195- Allah yolunda mallarınızı harcayın, elinizle kendinizi tehlikeye atmayın, iyilik edin, çünkü Allah iyilik edenleri sever.
Allahu Teâlâ savaşmayı emredince, savaş da silahla yapıldığı ve zenginler çoğu kez savaştan âciz, savaşabilecek cesur kimseler de çoğu kez yoksul olduğu için, zenginlere, savaşabilecek kimselere infakta bulunmalarını emretmiştir.
Bir savaş ortamından sonra infak emriyle karşı karşıya geliyoruz. İslâm’da hayat budur. Savaş ve infak iç içedir. Ölmek, öldürmek, sağ kalmak ve infak, hayatın içindedir.
Allah yolunda infak edemeyen toplumların Allah için savaşmaya da güçleri yetmez. Vücutlarının dışındakileri harcamaya gücü yetmeyen insanlar, iç dünyalarını veya bedenlerini nasıl harcayabilir? Malını Allah yolunda veremeyen insanlar canlarını nasıl verebilir? Cebindeki on lirayı Allah için harcayamayan, ömrünün on saatini yahut ilerde ömrünün tamamını nasıl verebilir? Halbuki Allah için savaşa girmek demek; ömrün tamamını fedâya hazır olmak demektir.
Ama insan Allah’ın ‘ver’ dediği noktada yavaş yavaş verebilirse, kendini vermeye alıştırırsa, o zaman canını vermeye de kendini alıştıracaktır.
Bugün beş kuruşu, yarın on kuruşu veya bugün bir saatlik, öbür gün iki saatlik ömrünü Allah’a, ilim öğrenmeye, din anlatmaya, hasta ziyaret etmeye verebilirse, tüm ömrünü Allah’ın dinine, müslümanların hizmetine fedâkarca infak edebilir. Ama şu anda bir çay parasını, bir müslümanın dolmuş parasını veya bir talebenin kitap parasını veremiyorsa, canı istendiği zaman bu canı nasıl verebilir?
İnfak, malı iyilik yollarına ve faydalı şeylere verip harcamaktır. Malını boş şeylerde zâyi eden kimseler için, ‘O malını infak etti’ denilmez. İnfak, ‘Allah yolunda’ diye kayıtlanınca, bundan murad, ‘Allah’ın dini için infak’ olur. Çünkü sebil, yol demektir. Allah’ın yolu da, O’nun dinidir. Her türlü infak, bu âyetin muhtevasına girer.
Hacc veya umre için, ister bizzat cihada katılmak sûretiyle olsun; ister başkasının savaş giderlerini karşılamak sûretiyle olsun; sıla-i rahim (akrabalara yardım) ve sadakalarla, kişinin ailesine ve çocuklarına yaptığı harcamalarla; zekât ve keffâret olarak verdiği şeyler, yol ve benzeri şeylerin yapılması için verdiği sadakalar olsun, yapılan tüm harcamalar bu infaka dahildir. Ancak bu âyetten önce cihad zikredilmiş olduğu için, bunda murad edilen en uygun mana, bu infakın cihaddaki harcamalara hamledilmesidir.
Dini kuvvetlendirmek, dini yaymak, dini eğitim ve öğretim için yapılan bütün infaklar bu âyetin hükmüne dahildir.
Bu âyet, Hz. Peygamberin ﷺ Hudeybiye senesi umresini kaza etmek üzere Mekke’ye gittiğinde nazil olmuştur. Şayet müşrikler müslümanlara engel olmaya kalksalardı, bu umre mutlaka savaşa sebep olacaktı. Bu umre; hem umre hem de cihad olmuştur. Allahu Teâlâ ‘Cihad ve umre yolunda infak edin’ demedi de, ‘Allah yolunda infak edin’ buyurdu.
‘وَاَنْفِقُوا فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ / Allah yolunda infak edin’ cümlesi, infakın vücubiyetinin sebebine dikkat çekmektedir. Çünkü mal, aslında Allah’ındır. Bu nedenle Allah yolunda infak etmek vâcibtir. Bir de mü’min, Allah’ın adını duyunca heyecanlanır ve şevke gelir, malını Allah yolunda infak etmesi kolaylaşır.
Her gün iki melek inerek, onlardan biri: ‘Allah’ım, infak edenin (malını bereketlendirmek sûretiyle) arkasını getir!’ diye dua ederken, diğeri de, ‘Malı tutup cimrilik edenin malını telef et!’ diye bedduada bulunur. Hadîs-i Şerîf
Bir defasında adamın biri Hz. Hasan’ın yanına geldi ve - Ey peygamberin torunu! 400 dirhem borcum var, dedi.
Hz. Hasan hemen adama 400 dinar verilmesini emrederek adamın borcunu fazlasıyla karşıladı. Daha sonra Hz. Hasan ağlayarak evine döndü. Ağladığını görenler kendisine;
- Ey Allah’ın Resûlü’nün torunu! Seni ağlatan nedir? dediler.
Hz. Hasan onlara şöyle cevap verdi:
- Ben onun ihtiyaçlarını araştırıp karşılama hususunda onu ihmal ettim. Ona gereken ilgiyi göstermeyip hata ettim. Bu nedenle yanıma kadar gelip benden istemeye onu mecbur bıraktım. Halbuki ben onu arayıp bularak ihtiyacını karşılamalıydım.
‣ Bu tehlike, infak etme ile ilgilidir. Müslümanlar savaş hususunda mallarını harcamamak sûretiyle kendilerini tehlikeye atmasınlar. Çünkü o zaman düşman onlara galebe çalar ve onları helak eder. Sanki şöyle denilmektedir:
‘Eğer sen dine yönelen biriysen, malını Allah yolunda ve O’nun rızâsını kazanmak için harca. Yok eğer dünyaya yönelen bir insan isen, kendinden ölüm ve zararı defetmek için yine malını harca.’
‣ Âyet-i kerimede geçen ‘Tehlike’ helak olmak anlamında masdardır. Yani sizler sizi helake götürecek işleri yapmayınız. İnfak etmeyecek olursanız, Allah’a asi olmuş olursunuz ve helak olursunuz.
‣ Allahu Teâlâ infakı emredince, insanın bütün malını infak etmesini de nehyetmiştir. Çünkü bütün malı infak etmek, yenecek, içecek ve giyilecek şeylere aşırı ihtiyaç duyulduğunda tehlikeye düşmeye sebebiyet verir.
Âyet, Hakk Teâlâ’nın, “Haram ay, haram aya mukabildir. Hürmetlerde kısas carîdir” (Bakara, 194) âyetiyle irtibatlıdır. Yani, ‘Eğer onlar haram aylarda sizinle savaşırlarsa, siz de onlarla savaşın. Çünkü hürmetlerde kısas carîdir. Onlar size saldırmayı uygun gördüler. Ayların haram oluşu sizi, sizinle savaşan kimselere teslim olmaya sevk etmesin. Savaşı terk ederseniz kendinizi tehlikeye sürüklemiş olursunuz’ demektir.
‣ ‘Biz fakirlikten korkuyoruz, eğer infak edersek, hiçbir şeyimiz kalmaz’ demeyin. Yani muhataplar, infak etmekle helak olacaklarını zannetmekten nehyolunmuşlardır. İbn Abbas der ki: Senin ince veya enli bir oktan başka hiçbir şeyin olmasa dahi Allah yolunda infak et. Sizden herhangi bir kimse sakın;‘İnfak edecek bir şey bulamıyorum’ demesin. es-Süddî de şöyle demiştir: Bir deve yuları dahi olsa infak et ve ‘Yanımda bir şey yoktur’ diyerek, kendi elinle kendini tehlikeye atma!
‣ Bu âyet-i kerime ile ilgili olarak Berâ’ b. Âzib’e şöyle soruldu:
‘Burada kastedilen kişi savaşan birliğe karşı hamle yapan kişi midir?’ Bera’ şöyle dedi: ‘Hayır, burada kastedilen kişi bir günah işleyip de çaresizlik içerisinde her şeyden el etek çekip, ‘Ben masiyetlerde aşırı gittim. Tevbe etmemin bir faydası yoktur’ diyerek Allah’tan ümidini kesen, bundan sonra daha da ileri bir şekilde masiyetlere dalandır. Buna göre helak olmak, Allah’ın rahmetinden ümit kesmektir. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek, insanı kulluğu terk edip, günahta ısrara sürükler.
‣ Mana ‘Allah yolunda infak edin. Bu infakınızı tehlikeye atmayın ve boşa çıkarmayın’ şeklindedir. Başa kakarak, riya ve gösteriş olsun diye anlatarak, boşa çıkaracak bir iş yapmanız infakınızı tehlikeye atar.
‣ Bunun anlamı şudur: Cihad için azıksız olarak yola çıkmayınız. Bir topluluk bu şekilde davranmış, bu ise onların yolda kalmalarına ya da insanlara yük olmalarına sebep olmuştu. Buna göre burada sözü geçen ‘Allah’ın yolu’, cihad ve cihadın bütün yollarını kapsamına alır.
‣ Cimrilik ederek mallarınızı alıkoymayınız. Malınız başkalarına miras kalır ve kendi malınızdan sağlayabileceğiniz faydadan mahrum kalarak helak olur gidersiniz.
‣ Sizler cimrilik etmeyiniz, o takdirde dünya hayatında onun yerine verilecek olan halefi de, ahiretteki sevabı da yitirirsiniz.
‣ Haram olan şeyden infak etmeyiniz, o size kabul edilmeyerek geri çevrilir ve siz de helak olursunuz.
‣ İkrime der ki: ‘Kendi ellerinizle tehlikeye atılmayınız’ buyruğunu yüce Rabbimiz bir başka yerde açıklamaktadır: “Göz yummaksızın alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye yeltenmeyiniz” (Bakara, 267)
Veya âyet-i kerime infak dışında başka bir şeyle ilgilidir. Bu durumda tehlikeden kasıt şunlar olabilir:
˗ Cihaddan geri durup, canlarını, cehennem ateşine maruz bırakmalarıdır. Allahu Teâlâ bununla, cihada sımsıkı sarılmaya teşvik etmiştir.
˗ ‘Bir netice elde edemeyeceğiniz biçimde, gözü kapalı harbe girmeyiniz; böyle bir harpte sadece kendi canınıza kıymış olursunuz; bu ise helâl değildir. Size vâcib olan, öldürülmekten korksanız bile, düşmanı yeneceğinize aklınız kestiği zaman savaşa atılmanızdır. Galib gelme ümidi olmayıp, aksine öldürülme ihtimalinin daha fazla olduğunda ise, cihada girişmek söz konusu olamaz.’
˗ Allah yolunda infakı bırakarak düşmanın karşısına hazırlıksız, azıksız ve güçsüz çıkmaktır. Buna göre azığı ve gücü bulunmayan insan, düşmanın karşısına çıkarak kendisini tehlikeye atmamalıdır.
˗ Bu âyetle kastedilen iki düşman safı arasında tek başına kalan kimsedir.
Bir kısım âlimler ise, bu şekilde öldürülmenin haram olmadığını söylemişler ve şu delilleri getirmişlerdir:
‣ Eşlem Ebû İmran şöyle demiştir: Konstantin şehrine (İstanbul’a) gaza yapmıştık. Askerlerin başında Abdurrahman b. el-Velid vardı. Bizanslılar sırtlarını şehrin suruna vermişlerdi. Muhacirlerden birisi, düşman saflarına hücum etti. Onu görenler: Aman yapma, lâ ilâhe illallah! Bu adam kendi elleriyle kendisini tehlikeye atıyor, diye gürültü kopardılar. Bunun üzerine Ebû Eyyûb el-Ensarî şöyle dedi:
‘Ey insanlar! Sizler bu âyet-i kerimeyi bu şekilde anlıyorsunuz. Biz bu âyetten haberdarız; bu âyet sadece bizim hakkımızda nazil olmuştur. Biz Allah’ın Resûlüyle birlikte savaş meydanlarında bulunduk. İslâm kuvvet bulup, taraftarları çoğalınca, birbirimize şöyle dedik:
‘Mallarımız sahipsiz kaldı, Allah da İslâm’ı güçlendirmiş bulunuyor. Mallarımızın başında dursak ve onları ıslah edip yoluna koysak nasıl olur?’ Bunun üzerine yüce Allah Peygamberine bizim aramızda söylediğimizi reddetmek üzere: ‘Allah yolunda infak edin, kendi ellerinizle tehlikeye atılmayınız’ buyruğunu indirdi.’ Yani esas tehlike, kişinin çoluk çocuğu ve malı yanında bulunarak, cihadı terk etmesi ile meydana gelir.
‣ Peygamber ﷺ cennetten bahsetti. Ensardan birisi O’na, ‘Bana bildirir misin yâ Resûlallah, eğer ben sabrederek ve sevabını da Allah’tan umarak öldürülürsem, benim için ne vardır?’ diye sordu. Hz. Peygamber: ‘Sana cennet vardır’ dedi. O adam da düşman birliklerinin içine daldı. Düşmanlar bu kimseyi, Allah’ın Resûlünün gözü önünde öldürdüler.
Ensardan birisi, Muâviye oğullarından ayrılmıştı. Öldürülen arkadaşlarının üzerinde bir kuşun dolaştığını gördü. Kendisiyle birlikte bulunan bazı kimselere, ‘Düşmanın üzerine atılacağım. Onlar beni öldürecekler, ama ben de arkadaşlarımın öldürüldüğü şu harp meydanından geri kalmayacağım’ dedi, dediğini de yaptı. Bunun üzerine geride kalanlar bunu Hz. Peygambere ﷺ anlatınca, o da o kimse hakkında güzel şeyler söyledi.
‣ Bir topluluk bir kaleyi kuşatır. Adamlardan birisi de öldürülünceye kadar savaşır. Bunun üzerine o kimse hakkında ‘Kendi kendini tehlike-
ye attı!’ denir. Bu söz Hz. Ömer’e ulaşınca o, ‘Onlar yalan söylediler. Allahu Teâlâ, “İnsanlardan bir kısmı, Allah’ın hoşnutluğunu taleb ederek, kendi nefislerini (Allah uğruna) satarlar” (Bakara, 207) buyurmamış mıdır?’ dedi.
‘Tehlike’ helak manasında masdardır.
Tehlikeye atılmak caiz mi?
Güç sahibi olması, şehadete talip olup, Allah için halis bir niyetle yapılması halinde tek başına bir kişinin büyük bir orduya karşı hücum edip hamle yapmasında bir mahzur yoktur. Şayet güçlü bir kimse değilse onun yaptığı bu iş tehlike kabilindendir.
Tek başına bir kişinin yüz kişiye yahut bir asker bölüğüne veya bir grup hırsız, yol kesici ve haricilere karşı hücum etmesi hakkında iki durum söz konusudur: Eğer kendisine hamle yapanı öldürüp kurtulacağına dair kanaati ağır basıyor ise, bu güzeldir. Aynı şekilde öldürüleceğine dair kanaati ağır basmakla birlikte müslümanlara fayda sağlayıp, düşmana zarar vereceğini zannediyor ise bu da caizdir.
Geçmişte müslüman askerler İranlılarla karşılaştıklarında müslüman ordusunun atları fillerden ürkmüştü. Onlardan birisi çamurdan bir fil yaptı ve atını eğiterek o file alıştırdı. Sabah olunca onun atı filden korkmaz oldu. Atının önündeki fil üzerine bir hamle yaptı. Ona, ‘Bu fil seni öldürür’ denilince şu cevabı verdi: ‘Müslümanlar zafere kavuştuktan sonra benim öldürülmemin bir zararı olmaz.’
Aynı şekilde Yemame günü de Hanifeoğulları, bahçelerine sığınıp korununca müslümanlardan biri ‘Beni kalkanın içerisine koyun ve onların üzerine atın’ dedi. Arkadaşları dediğini yaptı, tek başına Hanifeoğullarıyla savaştı ve kapıyı müslümanlara açtı.
Tek başına bir kişi müşriklerden bin kişiye hücum etse eğer kurtulacağını ya da düşmana zarar vereceğini umuyor ise bunda bir mahzur
yoktur. Şayet böyle bir şey söz konusu değil ise mekruh olur. Çünkü herhangi bir fayda olmaksızın kendisini telef olmaya maruz bırakmıştır. Eğer bundan kastı, müslümanların müşriklere karşı cesaretlerini artırarak onların da kendisinin yaptığı gibi yapmalarını sağlamak ise, caiz olması umulur. Şayet bunu yapmaktan kastı düşmanı korkutmak ve din hususunda müslümanların ne kadar sağlam ve sarsılmaz olduklarının bilinmesini göstermek ise, yine bunun caiz olacağı uzak bir ihtimal değildir.
‣ Allah’ın farzları, taâtleri hususunda amelinizle ihsanda bulunun.
‣ İnfakta bulunduğunuz zaman ihsan edin ve infak ettiğinizin yerini dolduracağı hususunda Allah hakkında güzel zan besleyin.
‣ Kendisine nafaka ve yardım boynunuzun borcu olan kimselere, infakta ihsan edin. Bundan murad, infakın orta halli olmasıdır.
‘Muhsin’ kelimesi, ‘hüsün’ masdarından müştaktır. Bu kelime ihsanda bulunmanın bizatihi güzel olması cihetinden, başkasına yararlı olan kişiler hakkında çokça kullanılmıştır. Hatta vurmak ve öldürmek güzel olduğu zaman, bunları yapan ‘muhsin’ olur.
Ya da ‘İhsan’ masdarından türemiştir. Buna göre, güzel şeyi yapan kişi, fiili hem güzel, hem de iyilik dolu olduğu zaman ancak ‘muhsin’ diye isimlendirilir.
Yüce Allah bu âyette iki emir vermiştir: İnfak edin, iyilik yapın.
‘İnfak edin’ ifadesiyle ‘iyilik edin’ ifadesi hemen hemen aynı manaya gelir. وَاَحْسِنُوا cümlesi ‘iyilik yapmaya devam edin’ manasındadır. Buna göre ihsanda, iyilik etmenin yanında, devamlılık manası da vardır. Muhsin iyilik yapmayı alışkanlık haline getirip hem kendisini, hem de toplumu intihar tehlikesinden kurtardığı için Allah’ın sevgisini kazanır. Böyle insanlar, fitne tehlikesini toplumdan uzaklaştırırlar.
İhsan ‘Hakkından fazlasını verip iyilik yapmak, bağışlamak, cömertlik yapmak’ anlamlarındadır. Uygun ve güzel bir işin veya görevin en güzel, kusursuz şekilde yapılmasıdır. İbadetlerin ve ahlâki görevlerin mükemmel yapılması da ihsandır.
Cebrail (a.s) bir gün Efendimize ﷺ bir Arap kıyafetinde gelip, O’na İslâm, iman, kıyamet ve ihsan hakkında sorular sormuştur. Efendimiz ‘İhsan nedir?’ sorusuna şöyle cevap vermişti: “İhsan; Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görmektedir.” Yani ihsan; Allah’ın huzurunda olduğunu tasavvur ederek, O’nu görüyormuş gibi kulluk vazifelerini yerine getirmektir.
Allah’ın emrine uygun her hayırlı iş, ibadet ve tüm faaliyetler Allah’ın huzurunda gibi hissedilerek yapılırsa ihsan mertebesine ulaşılmış olur.
İtalyan bir papaz doğuyu hristiyanlaştırmak gayesiyle 13. yüzyılın ikinci yarısında çıktığı seferde İslâm âlemini dolaşmıştı. Türk topraklarında gördükleri karşısında hayretler içinde kalan papaz, hatıralarına şunları yazmıştı:
‘Müslümanlar vakıf kurmada çok cömerttir. Hatta hayır işlemek için hristiyan esirlerin de özgürlüklerini satın alırlar. Ve sevaplarını ölmüş ana-babalarının ruhlarına bağışlarlar.
Müslümanlar, köpeklerin doyurulması için bile mallarından pay ayırırlar. Türkiye’nin birçok şehrinde köpeklerin doyurulmasını vasiyet etmiş olanların, vasiyetlerinde ayırdıkları payın gayesine uygun kullanılmasını sağlayan köpek bakıcıları vardır.’
“Haram ay, haram aya bedeldir, hürmetler karşılıklıdır” âyeti nazil olunca, orada bulunanlardan biri; ‘Yâ Resûlallah, Allah’a yemin ederim ki bizim azığımız yok. Hiçbir zengin de bize yardım etmiyor’ dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber ﷺ, müslümanlara, Allah yolunda infak etmelerini, tasaddukta bulunmalarını ve Allah yolunda taşınan yarım bir hurma ile de olsa sadakadan el çekmemelerini emretti. Akabinde müslümanlar her şeylerini verdiler.
Bu âyet de, Hz. Peygambere ﷺ muvafakat ederek nazil oldu.
وَاَنْفِقُوا فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ “Allah’a ve peygamberine inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır” (Saf, 11) buyrulduğu gibi; Allah’ın sizden satın aldığı can ve malınızdan nefsin ifrat ve tefritinde cihadda infak edin.
وَلَا تُلْقُوا بِاَيْدٖيكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِ Nefsinizi tehlikeye atmayın, yani nefsin ifrat ve tefritine müdahale ile kafirlerle mücadelede ifratla kendinizi tehlikeye atmayın.
Yine bunun gibi, Hukukta tefritle, hazlarda ifratla ‘Kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın’. Yine bunun gibi; nefse muvafakat, nassa (açık delile) muhalefetle, nefsi terk, kalbin kötülüklerden boşalmasıyla, hallerin tecelli etmesinde amelleri mülahazada (yaptığı ameli görmekle), gurur ve yükselmekle tembelliğe meylederek kendinizi tehlikeye atmayın.
وَاَحْسِنُوا Nefsinize ihsan edin; şehvet ateşinden korumakla, kalbinize ihsan edin; dine riayetle, gafletlerden korumakla, ruhunuza ihsan edin; alaka hicaplarından himayeyle, sırrınıza ihsan edin; hakla tavsiye, ezaları def ve hayırları ulaştırmak ile.
Allah hakkında (ihsan edin); bu da emirlerini yapıp nehiylerinden sakınmak sûretinde ubudiyet, mazarrat ve belalara sabır, nimet ve sevinçlere şükür, bütün hallerde O’na tevekkül, cüziyyat ve külliyatta bütün işlerde tefvizi umur, ezeli hükümlere teslimiyet, evveli hükümlere rızâ, zatıyla kaim olan kadim iradede hades (sonradan olma) iradeden fani olmakladır.
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنٖينَ Müşahede vasfıyla ibadette olanları sever.
• اَنْفِقُوا dendikten sonra اَحْسِنُوا denmesi, hususiden umumiyi zikirle itnabtır.
• ‘İnfak’ kelimesinin lügat anlamlarından biri de ‘Kanal açmak’tır. Bu manadan istiare-i tebaiye düşünebiliriz. Yani, Allah için harcama yapmak, bir su kanalı veya tahliye kanalı açmaya benzetilmiştir. Ortak noktası; faydalı olması, kalıcı olmasıdır. Kanal açmak genelde temizlik için, bir birikintiyi azaltıp rahatlama sağlamak içindir.
İnfaklar da kişinin biriken parasını başkalarına aktararak temizler. Kanaldan akan su, ferahlatıp tıkanıklığı açtığı gibi, insanın verdiği sadaka, Allah yolunda yaptığı harcamalar onu cimrilik kirinden temizler. Hem kendi vicdanını hem de verdiklerini rahatlatır.
• ‘بِاَيْدٖيكُمْ / ellerinizle’ ifadesindeki ب harfi:
˗ Zaide olup, âyetin takdiri ‘Ellerinizi tehlikeye atmayınız’ şeklindedir.
˗ Ya da بِاَيْدٖيكُمْ ’den maksat, kişilerin bizzat kendileridir. ‘Kendinizi tehlikeye atmayın’ manasındadır. Cüz söylenmiş, kül kastedilmiştir. Veya sebep alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Çünkü el hareket sebebidir.
˗ Veya, atılan şeyi tamamıyla ihata etmekten istiaredir.
˗ Ya da âyette hazıf vardır. Takdiri, ‘Kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın’ şeklindedir.
˗ Burada ifadenin takdiri ‘Ellerinizle kendinizi atmayınız’ şeklindedir. Nitekim; Sen kendi görüşünle kendi durumunu bozma, dememiz gibi.
˗ Bu tabirin bir darb-ı mesel olduğu da söylenmiştir. Mesela, bir kişi teslimiyet gösterdiği zaman ‘filan kişi kendi eliyle bu işi attı’ denir. Çünkü savaşta teslim olan kişi elleriyle silahını atar. İşte yapılan iş her ne olursa olsun aciz olan herkesin yaptığı iş bu kabilden kabul edilmiştir.