179- Ey kamil akıl sahipleri, kısasta sizin için hayır vardır. Ola ki bu sûretle öldürmekten sakınırsınız.
Kısasta hayat olduğunu akıl sahiplerine bildiren Allah ﷻ, kullarını takvaya, günahtan, haramdan, zulümden sakınmaya davet ediyor.
İslâm ceza kanunlarına göre üç cinayete ölüm cezası verilir:
1- Dininden dönen mürted
2- Evliyken zina eden
3- Adam öldüren
Bu suçların hepsi de insanın haysiyetini, değerini, onurunu, sevgisini yok eden cinstendir. Bu erdemlerden yoksun olan insan için zaten yerin altı üstünden hayırlıdır. Kısasta hayat vardır. Katil öldürülerek cezasını ödediğinden ebedi hayatını kurtararak, maktül mazlum olarak gittiğinden ebedi hayata ulaşarak, diğer insanlar da idam cezası korkusuyla adam öldürmekten vazgeçmekle hayata kavuşmuştur.
‣ Bir kişiyi öldüren kimse, ceza görmeden dolaşırsa, fitnenin yayılmasına, can emniyetinin ortadan kalkmasına ve intikam duygusuyla kan akıtılmasına sebep olur. Çünkü kan akıtana karşı düşmanlık, insan fıtratında mevcuttur. Kalblerdeki kin, husumet ve düşmanlığın ortadan kalkması için İslâm, kısas hükmünü va’z etmiştir.
‣ Kısas, birisini öldürmeyi düşünen kimse için bir hayattır. Çünkü öldüreceği insanın hayatına karşılık kendi hayatından olacağından kesinlikle emin olan kimse, adam öldürmeye kalkışmadan önce düşünür, ‘Bu işi yapayım mı, yapmayayım mı?’ diye tereddüt eder ve vazgeçer. Dolayısıyla o da öldürülmez, hayatta kalmış olur.
‣ Katil; kendisine kısas tatbik edilince, cezasını dünyada çektiği için cennete gidecektir. Eğer kısas uygulanmasaydı, o haliyle cehenneme gidecekti; halbuki İslâm cehenneme hayat demez.
‣ Kısas, öldürülmesi istenen kimse için de bir hayattır. Çünkü onu öldürmek isteyen kimse kısastan korkar ve öldürmekten vazgeçer.
‣ Kısas, bu ikisi dışında kalan kimseler için de bir hayattır. Çünkü kısas sayesinde, öldürmeyi düşünen ve öldürülecek kişi hayatta kalır, onlara yardımcı olacak kimseler de hayatta kalacaktır. Çünkü öldürme ile meydana gelen fitne büyür, bir grup insanın öldürülmesine kadar varır. Kısas sayesinde herkes hayatta kalmış olur.
‣ Kısas, maktülün ailesinin ve akrabalarının yaralarını iyileştirmesi, gönüllerindeki kin ve intikam özlemini dindirmesi, içlerini rahatlatması bakımından da manen bir hayattır.
‣ Kısas, yaralamalar hakkında da söz konusudur. Düşmanı yaraladığında kendisine kısas uygulanacağını bilen, bu işten vazgeçer. Böylece her ikisi de hayatta kalır. Çünkü yaralanan da, yaraladığı için kısas uygulanan kimse de ölebilir. Baştaki, yüzdeki veya alındaki yaralar da böyledir.
‣ Daha genel anlamda da ‘Kısasta hayat vardır.’ Çünkü bir ferdin yaşama hakkına karşı düzenlenen saldırı, aslında hayatın tümüne karşı, hayattaki bütün insanlara karşı girişilmiş bir saldırıdır. Kısas, caniyi bir tek cana kıymaktan caydırmış ise de, aslında onu hayatın bütününe saldırmaktan alıkoymuştur. Sadece bir ferdin, ailenin ya da toplumun hayatı değil, bizzat hayatın kendisi, özü kurtulmuştur.
Peygamberimiz ﷺ ve Raşid Halifeler döneminde hadd cezasının uygulanmasını gerektiren ağır suçların seyrek olması, kısasın caydırıcı etkisindendir. O dönemlerde işlenen tek-tük suçlar da suçluların itirafı ile ortaya çıkmıştı. Çünkü o dönemlerde Allah korkusu vardı. Bu Allah korkusu vicdanların derinliklerinde ve kalplerin en saklı köşelerinde uyanık bir bekçi gibi nöbet tutarak insanları ceza alanlarından uzak tutuyordu. Şeriat düzeni bütün etkinliği ile yürürlükte idi. Sosyal kurumlar ile yasal düzenlemeler, yönetmeliklerle ibadetler arasında tam bir koordinasyon vardı. Bu faktörlerin tümü, ortak bir uyum içinde, düşüncesi, duygu dünyası sağlıklı, davranışları, hareketleri temiz bir toplum oluşturmak için işliyordu. Çünkü bu toplum ilk mahkemesini, yargılamasını vicdanların içinde gerçekleştiriyordu.
Hatta kimi zaman bir insan yoldan çıkıp, hiç kimsenin görmediği ve kanun elinin uzanamadığı yerlerde suç işlediği zaman, bu, iman sahibi için yakıcı bir iç azabına ve korkutucu bir hayale dönüşürdü. Bu kimse suçunu itiraf ederek, bu ağır cezayı Allah’ın gazabına uğramaktan ve ahirette cezadan kurtulmanın bedeli kabul ederek çekmedikçe huzur bulamazdı.
‣ ‘Kısas’ kelimesinin ‘Kur’ân’ manasına geldiği de söylenmiştir. Yani ‘Kur’ân’da sizin kalbleriniz için bir hayat vardır’ demektir.
Bir cinayette ‘Ne yapalım, bir kaza olmuş, adam ölmüş. Katili öldürmek öleni geri getirmez, bir başka insan daha ölmesin’ gibi düşüncelerle zalimi himaye etmek, acınacak kişiye acımayıp, acınmayacak kişiye acımaktır. Bu ise aklın hilafına bir hareket olduğundan Cenâb-ı Hakk kısastaki faydaları düşünmeyi akıl sahiplerine havale etmiştir.
Bu âyetin hükmü uygulanmadığında, hapishaneler katillerle dolmakta, millet de hapishanelerdeki bu insanların masraflarını cebinden ödediği vergilerle karşılamaktadır. Ayrıca bu mahkumların ne ailelerine ne de millete bir faydaları yoktur. Atıl bir halde hapishane köşelerinde ömür tüketmektedirler. Üstelik katiller bu hapis esnasında ibret alıp pişman olmak şöyle dursun, çoğu kendi gibi suçlulardan cinayetin her yolunu, türlü türlü suç nevilerini öğrenmektedir. Gününü tamamlayıp çıktığında ise öncekinden daha fenasını işleyerek hapse geri döner.
Hz. Ömer bir hutbesinde şöyle dedi: ‘Dikkat edin, her kime başındaki emir zulmedecek olursa, bunu bana ulaştırsın. Ben onun kısasını ona zulmedene uygulayacağım.’
Bunun üzerine Amr b. el-Âs ayağa kalkıp şöyle der: ‘Ey mü’minlerin emiri! Bizden herhangi bir adam raiyesinden bir kimseyi tedib edecek olursa yine o kimse adına o valiye kısas uygulayacak mısın?’ Hz. Ömer: ‘Nasıl olur da onun kısas hakkını haksızlık edene uygulamam? Resûlullah ﷺ’ın kendisine kısas uyguladığını görmüş bulunuyorum’ der.
Yine Hz. Ömer bir başka hutbesinde şunları söyledi: ‘Ben valilerimi sizi dövsünler, mallarınızı alsınlar diye göndermiyorum. Her kime böyle bir uygulama yapılırsa onu bana ulaştırsın ben onun kısasını o kimseye uygularım.’
İnsan ve cinlerin Kur’ân’ın mislini getirmek şöyle dursun, bir âyetinin benzerini getirmekten aciz olduğunu bu âyet-i kerimeden anlayabiliriz. Bu âyet-i kerime Kur’ân icazının (az sözle çok mana ifade etme) mucizevi bir örneğidir. Beyan ilmi alimleri, dildeki bütün manaları toplama bakımından vecizlikte bu âyetin en yüksek bir dereceye ulaştığında ittifak etmişlerdir.
Allah ﷻ Kur’ân’ın bu en belagatlı ve en veciz âyetinde, hikmetini, belagatın en yüksek üslubuyla beyan etmiştir. Bir zıt kelime, kendi zıddı olan diğer bir kelimenin yerine geçerek onun anlamını ifade etmiştir. Âyetteki, ‘hayat’ kelimesi, ‘imatet (öldürme)’ kelimesi yerine kullanılmıştır.
Araplar bu manayı değişik lafızlarla söylemişlerdir. Mesela;
‘قَتْلُ الْبَعْضِ اِحْيَاءٌ لِلْجَمْعِ / Bir kişinin öldürülmesi, toplumun ihya edilmesidir’ ‘القَتْلُ اَنْفٰى لِلْقَتْلِ / Adam öldürmeyi en iyi biçimde yine öldürme yok eder’ gibi. Kur’ân’ın ifadesi ise bundan daha fasihtir:
1- وَلكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَياَةٌ âyeti, bütün bu ifadelerden daha kısadır.
2- Âyette taleb edilen hayat üzerine açıkça delalet varır. القتل انفى للقتل sözünde kapalılık vardır.
3- الْقِصَاصِ kelimesinin marife, حَياَةٌ kelimesinin nekre gelmesi, kısasta büyük bir hayat olduğunu bildirir. Yani bir kimseye kısas uygulaması büyük bir cemaati ölümden men eder.
4- Tenvin, nevi manasına gelir ki, maktül için bir emniyet (bir nevi hayat), katil için de katillikten el çekmekle bir nevi hayat vardır. Arabın sözünde bu manalar mevcut değildir.
5- Âyet-i kerimede tekrar yoktur.
6- Âyet-i kerime mahzuf takdirinden müstağnidir. Arabın sözü ise mahzuflarla doludur.
7- Âyet-i kerimede ‘kısas’ (ölüm manasını ifade etmekte), ‘hayat’ kelimesiyle aralarında tezat tekabülü (tibak) vardır.
8- القتل انفى للقتل sözü, sadece katillikten vazgeçmeyi ifade eder. Âyet ise öldürmek, yaralamak ve bunların dışındaki benzer şeylerden vazgeçmeyi ifade eder.
Kur’ân-ı Kerim’in eşsiz özelliklerinden biri de tenafur-u huruftan uzak olmasıdır. Tenafur-u huruf, bir kelimede dile ağırlık veren harflerin bir araya gelmesidir. Bu mahzurdan beri olmak için Allahu Teâlâ bazı kelimelerin müfredini, bazılarının da cemisini getirmiştir. Eğer bir kelimenin müfredinin kullanılması gerekiyorsa fakat fasih değilse eş anlamlı fakat fasih olan başka kelime tercih edilir.
‘Lübb’ kelimesi de böyledir. Kur’ân’da sadece çoğul olarak geçer. Müfredinin gelmesi gerekiyorsa ‘Kalb’ kelimesi kullanılır. Çünkü ‘Lam’ harfi ile ‘Be’ harfinin birleşmesi dile ağırlık verir.
‘Lübb’ öz, katıksız akıldır ki sağduyu manasına gelir. Lübb aklın özüdür. Bu nedenle her lübb akıldır ama her akıl lübb değildir.
‘Ulü’l elbab’, evham şaibesinden arınmış akıl sahipleri demektir.
Elbab, lübler demektir. Lübb ise Allah’ın hazineleri demektir.
Ulü’l elbab Âli İmran 191. âyette tarif edilmiştir: “O Ulü’l elbab kullarım, otururken de, ayaktayken de, yatarken de Allah’ı zikrederler.”
Ulü’l elbabın özellikleri:
˗ Allah’a verdikleri sözü yerine getirirler.
˗ Allah’ın hukukuna riayet ederler.
˗ Allah’tan korkar, gazabından sakınırlar.
˗ Hesaptan korkar, nefislerini hesaba çekerler.
˗ Rabblerinin rızâ ve cemaline ermek için sabrederler.
˗ Namazı ikame ederler.
˗ Kendilerine verilen nasipten gizli açık infak ederler.
˗ Kötülüğü iyilikle def ederler.
Bir âlimin ölümü karşısında içten duyduğu üzüntüyle göz yaşı akıtan her mü’mine Allah bin âlim ve bin şehid derecesinde sevap yazar. Hadîs-i Şerîf
‘Umulur ki sizler kısas korkusu ile bizzat öldürülmekten korkup sakınırsınız’ manasındadır. Âyette takvanın herhangi bir çeşidi için tahsis olmadığından, bu takva her bakımdan sakınıp, müttaki olma anlamına da gelir. Allahu Teâlâ, günahlardan kaçınmak ve onlardan vazgeçmekle cehennemden sakınsınlar diye kullarına kısas ve benzeri güç emirleri farz kılmıştır.
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَا أُولِي الْأَلْبَابِ Hakkın celal tecellisinin sıdk kılıcıyla katl olan varlığında fani olur. Ona kısasta hakiki hayat vardır. Vücudu telef edince hakiki hayat onun yerine halef olur. Baki oluşla hayat tamamlanır. Bu akıl sahiplerine tahsis edilmiştir.
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ Allahu Teâlâ’nın birlik celali ve daima seyredilen cemalini müşahede sırasında insani beden kabuğundan sıyrılarak varlık şirkinden sakının ki ruh-i rabbani ile inşa edilip kuvvetlenesiniz. “İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir.” (Mücadele, 22)
وَلكَُمْ فِي الْقِصَاصِ حَياَةٌ ياَ أوُلِي الألَْباَبِ Ruh insan kabuğunun özüdür. “Biz ona güzel bir yaşayışla hayat vereceğiz.” (Nahl, 97) Sizin varisiniz biziz. Allah sizden halef olduğu zaman o baki halef sizin için selefte olandan hayırlıdır.
• تخَْفِيفٌ kelimesi, azaltma, daha önce haram olan şeyin mubah kılınması anlamında istiare edilmiştir. Yahudilere verilen mutlak kısas, Hristiyanlara verilen ise mutlak affetmeleriydi, seçme hakları yoktu. Ancak Müslümanlara seçenek sunuldu ve buna ‘Hafifletme’ dendi. Demek ki; tek bir şeye mecbur kılınmak insan fıtratına zor gelen, nefsin ağırına giden bir uygulama. Nasıl ki sırtından yükü alınan bir insan rahatlar, canının acısı azalır, kendisine birkaç seçenek sunulup serbestlik verilen insan da rahatlık hisseder. Daha az canı yanar.
Allahu Teâlâ kullarına verdiği emirlerde, o devrin insanına göre hüküm vermektedir. Kulu nasıl yapabilecekse o şekilde mükellef kılmış, gerekirse hükmü hafifletmiştir.
Yine bu hafiflik, delalet-i tazammuniyesi ile Allahu Teâlâ’nın rahmetini göstermektedir. En zor konuda bile hafifleterek emir vermiştir.
• فِي الْقِصَاصِ حَياَةٌ ifadesinde فِي harf-i ceri istiare olarak gelmiştir. Kısas konusunun derinliğine işaret eder. Ayrıca bir mekan gibi kapladığını düşünürsek, kısas konusunun içine iyice girilirse bu hayata ulaşılacağını anlarız. Yani sadece okuyup geçmekle, yüzeysel, üstten bir bakışla değil, derinlemesine incelendiğinde ta en diplerinde kısasta hakiki bir hayatın olduğunu görebiliriz.
• Kısas’ın hayat için zarf kılınması mübalağa ifade eder. Bir şey, kendi zıddının membaı kılınmıştır.
• الْقِصَاصِ kelimesinin harf-i tarifle, حَياَةٌ kelimesinin de nekre zikredilmesi kısasta anlatılamayacak kadar çok ve çeşitli faydaların olduğuna delalet eder.