175- Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, bağışlanma karşılığında da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe ne de sabırlıdırlar.
Önceki âyette Allah’ın ﷻ kitabını gizleyen az bir paraya satan kimselerin durumu, cezası anlatılmış. Bu âyette de yaptıkları işin şenaatı, deneatı ve akıbeti beyan edilmektedir.
Onlar o kimseler ki; hidâyet karşılığında sapıklığı, mağfiret karşılığında azabı satın almışlardır. (İkili mukabele)
Âyetin ilk cümlesi dünyalarını, ikinci cümlesi ahiretlerini mahvettiklerini beyan buyurmaktadır. Zaten dünya ahiretin tarlası; burada ne ekilirse orada o biçilir. Diken ekip, buğday çıkmasını istemek akla mantığa sığmaz.
Yüce Allah insanı hidâyete, mağfirete, cennete kabiliyetli, istidatlı yaratmış, ellerine fırsat vermişken, insan tercihini yanlış yaparsa akıbetine katlanması gerekir. Allah’ın vahyi, rahmeti, ilmi, gökten inen yağmura benzer. Gül dibine inerse gülü, dikene inerse dikeni büyütür.
Allah’ın ﷻ âyetlerini saklayıp, değiştirip, dünya hırsına alet etmek yerine insanoğlu ondan faydalansa, içindeki yüce buyrukları dinleyip iki cihan saadetine nail olsaydı, mülkün sahibine saygı duysaydı daha iyi değil miydi? Öğrendiği ilâhi bilgileri insanların aleyhine sarf edeceğine nazil olduğu şekliyle öğretip hidâyetlerine vesile olsaydı ne olurdu?
Cenâb-ı Hakk’ın buyruğunu hiçe sayıp, eğlenceye alanlar, alaylarına karşılık buluyorlar. Haklarında ‘Ateşe ne de sabırlıdırlar’ buyruluyor. (Medhe benzer zem, istiare-i tahakkümiye, kevn-i lahık alakası ile mecaz-ı mürsel) Aslında dünya zevklerine, sefahatlerine sabretmeleri gerekirdi. Bu sabrın sonu da cennet olurdu. O gün keyfi şeylere sabredemeyip gayrı meşru kazançlar peşine düştü ve hudud-u ilâhiyi çiğnediler. Bugün sabredilmesi imkansız ateşe girmek ve ebedi kalmak zorunda kaldılar. Burada sabır ebedi kalmaktan istiare edildi.
Bu âyet-i kerime, Hz. Muhammed’in sıfatlarını Tevrat’ta gizleyen ve karşılığında faiz, rüşvet yiyen Yahudilerin durumlarına dikkat çekmekte, onların yaptıklarına şaşılması gerektiğini beyan etmektedir.
ما hakkında:
‣ Âyetteki ما tevbîh manasında istifhamdır. ‘Hangi şey onlara Allah’ın ateşine sabır verdi de, böylece onlar hakkı bırakıp bâtıla tâbi oldular?’ manasındadır.
‣ Bu istifham taaccüb manasına gelir.
Bir şeyin sebebine razı olan kimse, onun neticelerini bildiği zaman onun sonuçlarına da katlanması gerekir. Buna göre onlar, Allah’ın azabını icab ettiren şeye cüret ettiklerine göre, azabı kabul etmiş olurlar. (Kevni lahık, aynı zamanda mübalağanın hezil kısmından)
Yani ‘bunlar, hidâyeti terk edip, dalâlet yollarına girdikleri zaman, sonlarının ateş olmasına ne sabırlıdırlar.’ Burada geçen ateş kelimesi, ateşe götüren kötü amel ve sebeplerdir. Burada taaccub, şaşılan şeyin imkansızlığını muhatabın içine yerleştirmek içindir. Onların aldırış etmeksizin cehennemi boylamayı gerektiren işleri işlediklerinden dolayı mü’minlere hitaben söylenmiş bir taaccübdür.
‘Allah’ın ağır azabına tahammül gösteren insanlara gerçekten şaşılır. Onlar cehenneme karşı ne kadar cesaretlidirler! Çünkü onlar cehenneme götürecek bir iş yaptıklarını biliyorlar.
Onların bu durumlarına gerçekten hayret edilir! Onlar cehennemi gerektiren şeylere ve dalâletten ibaret olan amellere hiç aldırış etmeksizin nasıl da sabredebiliyor, katlanabiliyorlar! Yani onlar öyle bir azab halindedirler ki, onları gören ‘Ne kadar sabırlıdırlar?’ diye hayretini ifade eder.’
Allah’ın kullarının işlediği suç ve günahları örtüp affetmesi, bağışlaması anlamına gelen bir terimdir. Kur’ân’da yirmi sekiz ayrı yerde geçer. Mağfiret kelimesinin kökü olan ‘gufran’ affetmek, bağışlamak demektir. Allahu Teâlâ’nın affedicilik vasfını ifade eden ‘Gafur’ kelimesi Kur’ân’da bir yerde, yine aynı manaya gelen ‘Gafir’ kelimesi doksan bir yerde, ‘Gaffar’ kelimesi de dört yerde geçmektedir.
• ‘İşte onlar’ şeklinde ism-i işaretle başlayıp, önceki âyette geçen ism-i işarete atfetmemesi, bu müşarın ileyhin, önce geçenden farklı bir hükme layık olduğunu tembih içindir. Bu yeni hükmün ehemmiyetine binaen ilk ism-i işarete atfedilmemiş, başlı başlına yeni bir hüküm getirilmiştir.
• Hidâyet karşılığı sapıklığı; bağışlanma karşılığında da azabı satın aldılar, cümlesi teşbihi mefruktur. Satın alma fiilinin, tercih ve tebdil yerine kullanılması istiare-i tasrihiyedir. Ortak noktası, serbestlik, kendi ihtiyarıyla, iradesiyle seçmeleridir. Adeta dünya bir pazar yeri, burada hem Allah’ın malı olan hidâyet, doğru yol, af sebepleri satılıyor, satış temsilcisi peygamberler. Hem de şeytanın saptırması, azap sebepleri satılıyor. Şeytanın tezgahı da dünya sevgisi.
İşte insan bu alış veriş merkezinde kendi tercihiyle istediğini alıyor. İsterse hidâyeti seçiyor, bedel olarak iman, salih amel veriyor. Büyük kar elde edip cenneti kazanıyor. İsterse de şeytanın saptırmasını satın alıp, bedel olarak cennetteki yerini, kalbindeki imanı, yaratıcısının ona olan muhabbetini, ömrünü, gençliğini veriyor. Fakat bu alış veriş sonucunda kâr değil, çok büyük zarar ediyor.
Rabbimiz bu istiareyle kimseyi zorlamadığını, her kula cüzi irade verip, kendi tercihinde serbest bıraktığını bildirmektedir. Kötülükleri yapıp, ‘Ne yapalım bizim kaderimizmiş’ diyenlerin yanlışlığını gösterir. Allahu Teâlâ kimseyi zorlamaz.
‘Ateşe ne de sabırlıdırlar’ cümlesi, gelecekte olanı mazi ile ifade eden, Muktezayı zahirin hilafına kelamdır. Bu, dinleyenin o anlatılan sıfatların şiddetini zihninde hazır etmesi içindir.