Sureler

Göster

Bakara Sûresi 193. Ayet

وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَ يَكُونَ الدّٖينُ لِلّٰهِؕ فَاِنِ انْتَهَوْا فَلَا عُدْوَانَ اِلَّا عَلَى الظَّالِمٖينَ

193- Fitne tamamen ortadan kalkıncaya kadar ve din de sadece Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın. Vazgeçerlerse siz de vazgeçin; zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.

 

Âyet cihatla, savaşla emrolunmanın sebebini, sonucunu, hikmetini haber veriyor. İki ana sebebi zikrediyor:

1- Fitne olmasın: Nerede inkar var, nerede şüphe var, nerede kibir, haset, hıyanet varsa, orada fitne olduğunu bütün insanlık görüyor, biliyor. Nerede düzen bozulsa hercümerç başlıyor. Fitne alev alev, dalga dalga yayılıyor. Haklı haksız demeden tutuşturanı da tutuşturulanı da yakıp yok ediyor. Cenâb-ı Hakk kâfirin amelini rüzgârın uçurduğu küle benzeterek (bkz. İbrahim, 14) olayın vehametini gösteriyor.

Geçmişimize baktığımızda ne rüzgârlar esti; kılığımızı kıyafetimizi alıp götürdü. Ne sarığımız, ne cübbemiz, ne carımız, ne çarşafımız kaldı. Ne rüzgârlar esti savurdu, yaktı, kavurdu; kitabımızı aldı. Gönlümüzden, gündemimizden çıkarıp Kur’ân’ın karşısında kör, sağır, dilsiz bıraktı. Ne rüzgârlar esti; harflerimiz, dillerimiz değişti, dinimiz bir köşede mahkum kaldı. Ne rüzgârlar esti; kadınımızı, kızımızı sokaklara döktü, namus kavramı rafa kaldırıldı. Ne rüzgârlar esti; ekinimiz, tohumumuz, konumumuz, neslimiz, nefsimiz hasara uğradı, helak oldu. Ne rüzgârlar esti; öz vatanımızda özgürlüğümüzü kaybettik, öz dinimizi yaşayamaz olduk. ‘Allah Allah’ sedalarıyla aldığımız beldelerde, ‘Allah’ demek suç oldu.

Cahil kalan yüreğimiz kin, nefret, düşmanlık, şüphe ve nifaklarla doldu. Artık fitneyi kendimiz üretir olduk. Kardeşlik bağlarımızı suizan, tecessüs, gıybet, haset, kibir, heva fitneleriyle çekip çekip koparttık. Anayı oğula, cemaati hocaya, karıyı kocaya düşman ettik. Masum çocukları vahiyle eğitemedik. Sünneti yaşatamadık, ahlâk, iman aşısı veremedik. Tv. ye, internete, renkli görsel yayınlara tutsak ettik.

En güzel yaşlarında kulaklarını sağır, gözlerini kör, beyinlerini sersem ettik. Erkenden gaflet, sefahat, tembellik girdabına sürükledik. İşte herkesin bildiği fakat önemsemediği hali melalimiz...

Ama umudumuzu kaybetmemeliyiz. İslâm’da yeis yoktur. Uyarıp, silkinip kendimize gelmeli ve bu donukluk, sönüklük, ehli keyiflik, neme lazımcılık illetinden kurtulmalıyız.

‘Hayat iman ve cihattır’ diyen Hz. Hüseyin efendimize kulak vermeli ve onun dini uğrunda çektiği çileleri hatıralarımızda canlandırmalıyız. Küfrü, küfrî zihniyeti öldürme savaşı vermeliyiz. İşin sonu katle, şehadete varsa da fitneyi ortadan kaldırmalıyız. Yüce Mevlamız onun için ‘Fitne yok oluncaya kadar savaşın’ buyuruyor.

2- ‘Din bütünüyle sırf Allah’ın oluncaya kadar.’

Bu cümle bize “Onlar Kur’ân’ın bütünlüğünü bozarak parça parça ettiler” (Hicr, 91) nazmı celilini hatırlatıyor. Din bir bütündür ve yaşanmak içindir. Kâinatı yaratıp düzene koyan, varlığını ve düzenini ilmiyle, kudretiyle, iradesiyle idare eden Allah’ın ﷻ kanunlarıdır. Dünya hayatı için gönderilmiş anayasadır. İnsanlar şahsi ve sosyal hayatlarında problem yaşamasınlar, birbirlerinin hukukuna riâyet etsinler, kalplerini, bedenlerini, nesillerini tehlikeden, yanlış gidişattan muhafaza etsinler diye Allah ﷻ kitap inzal etmiş, peygamber göndermiştir.

Ferdin ve cemiyetin huzurunu, mutluluğunu, ırzını, namusunu, şerefini korumak için dini va’z etmiştir. Din, birliği, beraberliği, kulluğu, kardeşliği, yardımlaşmayı, faydalı olmayı, zararlı olmamayı öğretmek içindir. Bütün cihatlar ve savaşlar da bu birliği, bütünlüğü, ahlâkı, imanı, vicdanı, koruyan dini mübini yaşatmak içindir.

Yine âyet hüsnü intihayla son bularak, tövbeye, dönüşe, ıslaha, dostluğa davet ediyor. Bütün bu yanlışlara rağmen ‘Vazgeçerlerse’ diye şartı getirip, cevabı hazfediyor. Cevap yerine düşmanlığı zalimlere hasrediyor.

Fert olsun, millet olsun zulmetmedikçe, Allah’ın ﷻ hakkına, kul hakkına girmedikçe düşmanlık yapmak, düşmanca düşünmek, düşmanca yorumlamak, düşmanlığı sürdürmek, düşmanlığı üretmek, düşmanlığın gereğini yapmak yoktur. Bütün bu manaları ‘udvan’ kelimesinin masdar oluşundan, mahalli sudur olup manayı genişlettiğinden ve mübalağa ifade etmesinden anlıyoruz.

Müslüman öldürmek veya maddî menfaat için savaşmaz. Müslümanın amacı, fitneye son vermek, zulüm ve baskıya maruz kalan insanları kurtarmak; fitne ateşini söndürmek, onun etrafa saldığı duman ve pis kokuları ortadan kaldırmaktır. Çünkü fitne, hayatı cehenneme çevirir, bütün erdemleri yakıp kül eder. Müslümanın vazifesi, insanlığı bu cehennem çukurundan çıkarmak, barış ve mutluluk yolunu açmaktır.

Din, Allah’ın oluncaya kadar, din ve vicdan hürriyeti sağlanıncaya kadar savaş devam edecektir. Ta ki insanlar, hiçbir korku ve baskıya uğramadan Allah’a ibadet edebilsinler. Başka bir ifadeyle, insan sadece Allah’a kulluk edinceye, kula kulluk ortadan kalkıncaya kadar savaş devam edecektir.

Fitne kalmayıncaya kadar...

Fitne kelimesi, فَتَنَ kalıbından fiil olarak alınınca; dönmek, sapmak, günaha maruz kalmak, büyülemek, çıldırtmak, esir etmek, gönül çelmek, aklını çelmek, işkence etmek, hakikati tahrif etmek, elem vermek, birinin kusurlarını ilan etmek, delilenmek, tecrübe etmek, imtihan etmek, bir şeyi yakmak, birini görüşünden vazgeçirmek, gümüş veya altını eritmek, eziyet etmek, şaşırtmak, fikir ayrılığı, günah, mal, evlat, vesvese... manalarına gelir.

Fitne, şirk ve küfür manasındadır. Kafirler Mekke’de ashabı kiramı dövüp eziyet ediyorlardı. Bundan dolayı bazı müslümanlar Habeşistan’a göç etmek zorunda kaldılar. Sonra müşrikler bu eziyetlerini, müslümanlardan bir kısmı Medine’ye hicret edene kadar sürdürdüler. Müşriklerin bu fitneyi çıkarmalarından maksadları, müslümanların İslâm’ı terk ederek kâfir olmalarını sağlamaktı. Bundan dolayı Allahu Teâlâ bu âyeti indirdi. Buna göre âyetin manası şöyledir: ‘Onlara gâlib gelinceye kadar, onlarla savaşın, sakın onlar sizi dininiz hususunda fitneye düşürmesin; sakın şirke düşmeyin.’

‘Fitne’ suç manasındadır. Allahu Teâlâ müslümanlara, vuku bulduğunda birçok zararlar meydana getireceğinden korkulan, başladığında mü’minler aleyhine büyük bir fitne olacak savaşı başlatmasınlar diye, kâfirlere karşı savaşmayı emretmiştir.

Onlarla savaşıldığında, genellikle küfür ve şirk zeval bulur. Çünkü öldürülen kimsenin küfrü ortadan kalkmış olur. Öldürülmeyenin küfrünü sürdüreceği endişesi taşınır.

Âyetin manası, ‘Sizden küfrü kaldırmaya bir azim ve kasıt olarak, onlarla savaşınız’dır. Kâfirlerle savaşanın maksadı bu olmalıdır. İşte bu sebeple, kâfirle savaşan kimsenin, savaşsız olarak onu küfründen vazgeçirebileceği düşüncesi ağır basınca, onu öldürmekten vazgeçmek vâcib olur.

İslâm’da savaşın amacı, insanların dinleri yüzünden baskı görmelerini önlemek, kaba kuvvetle ya da olup-bittiler meydana getirerek müslümanların dinlerinden vazgeçirilmemelerini güvenceye almak, müslümanların başına saptırıcı ve yozlaştırıcı faktörlerin musallat edilmesine engel olmaktır. O zaman İslâm düşmanları müslümanlara baskı yapmaya cesaret edemezler. İslâm’a girmek isteyen kimse de kendisini alıkoyacak hiçbir güçten korkmaz. Müslüman cemaat, bu zalim güçleri ortadan kaldırıp, Allah’ın dini kesin bir üstünlük elde edinceye kadar onlarla savaşmakla yükümlüdür.

Fitne, yeryüzünde İslâm’ın duyurulmasına engel olma tavrıdır. Allah’ın arzında, Allah’ın kullarına, Allah’ın dini çok rahat bir şekilde götürülebilmelidir. Allah’ın dinine hayat hakkı tanımayan tüm tavırlar fitnedir. Gerek bilgi, gerek kültürel, ekonomik ve siyasal planda İslâm’ın, Kur’ân’ın ve Peygamberin gündeme gelmemesi için var gücüyle çalışmak, en büyük fitnedir.

Bunlara karşı müslümanlar, güç ve kuvvete sahip oldukları bir savaş başlatıp, onların boyunlarını kırmak zorundadırlar. Müslümanlar güç ve kuvvete sahip olmadıkları sürece zaten onlar müslümanların boyunlarını kırıp, ezer ve hayat hakkı tanımazlar. Müslümanlara hakim oldukları zaman savaş hakkında hiçbir şey söylemezler.

Hattâ savaş gereklidir der, savaşın kutsallığından ve kaçınılmazlığından bahsederler. Savaşın çok iyi bir yol olduğu propagandasını yayarlar. Bir gün devran döner, yavaş yavaş çöküşleri başlar, müslümanlar onlara hücuma geçtikleri zaman da çığırtkanlık yapmaya başlarlar.

‘Müslümanlar adam öldürüyor! Can alıyor! Müslümanlar teröristtir!

Müslümanlar hayata karşıdır! Müslümanlar şöyle, böyle!’

Müslümanlar bu konuda komplekse kapılmamalıdır. ‘İslâm savaş dini değil, barış dinidir, esasında müslümanlar savaş yapmamış, kendilerine savaş açanlara karşı müdafaa savaşı yapmıştır’ gibi komplekslerle İslâm’ı olduğundan farklı görmelerine, göstermelerine gerek yoktur. Allah Resûlü ﷺ Medine’de kendisine savaş emri verildiği andan itibaren giydiği zırhını hayatının sonuna kadar bir daha üzerinden hiç çıkarmamıştır.

Hattâ vefatı esnasında bile ordu hazırdı. Suriye taraflarına gidecekti ve ordunun kumandanı da Hz. Üsame idi. Vefat ederken bile cihadı ihmal etmeyen böyle bir peygamberin, böyle bir canlılık dininin arkasından bugün kâfirlerin mü’minleri pasifize etmek için ‘Zaten İslâm barış dinidir, savaş dini değildir, İslâm sulh taraftarıdır, siz neye savaş istiyorsunuz’ gibi eylemlerine karşı mü’minler Allah’ın emriyle ortaya çıkmak zorundadır. İslâm’ın duyurulmasına engel olan her davranış katillikten daha beterdir, bunu bertaraf etmek için müslümanlar gerekiyorsa çekinmeden savaşmalıdır.
 

Fitne kavramının Kur’ân'daki manaları:

‣ Yanmak, kavrulmak. “O gün, onlar ateş içinde kavrulacaklardır; tadın cezanızı!” (Zariyat, 13-14)

‣ İmtihan, sınamak, denemek, yoklamak. “Ve seni bir çok denemelerden geçirdi.” (Taha, 40)

‣ Günaha sürüklemek. “Fakat siz kendinizi günaha sürüklediniz.” (Hadid,14)

‣ İşkence etmek. “Şüphesiz inanmış erkeklerle inanmış kadınlara işkence edip sonra da tevbe etmeyenlere cehennem azabı ve yanma azabı vardır.” (Burûc, 10)

‣ Saldırmak. “Yeryüzüne sefere çıktığınız zaman kafirlerin size saldırmasından endişe ediyorsanız, namazı kısaltmanızda bir beis yoktur.” (Nisa, 101)

‣ Ayartmak, aldatmak. “Ey Âdemoğulları! Şeytan, ana-babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın.” (A’raf, 27)

‣ Uzaklaştırmak. Fitne kelimesi fiil kalıbında, عَنْ harfi ceri ile kullanıldığında ‘uzaklaştırmak’ anlamını ifade eder: “Ve onlardan sakın ki, Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni uzaklaştırmasınlar.” (Maide, 49)

‣ Delilik. Fitne kelimesi meftun kalıbında alındığında ‘delirmek, akıldan yoksun olmak’ manasına gelir: “Hanginizin deli olduğunu...” (Kalem, 6)

‣ Zulüm, baskı. “Ve artık zulüm ve baskı kalmayıncaya, kulluk tamamen ve yalnızca Allah’a yapılıncaya kadar onlarla savaşın.” (Enfal, 39) ‣ İhtilaf. “Kalpleri hakikatten sapmaya meyilli olanlar, sırf kafaları karıştıracak şeyler bulmak için...” (Âl-i İmran, 7)

‣ Fesat, sıkıntı, karışıklık, ihtilal. “Bir de, öyle fesattan sakının ki, o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz. Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfal, 25)

‣ Rüsvaylık. “Rabbimiz! Bizi, hakikati inkar edenler için, bir oyun ve eğlence aracı yapma!” (Mümtehine, 5)

‣ Kötülük, musibet, zorluk. “Ve insanların bir kısmı, Allah’a tam inanmadan ibadet eder; kendine bir iyilik dokunursa, onunla gönlü rahat eder, ama başına bir kötülük gelirse dininden döner.” (Hac,11)

‣ Eziyet. “Allah yolunda sıkıntıya düşünce, insanlardan çektikleri eziyeti, Allah’tan gelen ceza gibi görürler.” (Ankebut, 10)

‣ Mazeret, bahane, çare. “Sonra, ‘Rabbimiz Allah’a yemin ederiz ki, bizler Allah’a ortak koşmuş değildik’ demekten başka mazeretleri kalmayacak.” (A’raf, 23)

Bu âyette geçen fitne kelimesine ‘çare’ anlamını vermek de mümkündür.
 

Din Allah'ın oluncaya kadar…

Âyet-i kerime fitnenin şirke hamledildiğine delâlet eder. Çünkü şirk ile dinin tamamının Allah’a mahsus olması arasında, üçüncü bir hal yoktur.

Bundan maksat, Allahu Teâlâ’dan başka kendisine tapınılan ve itaat edilenler değil, sadece Allahu Teâlâ’nın mâ’bûd ve yegâne itaat edilen varlık sayılmasıdır. Buna göre âyetin takdiri şöyledir: “Küfür yok olup, İslâm kökleşinceye, ebedi cezaya götüren şeyler zail olup, sevaba ulaştıracak şeyler var oluncaya kadar onlarla savaşın.”

Şeytan, nefis, heva ve heveste bir nasip kalmayıncaya kadar manevi cihada devam edilmelidir. Te’vîlât-ı Kâşani
 

Düşmanlık ancak zalimleredir.

Yani, onlardan ancak, küfürden vazgeçmeyenlerle savaşılır; çünkü küfürdeki ısrarları sebebiyle kendilerine zulmetmişlerdir.

Bir diğer mana da şöyledir: ‘Eğer, onlar şirklerinden ve savaşmaktan vazgeçtikten sonra siz onlara saldırırsanız, sizler zalim olursunuz. Biz de, haddi aşan kimseleri, size musallat kılarız.’

 

Te’vilâtı’n Necmiyye’den...

Nefse ancak fitnesini kaldırmak için azap edilir. Nitekim Allahu Teâlâ وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ buyurdu.

Onun fitnesi; şehvet ve davalarla kalbe karşı münazaa ve muaraza etmesi, meşrebindeki şerlerdir. Onun ilacı zıddıyla mübaşerettir. Ta ki ubudiyetteki mizacı düzelsin, onda beşeriyet eseri kalmasın.

وَ يَكُونَ الدّٖينُ لِلّٰهِ Dinin hükümlerinden hiçbirine karşı çıkmayıp, İslâm’ın gösterdiği hiçbir şeyde niza çıkarmayıncaya kadar.

فَاِنِ انْتَهَوْا فَلَا عُدْوَانَ Nefisler teslim olursa, ona zulüm ve azap yoktur.

 اِلَّا عَلَى الظَّالِمٖينَ ancak dünya hevasına, Mevla’dan gayrıya ibadet edenleredir.

 

Belagat

• Din zaten Allahu Teâlâ’nın olduğu halde ‘Din Allah’ın oluncaya kadar’ buyrulması tecriddir.

Din’in Allah’ın olması, Allah’ın dininin hükümlerinin uygulanması manasındadır. Hüsn-ü Talildir.

• حَتّٰى edatı gaye ifade eder. Burada talil ifade eder. Yani ‘Dinin tamamen Allah’ın olmasını sağlamak için’ demektir.

Mefhumu gayesi; ‘Ne zaman din tamamen Allah’ın olur, o zaman savaşmayın.’

• فَلَا عُدْوَانَ اِلَّا عَلَى الظَّالِمٖينَ cümlesinde zalim umumi olarak söylenmiş, hususi olarak kafirler kast edilmiştir. Ancak zalimlere düşmanlık edin, yerine ‘Düşmanlık ancak zalimleredir’ denmesi masdara isnaddır.

Bu savaş hak olduğu halde, düşmanlık denmiştir. Çünkü bu savaş kâfirlerin düşmanlığının cezası olan savaştır. Bundan dolayı bu cezaya, düşmanlık ismi verilmiştir. Müşakaledir. Allahu Teâlâ bazı âyetlerinde de aynı şekilde hitap etmiştir: “Bir kötülüğün cezası, benzeri bir kötülüktür” (Şurâ, 40)