185- O Ramazan ayı (sayılı günler) ki, insanlara yol gösterici, hidâyeti, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırt edip açıklayıcı olarak Kur’ân, o ayda indirilmiştir. Kim o aya erişirse o ayda oruç tutsun. Hasta olanlar veya seferde bulunanlar ise, başka günlerde tutmadığı günler sayısınca orucunu kaza etsin. Allah size kolaylık diler güçlük dilemez. Bir de o sayısı belli günleri eda veya kaza olarak tamamlamanızı, size yol göstermesi karşılığı onu yüceltmenizi ister, ola ki şükredersiniz.
Âyet Ramazanı anlatırken idmaç yaparak Kur’ân’ı da anlatıyor. Ramazanın değerinin Kur’ân’dan geldiğini remz ediyor. Şöyle düşündürüyor; Kur’ân’ın içinde indiği ay ayların sultanı oluyor. İndiği kalpler değer kazanıyor ‘mevakiun nücum/yıldızların mevkisi’ oluyor. Kendisine Kur’ân inen zat, serveri enbiya, hatemul enbiya Muhammedini’l Mustafa oluyor. Kur’ân kendi şanını, şerefini, nurunu zamanlara, mekânlara, canlara, cananlara aksettiriyor. İnsanlara yön gösterip hidâyet delilleri veriyor. Hak ile batılı ayırd etme imkânı kazandırıyor. Her derdin dermanı, her feryadın imdadı oluyor. Yeter ki insan onu tanısın, öğrensin, mana denizine dalarak hakikat incilerini devşirebilsin. Onu gönderen Zâtı Kerimin, ilmini, hikmetini, adalet ve merhametini bir nebze fark edebilsin.
O öyle bir kitaptır ki; bütün kitapların, hitapların, beyyinatların kaynağı, Yüce Allah’ın ﷻ ezeli, ebedi kelam sıfatının tecellisi. İnen her bir âyet gökten parlayan, ışık veren, şeytanları kovan, gönüllerde mehtap, beyinlerde afitap olan eşsiz benzersiz bir yıldız. Her âyeti uçsuz bucaksız gönül semamızı aydınlatan, genişleten, dirilten bir iksir.
Uygulandığında iki cihan saadeti kazandıran, cehalet karanlığından ilim nurunu çıkaran, şüpheden yakine, vahşetten ünsiyete, nefsanî kölelikten kulluk hürriyetine, dünyada ve âhirette ‘oku ve yüksel’ hitabına mazhar bir kitab-ı ilâhi, hitab-ı samedanidir. Biz mü’minler de, Ramazan’da oruçla bir nevi melekleşerek, melekler eşliğinde dünyamıza teşrif eden o Kitabın nüzulünün yıl dönümünü kutlamış, onunla gece
ve gündüzümüzü nurlandırmış oluyoruz.
Rabbimiz ferman buyuruyor: ‘O aya kim şahit olursa, o ayda kim hazır bulunursa, bedeniyle, ruhuyla ölmemiş, hali hazırda, hayatta ise o ayda oruç tutsun. O ayı bir rahmet sicimini tutar gibi tutsun, dünyanın, meşguliyetlerin derin dehlizinden kurtulmak için o hablullaha yapışsın. Madde çukurunda kanayan yarayı onarsın, lazer tedavisi, şua tedavisi uygulasın.’ Bunun için bu kutlu aya ‘yakan’ anlamında ‘Ramazan’ ismi verilmiş.
Hasta ve seferde olup tutma gücü olmayan da iyileşince, yolculuk bitince tutsun. O ilâhi ipten bütün bütün kopmasın, bedensel gücü ile tutamazsa fidye vererek yine bir ucundan yapışsın. Yani her halükârda Ramazanla, oruçla, Kur’ân’la, teravihle, fıtırla, fidyeyle bu ayla irtibatlı olsun ki ilâhi rahmet halkasının berisinde kalmasın. İnen feyiz, bereket ve rahmetten bî-nasip olmasın. Zamanların cemaat-i kübrasından ayrı düşmesin, farzlarla, nafilelerle amel kırbasını doldursun. İhlâsın otomatikman içinde bulunduğu oruç kazancından mahrum olmasın. Cennete kalkan, midelere bayram olsun.
‘شَهْرُ /Ay’ kelimesi, الشهرة kelimesinden alınmadır. ‘Şöhret’ bir şeyin ortaya çıkmasıdır. Hilâl de, doğup göründüğü için ‘شَهْرُ ‘ diye adlandırılmıştır. ‘Hilâl’ isminden dolayı da otuz günlük ay dilimine ‘şehr’ denmiştir.
Ay takvimine göre Ramazan ayında oruç tutmak, İslâm’ın bölgesel bir din olmayıp, evrensel bir din olduğunun işaretidir. Eğer güneş takvimine göre her sene mesela aralık ayında oruç tutulsaydı, bazıları için çok kolay olurdu. Ama dünyanın bir başka yerinde Aralık ayında Ağustos sıcağı yaşayıp, uzun günlerde oruç tutanlar olacaktı. Ay takvimine göre oruç tutulunca, tüm insanlar bazen kışta, bazen yazda baharda veya güzde oruç tutar, dünyada adalet sağlanmış olur.
‘Sizden evvelki (ümmetlere) yazıldığı gibi sizin üzerinize de oruç farz edildi’ âyetinin ifadesi kapalıdır. Buna göre farz oruç bir gün, iki gün veya daha fazla olabilir. Âyetteki kapalılık, ‘sayılı günler’ ifadesiyle açıklansa da yine mücmeldir. Çünkü ‘sayılı günler’ bir hafta, veya bir ay da olabilir. Allah ﷻ, ‘Ramazan ayı’ tabiri ile daha önceki mücmel ifadelere tam bir açıklık getirmiş ve farz orucun Ramazan ayı orucu
olduğunu beyan etmiştir.
‣ Allahu Teâlâ’nın isimlerindendir.
Şehr-i Ramazan (Ramazan Ayı), Şehrullah (Allah’ın Ayı) manasındadır. Hz. Peygamber ﷺ: ‘Ramazan geldi Ramazan gitti’ şeklinde konuşmayınız, ‘Ramazan ayı geldi, Ramazan ayı gitti’’ deyiniz. Çünkü Ramazan, Allahu Teâlâ’nın isimlerinden bir isimdir’ demiştir. Bu nedenle Şehr’i hazfederek sadece ‘Ramazan’ demek, tenzihen mekruh sayılmıştır.
‣ ‘Ramazan’, Receb ve Şaban gibi ay ismidir. Kelimenin iştikakı hususunda çeşitli görüşler vardır:
1- Bu kelime, ilkbahardan önce gelip, yeryüzünü tozlardan temizleyen yağmur manasına gelen, الرمضاء kelimesinden gelmektedir. Bu yağmur nasıl yeryüzünü yıkayıp temizliyorsa, Ramazan ayı da bu ümmetin günahlarını yıkar, kalblerini temizler.
2- Bu kelime, güneşin sıcaklığından dolayı, taşın kızması demek olan الرمض kelimesinden alınmıştır. Ya o insanlar bu ayda açlığın hararetinden kızmış olmaları yahut bu ayın şiddet ve sıkıntısına göğüs germelerinden dolayı kızıp hararetlendikleri için Ramazan olarak isimlendirilmiştir.
Araplar, ayların isimlerini yeni adlarla değiştirdikleri zaman, her ayın ismini bulunduğu mevsime uygun olarak koyarlardı. Bu değişikliği yaptıkları sırada oruç sıcağın en şiddetli mevsimine rast geldiğinden ona Ramazan adını vermişlerdir.
İnsanlar bu aya, ‘tâbi’ adını da vermişlerdir. Çünkü bu ay onlara çok zor geldiğinden onları rahatsız ediyor ve peşlerini bırakmıyordu.
Hz. Peygamber ﷺ ‘Ramazan ayı Allah’ın kullarının günahlarını yaktığı için, bu ad ile isimlendirilmiştir’ buyurdu.
3- Bu isim, Arapların, oku incelip keskinleşmesi için iki taşın arasında sürttükleri zaman kullandıkları رمضت النصل tabirinden alınmıştır. Çünkü insanlar bu ayda, intikam almak için silahlarını kızdırır, güneşin altına atarlardı.
Bu mübarek aya girmiş bulunuyorsunuz. Bu ayda bir gece vardır ki bin aydan hayırlıdır. Bu gecenin hayır ve bereketinden mahrum kalan bir kimse, bütün hayırlardan mahrum kalmış gibidir. Onun hayrı ise sadece (uhrevi saadetten) mahrum kimseye haramdır. Nesai
Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur. Buhari, Müslim
Allahu Teâlâ, kullarına çok acıdığı için, bazı gecelere kıymet vermiş, bu gecelerdeki, dua ve tevbeleri kabul edeceğini bildirmiştir. Kullarının çok ibâdet yapması, dua ve tevbe etmeleri için bu geceleri sebep kılmıştır. Receb ve Şaban ayında işlenen iyilikler yediyüz katıyla, Ramazan’da da bin katıyla mükâfatlandırılacaktır.
O gecelerde göklerin gözü yerdedir. Bulutlardan cevherler dökülür. Gönül toprağı kuru olanlar, yüzlerini kıbleye döndüklerinde gönüllerinin kıpırdadığını göreceklerdir. Çünkü o gecelerde mahrum olmak yoktur. Ancak gafletle başını yastığa gömenler, bir saadet elde edemezler.
Bu nedenle özellikle, bu aylarda bol bol istiğfar etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kur’ân okumak, gece namazı kılmak, dua etmek, sadaka
vermek, iyilikte bulunmak en uygun davranışlardır.
Aslında bütün aylar günler, geceler topyekün Allahu Teâlâ’nındır. Ne var ki bu ay ve günlerin bazıları bazılarından daha kıymetlidir. Nasıl ki çakıl da taş, yakut da taş… Ama biri güzellerin boynunda gezerken, diğeri topraklara karışır.
Cennet dört kimseyi iştiyakla ister:
1- Kur’ân okuyan
2- Açları doyuran
3-Dilini muhafaza eden
4-Ramazan-ı şerifte oruç tutan Hadîs-i Şerîf
Hz. Enes’den (r.a) rivâyete göre; Resûlullah şöyle buyurdu: Allah ﷻ göklerle yerlerin konuşmasına izin verseydi muhakkak onlar Ramazan orucunu tutan kişiyi cennetle müjdelerlerdi. Kenzü’l-Ummâl
Eğer kullar Ramazanın faziletini bilselerdi bütün senenin Ramazan olmasını isterlerdi. Hadîs-i Şerîf- İbni Huzeyme
Ramazan ayının girişiyle oruç tutmaktan sevinç duyan kimsenin vücuduna Allah cehennem ateşini haram kılar. Hadîs-i Şerîf
Allah ﷻ, yazıcı meleklere Ramazan ayında oruç tutanların iyiliklerini yazmalarını, fakat kötülüklerini ise yazmamalarını emreder ve onların geçmiş günahlarını affeder. Hadîs-i Şerîf
Yanında adım anılıp da bana salâvat getirmeyen kimse burnu üstü sürünsün. Ana babası veya bunlardan biri yanında olduğu halde onların hoşnutluğunu kazanıp da bu vesileyle cennete giremeyen kimse de burnu üstü sürünsün. Ramazan ayına erip de bu kutsal günleri Allah’ın affına erişmeden geçiren kimse de burnu üstü sürünsün. Buharî, Taberanî
Ramazan orucu iki Ramazan ayı arasındaki küçük günahları örter.
Hadîs-i Şerîf
Ramazan’da ana-babasına iyilik eden kimseye Allah rahmet nazarıyla bakar ve o kimsenin cennete gireceğine kefilim. Ramazan ayında kocasının hoşnutluğunu kazanmaya çalışan her kadın, Meryem ve Asiye analarımız derecesinde sevaba erişir. Hadîs-i Şerîf
Ramazan ayında mü’min kardeşinin herhangi bir ihtiyacını karşılayan kişinin Allah kıyâmet günü bin tür ihtiyacını giderir. Hadîs-i Şerîf
Ramazan insanın malik değil memluk, hür değil kul olduğunu nefse anlatır. Ramazan orucu doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurup kırar, inatçı, gafil nefse zaafını, aczini, fakrını hissettirir. Ramazan orucu hakiki, halis, azametli ve umumi bir şükrün anahtarıdır.
Kur’ân-ı Hakîmin her bir harfine on hasene yazılır. Ramazan-ı şerifte her bir harf bin, Âyete’l Kürsî gibi âyetlerin her bir harfi binlerce ve Ramazan-ı şerifin Cuma’larında ise daha ziyadedir. Kadir gecesinde de otuz bin hasene sayılır. Ramazan’da Kur’ân-ı Hakîm öyle nurlu bir Tubâ ağacına dönüşür ki; her bir harfi mü’minlere otuz bin bâki meyve kazandırır.
Ramazan-ı şerif, âhiret ticareti için gâyet kârlı bir pazardır, âhiret hasılatı için münbit bir zemindir ve amellerin neşv-ü nümâsı için bahardaki Nisan yağmurudur.
Ramazan-ı Şerif, beşer ubûdiyetinin İlâhi saltanata karşı resmi geçit yapmasına vesile olan, en parlak, kudsi bayramdır. Bu nedenle, nefis yeme-içme gibi hayvâni ihtiyaçlara iştahlanmasın diye oruçla mükellef olmuş. Sanki muvakkaten hayvanlıktan çıkıp melek vaziyetine girmiş,
ya da cesetten sıyrılmış bir ruh adama dönüşerek, oruç ile samediyete bir nevi âyinedarlık etmektedir.
Nasıl ki bir padişah, saltanatı müddetinde her sene tahta çıkışının yıl dönümünde yahut diğer bazı önemli günlerde bayram yapar. O gün raiyetine kanunlar dâiresinde değil, husûsi ihsanlarla hediyeler verir, doğrudan doğruya perdesiz huzuruna, has iltifatına, has teveccühüne mazhar eder… Ezel ve ebed Sultanı, on sekiz bin âlemin pâdişah-ı Zülcelâli de, fermân-ı âl-i şânı olan Kur’ân-ı Hakîmi Ramazan-ı şerifte inzal eylemiş. Elbette o Ramazan’ı ilâhi bir bayram, ruhani bir meclise çevirecektir.
Ramazan-ı şerif, fâni dünyada, fâni ömür içinde kısa bir hayatta, bâki bir ömrü kazandırır. Bir tek Ramazan, 80 senelik bir ömrün semerâtını kazandırabilir.
Kendisinde Kur’ân indirildi.
1- Allahu Teâlâ, Kur’ân’ı Ramazan ayında indirmiştir. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: ‘İbrahim’in sahifeleri Ramazanın ilk gecesinde indi.
Tevrat altısında; İncil on üçünde, Kur’ân ise yirmi dördünde indirilmiştir.’
2- ‘O ayın fazileti hakkında indirildi’ manasındadır. Ya da ‘İnsanlara orucun farz kılınması hususunda, Kur’ân indirilmiştir’ manasındadır.
Allahu Teâlâ, orucu Ramazan’a tahsis edince, bunun sebebini Kur’ân-ı Kerim’in bu ayda indirilmesi olarak beyan etmiştir. Oruç da, samedî nurların, devamlı tecelli edip asla gizlenemeyeceği hususlardandır. Beşeri alâkalar, bu nurların beşerî ruhlarda tecelli etmesine mani olurlar. Oruç, beşerî engelleri izale etme vesilelerinin en güçlüsüdür. Manevî keşf sahipleri bu nurları ancak oruç ile elde ederler.
Hz. Peygamber, “Eğer şeytanlar, insanoğlunun kalbini sarmasaydı, şüphesiz insanlar semâvatın melekûtunu seyrederdi’ buyurmuştur.
Oruç ile Kur’ân’ın nüzulü arasında büyük bir ilgi vardır. Kur’ân’ın inişi bu aya tahsis edilince, oruç da bu aya tahsis edilmiştir.
Ramazan’da Kur’ân’ın nâzil olması ile bu ay, yolunu şaşırmış insanlığa ‘gerçek sabahın’ nasib olduğu aydır. Nasıl orucun başlaması gerçek sabaha (subh-u sâdık) bağlıysa, uzun ve karanlık bir cehalet gecesinden sonra bütün insanlık için sabahın doğmasına benzeyen bu ayın da oruca tahsis edilmesi en uygun olanıdır.
Kur’ân, Kadir gecesinde toptan olarak levh-i mahfuzdan indi. Dünya semasında izzet evine kondu. Daha sonraları Cebrail (a.s) Kur’ân’ı parça parça Resûlullah’a getirdi, yirmi üç senede tamamlandı.
İbn Ömer, “Muhakkak ki biz O’nu, Kadir gecesinde indirdik” (Kadr,
1) âyetiyle, Kadir gecesinin Ramazan ayında olduğuna istidlal etmiştir. Dolayısıyla Kadir gecesi Ramazanda olunca, Kur’ân’ın nüzulü de, Ramazanda olmuş olur.
Kur’ân, bu ölümsüz ümmeti karanlıktan aydınlığa çıkaran, ona bu orijinal yapısını kazandıran, onun endişe dolu hayatını güvene dönüştüren, yeryüzüne egemen olmasını sağlayan, daha önce bir hiç olduğu halde kendisine ümmet olmanın temel dayanaklarını bağışlayan bir kitaptır. O temel dayanaklar ki, eğer ortadan kalkarlarsa bu ümmet ne ümmet olarak kalabilir, ne yeryüzünde yeri olabilir ve ne de göklerde adı geçebilir. Kur’ân-ı Kerim’in sağladığı bu nimetin gerektirdiği şükrün asgari derecesi, bu kitabın indiği ayda oruç tutmaktır.
Kur’ân-ı Hakîm Ramazan’da nüzul ettiği için âdeta o ay o semâvi hitabı hüsn-ü istikbal etmek için hazırlanır. Ramazan-ı şerifte nefs süfli
ihtiyaçlardan ve mâlâyâni hallerden tecerrüd eder, yemek içmeyi terk eder, melekiyet vazifesine benzeyerek Kur’ân’ı yeni nâzil oluyor gibi okumak, ondaki hitab-ı ilâhiyi geldiği andaki nüzulünde dinlercesine, Resûl-ü Ekrem’den ﷺ işitiyor gibi, Hz. Cebrâil’den mütekellim-i
Ezeliden dinliyor gibi kudsi bir hale mazhar olur. Ramazan-ı şerif, İslâm âleminin mescidi hükmüne geçer, milyonlarla hâfızlar o mescid-i ekberin köşelerinde hitab-ı semâviyi arzlılara işittirir. Bu nedenle Ramazan’da oruç tutanlara muhâlefet edenler, tüm İslâm âleminde mânevi nefretin ve tahkirin hedefi olurlar.
Kur’ân, Allah’ın kelâmından iki kapak arasında bulunan metnin adıdır. ‘Kur’ân’ kelimesinin iştikakı hakkında:
˗ Okunan şeye Kur’ân adı verilir. Çünkü masdar bazen meful anlamında kullanılır. İçilen şeye ‘şarap’, yazılan şeye ‘kitap’ denmesi gibi. Örfte bu şekilde meşhur olmuş, insanlar bu kelimeyi Allah’ın kelâmına isim olarak vermişlerdir.
˗ Kur’ân, hemzeli değildir. قرأ lafzından iştikak etmemiştir. Ancak O, Tevrat ve İncil gibi Allah’ın kitabına verilen bir isimdir.
˗ Bu, iki şeyi birbirine karıştırmak anlamındaki قرن kelimesinden müştaktır.
Kur’ân’ın böyle isimlendirilmesi:
˗ Ya onda bulunan sûre, âyet ve harflerin birbirlerine yakın ve eklenmiş bulunması,
˗ Ya Kur’ân’da bulunan hüküm ve kanunların iç içe bulunması,
˗ Ya da Kur’ân’da, O’nun Allah katından olduğuna delalet eden delillerin yan yana zikredilmesi, yani Kur’ân’ın bütün fesahat yönlerini, hayranlık uyandıran bir üslubu, gayb haberlerini ve birçok ilimleri ihti-
va etmesi bakımındandır.
˗ Ya da toplamak manasına gelen, القرء kelimesinden müştaktır.
‘Kur’ân’ kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de 68 defa geçer.
İnsanlara yol gösterici, hidâyeti, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırt edip açıklayıcı olarak Kur’ân, o ayda indirilmiştir.
Tenzil tedrici olarak indirme, inzal ise toptan, bir defada indirmedir. Âyette inzal ile levhi mahfuzdan dünya semasına indirilmesi kastedilmiştir.
هُدًى لِلّناَّسِ وَبيَنّاَتٍ kelimeleri hâl olarak mensubtur. Yani, ‘Kur’ân insanları hakka ulaştırır olduğu halde ve hakka ileten, hak ile bâtılın arasını da ayıran rehber olarak apaçık âyetler halinde indirilmiştir.’
Kur’ân hem hidâyet, hem de hidâyet delilleridir. Kur’ân’a هُدًى dedikten sonra وَبيَنّاَتٍ مِّنَ الْهُدَى demenin manası:
1- Hidâyet iki kısma ayrılır: Öncelikle Kur’ân’ın insanları hidâyete ulaştırdığı çok açık ve net müşahede edilir. İkinci kısımda ise hidâyet bu şekilde tecelli etmez, gizli kalır. Birinci hidâyet daha üstündür.
Sanki şöyle denilmiştir: O Kur’ân bir hidâyettir ve hak ile bâtılın da arasını ayırandır. Önce cinsi zikredilip, nev’i ona atfedilmiş gibidir. Bu da son derece tekid ve mübalağa ifade eder.
2- Kur’ân’ın bizzat kendisi bir hidâyet kaynağıdır. Bununla beraber o, hidâyet ve furkân olmak üzere, apaçık, şeksiz ve şüphesiz delillerdir.
3- Allah ﷻ, Kur’ân’ın bizzat kendisinin bir hidâyet rehberi olduğunu ve O’nda, hidâyet olan ve hak ile bâtılı ayıran önceki kitaplardan da hidâyetin bulunduğunu bildirmiştir.
4- Birinci هُدًى , itikad meselelerine, ikinci هُدًى de dinin ahkâmına hamledilir.
5- هُدًى ve وَالْفرُْقاَنِ ’dan maksat Tevrat ve İncil’dir.
Bu kitap Furkân’dır. Hakla bâtılı ayırd eder, fark ettirir. Bu kitabı tanımadan, hakkı ve bâtılı tanıyıp, hakka uyarak bâtıldan uzaklaşmamız kesinlikle mümkün değildir.
Bir de işari olarak bize şunu hatırlatıyor ki, değer yargısı olarak Allah’tan, kitabından başka birilerini kabul etme hakkımız, bir şeye iyi ya da kötü, haram ya da helâl deme yetkimiz yoktur. Şu anda insanlara sorulsa, herkes ayrı ayrı bu iyi, şu kötü der. Bir şeye Allah iyi demişse
iyi, kötü demişse kötüdür. Şu anda demokratik bir hava içinde insanlar herkese her şeyi sorar da Allah’a sormaz. Nefsi buna razı olmaz.
Problemleri Allah’a sormamanın sebebi de o probleme çözümü
Allah’ın razı olacağı şekilde buldu mu artık diğer insanların hayat hakkı olamayacak da ondan. Çünkü hak ve bâtılı en iyi halleden Allah’tır, Furkân olan Allah’ın kitabıdır.
‘Doğru yolu ve hak ile batılı ayırd eden hükümler’ buyruğunun
‘İnsanları hidâyete erdirmek’ cümlesinden sonra irad edilmesindeki hikmet, hidâyetin iki tür olduğunu göstermek içindir. Bu hidâyet çeşitlerinden biri akıllı olmak şartıyla sıradan insanların hemen anlayacakları şekilde gayet açık ve nettir. Diğer hidâyet çeşidi ise ancak belirli kişilerin idrakine hitap eder.
Kur’ân membaı ilim, madeni esrar, fıtratın tercümanı ve ayat-ı tekviniyesi, edebiyatın mucize-i kübrası, manevi hazinelerin anahtarı, mürşidimiz, üstadımız, imamımız ve her adapta rehberimizdir. Rububiyet-i
ilâhinin şanını ve kemalatını, ubudiyetin vazife ve hallerini beyan edicidir.
Kur’ân-ı Kerim, insanoğlunun ‘Ben kimim, nereden geliyorum, nereye gidiyorum?’ sorularına en güzel cevabı ve en güzel ilacı veren, insanın meçhule gidiş korkularını dindiren, hayatı sevdiren, ümit veren, ölümü yeni bir doğum gösteren, önündeki cehennemden çekip ebedi saadet yurdu cennete davet eden bir kitaptır. Kur’ân, gelişiyle, inişiyle, hükmü, edebi belağatındaki terkibi, fesahatındaki tadı, okunması ve ezberlenmesiyle eşsiz ve benzeri olmayan bir kitaptır. İnsanlara ve cinlere ikram edilmiş ilâhi bir hitaptır, Rabbani bir selamdır. Bu selamı edebince alanlara selam olsun.
Kur’ân, doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün ne olduğunu bildiren hak kitaptır. Kur’ân’da insanların yaşamaları gereken model, ibadet şekilleri, güzel ahlâk bilgileri, bedenen ve ruhen sağlıklı olmanın yolları, zor ve beklenmedik durumlarda alınması gereken önlemler, çeşitli insan karakterleri, ekonomik ve sosyal yaşamın en ideal şekli anlatılmıştır.
Allah’ın ﷻ sözleri karşısında insanların içine düştükleri kargaşalar, ölüm anı ile ilgili bilgiler, kıyamet gününde yaşanacaklar, cennet
ve cehenneme dair açıklamalar ve daha pek çok konu detaylı olarak açıklanmıştır. Yani Kur’ân’da, bir insanın yaşamının her anında gereksinim duyacağı temel bilgilerin tümü verilmektedir. Allah’ı seviyorsak, O’nun biz kullarına hitabı, selamı, uyarısı ve emri olan Yüce Kur’ân’ı okumalıyız. Allah ﷻ ile konuşmak isteyen Kur’ân okusun. O zaman ruhlar enbiya ile aşina olur. Manasını bilmeden, düşünmeden okumak sadece görmektir. Peygamberi müşrikler de görmüştü.
Dâvûd b Ebi Hind, Şabi’ye sordu:
- Ramazan ayında Resûlullah’a geldiği bildirilen Kur’ân Efendimize ﷺ senenin sair günlerinde de gelmiş midir?
- Evet gelmiştir. Cebrail (a.s) her Ramazan ayında getirdiği Kur’ân’ı Resûlullah’la karşılıklı okurdu. Daha çok Resûlullah okur, Cebrail (a.s) dinlerdi. Bu meyanda Allah’ın ﷻ kalmasını istediği âyetler sağlam olarak kalırdı; silinmesini istediği âyetler de silinip giderdi, Efendimiz’e unutturulurdu.
Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetce asla sapıtmayacaksınız: Allah’ın Kitab’ı ve Resûlünün sünneti. Hadîs-i Şerîf
Sizden kim o ayda hazır bulunursa orucu tutsun.
شَهِدَ, ‘hazır oldu /حضر’ anlamındadır. شَهِدَ fiilinin mefulü hazfedilmiştir. Çünkü ‘yolcu olmadı’ manasındadır. ‘Sizden kim beldesinde
veya evinde mukim bulunursa...’ takdirindedir.
Ramazan’ın belirlenmesi; Ramazan hilalini bizzat görmekle veya bunu duymakla olur. Eğer bir kimse Ramazan hilâlini tek başına görür ve imam da onun şâhidliğini reddederse, yine de kendisinin oruç tutması gerekir. Çünkü Allahu Teâlâ, Ramazan Ayına şâhid olana orucu vâcib kılmıştır. Bu kimse de Ramazan Ayına şahit olmuştur.
Ramazan hilâlinin görüldüğüne dair iki âdil şâhid bulunduğu zaman, hem oruç hem de bayram hususunda duyma yolu ile hüküm verilir.
Şevval ayını gördüğüne dâir şehâdette bulunan âdil bir kimse olduğunda ise, bu tek kişinin şehâdetine göre hüküm verilip bayram edilmez. Fakat Ramazan hilâlini gördüğüne dair tek kişi şâhidlik ettiği zaman, ihtiyaten hüküm verilip oruca başlanabilir.
Çünkü Ramazan hilâlini görmek bir ibâdete girmek için esastır, Şevval hilâlini görmek ise bir ibâdetten çıkmak için esastır. İbâdetin vaktinin geldiğini söyleme hususunda tek kişinin sözü kabul edilir; ama ibâdetin bittiği hususunda, ancak iki kişinin sözüne dayanılır.
Resûlullah ﷺ bir gün ‘Ramazan ayında kaç gün geçti?’ buyurdular. Biz: ‘Yirmi iki, geriye de sekiz gün kaldı!’ dedik. Resûlullah bu cevabımız üzerine: ‘Ramazan ayı şu kadardır!’ diyerek (ellerinin parmaklarıyla) üç kere gösterdi ve sonuncu sefer bir parmağını büktü (yani yirmi dokuz işareti yaptı).
‘Resûlullah’ın ﷺ sağlığında Ramazan ayını yirmi dokuz gün olarak tutmamız otuz tutmamızdan daha fazladır.’ Ebû Hureyre
Orucu bozan şeyler:
1- Vücuda bir şeyin girmesi. Vücudun içine ulaşan her cisim ve madde orucu bozar. Bu şey dimağa, karna, bağırsaklara ve mesaneye girmiş olabilir. Enfiyenin ve burna konulan ilacın beyne (dimağa) ulaşmasıyla oruç bozulur. Karın bölgesine de şırınga yapılmasıyla oruç bozulur.
2- Vücuttan bir şeyin çıkması. İsteyerek kusmak ve istimna yapmak orucu bozar. 3- Cima.
‣ Oruçlunun boğazına sinek kaçtığında veya yürürken yolun tozu ağzından karnına gittiğinde, orucu bâtıl olmaz. Çünkü bu gibi şeylerden kaçınmak zordur.
‣ Şayet başkası zorla veya uykusunda oruçlunun boğazına bir yiyecek veya içecek dökse, o kimsenin orucu bozulmaz. Çünkü nazar-ı itibara alınan, imsak (insanın kendini tutması) ve sakınmasıdır. İkrah (zorla yaptırma) ise imsakı yok etmez.
Horasanlı iki derviş vardı. Birlikte seyahat ederlerdi. Birisi zayıftı, üç gecede bir yemek yerdi; öteki kavi idi, günde üç öğün yerdi. Nasılsa bunları bir şehrin kapısında casusluk iftirasıyla tuttular, her ikisini bir odaya koydular. Odanın kapısını çamur ile sıvadılar. İki hafta sonra suçsuz oldukları anlaşıldı. Kapıyı açtılar ve gördüler ki, kavi olan ölmüş, zayıf olan sağ sâlim yaşıyor. Herkes buna şaştı.
Bu işi gören hekim şöyle dedi:
– Eğer bunun aksi olsaydı şaşardım. Çünkü o çok yiyen açlığa dayanamadı, öldü; fakat az yiyen âdeti vechile dayandı ve selâmette kalıp kurtuldu.
Sizden kim hasta ve yolcu olursa, ona diğer günlerden (onun) sayısınca (oruç tutması) gerekir.
Hasta, hastalığı artacak ise, hamile kadın, süt emziren kadın, savaşan asker zayıf kalırsa, oruç tutmaz. İyi olunca kazâ eder. Sefere çıkan, yani üç günlük yola, 90 kilometreye gitme niyetiyle yola çıkan, seferi olur. Böyle misafir, orucunu ertesi gün bozabilir ve Ramazan’dan sonra kazâ edebilirse de, zarar görmezse tutması efdâldir.
Yolda ve on beş günden az kalacağı yerde tuttuğu orucu bozarsa, keffâret lâzım olmaz. Misafirliği bitip evine gelince veya gittiği yerde on beş gün kalmaya niyet edince, tutmadığı günleri kazâ eder.
Hasan-i Basri ve İbrahim en-Nehaiye göre orucu yemeye ruhsat veren hastalık, kişinin, ayakta namaz kılmasına engel olacak kadar bir hastalıktır. Eğer hastalığından dolayı ayakta namaz kılamıyorsa, bu kişi oruç tutmayıp, sıhhate kavuştuktan sonra kaza eder.
Yine hasta, hastalığının artmasından, iyileşmesinin gecikmesinden, şiddetli ağrı gelmesinden korkar ise, oruç tutmayıp sonra kazâ eder. Bu, hâzık Müslüman bir doktorun söylemesi ile anlaşılır. Hâzık, mütehassıs, uzman demektir. Kâfir ve fâsık, yani büyük günah işlediği bilinen tabibe muayene ve tedavi, zaruri hallerde câizdir, fakat bunların sözleri ile
ibâdet bozulmaz. Orucu bozarsa, keffâret gerekir.
Ebû Hanife’ye göre, Ramazan ayı içinde iyileşen deli kimsenin oruçsuz geçirdiği günleri kaza etmesi gerekir.
Orucun zahmetini duymayanın ecri yoktur.
Kim, üzerinde Ramazan ayının orucu olduğu halde ölecek olursa, (ölünün velisi) her bir gün yerine, bir fakire yiyecek versin. Tirmizi
Kâsım İbnu Muhammed rahimehullah’dan: ‘Üzerinde Ramazan borcu olan kimse, kaza edecek güç ve kuvvette olduğu halde, müteakip Ramazan gelinceye kadar bunu tutmamış ise, her bir gün yerine bir fakire bir müdd buğday vermeli ve orucu kaza etmelidir.’ (Müdd: 0,73 litre) Muvatta
Her kim, ruhsatsız ve hastalıksız olarak Ramazan orucundan bir orucu yerse, bütün bir ömür oruç tutsa da onu ödemiş olmaz. Tirmizi, Ebu Davud
Sanma oruç bu akşam tıklım tıklım ye diye,
Bu akşam yarın oruç tutabilmek için ye. N. Fazıl
Allah size kolaylık diler, güçlük dilemez.
Allah ﷻ seneye nisbetle bu orucu az bir zaman için vâcib kılmıştır. Orucu ne hastaya ne de yolcuya vâcib kılmamıştır. Bütün bunlar birer kolaylıktır. Bu ifade, yolcu ve hastalara, kolaylarına geliyorsa oruç tutmalarını, yoksa orucu yemelerini ikaz etmektedir.
يرُِيدُ fiili, ‘bir şeyin ardından koşturmak’ anlamındaki رَادَ kelimesinden gelir. اِرَادَ kelimesinin asıl anlamı, şehvet, dilek ve umuttan oluşan bir güçtür. Bu kelime, yapılmasına veya yapılmamasına karar verilen bir şeye nefsin meyletmesi için isim kılınmıştır. Kimi zaman işin başı
için kullanılır; nefsin arzusunu, özlemini bildirir. Kimi zaman da işin sonu için kullanılır, o anda o işin yapılmasının veya yapılmamasının gerekli olduğuna karar vermek manasını bildirir.
‘İrade’ kelimesi Allahu Teâlâ için kullanıldığında bununla başlangıç değil, sonuç kastedilir. Zira Allahu Teâlâ bir şeye meyletmekten, özlemekten münezzehtir. ‘Allah şunu irade etti’ demek, ‘Allah onun şöyle değil de böyle olduğuna karar verdi’ demektir. Bazen irade zikredilir
fakat ondan emretme manası kast edilir. Bu âyet-i kerimede böyledir.
الْيسُْرَ kelimesinin manası ‘kolaylık’tır. Zenginlik ve genişliğe de işleri kolaylaştırdığı için يسار denmiştir. Fiilleri ikinci derecede kolaylıkla yaptığı için veya sağ ele yardımı ile işler kolaylaştığı için, sol ele de ‘yed-i yüsrâ’ denir.
İslâm dini, kendisinden haz duyan kalplere hayatın tüm yönlerini kolay ve yumuşak tarafından almayı aşılar, müslümanın vicdanına zorlamaya ve karmaşıklığa yer vermeyen, kendine has bir sadelik, müsamahakârlık damgası basar. Bu sadelik ve kolaylık eşliğinde bütün yükümlülükler,
farzlar ve hayatın bütün yorucu faaliyetleri suyun akışı, fidanının büyümesi gibi rahatlık, güven ve hoşnutluk içinde yerine getirilir. Yine bu sadelik ve kolaylık duygusu Müslümanda, yüce Allah’ın rahmeti ve mü’min kulları için zorluk değil, kolaylık dilediği gerçeği üzerine sürekli bir bilinç geliştirir.
وَلِتكُْمِلوُا الْعِدَّةَ ‘lam’ harfi cerinin müteallakı (öncesi kendisine işaret ettiği için) hazf edilmiştir. Takdiri şöyledir: فعل جُمْلةََ مَا ذكُِرَ ‘Sayıyı tamamlayasınız, Allah’ın size hidâyet etmesine karşılık onu tekbir edesiniz ve şükredesiniz diye, Allahu Teâlâ zikredilen şeyleri yapmıştır.’
Bu şeyler, sayılı günlerde oruç tutmayı emretmesi, nasıl kaza edileceğini öğretmesi ve orucu bozma ruhsatıdır.
وَلِتكُْمِلوُا الْعِدَّةَ sözü sayıyı gözetme emrinin, وَلِتكَُبرُّوا اللهَ sözü orucun nasıl kaza edileceğini öğrenmenin, وَلعَلَكَُّمْ تشَْكُرُون ruhsatın ve orucu kolaylaştırmasının illetidir.
وَلِتكُْمِلوُا الْعِدَّةَ / sayıyı tamamlayasınız diye...’ buyrulmuş, ‘Bu ayı
tamamlayasınız diye...’ denmemiştir. Çünkü ‘sayıyı tamamlayasınız diye...’ ifadesinin şümulüne hem Ramazan günlerinin sayısı, hem de kazaya kalan günlerin sayısı girmektedir. Eğer ‘Bu ayı tamamlayasınız diye...’ buyursaydı, sadece orucu vaktinde tutmanın hükmünü göstermiş olurdu, kaza etmenin hükmü bu ifadeye girmezdi.
Yolcuya ve hastaya Ramazan’dan sonraki günlerde eksik kalan günlerin orucunu tutma imkanı tanınarak, zor duruma düşen bu kimselere de Ramazan günlerini tamamlama fırsatı verilmiş oldu. Böylece onlar için sevap kaybı da söz konusu değildir.
İnsan psikolojisi kolaya meyyaldir. Bir şeye yavaş yavaş alıştıktan sonra onu kabule müsait hale gelir. Karşılaşılan ağır bir teklif, meselenin tamamını inkara yol açabilir. Bu sebeple meşru sınırlar içinde insanlar için en kolayını tercih etmek, kolaydan zora, tedricen ilerleyen bir metod izlemek gerekir.
İslâm o kadar kolay bir dindir ki, bazı zamanlarda teklifleri ya kaldırmış, ya ertelemiş veya yarı yarıya düşürmüştür. Fıkıhtaki ‘Azimet ve ruhsat’ bahsi bunu anlatır.
˗ Öğüt olsun diye geçmiş ümmetlerin kıssaları anlatılarak Kur’ân’ın anlaşılmasının kolaylaştırılması. (Kamer, 17, 22, 32, 40)
˗ Ümmet-i Muhammed’in daha kolay anlaması için, Hz.
Peygamber’in diliyle Kur’ân’ı kolaylaştırması. (Meryem, 97; Duhan, 58)
˗ Görevini yerine getirebilmesi için Allah’ın Peygamberine kolaylık göstermesi. (A’lâ, 8)
˗ İyi ve müttakilerin işini Allah’ın kolaylaştırması, kötülerinkini zorlaştırması. (Leyl, 7-10; Talak, 4)
˗ ‘Ya Rabbi işimi kolaylaştır’ duasının insana tavsiye edilmesi. (Nûr, 24)
˗ Namazda kolayımıza gelen âyetleri okuyabilmemiz. (Müzzemmil, 20)
˗ Hacda kolayımıza gelen hedy kurbanı kesmemiz. (Bakara, 196)
˗ İnsana her zorluktan sonra bir kolaylığın verilmesi. (Talak, 7; İnşirah, 5-6)
˗ Mahşerde ameli iyi olanların kolay, kötü olanları zor bir hesaba
çekileceği. (İnşikak, 8)
˗ Ödeme güçlüğü çeken borçluya kolaylık göstermemiz. (Bakara, 280)
Resûlullah ﷺ zor işlerde şu duayı okurdu: ‘الَلهَُّمَّ لَ سَهْلَ إِلَّ مَا جَعلَْتهَُ سَهْلاً، وَأنَْتَ تجَْعلَُ الْحَزْنَ إِذَا شِئتَْ سَهْلاً / Allah’ım Senin kolay kıldığından başka bir kolay yoktur. Ancak Sen istersen zoru (sert, katı olanı) kolaylaştırırsın (yumuşatırsın).’
Allahım, bir kimse ümmetim içinde bir vazife alır da onlara zorluk gösterirse sen de ona zorluk göster. Kolaylık gösterirse sen de ona kolaylık göster. Müslim
Bir şey satarken, satın alırken, borcunu öderken insanlara kolaylık gösterenlere Allah merhamet etsin. Buhari
Resûlullah ﷺ vaaz hususunda bize bıkkınlık gelmesin diye halimize bakıp ona göre gün ve saat kollardı. Abdullah b. Mesud
Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Buhari, Müslim Nevevi der ki: Efendimiz ﷺ bu cümlede, bir şeyle onun zıddını cem edip birleştirmiştir. Çünkü bu iki zıd, ayrı ayrı vakitlerde
yapılır. Şayet sadece birini söyleyip mesela ‘Kolaylık gösterin’ demiş olsaydı, bir veya birkaç defa kolaylık gösterip, çoğu işlerinde zorluk çıkaran kimse bu söze tabi olduğunu söyleyebilirdi. ‘Zorlaştırmayın’ da dediği için, her halde, bütün zorlamaları nefyetmiştir.
Cehennemin kimi yakmayacağını size haber vereyim mi? Cana yakın olan, herkesle iyi geçinen, yumuşak başlı olup insanlara kolaylık gösteren kimseleri cehennem yakmaz. Tirmizi
Efendimiz ﷺ iki şey arasında muhayyer bırakıldığında daima kolay
olanı tercih ederdi. Bundan dolayı İslâm hukukunda ‘الَْعمََل بِلْاَيْسَرْ / Yapılan
iş, en azıyla kabul edilir, geçerlidir’ külli bir kaide olarak kabul edilmiştir.
Hak tecelli eyleyince her işi asan eder
Halk eder esbabını bir lahzada ihsan eder.
Size yol göstermesi karşılığı O’nu yüceltmenizi ister.
‣ Bundan murad, Ramazan bayramı gecesi tekbirleridir. İmâm Şafi:
‘Her iki bayramda da açıkça tekbir getirmeyi severim’ demiştir. Ebû Hanife ise Ramazan bayramı şafağında tekbirin mekruh olduğunu söylemiştir.
‣ Bundan murad, oruç tutmayı nasip ettiği için, Allah’a şükrederek tazimde bulunmaktır. Bu tekbir, söz, itikad ve amel ile olur.
Söz ile tekbir, Allah’ın yüce sıfatlarını ve güzel isimlerini kabul edip,
O’nu kendisine yakışmayan ortaklardan, eşi ve çocuğu bulunmaktan, mahlûkâta benzemekten tenzih etmektir. Bütün bunlar, kalb ile sağlam bir şekilde inanıldıktan sonra doğru ve sahih olur. Amel ile tekbir; namaz, oruç ve hacc gibi ibâdetlerle olur.
عَلىَ مَا هَدَاكُمْ sözü bu dünyadaki, delilleri bildirme, hayırlara muvaffak
kılma ve koruma gibi Allah’ın insana verdiği büyük nimetleri bildirir.
Te’vilâtı’n Necmiyye’den...
Allahu Teâlâ kullarına az zamanda yaptıkları ibadetlere muka-
bil, lütfunun kemalinden haber vermek üzere; أيَاَّمًا مَّعْدوُدَاتٍ buyurdu. Orucunuz sayılı, az günlerde son bulur. Orucun semeresi ve meyvesi ise sayılmayan, son bulmayan bir semeredir. Az zamanda, sayılı günlerde, sonlu bir oruç tutuyorsunuz. Fakat bu orucun mükâfatı sonsuzdur. (Hac, 78. âyetinin zikrini dinlemek sizi korkutmasın. (Yani ‘Tam anlamıyla cihad edin’ âyeti sizi korkutmasın.) الذَِّيَ أنُزِلَ فِيهِ الْقرُْآنُ Oruca devamda kimin hali Ramazanın hali
gibi olursa ona Kur’ân hakikatları nazil olur. Buradaki edep, sadece yemekten kesilme değil, halkın ahlâkından fani olup, Hakk’ın ahlâkında baki olmadır. Nitekim Resûlullah’a ﷺ “Şüphesiz sen büyük bir ahlâk üzeresin” (Kalem, 4) buyrulmuştur. Burada geçen ‘Azim’ Allah ﷻ anlamındadır. Yani ‘Azim olan Allah’ın ahlâkı üzeresin.’
Hz. Aişe’ye Efendimizin ﷺ ahlâkı sorulduğunda ‘O’nun ahlâkı Kur’ân’dı’ buyurdu.
Burada salikin seyri kesilip Kur’ân hakikati ile seyredilir. Kur’ân’da
’هُدًى لِلّناَّسِ وَبيَنّاَتٍ مِّنَ الْهُدَى وَالْفرُْقاَنِHalik’tan halka hidâyet vardır. ‘buyrulduğu gibi.
Sonra وَأنَ تصَُومُوا خَيْرٌ لكَُمْ kavlini getirdi. Yani ‘Bütün meşreplerden kendinizi tutarak devam edin. Eğer Ramazan ayının kadru kıymetini biliyorsanız. Bu; hakiki oruca devamdan ibarettir.’ فمََن شَهِدَ مِنكُمُ الشَّهْرَ Bütün meşreplerden kesilmeye devam metanetini
idrak edenler.
فلَْيصَُمْهُ Bu imsaka devam etsin. Resûlullah’ın ﷺ Haris’e (r.a) ‘İsabet ettin, devam et’ demesi gibi.
Beyazıd-ı Bestami’nin dediği gibi: Nefsini terk et, onu yok etmeye devam et.
Ramazan insanların günahını yok eder. Ramazanı hakikiye şuhud, insanların benliğini yakar. Bir taraftan rahmetiyle günahları yakar, bir taraftan hakikatının resimlerini yakar.
Başka bir mana: Sizden kim bu aya şahit olursa, hazır olan şehri kaybetmez. Oruçla hazır bulur. (Her zaman Ramazan gibi olur.) وَمَن كَانَ مَرِيضًا Arızi kalbi hastalıklardan gevşeklik olursa ki bunlar;
nefis sıfatlarının galebesi, beşeri istekler, tabi tembellik, gaflet ve kalbin haricine çıkmaktan olan, manevi hastalıklardır.
أوَْ عَلىَ سَفرٍَ Salikin süluk vakfelerinde bulunursa. Yolculuk esnasında hakikat hükümlerini kıyamdan aciz kalıp, ihmal vukua geldiğinde iradesi kuvvetlenip, cesareti kavileninceye, inayet erişip acayip lütuflardan hastalığına şifa gelinceye kadar erteleyebilir. Böylelikle hastalığı lütf-u ilâhiyle zail olur.
فعَِدَّةٌ مِّنْ أيَاَّمٍ أخَُر Hastalık gidip, kalp selamet bulduğu günlerde, daha
önce ruhsat ve tevillerle kaybettiğini tamamlar. Rehbetler, sıdkı niyet, sıhhat, yakınlık makamına rücu eder, cezbelerin tasarrufu ile kaybedileni yerine getirip, ondan öldürdüğünü ihya eder.
Nitekim Cenâb-ı Hakk ruhsat ehline “O halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun...” (Tegabun, 16) buyurdu.
Ehl-i azimet için de O, inkar edenlere de ki: “Siz mutlaka yenileceksiniz ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz. O ise ne kötü döşektir!”
(Âl-i İmran, 12) buyurdu.
Cenâb-ı Hakk’ın bidayet ehline kolaylaştırıp sonraki hallerde tam olarak yapmayı vâcib kılması sünnetidir.
وَعَلىَ الذَِّينَ يطُِيقوُنهَُ فِدْيةٌَ Sıdkı talepte kuvvetli ve himmeti ali olan,
vâcib maksuda ulaşmak için kendini tutsun. Bu da bazı taleplere iltifat meşreplerinden himmetini tutması, hakikat meşrebinden şeriat kolaylığına dönmesidir.
طَعاَمُ مِسْكِينٍ Masivadan ayrılarak onu miskinlere verir. Orucu vasıta
kılar ve ancak Hakk’ın mevhibeleriyle, O’nun meşrebinden iftar eder. Efendimizin ﷺ ‘Ben Rabbimin yanında gecelerim, o beni yedirir-içirir’ buyurması gibi.
يرُِيدُ اللهُ بِكُمُ الْيسُْرَ وَلَ يرُِيدُ بِكُمُ الْعسُْرَ “Muhakkak ki zorlukla beraber kolaylık vardır.” (İnşirah, 5)
Size zorlukla beraber olan kolaylığı murat ediyor. Emrine imtisaldeki zorluğa bakma. Zorlukla olan kolaylığa bak.
Akıllı şarabın acılığına bakar, onu terk eder. Lakin sıhhatin tatlılığını gördüğü zaman da, o içeceğin acılığına aldırmaz, himmetinin kuvvetiyle onu içer. (İlacın acılığını düşünmez.)
Bir başka mana: Sizi imana hidâyet etti, size Resûl gönderdi, beraberinde Kur’ân indirdi. Size ياَ أيَهَُّا الذَِّينَ آمَنوُا كُتِبَ عَليَْكُمُ الصِّياَمُ kavliyle hitap etti. Sonra da vâcibi yerine getirmeniz, hakkını vermeniz için sizi muvaffak etmesi, farz olana muhalefetten sakındırması, size vaad ettiği hüsnayı tasdik ettirmesi “Kim verir ve en güzel kelimeyi tasdik ederse,
işte biz onu en kolaya muvaffak ederiz.” (Leyl 5-7) âyetinde irade ettiği
yüsrdür, kolaylıktır.
Allah kime zorluk murat ettiyse imanın hakkını vermeye muvaffak etmez. Kendine vâcib olana muhalefet etmesi, hüsnayı yalanlaması, tasdik etmeyip müstağni olması, cimrilik etmesi için zoru kolaylaştırır.
“Ama kim cimrilik eder ve müstağni davranırsa, en güzel kelimeyi yalanlarsa, onu da en zoruna muvaffak kılarız.” (Leyl 8-10)’da olduğu gibi.
Bir kula kolaylık murat edilmesinin alameti; kolayı talebe kaim kılmasıdır. Kolaylık dilemezse onu kolaya talip kılmaz, zora kaçar.
İlâhi ihsan için ehli vefaya ümit haktır. Kolaya ulaşmakta aşıkların kalbi çarpar. Çünkü Allah يرُِيدُ اللهُ بِكُمُ الْيسُْرَ buyurdu.
Abidlerin kalbinden keder gider. Mahbubun kalbinden zanlar yok olur. Çünkü Allah وَلَ يرُِيدُ بِكُمُ الْعسُْرَ buyurmuştur.
يرُِيدُ اللهُ بِكُمُ الْيسُْرَ , وَلِتكُْمِلوُا الْعِدَّةَ müjdesinin cezbeleriyle gaye nevileri tamamlanır. İmtihanla talep günlerinin iddeti biter. ‘Allah size zorluk dilemez.’ وَلِتكَُبرُّوا اللهّ Vuslat ve ayrılıktan Allah’ı tazim etmeniz için.
عَلىَ مَا هَدَاكُمْ Cemal sıfatının tecellisi ile visal âlemine hidâyet
etmesine
لعَلَكَُّمْ تشَْكُرُون Zatı zülcelal-i hakkıyla tenzih etme adabına vusûl nimetine şükretmek için. “Allah’ı hakkıyla takdir edemediler” (Enam, 91)
Belagat
• Bu âyet-i kerimede idmaç sanatı vardır. Hem Ramazan’ın hem de Kur’ân-ı Kerim’in değeri bildirilmiştir.
• الذَِّيَ أنُزِلَ فِيهِ الْقرُْآنُ ifadesindeki ismi mevsul, hem Ramazan’ın hem de gayrının şanı içindir. Yani o Ramazan’da inen Kur’ân’ın, kendisine Kur’ân inen peygamberin, Kur’ân’a ümmet olanların, ona gönül verenlerin, Kur’ân’ı hıfzedenlerin, onun ilmiyle meşgul olanların şanını ifade eder.
• الشَّهْرَ ’deki lam-ı tarif, daha önce geçen bilinen bir ayı ifade eder.
Bu da Ramazan ayıdır. (Ahdi harici)
Burada الشَّهْرَ derken ayın tamamı söylenmiştir. Oysa Ramazan ayının tamamına ulaşmak ancak ay sonunda mümkündür. Mana şöyledir: ‘Kim Ramazan ayının cüzlerinden bir cüzünde bulunursa, bütün ayı oruç tutsun.’ Cüz söyleyip küllünü murad etmek, meşhur bir mecazdır.
‘شَهْرُ’ Kelimesinin merfu okunması:
˗ شَهْرُ kelimesi “كتب عليكم الصِّياَمُ” lafzından bedel olarak merfudur. Buna göre mana, ‘size Ramazan ayı farz kılındı’ şeklindedir.
˗ أيَاَّمًا lafzından bedel olan mahzuf bir mübtedanın haberidir. Buna göre, ‘o (yani sayılı günler), Ramazan ayıdır’ denilmiştir. شَهْرُ رَمَضَانَ, ifadesi, ‘sayılı günler’in beyanıdır.
˗ Haberi mahzuf mübtedadır.
˗ شَهْرُ mübteda, haberi sılasıyla beraber الذَِّي’dir.
Mensub okunuşu:
˗ صوموا شَهْرَ رَمَضَانَ ‘Ramazan ayını oruçlu geçiriniz’ şeklindedir.
˗ أيَاَّمًا معدودات ifadesinden bedel olmasıdır.
˗ و ان تصوموا’nün mefulüdür.
• شَهِدَ ’nin mefulü, الشَّهْرَ ’dır. Takdiri, ‘Kim aklı ve bilgisiyle Ramazan ayını müşahede ederse, o ayı oruçlu geçirsin...’ şeklindedir. الشَّهْرَ kelimesi, zaman zarfı olarak mensubtur.
• عُسْرَ - يسُْرَ kelimeleri arasında tibak-ı icab sanatı vardır.