Sureler

Göster

Bakara Sûresi 183. Ayet

يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ

183- Ey mü’minler, sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki oruç sayesinde fenalıktan korunursunuz.

 

Oruç ibadetinin sırf bize değil önceki ümmetlere farz olduğunu âyetten anlıyoruz. Oruç bedeni bir ibadettir. Fakat ruhu incelten, kalbi yumuşatan, bedeni zindeleştiren, insanı melekleştiren bir ibadettir. Lügat anlamıyla ‘Sıyam’ kendini tutmak, şeriat anlamıyla imsaktan iftara kadar olan zamanda yeme, içme ve cinsellikten uzak durmaktır. Bir irade terbiyesi, bir vicdan muhasebesi, bir kulluk nişanesidir.

Özellikle Kur’ân’ın inzal olduğu Ramazan ayında tutulmasının farziyeti; meleklerle beraber melekleşerek, insani ihtiyaçları durdurarak Kur’ân’ın inmesine saygı ve ihtiramdır. Ve bu ayın bin aydan hayırlı olarak tavsif edilmesi de ayrı bir lütuf.

Açlık nedir bilmeyen insanların, fakirleri, açları, ihtiyaç sahiplerinin hallerini bizzat yaşayarak anlamaları oruçta en büyük gayedir. Oruç; bir yıl boyu durmadan çalışan organların dinlenmesi ve yıllık onarımıdır.

Oruç; “Sizi açlıkla imtihan edeceğiz” (Bakara, 155) fermanı ilâhisinin tecellisidir. Nefsin sebuiyet, behimiyet, şeytaniyet, rububiyet sıfatlarını itidale çekmektir. Oruç; nimetin kıymetini ve şükrünü hatırlayıp sahibine tazim etmektir. Oruç; gerektiğinde aç, susuz, uykusuz kalabilmenin, sabırlı, azimli, iradeli olmanın egzersizidir. Oruç; gazap, şehvet ve ukalalığın terbiyesi, normalleşmesidir. Oruç; mü’minin küçük yaştan başlayıp ileri yaşlara kadar devam ederek ibadet kadrosuna üye olmasının adıdır.

Oruç; teravih, sahur, iftar, davet, zikir, salâvat, kıraat, teheccüd, fitre, fidye, sadaka gibi birçok özel ibadetlerin, güzelliklerin, sevinçlerin, yardımların, insani ilişkinin, dostluğun bir araya geldiği kulluk bağının bağbânıdır. Oruç hakiki manasıyla dili, kalbi, bütün azaları, günahtan, hatadan, buluğ güneşi doğup hayat güneşi batıncaya kadar kendini tutmaktır. Her yaşta insanın sevdiği, beklediği, heves ettiği, özendiği, cana can katan ibadetin adıdır oruç.
 

Ey iman edenler! Öncekilere farz kılındığı gibi, size de oruç farz kılındı

˗ يَا Sevenden sevdiğine bir çağrı ve seslenme,

˗ اَيُّهَا Sevenden sevdiğine bir tembih ve uyarı,

˗ الَّذِينَ اٰمَنُوا Sevenin, sevdiği için bir şehadetidir.

Cafer-i Sadık (ks) şöyle der: Nidada bulunan lezzet ibadetlerdeki bütün yorgunluk ve zahmeti giderir. Nida sevenin sevdiğinin emrine bağlılığına ve emredilene hemen koştuğuna işaret eder. Hatta sevdiği kendisini ateşe atmasını emretse bile yapar.

الصِّيَامُ, bir şeyden vazgeçip, onu bırakmak, herhangi bir şeyden çekinmek, onu yapmamak ve terk etmek anlamındadır. Bir diğer anlama göre savm, yemek, konuşmak ve yürümekten uzak durmaktır.

‣ İslâm orucu Yahudi ve Hristiyanların orucundan farklı şartlara sahiptir. Bizim orucumuz, onların orucuna tamamen benzemez. Bu âyetteki benzetme orucun farz kılınışındaki mahiyetin aslı ile ilgilidir, keyfiyeti ile değil. ‘Bu ibâdet, Hz. Âdem’den sizin zamanınıza kadar bütün peygamberlere ve ümmetlere farz kılınmıştır’ demektir.

Teşbihte, vechi şebenin bir kısmının benzerliği yeterlidir. Bu teşbihin maksatları:

1- Bu ibadete önem vermek ve şanını yüceltmektir. Çünkü Allah ﷻ orucu İslâm’dan önceki milletlerde de farz kılmıştır. Müslümanların bunu bilmeleri, önceki ümmetlerin oruç meziyetiyle kendilerini geçmemeleri için himmetlerini uyandırır.

2- Daha önceki ümmetlere teşbih, orucun meşakkatini hafifletir. ‘اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍ / Sayılı bir kaç gün’ tabiri de bu tazammuni manayı tekit eder. Meşakkatli bir şey umûmileşince onu yapmak daha kolay olur.

3- Bu farzı yerine getirmede azimetleri uyandırmak, kabulünde kusur etmemek, onu daha önceki ümmetlerin üstünde bir kuvvetle tutmaktır.

‣ Bu benzetme orucun zamanı ve miktarı ile ilgili de olabilir.

Allahu Teâlâ Ramazan orucunu yahudi ve hristiyanlara da farz kılmıştır. Yahudiler bu orucu terk etmişler, Firavunun denizde boğulduğu gün olduğu iddiasıyla senenin tek bir gününde oruç tutmuşlardı. Oysa Hz. Peygamberin ﷺ beyanına göre bugün aşure günüdür.

Hristiyanlara da Ramazan orucunu tutmak farzdı. Onlara uyuduktan sonra sahurda kalkıp yemek, içmek, bu ayda evlenmek ve ailesiyle münasebette bulunmak yasaktı. Ramazan ayı çok sıcak ve soğuk aylara tesadüf ettiği zaman onlara zor geliyordu. Hristiyanlar, bu zorluğu ortadan kaldırmak için ilkbahar mevsimini oruca tahsis ederek, ‘vaktini de arttıralım’ diye 10 günlük bir ilave yaptılar. Bu ilaveyi de orucun zamanını değiştirmelerine keffâret kabul ettiler.

Başka bir zaman hükümdarları hasta olmuş, iyi olması halinde yedi gün oruç tutmaya nezretmiş. Hristiyanlar oruçlarına bu yedi günü de ilave etmişler. Derken bir başka hükümdar gelmiş ve ‘Geriye sadece üç gün kalmış. Onu da tutup orucu elli güne tamamlayın’ demişti. Ve bu oruç elli güne ulaştı.

Şa’bi der ki: ‘Bütün bir yılı oruçla geçirmiş olsam dahi, ‘Ramazan mı yoksa Şaban mı?’ diye şüphe edilen günde oruç tutmam. Zira Hristiyanlara da, bize farz kılındığı gibi Ramazan ayında oruç tutmaları farz kılınmıştı. Fakat onlar, orucu, sıcak olmayan mevsimlere kaydırdılar. Onlardan sonra gelen nesiller, kendilerine güven sağlamak için otuz günün bir gün öncesinden bir gün de sonrasından oruç tutar oldular. Daha sonra gelen nesiller de kendilerinden önce gelen nesillerin yolunu tuttular. Böylece oruçları elli güne kadar çıktı.’

Bütün dinlerde hatta putperestlikte bile oruç vardır. Eski Mısırlılarca, Yunanlılar, Romalılar ve Hintlilerce de oruç bilinen bir şeydir. Halen elde bulunan Tevrat’ta oruç ve oruç tutanlar övülmektedir. Hz. Mûsâ’nın kırk gün oruç tuttuğu sabittir.
 

Oruçla ilgili Hadis-i Şerifler

Nefsim elinde olan Allah’a ﷻ yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu Allah ﷻ katında misk kokusundan daha hoştur. Allah ﷻ oruçlu kimseye orucunun mükâfatını vereceği ve duasını kabul edeceğini vaad etmiştir. Buhari, Müslim

Her şeyin bir kapısı vardır. İbadetin kapısı da oruçtur. Deylemi

Oruçlunun uykusu ibadettir. Beyhakî, Deylemi

Şüphesiz oruç bir emanettir. Her biriniz bu emaneti korusun. Zebîdî

Nice oruçlular vardır ki, tuttuğu oruçtan yanına sadece çektiği açlık kâr kalır. Nice gece namazı kılanlar vardır ki, onların da kârı gece uykusuz kalmaktan ibarettir. İbni Mace

Her ayda üç gün oruç tutmak, bütün ömrünü oruçla geçirmek gibidir. Buhârî, Müslim

Seneyi boydan boya oruç tutan için cehennem daralır ve ona orada yer kalmaz. Üzerine doksan düğüm vurulur. İmam Ahmed, Nesei
 

Umulur ki sakınırsınız.

˗ ‘Ben size, kendisi ile, kitabımda medhü sena ettiğim ve bu Kur’ân’ın kendileri için hidâyet rehberi olduğunu ilân ettiğim müttakilerden olasınız diye, orucu farz kıldım.’

˗ Umulur ki tuttuğunuz oruç ve şehevî arzuları terk etmeniz sebebiyle Allah’dan sakınırsınız. Çünkü bir şeye olan rağbet ne kadar kuvvetli olursa, ondan sakınmak da o derece güç olur. Yemeğe ve şehevi arzulara duyulan istek, başka şeylere duyulan istekten daha fazladır. Bu şeyleri terk etmekle Allah’dan ittikâ etmek size kolay olunca, diğer şeyleri terk etmekle O’ndan ittika etmeniz da daha kolay olur.

˗ ‘O orucu ihmalden ve derecelerinin büyüklüğünden dolayı ona devam etmemekten sakınasınız diye...’

˗ ‘Umulur ki siz, bu ibâdet vasıtasıyla, müttakiler zümresine dahil olursunuz. Çünkü oruç, müttakilerin alâmetidir.’
 

Orucun takvayla ilgisi

Her kötülüğün başı, Cenâb-ı Hakk’ı unutmak ve sorumluluk duygusunu kaybetmektir. Oruç, bize daima Allah’ı hatırlatır, sorumluluk duygusunu geliştirir. Her durumda Yüce Allah’tan korkma duygusunu nefiste besler. Çünkü oruç tutan için Rabbinden başka bir gözetleyici yoktur. Aşırı derecede açlık veya susuzluk duyduğu, bir yemeği canı çok çektiği, soğuk bir su istediği vakitte orucunu bozmasından sadece imanı ve Allah korkusu alıkor ve böylece Allah’tan korkma gerçekleşmiş olur.

Bütün arzular ona güzel ve süslü gösterilse de kendisi orucun saygınlığını çiğnemekten korkarak bütün bunların üstüne yükselir. Allah’tan sakınma ve Rabbinin gözetimi altında olma şuurunu gerçekleştirmiş olur. Heva ve arzular nefse egemen olduğu takdirde o çabucak Allah’ı hatırlar, aradan fazla zaman geçmeden sahih tevbe ile Rabbine döner. Bir ay boyunca devam eden bu manevî eğitim sonucu Allah korkusu kalbine iyice yerleşir, bu tesir ile de insan davranışlarını kontrol altına alarak her türlü kötülükten uzaklaşır.

Masiyet iki kısımdır:

1- İçki, kumar, hırsızlık, gasb gibi, tefekkürle bırakılabilecek masiyetlerdir. Bunları terk edince mükâfat verileceği, yapınca cezalanacağı söylenip, başkalarından örnek vererek nasihat edilince bu günahlar bırakılabilir.

2- Şehvet ve gadaptan neşet eden, sırf tefekkürle terki zor olan masiyetlerdir. Bunlardan sakınmak için oruç vesile kılınmıştır. Çünkü oruç, bu masiyetlere sevk eden tabii kuvvetleri itidale getirir.

˗ Oruç şehveti kırar, kötü şeylerden alıkoyarak, takvayı sağlar. Taşkınlıktan, şımarıklıktan ve fuhşiyattan men eder, dünyanın, makam-mansıbın değersizliğini gösterir. Kim çok oruç tutarsa, mide ve

ferç şehvetini değersiz görür, bunların tesirinden kurtulur.

˗ Orucun ruhu ve sırrı, şeytanın yolları olan kuvvetleri zayıflatmak ve yok etmektir. Bu da ancak az yemek ile mümkündür. Bunun için iftarda diğer akşamlardaki gibi yemelidir. Yiyeceği iki öğünlük yemeği akşamdan bir araya toplar, hepsini birden yerse, bu oruçta kâr yoktur. Hatta açlığı tatması ve bedenin zayıflığını duyması için gündüzleri fazla uyumamak da orucun adabındandır. İşte o vakit kalbi cilâlanır, her gece biraz daha hafifleşir. Teheccüdünü, gece namazını ve evradını kolaylıkla yapar.

˗ Oruç kişiyi hassas ve duyarlı yapar. Şefkat ve merhamet hislerini kuvvetlendirir. Çünkü kişi acıktığı vakit yiyecek bir şey bulamayan yoksulları hatırlar, bu da onu fakirleri gözetmeye iter.

˗ Oruç zenginlerle fakirler, eşraf ile avam arasında, aynı şartlarla eda edildiği için, eşitliğin anlamı gerçekleşir.

˗ Maişeti sağlamakta ve iradeyi dizginlemek hususunda sahur ve iftar dönemleri arasında gerekli düzene bünyesini alıştırır. Orucun adabına bağlı kalındığı takdirde kişinin rızkı artar ve iktisatlı yaşamayı öğrenir.

˗ İnsanın bünyesini yeniler, sağlığına katkıda bulunur, vücudu zararlı yağlanmalardan korur, adaleleri rahatlatır, bir işe karar verdiği ve bedeni zevkleri hatırlamak ile kendisini meşgul etmeksizin işine zihnini teksif ettiği vakit hafızayı güçlendirir. Bu da insan oruca alışıp başlangıçta görülen bir takım gevşeme hallerine üstünlük sağladıktan sonra (genelde ilk üç veya dört gün sonra) gerçekleşir.

Bedenî, ruhî, sıhhî ve sosyal bütün bu faydaların gerçekleşmesi iftar ve sahur yemeklerinde itidali bozmamak şartına dayanır. Aksi takdirde durum tam aksine olur. İnsan midesini tıka basa doldurup yemesinde, içmesinde itidali bozarsa iş sıkıntı ve zarara dönüşür.

Kalbi ve göğsü arasındaki yemek torbasını şişiren, melekût âleminin esrarını müşâhade etmekten men edilmiştir.

Allah ﷻ orucu farz kılmakla insanlara hayret verecek lütuflarda bulundu:

˗ Oruç farz olunca, geçmiş ümmetlere uyma zorunluluğu kalktı.

˗ Oruç, insanda takvanın vücud bulmasına vesile olur. Oruç farz olmasaydı, takva gibi şerefli bir sıfata ulaşmak kolay olmazdı.

˗ Oruç sınırlı bir zamanda tutulmak için farz kılındı. Eğer bütün sene oruç tutmak emredilseydi, insanlara büyük meşakkat olurdu.
 

Takvâ sahipleri

Takva; sevgi, umut ve korkunun insan ruhunda meydana getirdiği hâlettir. Sevgi, umut ve korku, üçü birlikte yalnızca Allah için duyulur. Bunların üçünü birden Allah’dan başkasına tahsis etmek, tahsis edilen o şeyi ‘ilah’ edinmektir. Fakat bunları tümüyle Allah’a tahsis etmek, kişiyi övgüye en lâyık makama ulaştırarak ‘müttaki’ yapar. Bu üç ayrı ruh hali, insandaki ‘Ulûhiyet, rubûbiyet ve ubûdiyet’ bilincinin dinamiğidir.

Takvâ sahipleri, Allah’dan gelen tehdidi önlerine koyarlar; kalpleri de onu tasdikler. Onlar dünyada hep gamlıdır. Kalp gözleri, ne zaman amellerin sevabını görse, iştiyakları artar. Vallâhi onlar âhireti korkunç bir tehdid ve sâdık bir vaadin arasından gözetlerler. Tehdid korkusundan bir an kurtulsalar, vaad edilenleri arzulamaya başlarlar. Allah’ın emri gelene kadar, bu minval üzere devam eder giderler. Onlar hep perişan haldedirler. Rahatları ölümle başlar. İbni Berre Rebi

Ömer b. Abdülaziz, halife olduğunda Muhammed b. Ka’b el-Karazi’nin kölesi Sâlim’i (iyi yürekli, âbid bir zat idi) nasihat almak maksadıyla dâvet etti ve dedi ki:

‘Gördüğün gibi idare bana bırakıldı. Böyle bir imtihandan yara almadan kurtulamayacağımdan korkuyorum vallâhi.’ Sâlim, ‘Eğer dediğin gibi korkuyorsan, o zaman bu korku seni kurtaracaktır. Ama korkmuyorsan, korktuğunu söylediğin acı sona uğrayacaksın!’ dedi.

Takvâ bir ağaçtır, ağacın kökü, Peygamberimizdir. Budakları, Sahabe ve Tabiindir. Meyvesi ise sâlih ameldir. Ebû’l-Vefâ

 

Te’vilâtı’n Necmiyye’den...

Kalp ve kalıp meşrebinin imsakinde vasiyet erkanından birini haber vermek üzere يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ buyurdu.

Orucun zahiri olduğu gibi batını da vardır. Âyette kalp, ruh, sır orucuna işaret vardır.

الَّذِينَ اٰمَنُوا Allah ile huzur nurlarını müşahede eden mü’minler için kalp orucu; makulat meşreplerinden ve makulattan oruçtur. (Cenâb-ı Hakk’tan başka bütün yollardan ve akıl yürütmelerden kendini tutmaktır.)

Ruh orucu; ruhani mülahazalardandır. (Yani ruhtan gelen düşüncelerden kendini tutmaktır.)

Sırrın orucu: Allah’dan gayrıyı müşahededen oruçtur.

Oruç tutan iftar vakti yemeğe kavuşur. Ağyardan kendini tutan da savmının nihayetinde Hakk’ı müşahedeye kavuşur. Efendimizin ﷺ buyurduğu gibi ‘Allah’ın rüyeti için oruç tutun, Allah’ın rüyeti için iftar edin.’

Hakikat ehline göre hadisteki ‘Rüyetihi’ kelimesinde geçen zamir Allahu Teâlâ’ya racidir. Buna göre kulun zahir ve batın oruç tutması Hakk’ı görmek içindir, iftarı da cemali görmek içindir.

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ  Zahirde bütün uzuvlara, batında bütün sıfatlara oruç farz kılındı.

Lisanın orucu: Kizb, gıybet ve fuhuştan, Gözün orucu: Gaflet ve şüphe nazarıyla bakmaktan, Kulağın orucu: Yasakları ve müzikleri dinlemektendir. Diğerlerini de buna kıyas edebilirsin:

Nefsin orucu: Temenni, hırs, şehvetten, Kalbin orucu: Dünya sevgisi ve yaldızlarından, Ruhun orucu: Ahiret nimet ve lezzetlerinden, Sırrın orucu: Allah’dan gayrı varlıkları görüp isbat etmektendir.

كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ İnsanın cismani ve ruhani vücudu, bir araya terkip edilmeden önce parçalar halindeydi. Hepsi kendi meşreplerinde oruçluydular. Ne zaman ruh kalbe taalluk edip birleşti, kalpteki his kuvvetleri ruhani ve hayvani meşreplerden faydalanır oldu. Bu ikisi birleşip bütün cüzler bir araya gelince oruç size farz oldu.

كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ Daha önce bütün cüzler tek tek oruç tutuyordu.

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ Allah’ın kullarının içtiği meşrepten iftar etmek için, içme istidadınız olmakla beraber mürekkebatın meşaribinden sakınasınız diye, oruç size farz kılındı. (Yani ruh ile bedenin birleşmesinden doğan hislere iştiyakla beraber, bu arzuları zaptu rapt altına almak, günahlara bulaşmamak için oruç farz kılındı.) Nitekim âyette “Rableri onları temiz bir içecekle sulamıştır” (İnsan, 21) buyruldu.

Hazları isteme kirinden bu şarap temizler. Cenâb-ı Hakk’a kavuşma matlaından, bu kavuşmanın tahakkuku için dua güneşi doğar. O zaman seyyidi’l enbiyanın vaad ettiği ‘Oruçluya iki ferahlık vardır. Biri iftar zamanı, diğeri Rabbine kavuşma zamanında’ hakikati yerini bulur.

 

Belagat

✽ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ cümlesi, ‘mürsel-mücmel’ teşbihtir.

✽ كُتِبَ fiili ‘Farz kılındı’ anlamında istiare edilmiştir. Camisi kesinlik, değişmezliktir. Nasıl ki bir karar, hüküm, kesinlik kazanması için kayıt altına alınır, yazılır. Noterde tasdik ettirilir, bilgisayar çıktısı alınır. İşte Allahu Teâlâ da bu oruç hükmünü ezelde yazmış, sabitlemiştir.

✽ كَمَا كُتِبَ عَلىَ الذَِّينَ مِن قبَْلِكُمْ teşbihinde, geçmiştekilerin tecrübelerinden faydalanmaya işaret vardır.

✽ كَمَا ’nın mahalli:

˗ Masdar meful-ü mutlak olmak üzere nasb mahallindedir. Mana:

‘Oruç size, sizden öncekilere farz kılınmış olduğu gibi farz kılındı’ şeklindedir.

˗ الصِّيَامُ kelimesinden haldir, nasb mahallindedir. Mana ‘Size oruç, sizden öncekilere farz kılınan oruca benzer ve denk şekilde farz kılındı’ şeklindedir.

˗ Bu, mahzuf masdarın (mefulü mutlakın) sıfatıdır. Takdiri şöyledir: كتابة كما كتب عليكم Masdar düşmüş, sıfatı onun yerini tutmuştur.

✽ ‘الصِّياَمُ / Oruç’ kelimesinin başındaki elif-lam, ahdi zihni ifade eder. Ramazan orucundan önce tuttukları Aşure orucuna işarettir.

✽ لَعَلَّكُمْ, orucun hikmet ve meşru kılınma sebebini beyandır, كُتِب ’nin mefulün lehidir. Ya da Allah’ın ﷻ orucu farz kılmakla takva istemesi, birinden bir şeyi yapmasını ümit edenin haline benzetilmiştir.

✽ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ cümlesi, sadece orucun yeterli olmadığını, nefis mücahedesinin gerekli olduğuna işarettir.