197- Hac ayları belirli aylardır. Kim o aylarda hac farizasını yerine getirirse, hac esnasında kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Hayırdan ne yaparsanız Allah onu bilir. Bir de azık edinin. Muhakkak ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri Benden korkun!
Hac, şu fâni ömürde sayılı günlerde yapılan bir ibadettir. Ömür bunun için bir fırsat. Bir an önce bu rahmet, hidâyet, bereket ve en büyük manevi sermaye olan haccı yerine getirmemiz gerektiğini Yüce Mevlamız ferman buyuruyor. Bu sene, ertesi sene diye diye bu farziyeti erteleyen insanlar ölüp gitti.
“Onlar, kendilerine meleklerin gelmesini mi, ya da Rabbinin gelmesini mi veya Rabbinin bazı alametlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin alametlerinden bazılarının geleceği gün, daha önce iman etmemişse veya imanıyla bir hayır kazanmamışsa hiç kimseye imanı yarar sağlamaz. De ki: Bekleyin, Biz de şüphesiz beklemekteyiz.” (Enam, 158)
Kulak verelim, Resûlullah’ın ‘Bir kimseye hac farz olur aradan beş yıl geçer, hâlâ ifa etmez de ölürse ister yahudice ölsün ister hristiyanca’ buyruğundaki tehdidi yabana atmayalım diye Rabbimiz dikkatimizi zamana çekiyor. Üzerine farz olan kimsenin nelere dikkat etmesi gerektiğini talim buyuruyor. Günah, kavga ve cinsellikten uzak durulmasını tembih ediyor. Ferdi, cemiyeti bozan bu üç günah membaının altını çiziyor. (Cüz kül alakası ve tağlip)
Bu üç tavır insanın varlığının devamını sağlayan dafia, cazibe, akile kuvvetinin tezahürleridir. İnsan ya gadabına mağlup olur, haksızlık yapar, moral bozar, huzursuzluk çıkarır. Ya aklına mağlup olur, bilir bilmez ukalalık yapar, eleştirir, gönül bulandırır. Ya şehvetine mağlup olur nefsinin dürtüleriyle veballi tavırlar gösterir.
Mahremsiz giden özellikle genç kadınların görevli, görevsiz erkeklerle yılışık hareket ve davranışları hacıların, umrecilerin dikkatinden, gözünden kaçmayıp derin acı ve üzüntülere gömüldükleri, yaptıkları umrelerden bir şey anlamaz vaziyette döndükleri ümmetin malumudur.
Her ne kadar mübarek yerlere, mübarek aylara, kudsi göreve leke sürmemek için ört bas etseler de, acı haber tez duyulur. Bu olayları esefle, üzüntüyle duyuyor ve duyulmasından da ayrı bir kedere maruz kalıyoruz. Bir mü’min olarak bu menfur hallere sebebiyet vermemek, bu ilâhi kurallara uymak,uymayanları uyarmak en asli görevlerimizdendir.
Azık alıp yemek meselemizi çözdüğümüz gibi diğer insani davranışlarımızı itidalde tutmak, bu üç boyutlu günahlardan uzak durabilmek için takva azığını edinmemiz de emrediliyor. Ta ki bu feci durumlar ortaya çıkmasın, Allah’ın kutsal, mübarek beldesine, farz olan hac vazifesine halel getirecek her türlü söz, davranış, düşünce bozukluklarına son verilsin. Bütün hacıların gönül huzurunu, ruh sükununu bozacak fitnelere kimse sebep olmasın. Bunun için Fahri hocamız; ‘Hacca tam manasıyla hazır olmaya en az yirmi yıllık bir eğitim gerekir. Mekke’de insan aklından geçen günahlardan bile sorumlu olduğuna göre oraya gitmeden ahlâki, itikadi, ameli bozukluklardan kurtulup selim bir kalp, halim bir tavırla oraya gitmeye köklü bir temizlik, tam bir hazırlık yapmak gereklidir ki kabule şayan, rızâ-i ilâhiyeye uygun olsun’ demiştir.
Âyetin sonunu genelleştirerek bütün akıl baliğ olanları Yüce Allah takvaya çağırıyor. Takvanın da ancak ilâhi bilgilerle olacağını “Kulları içinde Allah’tan ancak alimler korkar” (Fatır, 28) âyetiyle bildiriyor. Sonunu, ahiretini, hesabı, ölüm ötesini düşünebilen aklın, aklı meaş olduğunu remz ediyor.
✽ ✽ ✽
Âyetin takdiri, ‘اَشْهُرُ الْحَجِّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌ / Hacc ayları malûm aylardır’ şeklindedir. Bir muzaf hazfedilmiştir. Veya ‘اَلْحَجُّ حَجُّ اَشْهُرٍ مَعْلُومَاتٍ / Hacc malûm ayların haccıdır, Hacc ancak bu aylarda olur. Câhiliye halkının caiz saydıkları gibi, bu ayların dışında hac yapılmaz.’ Bu takdire göre اَشْهُرٌ kelimesine muzaf olan masdar hazfedilmiştir.
Takdir yapmadan âyetin manası ise; hac, o aylarda yapıldığı için, bu ayları bizzat haccın kendisi kabul etmektir. Bu, Arapların, ‘Kâim gece, sâim gündüz’, yani, ‘İçinde ibâdet edilen gece ve içinde oruç tutulan gündüz’ demeleri gibidir. (Zamana isnaddır.)
Müfessirler, Şevval ve Zilkadenin hacc aylarından olduğu hususunda ittifak etmişlerdir, Zilhicce hususunda ise ihtilâf etmişlerdir.
İmam-ı Mâlik (r.a) Zilhicce’nin tamamının, Ebû Hanife (r.a), Zilhiccenin ilk on gününün, İmam-ı Şâfiî (r.a) ise Kurban bayramı gecesinden başlayarak Zilhiccenin ilk dokuz gününün hac aylarından olduğunu söylemiştir.
‣ Hacc, senenin ancak malûm aylarında bir kere yapılır, sene içinde defalarca yapılabilen umre gibi değildir. Şeriat, Arapların bu âyet nazil olmadan önce bildikleri şeylerin hilâfına değil, onu doğrulayıcı ve tekid edici olarak gelmiştir.
‣ Bundan murad, Hz. Peygamberin ﷺ açıklamalarıyla malûm olan aylar, demektir.
‣ Bu aylar, takdimi ve tehiri caiz olmayan muayyen vakitlerdir.
Bir grup insan Sa’dun Havlâni’ye geldiler ve şöyle bir olayı haber verdiler: 'Filan kabile bir adamı öldürdü ve gece boyunca ateşte yaktılar, ancak adam yanmadı, kararmadı. Bembeyaz olarak kaldı.” Sa’dun:
- İhtimal ki bu adam üç defa hac etmiştir, deyince diğerleri;- Evet, dediler. Bunun üzerine Sa’dun şöyle dedi:
- Bir defa hac eden farz haccını eda etmiş olur. İkinci haccı eden Rabbi ile ödünçleşmiş, ona karz-ı hasen ile borçlaşmış olur. Üç defa hac edenin tüyünü ve derisini Allah ateşe haram kılar.
‘فَرَضَ / Farz’ kelimesinin manası, gerekli ve vâcib kılmaktır. Asıl anlamı ise, gedik açmak ve kesmektir. Kumar okunda, ağaç direkte ve benzeri şeyler üzerinde bıçakla açılan gediğe de farz denir. Namaz ve benzeri ibadetlerin farz oluşu da bu köktendir. Çünkü bu ibadetler, gediğin kumar okunun ayrılmaz bir vasfı oluşu gibi, kula gereklidir. Burada ‘vâcib kıldı’ manasınadır. Kur’ân-ı Kerim’de, ‘açıkladı, beyân etti ve birbirinden ayırdı’ manasına da gelir.
Farz ‘kesme’ manasına da gelir. Çünkü bir şeyi kesen, onu başka bir şeyden ayırmıştır. Allahu Teâlâ da bir şeyi farz kıldığında, onu başka şeylerden ayırmış olur. Yani kelime hem ‘vâcib kıldı’ hem de ‘ayırdı’ manasına gelir. İki mana da temelde tek bir asla râcîdir.
Âyetin takdiri: ‘فَمَنْ أَلْزَمَ نَفْسَهُ فٖيهِنَّ الْحَجَّ / Kim bu aylarda, haccetmeyi kendisine gerekli kılarsa’ şeklindedir. Bu farz kılmadan murad, ihrama girenin niyetidir. İhrama girene avlanma, elbise giyme, güzel koku sürme, hanımıyla beraberlik ve başını örtmek haram olur. Bu şeyleri kendisine haram kıldığı için ona ‘muhrim / haram kılan’ denir. Hac mıntıkasına da bu sebepten ‘Harem’ denmiştir. Çünkü Harem-i Şerif olmasa, aslında haram olmayan bu şeyler orada da haram olmazdı.
Ebû Hanife (r.a); niyet ile birlikte telbiye veya kurban gönderme bulunmadıkça, sırf niyet ile ihrama girilemeyeceğini söylemiştir.
رَفَثَ ; şehveti tatmin etmektir. Bundan maksad, cimâdır. Hasan Basrî, bunun cimâyla alakalı her şey olduğunu söylemiştir. Buna göre lisan ile refes, cima ve ilgili şeyleri söylemek; el ile refes, tutmaktır.
رَفَثَ ’in kötü ve çirkin söz söylemek, boş ve malayani söz olduğu da söylenilmiştir.
فَسَقَ Allah’ın ﷻ emrinden çıktı, taze hurma kabuğundan çıktı, fare yuvasından çıktı, demektir.
Bir kelimede ف ve س harfleri bir araya geldiğinde, kerahete delalet eder. فَسَخَ الْعَقْدَ ; sözleşmeyi bozdu, (Hiç kimse sözleşmesinin bozulmasına razı olmaz) فَسَلَ ; rezil olarak görülmek, fiilleri gibi.
فُسُوق fısk ve fusuk aynı manaya gelir. Allah’ın emrine muhalefet etmek, taât sınırlarının dışına çıkmaktır. Her türlü günah manasına gelir.
Hacdaki fısk çeşitleri:
˗ Kötü söz söyleyip sövmek
˗ Eziyet etmek, çirkin sözler söylemek
˗ Putlar için kurban kesmek. Müşrikler hacları esnasında putları adına kurban kesiyorlardı.
˗ İhramda yasak olanı avlamak ve benzeri hususlarda asi, günahkar olmak
˗ Yasaklarını terk etmeye niyetlenmeden, hac yapmaya azmetmek.
Şöyle de denilmiştir: Fusuk, zina yoluyla cima ve öncesinde yapılan şeylerdir. Refes ise, kişinin hanımıyla yaptığı şeylerdir.
جِدَالٌ, ‘mücâdele’ kökünden olup, فِعاَلٌ vezninde masdardır. Aslı, ip bükmek demektir.
Çekişme ve davalaşma da ‘mücâdele’ olarak adlandırılmıştır. Çünkü taraflardan her biri diğerini kendi görüşünden çevirmek, caydırmak ister.
Cidalin içine konuşma şehveti de girer. Çünkü cedelleşen kimse, kendi sözünü yerine getirmeyi arzular.
Hac’da yasaklanan cidal:
‣ Buradaki cidal, sövmeye, karşılıklı yalanlamaya ve ağız bozmaya götüreceğinden korkulan cidaldir.
‣ Kureyşliler, Minâ’da bir araya geldiğinde bir kısmı, ‘Bizim haccımız daha tam;’ diğerleri de, ‘hayır, bizim haccımız daha tam ve mükemmel’ derlerdi. İşte Allahu Teâlâ onları, bundan nehyetti.
‣ Kureyş, Kuzah’ta, Müzdelife’de, Meş’ari’l Haramda vakfe yapıyorlardı. Kureyş’in dışında kalanlar ise, Arafat’ta vakfe yapıyor, bir taraf, biz daha doğruyuz; diğer taraf ise, hayır biz daha doğruyuz, diye mücadele ediyorlardı.
‣ Bir kısmı ay hesabını hilâlin rü’yetine göre yapmayı emrediyorlar; diğerleri ise bu hesaba göre ayarlıyorlardı. Bundan dolayı ihtilâf etmişler; bir kısmı, ‘bugün bayram’ bir kısmı da, ‘hayır, yarın bayram’ demişlerdir. Allahu Teâlâ onları bu tartışmadan nehyetmiştir.
‣ Bu cidal, Hz. Peygamber ﷺ sahabelere haclarını umreye çevirmelerini emrettiğinde, onların bunu kaldıramayarak yaptıkları niza ve tartışmadır. Hz. Peygamber ﷺ, ‘Şayet durumun böyle olacağını bilseydim, kurban getirmez, bunu da hacc değil umre yapardım’ buyurmuştur. Bunun üzerine onlar cidali terk ettiler.
‣ Bu cidal, hangisinin haccını Hz. İbrahim’in vaktine isabet ettirecekleri hususunda ihtilâfa düşmeleridir. Onlar, seneler hakkında ihtilâf etmişlerdir; böylece kendilerine, ‘Haccda cidal yoktur. Çünkü zaman geçmeye devam ediyor ve zaman yine Hz. İbrahim’in zamanında yapılan haccın vaktine denk gelmiştir’ denilmiştir.
Hz. Peygamberin ﷺ, Veda haccındaki, ‘İyi biliniz ki zaman dönüp dolaşıp Allahu Teâlâ’nın gökleri ve yeri yarattığı gündeki durumuna gelmiştir’ sözüyle kastedilen de budur.
وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّ ifadesi cidalin her türlüsünü yasaklar. Eğer, din hususundaki mücâdele, bir taât ve mârifetullaha bir yol olsaydı, Allah ﷻ bunu hacda yasaklamazdı.
Allahu Teâlâ, “Onlar bunu, sana sırf mücâdele etmek için söylediler. Daha doğrusu onlar, çok hasımlaşan bir kavimdirler” (Zuhruf, 58) buyurmuş ve kâfirleri mücadeleci olmaları sebebiyle ayıplamıştır. Yine bir başka âyette; “Nizâlaşmayın, yoksa hezimete uğrarsınız ve gücünüz de gider” (Enfal, 46) buyurarak, münazaadan nehyetmiştir.
Kelâmcıların çoğu ise, ‘Dinî konulardaki cidal büyük bir ibâdettir’ demişlerdir. Çünkü âyet-i kerimede “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğüt ile davet et ve onlar ile en güzel şekilde mücâdele et” (Nahl,125), “Ey Nuh, bizimle mücâdele ettin, mücadelende de çok ileri gittin” (Hud, 32) buyrulmuştur.
Kınanan mücadele, bâtılı yerleştirmek, mal ve makam elde etmek için yapılan cidaldir. Övülen mücâdele de, hakkı yerleştirmek, halkı Allah yoluna davet etmek ve Allah’ın dinini müdafaa için yapılan cidaldir. (münakaşa, münazara)
فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّ cümlesi zahiren haber cümlesidir. Manası, ‘Hac bu noksanlaştırıcı ve bozucu şeylerden herhangi birisiyle beraber olamaz. Bu şeyler olursa hac fasit olur’ şeklindedir. Ancak mana olarak nehy ifade eder. Hac’da bunları yapmayın, anlamındadır.
Âyet, güzel ahlâka ve güzel edeplere sarılmaya teşvik; taâtların sevabını yok edecek şeylerden de bir sakındırmadır.
Yolda kavga eden iki adam, Resûl-i Ekrem’i ﷺ görünce kavgayı kestiler. Resûlullah ﷺ neden kavgayı kestiklerini sorunca şöyle dediler: ‘Peygamberin huzurunda nasıl kavga ederiz?’ Bunun üzerine Allah Resûlü buyurdu ki: ‘O halde ne zaman kavga etmek içinizden gelirse beni yanınızda farz edin, kavgadan vazgeçersiniz.’
Oraya giderken şu veya bu millete ait gidilir,
Ama oradan dönerken, insan ümmet birliğine kaydını yaptırıp gelmeli.
Orada ümmet vardır; orada bayrak İslâm bayrağıdır.
Orada şuur, Kur’ân’ın verdiği şuurdur.
Orada muteber olan, kişinin üstünlük taslaması değildir, gönül alçaklığıdır.
Mekke’nin Müslüman’ı yüce olduğu gibi şeytanları da şerli olur.
Kazanılanları boşa çıkarmak için, her yerden daha fazla mesai harcarlar, insî şeytanları devreye koyarak, Müslüman’ın yaptığı her şeyi çirkin hale getirmeye uğraşırlar. Hacılar çok dikkatli olmalıdır.
Refes, Fusuk ve Cidalin Yasaklanmasındaki Hikmet
İnsanın dört çeşit kuvveti vardır: Kuvve-i şeheviyye, kuvve-i gadabiyye, kuvve-i vehmiyye ve kuvve-i akliyye. Bütün ibadetlerin gayesi, şehvet, gazab ve vehim kuvvetini ezmektir.
فَلَا رَفَثَ şehevî kuvveti ezmeye; وَلَا فُسُوقَ inadlaşma ve gazab kuvvetini ezmeye; وَلَا جِدَالَ insanı Allah’ın zâtı, sıfatları, fiilleri, hükümleri, isimleri hususunda çekişmeye sevk edecek vehmî kuvveti ezmeye işarettir. Bu kuvvetler kişiyi, münazaa ve çekişmeye, hasımlaşmaya sevk eder. Bütün şerlerin menşe’i bu üç kuvvet olduğu için Allahu Teâlâ ‘فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّ’ buyurdu.
Bunlar ihramın dışında da yapılması yasak olan şeylerdir. Ama hacda ömür boyu takip edilecek örnek bir hayat sunulduğu için, burada daha bir hassasiyetle dikkat çekilmektedir.
Bu cümlenin nehiyden sonra gelmesi, nehyedilenlerin zıddıyla vasıflanmayı kasteder. Sanki şöyle demektedir: ‘Nehyolunduğunuz şeyi yapmayın, hayır yapın’.
Bir mü’minin, yaptığı iyiliğin Allah tarafından bilindiğini, o sırada gözetim altında olduğunu hatırlaması iyilik işlemesi için yeterli bir teşvik, itici bir faktördür. Sırf bu faktör, iyiliğin normal mükâfatından daha önde gelen başlı başına bir mükâfattır.
Allahu Teâlâ bütün yapılanları bildiği halde sadece ‘hayr’ı zikretmesindeki hikmetler:
‣ ‘Ey kulum, senden bir hayır sâdır olduğunda, ondan bahseder, onu yayarım. Fakat senden bir şer sâdır olduğunda, onu örter ve gizlerim. Sana dünyadaki rahmetim böyle olduğuna göre, ahiretteki rahmetim nasıl olur, bir düşün?’
‣ Büyük bir padişah, kendisine itaat eden bir kölesine, ‘Ben, senin benim için katlandığın meşakkat ve hizmetleri biliyorum, bunlardan haberim var’ dediği zaman, bu o köleye büyük bir mükâfat vaadi sayılır. Eğer bu sözü padişah, âsî ve hatalı bir kölesine söyleseydi, bu, o köle için çetin bir tehdit olurdu. Ekremü’l Ekremîn olan Rabbimiz, mükâfat vaadini gösteren cümleyi zikretmiş, azab vaîdini gösteren cümleyi zikretmemiştir.
‣ Cebrail (a.s) ‘İhsan nedir?’ diye sorduğunda, Hz. Peygamber ﷺ, ‘İhsan, senin Allah’ı görürcesine O’na ibadet etmendir. Her ne kadar sen Allah’ı görmüyorsan da, şüphesiz O seni görüyor’ buyurmuştur. Bu âyette de Allahu Teâlâ, kulun en üst mertebe olan ihsan makamına yükselebilmesi için, onu gördüğünü, yaptığı her hayrı bildiğini beyân etmiştir. Çünkü hizmet eden kimse, hizmetinde olduğu zâtın, yaptığı hizmetten haberdar olduğunu bildiği zaman, daha şevkli hizmet eder, daha çok tad alır ve bu işten o nisbette az rahatsız olur. Mahzurlu şeylerden sakınmadaki çabası çok güçlü olur.
Müslümanları rahatsız eden yol üzerindeki bir ağacı kesen bir kişiyi cennet nimetleri içinde yüzer gördüm. Hadis-i Şerif
İnsanın iki yolculuğu vardır: Dünyadaki yolculuğu ve dünyadan ayrılış yolculuğu. Dünyada yolculuk için, mutlaka azık gerekir; yiyecek, içecek, binit ve para gibi. Aynı şekilde dünyadan yolculuk yaparken de azık gerekir; bu azık ise mârifetullah, muhabbetullah ve O’nun dışındaki bütün varlıklardan yüz çevirmektir. Bu azık, birinci azıktan daha hayırlıdır:
‣ Dünya azığı seni vehmi bir azabtan kurtarır; ahiret azığı ise, seni kesin bir azabtan kurtarır.
‣ Dünya azığı seni, daimi olmayan, geçici bir azabtan kurtarır; ahiret azığı ise, dâimi ve ebedî bir azabtan kurtarır.
‣ Dünya azığı seni elem, hastalık ve belâlarla karışık olan bir lezzete ulaştırır. Ahiret azığı ise, zarar şaibelerinden uzak, inkıta ve kesintiden hâlî olan devamlı ve bâki lezzetlere ulaştırır.
‣ Dünya azığı her an yok olabilir, noksanlaşabilir; ahiret azığı ise seni ahirete götürür; her an, her saat yanında hazırdır.
‣ Dünya azığı seni, şehvet ve nefsin kürsüsüne götürür; ahiret azığı ise, Allah’ın celâl ve kuds basamağına ulaştırır.
Bu âyet, ‘Biz, mütevekkil kimseleriz’ diyerek azıksız olarak hacceden, sonra da insanlardan dilenen bazı Yemen ve Arap kabileleri hakkında nazil olmuştur. Onlar, yanlarında azık olduğu halde ihrama girdiler mi, bu azıklarını atarlardı. Zaman zaman insanlara zulmedip, mallarını gasb edince Cenâb-ı Allah, onlara azıklanmalarını emrederek, ‘Hacca gidip gelebileceğiniz şeylerle azıklanın; çünkü en iyi azık, sizi dilenmekten, nefislerinizi de zulümden alıkoyan şeydir’ buyurmuştur.
Said b. Cübeyr’e göre hac yolunda alınan azık; kek, zeytin yağı, kavurulmuş ve kavurulmamış undur. Salim’e göre ise, ekmek, et ve hurmadır.
✽ ✽ ✽
Süfyan-ı Sevri’den:
Bir sene hac etmiştim. Düşüncem, Arafat’tan ayrılmak, haccı eda ettikten sonra bir daha hacca gelmemekti. O anda asasına dayanmış, bana bakan bir ihtiyar gördüm.
- Esselâmü Aleyke ey ihtiyar, dedim.
- Aleykesselam ey Süfyan-ı Sevri, niyetinden vazgeç, dedi. Ben;
- Sübhanallah, benim niyetimi nereden biliyorsun? dedim.
- Rabbim bana ilham etti, Allah’a yemin olsun ki otuz beş defa hac etmiştim. Otuz beşinci hacda burada, Arafat’ta vakfede idim. Allah’ın rahmetine bakıyor ve kendimin ve diğer hacıların durumunu düşünüyor, ‘Acaba Allah benim ve onların haccını kabul edecek mi’ diyordum. Ben böyle düşünürken güneş battı. İnsanlar Arafat’tan Müzdelife’ye hareket etti. Yanımda kimse kalmadı. Gece karardı, uyudum. Rüyamda gördüm ki, sanki kıyamet kopmuş, insanlar mahşerde toplanmış. Cennet ve Cehennemin kapıları açılmış. Cehennemin sesini işittim, şöyle diyordu:
- Allah’ım hacıları benim sıcak ve soğuğumdan koru.
Cehenneme şöyle seslenildi:
- Ey cehennem, onlardan (hacılardan) başkasını iste. Çünkü onlar çölün susuzluğunu, Arafat’ın sıcağını tattılar. Öbür taraftan, kıyametin susuzluğundan korundular, şefaat ile rızıklandılar. Onlar bedenleri ve malları ile benim rızâmı istediler.
Uyandım, iki rekât namaz kıldım. Sonra tekrar uyudum. Aynı rüyayı tekrar gördüm. Uyku halinde iken:
- Acaba bu rüya rahmani mi yoksa şeytani mi? dedim.
Bana;
- Rahmanidir, sağ elini aç, denildi. Açtım, bir de ne göreyim, elime şu yazı yazılmış:
- Arafat’ta vakfe yapan ve beytimi ziyaret edeni ehli beytinden yetmiş kişiye şefaatçi kılarım.
Süfyanı Sevri diyor ki:
- Yazıyı ben de gördüm ve okudum. Sonra yaşlı zat şöyle dedi:
- O hadiseden sonra her yıl hac ettim. Böylece yetmiş üç defa hac etmiş oldum. Ruhul Beyan
✽ ✽ ✽
Şeriat örfünde ve Kur’ân’da takva; vâcibi yapmak, yasakları terk etmektir.
Yolculuğu için azık almaya gücü yeten kimse bu azığı almadığı zaman, azık almamakla Allah’a isyan etmiş olur.
Bu sözde bir hazf bulunmaktadır. Mana şudur; ‘Hem dünya yolculuğunuz, hem de ahiret yolculuğunuz için azıklanınız. Muhakkak ki azıkların en hayırlısı ve en iyisi, takvadır.’
Takva; ibadet ve taâtlerin kemal derecesidir. Allah korkusu takvanın başlangıçlarındandır. Şeriat örfünde ahirette insanlara zarar verecek şeylerden kaçınmaktır.
Takva azığını bir ömrün başlangıcından o ana kadar biriktirmek lâzımdır. Âkıl bâliğ olup, İslâm’la mükellef olduğu günden itibaren hac yolculuğuna çıkacağı güne kadar bu azığı toplamalıdır. Bir ömür boyu takvayı biriktiremeyen müslümanlar, hiç olmazsa hacca gitmeye karar verdikleri andan itibaren bu azığı toplamaya başlamalıdır.
Veya bilenler, hiç olmazsa müslümanlar hacca niyet ettikleri andan itibaren onlara bu azığı vermeye çalışmalı, onlara haccı anlatmalıdır. Hacla ilgili âyetleri, İbrahim ve İsmail (a.s)’la ilgili âyetleri, sa’yla ilgili âyetleri ve Resûlullah’ın sünnetindeki haccı anlatmalıdır. Hz. İbrahim’in (a.s) ve Resûlullah’ın ﷺ pratikte uyguladıkları haccı öğretmelidir. Hacı adayı bu âyetlerle, bilgilerle donanıp, haccı, dua etmeyi, Arafat’ı, Müzdelife’yi, Meş’ar’i, Mina’yı, Hz. Hacer’i, Safâ’yı, Merve’yi, zemzemi anlayarak gelmelidir.
Tüm bunların birer mektep olduğunu, bu mekteplerden diploma alarak tüm hayatlarını böylece yaşamaları için, kendilerine maket bir hayat sunulacağını bilmeli, böylece takva azığıyla azıklanmalıdır. Maddi azığını hazırlayıp kimseye yük olmadan hacca gitmeye çalışan hacı adayı, takva azığıyla da azıklanarak hacca gitmenin daha hayırlı olacağını bilmelidir.
وَاتقَّوُنِ emri, Allah’ın azamet ve celalinin tamlığına tembihtir.
‘Ey akıl sahipleri, benim için takvalı olun.’
Benim için hayatınızı yaşayın. Yolunuzu benimle bulun, yolunuzu bana sorarak bulun, ben konusunda takvalı olun, takvayı benden alın, takvayı benden öğrenin!
Takva kalplerin, gönüllerin azığıdır. Kalpler bununla beslenir, güçlenir, bununla aydınlanır. ‘Akıl sahipleri’ ise takva direktifini ilk kavrayanlar ve bu kaynaktan en iyi biçimde yararlananlardır.
Hiç kimse dünyada ve ahirette kendisini utandıracak şeylerden uzak bulunmadıkça takva makamına ulaşamaz. Ömer b. Abdülaziz
Gerçekten Allah’tan korkan, Kur’ân okunurken kalbinde incelme başlayan değil, halinin ne olacağını ve nereye varacağını bilinceye kadar yemesini içmesini terk eden, uykuyu bırakan kimsedir. S. Sakati
Şu üç şeyi yerine getirmeyen kişi, Allah’ın evine gitme zahmetine katlanmasın: Vera, hilim ve iyi arkadaşlık. Ebû Cafer Muhammed Bakır
Bir şeyin özü ve lübbü, ondan sızan öz ve halis kısmıdır. Bu nedenle akla ‘lüb’ denmiştir. Çünkü akıl, insani meziyetlerin en üstünü; onu hayvandan ayırıp, melekler seviyesine yaklaştıran istidattır. İnsan akıl sayesinde en hayırlı ile, en şerliyi birbirinden ayırır.
Bazı alimler de ‘Lübb’ün, aklın yeri olan ‘kalb’in ismi olduğunu söylemişlerdir. Kalb, bazen akıldan kinaye olur. Bu şekilde bazı âyetlerde kullanılmıştır.
يَا اُولِي الْاَلْبَابِ ’ın manası يَا اُولِي الْعَقْلِ demektir. Mecaz-ı mürselden; mahal söylenip hal kastedilmiştir.
Zaten hitap ancak akıllı kimselere yapılır. Özellikle ‘Ey akıl sahipleri’ denilmesinde şöyle bir incelik vardır: ‘Şüphesiz siz akıl sahipleri olduğunuz için, bu şeyleri bilmeye ve onlarla amel etmeye ancak sizler güç yetirebilirsiniz. O halde bunların size vâcib olması daha uygun; sizin onlardan yüz çevirmeniz de en çirkin şey olur.’
اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌ Âyetteki işaret: Allah’ı kastedenlerin ve O’nu talep edenlerin bu istekleri fani dünya ömürlerinin malum günlerindedir. Ecel bitip ameller fani olunca artık sayu gayret mümkün olmaz. Hac ayından sonra hacc yapılamadığı gibi, ölümden sonra da saye kast fayda etmez. “…Rabbinin bir takım mucizeleri geldiği gün, bir kimse daha önce inanmamışsa veya imanıyla bir iyilik kazanmamışsa, imanı ona fayda vermez.” (Enam, 158)
Nasıl ki Hacda muayyen vakitlerde ihrama girilir, bunun gibi Allah’ı kast edenler için de mîkat vardır. Bu gençlik günleridir ki sûreten buluğdan kırka ulaşıncaya kadar olan vakittir. “Nihayet olgunluk çağına ulaşıp kırk yaşına girdiği zaman: ‘Ey Rabbim, beni öyle yönlendir ki, bana ve anama babama verdiğin nimetine şükredeyim ve hoşnut olacağın iyi bir iş yapayım. Soyumdan gelenleri de benim için iyi kimseler eyle. Çünkü ben, gerçekten tevbe ile Sana yüz tuttum ve ben gerçek müslümanlardanım.’ der.” (Ahkaf, 15)
Meşayıh olgunlaşmanın kırktan sonra nadir olduğunu söylerler. Yani iradede sadık talep olsa da kırktan önce vusûl olmaz. Talep zuhuru kırktan sonra olsa da hakiki maksada ulaşmak mümkün olmakla beraber nadirdir. Lakin kırktan önce de iradede sıdk talebi mümkündür. Yakın ihtimalle vusûl, maksadın husulü, büyük bir cehdü gayretle, bütün şartlarına, hukukuna, hududuna son derece riayetle ancak kırktan sonra hasıl olur.
Genç, gençlik haliyle vuslatı talep etmez. Tıpkı yazın sütü ziyan edip sonra muhtaç olan gibi. Fakat ibadetinin mükâfatını cennette almaya müsaittir.
Denildi ki; velayet sahibi cami kapısında durur, halk izdihamla kalabalık vaziyette çıkarlar. Veli onlara bakar, bunlar cenneti doldurur, ama cülus ehli farklıdır. Onlar başka bir kavimdir, der.
فَمَنْ فَرَضَ فٖيهِنَّ الْحَجَّ Yani iltica sıdkıyla sadık olan gençliğinin şerhinde hakkı kast ederek tevazu ve inkisar izarıyla izarlanırsa, tezellül ve iftikar ridasıyla ridalanırsa, فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ Yani emirlerden hiçbir emirden çıkmaması, nehiylerden hiçbir nehye girmemesi, bilakis vaktin hükmünden çıkmayıp ve buğzu gerektiren bir şeye girmemesi gerekir.
وَلَا جِدَالَ Sadık salik vusûl talebiyle beraber, ister usul, ister füru olsun dünyevi hiçbir şey için nizaya, tartışmaya girmez. Bilakis kimseyle hasımlaşmaz, mertebelerinde kimse ile nizası olmaz. Bir kimse onunla niza etse bile onun lehine kendi aleyhine sulh yapar. Bu kavmin edebi böyledir. “Ve Rahman’ın kulları; O kimseler ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahiller kendilerine laf attıkları zaman ‘Selametle!’ derler.” (Furkan, 63)
وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ Bu cümleden ve diğer hayırlardan يَعْلَمْهُ اللّٰهُ Azını-çoğunu, ihlasını-riyasını, gizlisini-aşikarını Allah bilir.
وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰى Kelamda takdim-tehir vardır. Takdiri, ‘Azık edinin ey akıl sahipleri’ şeklindedir.
Yani her salikin bir yolu vardır. Her yolun münasip azığı vardır. Kabuk ehline ki bunlar ehli dünyadır. Bunların azığı çörek, sevik (kavrulmuş buğday) vs.dir. Zira onların tarikı, maksadı, maksudu hak yoluna nisbetle meyvenin dış kabuğu mesabesindedir. (Öze inmemiştir.) Zira onların tarikı arz, maksatları beyt, maksutları da cennettir. Bunlar da zikrettiklerimize nisbetle kabuktur.
فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰى Zira maksatların en hayırlısı en hayırlı azıktır. O da azığın özü olan takvadır. Takva benimle benden korkmaktır. Kabuk ehlinin takvası sürçmelerden, taât ve iyiliklerden tökezlemekten sakınmaktır.
• Refes, fısk ve cidali, cins için nefy لا ’sı ile nefyetmesi, hacıdan bu vasıfları uzaklaştırmak için mübalağadır. Sanki hacı onlardan nehyedilmiş, o da bunlar cinsinden olan şeylerin tamamına son vermiştir. Bu; teşbihi temsil kabilindendir. Emredilen kişinin bu emre imtisali, emrin hasıl olup, kendisinden haber verilenin haline benzetilmiştir. Müşebbehi bihe delalet eden hal, müşebbehe ıtlak olmuştur.
Âyette nefyin tercih edilmesi, nehyi ağırlaştırmak ve bunların hacca hiç yakışmadığını bildirmek içindir. Çünkü zaten çirkin olan bir şey hac esnasında çok daha çirkin olur.
Cidal yoktur, derken tevriye-i mücerrede olmuştur. Cidal’in faydalı tartışma, ikna olan kısmı değil, zararlı mücadele olan kısmı nehyedilmiştir.
Lazım: Cidal, refes, fusuk yoktur. Melzum: Haccınızı noksanlaştıran her şeyden korumanız gerekir.
• فِي الْحَجِّ tabirinde zamir yerine ‘Hac’ kelimesinin kullanılması muktezayı zahirin hilafınadır. Hacca çok önem verildiğini açıklamak (izhar-ı kemal-i itina) ve hükmün sebebinin bu olduğunu bildirmek (İşari bi’lilletil hüküm) içindir.
• وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّٰهُ Burada Allah’ın bilmesi zikredilip lazımı kastedilmiştir. Allah’ın bu bildiği şeyin karşılığını vereceğinden kinayedir.
• ‘تَزَوَّدُوا / Azık edinin’, ceza gününe hazırlanarak hayır yapmayı çoğaltmaktan istiaredir. Sefer (yolculuk) ismi ölüm yerine kullanılarak, yolcunun yolculuk için azık hazırlamasına benzetilmiştir.