınır, benzin, süper benzin, uçak benzini diye birçok çeşide ayrılır. Bizim gıdalarımız da sıratı müstakime götürecek olan bedenimizin yakıtıdır. Ne kadar Tayyib olursa o kadar verimli yol alırız.
Tasavvuf erbabı mideyi sadık bir köpeğe benzetir. Helalden gıdalanırsa helale, haramdan gıdalanırsa harama gideceğini tespit etmişler. Bu durumu hepimiz müşahede ediyoruz.
Çoluk çocuğuyla helal rızkı yiyen camiye, namaza giderken; içkili çilingir sofrasında yiyen sarhoşken çamura, ayıkken meyhaneye, eğlence bataklıklarına, neticede ya hastaneye ya hapishaneye gidiyor.
Kısacası haydan gelen huya gidiyor. Su testisi su yolunda kırılıyor.
Haram insanı huzurdan, bereketten, hikmetten, cennetten uzaklaştırıyor.
حَلاَلاً / Helâl, kendisinden, mahzurluk düğümü çözülen, kendisinden faydalanmanın mubah olduğu şey’ demektir. Bu kelimenin asıl manası, ‘akd’ (düğümlemek) kelimesinin zıddı olan ‘hall / bir şeyin bağını çözmek’tir. Yani helalin, kendisinden faydalanmayı engelleyen bağı çözülmüştür.
Bir şeyin haram olma sebebi ikidir:
1- Habis ve zararlı olması: İnsana zarar veren şey haramdır. Ölü eti, kan ve hınzır eti gibi.
2- Başkasının hakkı olması: İzni olmaksızın birinin malından faydalanmak haramdır.
طَيِّباً maddi-manevi hastalık ve sapmalardan salim olan nefsin lezzet duyup hoşlandığı, tabiatın meylettiği şeydir. Temiz ve helâl olan şeylere, teşbih yolu ile ‘tayyib’ denir. Çünkü nefis, pis şeyden hoşlanmaz, lezzet duymaz. Bu nedenle haram da ‘Pis’ diye vasıflandırılır.
طَيِّباً kelimesinden kasıt:
1- Lezzet duyulan şey manasınadır. Çünkü bu kelime ‘helâl’ manasına alınırsa, bu tekrar olur. Buna göre helâl ancak, arzu edilen bir şey olursa ‘tayyib’ olur.
2- Bundan murad ‘mubah’ dır.
3- Ya da helal manasındadır.
Muhammed Bahaüddin Şah-ı Nakşibend hazretlerine müridlerden biri yemek getirdi. Şah-ı Nakşibend yemeğe baktı şöyle dedi: ‘Bunu yapan kişi hamuru yoğurmasından, pişirip bu hale getirinceye kadar hep öfkeliydi; böyle bir yemeği yemek bize yakışmaz. Öfkeyle yapılan yemekte hayır ve bereket yoktur. O yemeğe şeytan yol bulup girmiş sayılır, ondan nasıl iyi netice alınabilir?’
طَيِّباً içinde başkasının hakkı olmayan, haram şüphesi taşımayan şeydir. Çünkü haram şeyi yemek hoşa gitse de, sonunda cezaya sebep olacağı için zararlıdır ve hoşa gitmemesi gerekir.
Bu emir, İslâm’ın hürriyetten yana tavrını, evrensel sistemle insan fıtratı ile arasındaki uyumu gösterir. Yüce Allah yeryüzündeki bütün maddeleri insan için yaratmış ve ona helâl kılmıştır. Bu özgürlüğü, birkaç maddelik haram listesi ile hakkını aşmamak kaydı dışında sınırlayan hiçbir şey yoktur. Allahu Teâlâ’nın insandan istediği; temiz nimetlerden yararlanması, fıtrî istekleri zorlamadan, baskı altına almadan doğal bir yaşam sürmesidir.
Bunun tek şartı; helâl ve haramı şeytandan değil, yüce Allah’tan öğrenmeleridir. Çünkü Şeytan, insanların açıkça düşmanı olduğu için onlara iyi şeyler önermez; tersine sadece kötülükleri, çirkin davranışları, Allah’a karşı nankörlük etmeyi, hiçbir belgeye, gerçeğe dayanmaksızın Allah adına asılsız şeyler uydurmayı emreder.
Bu ifadeler aynı zamanda Allah’a iftira ederek tayyip nimetleri kendilerine haram edenlerin ahmaklığına tarizdir. Ayrıca burada İslâm’ın mubah kılmasındaki illete ima ve müslümanlara talim vardır.
“Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerden helâl ve temiz olanlarını yiyin” âyeti, Resûlullah’ın ﷺ huzurunda okundu. Bunun üzerine Sa’d b. Ebi Vakkâs kalkıp şöyle dedi: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Yüce Allah’a beni duası kabul olunan bir kişi kılması için dua et!’ Resûlullah ﷺ şöyle cevap verdi:
- Ey Sa’d! Temiz (helâl) şeyler ye, duan kabul olunan bir kimse olursun. Muhammed’in canı elinde bulunana yemin olsun, kişi haram bir lokmayı karnına atacak olur ise kırk gün süre ile ondan (duası) kabul olunmaz. Herhangi bir kulun haramdan ve faizden eti bitecek olur ise o ateşe en layık olandır.
Aldığını hak etmeyenin lokması helal değildir. Yaptığı işte gevşeklik gösteren, kendi yapması gerekeni başkasına yükleyen, içine hile sokan, kalitesiz iş yapan kimselerin, namaz ve diğer farzları iş yüzünden terk eden, ihmal eden, iş icabı diye haramlardan sakınmayanın, kadın erkek bir arada gayrı ciddi çalışanların lokmaları helal olmaz. Haksız ve kolay kazançlar (kumar, faiz vs.) yetim hakkı, miras malından haksızlıkla elde edilen lokma, helal değildir.
Meşru yoldan çalışıp helali istemek peygamberlerin yoludur. Kazancın faydaları çoktur.
1- Kazanç, sermayeyi artırır, kişi bu sayede ticaret için çalışır. Ziraat, ağaç dikmek işinde çalışırsa, diktiği ağaçtan sadaka sevabı kazanır. Kuş veya herhangi bir canlı o ağaçtan faydalandıkça eken kişiye ecir vardır.
2- Çalışan kişi, çalışmakla meşgul oldukça, tembellikten, boş ve faydasız şeylerle uğraşmaktan kendisini korur.
3- Çalışan kimse, şehevi isteklerine engel olur, böylece günaha girmesi azalır.
4- Çalışan kişi, dünya ve ahirette insanların yüz karası olan fakirlik ve yoksulluktan emin olur.
5- Çalışan kişi meleklerin ve salihlerin duasına mazhar olur.
Bir kişi, ailesini geçindirmek için çalıştığı işinde hareket ettiği zaman ‘hafaza’ melekleri kendisine ‘Allah çalışmanı ve hareketlerini sana mübarek kılsın. Ailen için kazandığın nafakayı Allah, sana cennette zahire kılsın!’ diye dua ederler. Göklerin ve yerin bütün melekleri de bu güzel duaya ‘Amin’ derler.
En faziletli çalışma ve kazanç cihaddır. Sonra ticaret, sonra çiftçilik, sonra sanat gelir.
‘Hutuvat’ kelimesi ‘hutve (adım)’ kelimesinin cemisidir. ‘Hatve’, bir kere adım atmak demektir. ‘Hutve’ kelimesi ise yürüyen ve adım atan kişinin iki adımının arasındaki mesafedir. Bir kişi birinin ardı sıra yürüdüğü, birine uyduğu ve sünnetiyle amel ettiği zaman ‘onun adımlarına uydu, onun ardı sıra yürüdü ve ona tabi oldu’ denir.
Burada şeytanın adımları, istiare-i tasrihiyenin bedi (hareket) kısmındandır. Şeytanın vesveselerine ve davet ettiği sefahata uymak, sanki arkasından gidip adımlarını takip etmeye benzetilmiştir.
‣ Şeytanın adımları; onun vesvese ve hilelerle insanı aldatmak için kurduğu tuzaklardır. Buna göre âyet-i kerimenin manası şöyledir: Şeytanın eserlerine, tarikatına, mezheplerine girip ona uymayın, şeytanın çizdiği yoldan gitmeyin, onun yolunu izlemeyin, heva ve isteklere boyun eğerek onu takip etmeyin, onun vesveselerine kapılmayın. Çünkü şeytan, haramı helal; helali de haram kılar.
‣ Şeytan adımlarını tamamlayınca, yolunun sonu cehennem olacaktır. Onu takip eden de arkasından cehenneme gidecektir. Allahu Teâlâ adımlarımıza dikkati çekiyor. Kiminle nereye gidiyor, nerelerde geziyoruz. “Allah, gezip dolaştığınız ve duracağınız yerleri bilir.” (Muhammed, 19)
‣ Şeytan iz bırakır ama onun ardında bıraktığı iz sümüklü böceğinki gibidir. Onun izinden gitmek, insanı değersizliğe, hiçliğe düşürür.
‣ Şeytanın adımlarına uymayın, demek, mefhum-u muhâlifiyle, Resûlün izine uyun, demektir.
‣ Nasıl ki yolda kalmış arabaları çekerler, şeytan da boş kalan insanı çekip ardından sürükleyecektir. “Kim Rabbini zikretmekten gafil olursa, biz ona bir şeytan bağlarız.” (Zuhruf, 36)
‣ Şeytanın geliş yönleri ön, arka, sağ, sol olabilir. Onun bu geliş yönlerine dikkat edip kanmamak gerekir.
İz, yere basınca meydana gelen eserdir. İzlemek ise o izin ardından gitmektir. İzleyen izleneni hiçbir zaman geçemez. Mesela karda biri önde gider, onu takip eden, daima arkasından gider, onu geçmesi mümkün değildir.
Bunun için İslâm taklide karşı çıkmıştır. Ancak peygamberin yaptıklarını yani Allah’ın onayından geçmiş şeyleri taklit etmek güzeldir.
Yoksa insanların yaptıklarını, gerçek olduğu ispatlanmamış şeyleri taklit doğru bir şey değildir. ‘Hele hele Şeytana hiç tâbi olmayın. Onun izini takip etmeyin, izlemeyin.’
Şeytanın adımlarını izlemek ifadesinin kapsamına Allah'a karşı masiyet olan her şey girer. Masiyetler uğrunda yapılan bütün adaklar da bunun kapsamındadır. Gazap halinde yapılan her yemin veya adak şeytanın adımlarındandır. Bunun keffâreti ise bir yemin keffâretidir. eş-Şa’bî şöyle demektedir: Adamın birisi oğlunu boğazlamayı adamış, Mesrûk ona bir koç kesmesi şeklinde fetva vermiş ve: İşte bu adak şeytanın adımlarındandır, demiş.
Abdülaziz Bekkine, her Cuma geceleri talebelerine
hadis okuduğu halde, o Cuma yılbaşı gecesine isabet
ettiği için yatsı namazından sonra kapıda durdu,
gelenleri derse almadı ve dedi ki:
– Gidin yatın, bu gece ders yok. Onların (ehl-i dünyanın)
uyumadığı gece, ben uyurum.
Bu cümle şeytana tabi olmaktan nehyetmenin sebebini beyan etmektedir. Basiret sahibi olanların yanında şeytanın düşmanlığı son derece açıktır. Heva ve heveslerine tabi olup basireti olmayanlar ise şeytanı çok samimi dost kabul ederler. (Mefhumu sıfat). Çünkü şeytan, onu hep nefsin arzuları istikametinde yönlendirir, haramları lezzetli gösterir ve nefsince neyi güzel buluyorsa, onu elde etmeye yöneltip büyük bir hırs ile çalıştırır.
‘Mübin / açık’ kelimesi ‘ebane’den gelir. Zahir olmak, apaçık olmak ve ortaya çıkmak demektir. ‘Mübin’ kelimesi, müteaddi olan ‘ebane / açıkladı’ fiilinden ise, mana şöyledir: Şeytan apaçık bir düşmandır. Çünkü babanız Hz. Âdem için secde etmekten kaçınmakla size düşmanlığını açıklamıştır. Hz. Âdem’i cennetten çıkaran da odur.
Şeytanın Âdemoğluna vesvese verdiği şeyler altı mertebedir:
1- Küfür, şirk ve Allah Resûlü’ne ﷺ düşmanlık. Eğer şeytan, Âdemoğlunu bu yönden elde ederse, yorgunluklarını unutur.
2- Bid’at. Birini bidat ehli yapmak, şeytana göre fasıklıktan ve isyandan daha sevimlidir. Çünkü insan bir günah işlediğinde, tevbe edebilir. Halbuki bid’at sahibi düştüğü sapık yolun, hak yol olduğunu sanmaktadır. Bundan dolayı bid’attan asla tevbe etmez.
3- Her tür büyük günah. Şeytan insana büyük günahları işletmekten aciz kalırsa 4. mertebeye geçer.
4- Küçük günahlar. Küçük günahlar bir araya geldiklerinde büyük günah olur. Büyük günahlar, çok kere sahibini helak eder. Efendimiz ﷺ şöyle buyurdu: ‘Sizi küçük günahları umursamayan davranışlardan sakındırırım! Çünkü bu, bir çöle inen topluluğa benzer. Bu topluluktan her biri, küçük bir odun parçası getirip büyük bir ateş yakar. Sonra onun üzerinde yemek pişirip doyasıya yerler.’ Eğer şeytan bunda da başarılı olamazsa, 5. mertebeye intikal eder.
5- Mubahlar ile meşgul olmak. Kendisinde sevap ve azap bulunmayan, mubah şeyler ile meşgul olmasını sağlar. Sevapları kaçırtır ve boş yere zaman harcatır. Bunda da başarılı olamazsa, 6. mertebeye yönelir.
6- Fazileti düşük ameller. Daha faziletli ameller varken, şeytan kişiye bunları bıraktırır, sevabı düşük amellere yöneltir, daha üstün amelin sevabını kaçırtır. Bazen de kişiyi şerre çekebilmek için, kolay olan faziletli amellerden, meşakkatli olan faziletli amellere çeker. Sürekli iki rekât nafile namaz kılan kişiyi, kıldığı o iki rekâttan soğutmak ve tamamen taâtten nefret ettirmek için, ona yüz rekât namaz kıldırtır.
Resûlullah ﷺ bir gün Ebû Hureyre’ye sordu: ‘Kalemin senin için günah yazmamasını ister misin?’ O da ‘Evet ya Resûlallah’ dedi. Bunun üzerine Resûlullah ﷺ ‘Allah’ın ﷻ farz kıldığı şeyleri yap, haram kıldıklarından sakın, sana faydası olmayan şeyi terk et’ dedi.
Bir gün Şeytan, dünya çapında bir toplantı için tüm dostlarını çağırmış. Açılış konuşmasında şöyle demiş:
‘Müslümanların camilere gitmesini, Kur’ân okumalarını ve gerçekleri öğrenmelerini engelleyemiyoruz. Allah ve elçisi ile sağlam ilişkiler kurmalarını da engelleyemiyoruz. Allah ile bir kere bağlantı kurduklarında üzerlerindeki gücümüz kırılıyor.’ Dostları sormuş: ‘Peki ne yapalım?’ Şeytan demiş ki:
‘Bırakın camilere gitsinler. Fakat zamanlarını çalın, böylece Allah ve elçisi ile bağlantı kuramasınlar. Dikkatlerini dağıtın.’
Dostları şaşırmış: ‘Bunu nasıl başaracağız?’ Şeytan cevaplamış:
‘Zihinlerini sürekli meşgul edin! Müslümanların kulaklarına şunu fısıldayın: Harca, harca, harca… Borç al, borç al, borç al…'
Kadınlarını işe girip uzun saatler boyunca çalışmaları için ikna edin! Erkeklerin haftada 6-7 gün, günde 10-12 saat çalışıp hayatlarında boşluk kalmaması için planlar yapın! Çocukları ile zaman geçirmelerini engelleyin! Kadınların, akşamları kocalarıyla ilgilenemeyecek kadar çok yorulmasını sağlayın! Eğer kadınlar, erkeklerin ihtiyacı olan sevgiyi veremezlerse, erkekler bu sevgiyi başka yerlerde arayacaklardır! Zihinlerini o kadar meşgul edin ki kendi iç seslerini dinleyemesinler! Böylece kafaları karışacak, Allah ve elçisi ile zihinsel beraberlikleri kopacaktır.
Kahvehanelerde, muayenehanelerde, kafelerde masaları gazete ve dergilerle doldurun! Zihinlerini 24 saat haber bombardımanına tutun! Araba sürerken tefekkür etmelerini engelleyin. İnternete girenlerin posta kutularını sipariş katalogları ile, bahislerle, çekilişlerle, promosyon ürünleri ile doldurun!
Doğaya çıkıp Allah’ın ﷻ yaratma sıfatını görmelerini engellemek için onları çok meşgul edin, eğlence parklarına, fuarlara, spor karşılaşmalarına, oyunlara, konserlere, sinemalara götürün! Oralarda kavga çıkarıp birbirlerini vurmalarını sağlayın! Futbol, hayatlarının odağı olsun. Futbolcuların isimlerini çocuklarına ezberletmeyi mârifet saysınlar! Ancak İslâm’ın şartlarını merak bile etmesinler! İslâmi dostluklar ve sohbetler yerine, taraftar-parti dostluklarını ve dedikoduları teşvik edin!’
Bu kurnazca plan için dostları şeytanı çılgınca alkışlamışlar ve Müslümanları daha fazla meşgul edeceklerine, telaş içinde oraya buraya koşuşturacaklarına, Allah'a, Elçisine ve ailelerine daha az zaman ayırtacaklarına söz vermişler.
Âyet, kendilerine ‘sâibe’ (adak olarak salıverilen), ‘vasile’ (putlara adanan) ve ‘bahire’ (kulağı yarılıp salıverilmiş) hayvanları haram edenler hakkında nazil olmuştur. Bunu yapanlar Sakif, Benû Amir b. Sa’sa’a, Huza’a ve Benû Müdlic kabileleri idi.
Helal ve tayyib yemek Allah’a itaata, kıyama, şeytanın adımlarına uymaktan sakınmaya sebeptir.
Helal; Allah’ın yenmesini helal kıldığı şeylerdir.
Tayyib; kul hakkı karışmamış, şüpheli, şaibeli olmayan, nefsin arzuları ile, hırsızlık ile olmayan, duru, arınmış ve pak olandır. Buna delil Mü’minun 5. âyetidir. “Ve onlar, iffetlerini koruyan kimselerdir.”
Burada, salih amelin helal ve tayyib yemenin neticesi olduğuna işaret vardır.
‘Tayyib’ kelimesi helali de kapsadığı için helal zikredilmedi. Çünkü helal olmayan tayyib olamaz. Her tayyib helaldir, ama her helal tayyib değildir. Efendimiz ﷺ ‘Muhakkak ki Allah ﷻ temizdir, temiz olanı kabul eder’ buyurmuştur.
Allahu Teâlâ peygamberlere emrettiğini mü’minlere de emretmiştir.
‘Ey iman edenler size verdiğimiz rızıklardan tayyibini yiyin.’
Hadis-i Şerif’te şöyle buyruldu: Bir adam elini semaya uzatır, ‘Yâ Rabbi, Yâ Rabbi’ der. Ama onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır. Duası nasıl kabul olur?’
• ‘Helâl ve temizi yiyin’ emrinde helal ve temiz kelimeleri ya mahzuf bir mefulün sıfatıdır, takdiri şöyledir: ‘Helâl ve temiz olan şeyi yiyin.’
Ya da mahzuf bir masdarın sıfatıdır ve takdiri şöyledir: ‘Yenmesi helâl ve temiz olanları yiyin.’
• الشَّيْطَانِ ’daki elif lam cinsi içindir. Veya ahd içindir, bununla murad İblis’tir. Çünkü o şeytanların aslıdır, onların amiridir. Şeytanların vesveselerinden doğan her şey ona racidir. إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مبِينٌ cümlesinde tekit gelişi haberin önemine işaret içindir.
Çünkü şeytanla insan arasındaki düşmanlık malum olan, mü’minler ve müşriklerin kabul ettiği bir husustur. Veya bu tekit mütereddit olmayanı mütereddit hükmüne tenzil içindir. Çünkü onlar şeytani işaretlere tabi olarak onun düşmanlığını inkar eden menzilesindedir. (Muktezayı zahirin hilafına kelam, gayrı münkiri münkir menzilesine tenzil)