Sureler

Göster

Bakara Sûresi 201. Ayet

وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

201- Kimi de: ‘Ey Rabbimiz bize dünyada da iyilik, ahirette de iyilik ver. Ve bizi cehennem azabından koru!’ der.


Dünyada da, ahirette de neyin güzel olduğunu ancak Allah ﷻ bilir. Dualarımızı O’na havale eder, O’na güvenirsek işimiz rast gider. Bu öğretilen dua Rükn-ü Yemani’de yetmiş veya yetmiş bin meleğin mü’minlere yaptığı, orada tavaf eden mü’minlerin yaptığı ve meleklerin amin dediği kutlu dua.

Nefsi köreltmek ve onun karanlıklarını yok etmek için önce ibadet yapılması gerekir. İbadetten sonra, kalbin nurlanması ve Allah’ın celâl nurunun tecelli etmesi için, zikirle meşgul olmak gerekir. Zikirden sonra ise, kişi dua ile meşgul olur. Çünkü dua ancak, öncesinde zikir olduğu zaman kemâle erer.

Dua edenler üç kısımdır:

˗ Sadece dünyayı isteyenler.

˗ Hem dünyayı, hem ahireti isteyenler.

˗ Sadece ahireti isteyenler. Fakat âlimler, bu duanın meşru olmadığı görüşündedir Çünkü insan, muhtaç ve zayıf olarak yaratılmıştır. Tek başına dünyanın elemlerine, âhiretin meşakkatlerine katlanamaz. Onun için en uygunu, dünya ve âhiretin bütün şerlerinden Rabbine sığınmaktır. Âyette, ilk iki kısım zikredilip, üçüncü kısımdan bahsedilmeyerek, bu hususa bir işaret yapılmıştır.

Efendimiz ﷺ hastalık kendisini iyice yiyip bitirmiş bir kimseyi ziyaret etti. Ona, ‘Bundan önce nasıl dua ediyordun?’ diye sordu. O da, ‘Allah’ım, bana ahirette vereceğin cezayı dünyada iken hemen ver’ diye dua ediyordum’ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber ﷺ şöyle buyurdu: ‘Sübhânallah! Sen, bu hastalığa katlanamazsın. Şöyle dua etseydin ya:

‘Ey Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem ateşinin azabından koru.’ Adama dua etti, o da hemen şifâ buldu.

Cenâb-ı Hakk, insan bedenindeki tek bir damara veya tek bir saç telinin köküne acı musallat etse, insan ne yapacağını şaşırır, bu acıdan dolayı Allah’a itaat ve zikirden mahrum olur.

Sadece dünyada hasene isteyenler;

‣ Kâfirlerdir. Müşrikler vakfe yaptıkları zaman, ‘Allah’ım, bize rızık olarak develer, sığırlar, koyunlar, köleler ve cariyeler ver. Bize yağmur yağdır ve düşmanımıza karşı bize yardım et’ diyorlar, fakat tevbe etmiyor, mağfiret talebinde bulunmuyorlardı. Çünkü ölümden sonra dirilişi ve âhiret hayatını inkâr ediyorlardı.

Cenâb-ı Hakk, bu kişinin, ahirette bir payı olmadığını, nimetin ve sevabının bulunmayacağını bildirmiştir.

Cehennemlikler, yenecek içecek şeyleri isteyerek, ‘Ey cennet ehli, bize su verin, ya da bize Allah’ın size dünyada iken rızık olarak verdiği şeylerden yollayın’ diye yardım isterler. Fakat şehvetleri onlara galebe ettiği için, onlar hem dünyada, hem de ahirette rezil ve rüsvay olmuşlardır.

‣ Bunlar mü’minlerdir. En yüce ve en şerefli bir makam olan dua makamında, ahiretteki ebedî nimetleri istemekten yüz çevirerek, dünyanın geçici metâını istedikleri için, bu duaları günah sayılmıştır. Böyle yapan, her ne kadar müslüman da olsa, ‘Onun ahirette hiçbir nasibi yoktur’ tehdidine muhataptır.

Saadetin üç mertebesi vardır: Ruhanî saadet: Nazarî kuvveti ilimle, amelî kuvveti üstün ahlâk ile tamamlamaktır. Bedenî saadet: Sıhhat ve güzelliktir. Haricî saadet: Mal ve makamdır.

‘Yâ Rabbena, bize dünyada ver..’ duası, bütün bunları içine alır. Çünkü ilim ile dünyada süslenmek ve akranlarının üstüne çıkmak murad edilir ise, bu dünyevi bir saadet olur. Üstün ahlâk ile, reis olmak ve dünyevî menfaatları toplamak murad edilir ise, bu da dünyevî bir saadet olur. Öldükten sonra dirilmeye ve ahirete inanmayan her insan, ne ruhanî ne de cismânî hiçbir fazilet istemez. Bunları sadece dünyevî menfaat için ister.
 

Onun için ahirette bir nasip yoktur.

Allahu Teâlâ bu âyette, o kimsenin duasına icabet edip-etmeyeceğinden bahsetmemiştir. Çünkü bu gibi insanlar icabete lâyık değildir. İnsanın duasının kabul edilmesi, övgüye değer bir durumdur. Bu ise ancak Allah’ın velî kulları ve keramet ehli için söz konusudur.

Fakat bu kimsenin, duasına icabet edilmese de, sağ olduğu müddetçe, Allahu Teâlâ, “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki onun rızkı Allah’ın üzerine olmasın” (Hud, 6) buyurduğu üzere, ona rızkını verir.

Veya bu insanların duaları bazen kabul edilir. Fakat bu kabul ediliş ilâhî bir mekr ve istidrâc (daha çok azması için fırsat vermek) içindir.
 

Bazı insanlar da ‘Yâ Rabbena, bize, hem bu dünyada iyilik ver, hem ahirette iyilik ver ve bizi (cehennem) azabından koru’ der.

Dünyevi hasene, sıhhat, emniyet, yeterli rızık, sâlih evlâd, sâliha eş ve düşmanlara karşı galibiyettir. Allahu Teâlâ, rızık ve benzeri şeylerdeki bolluğu da, ‘hasene’ diye isimlendirmiştir.

Uhrevî hasene, sevab elde etmek ve azab-ı İlâhi’den kurtulmaktır.

Dünyadaki ‘hasene’den murad, Allah’a iman ve ibadettir. Ahiretteki ‘hasene’den murad ise, devamlı lezzet ve tazim; Allah’ın zikriyle, Allah’a ünsiyet, muhabbet ve O’nu görme ile olan nimetlenmedir.

Bir adam şöyle dua etmişti: ‘Yâ Rabbena, bize hem bu dünyada iyilik ver, hem ahirette iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru.’ Bunun üzerine Hz. Peygamber ﷺ ‘Bu adamın Allah’dan dünyevî bir şey istediğini sanmıyorum’ dedi. Bazı Sahabeler, ‘Fakat, ya Resûlallah, o, ‘Bize hem bu dünyada iyilik ver’ dedi?’ dediler.

Peygamber ﷺ de, ‘O, ‘Ey Rabbimiz, bize bu dünyada sâlih amel ver’ diyor’ buyurdu. Bu, Allahın, “Onlar, ‘Rabbimiz, bize zevcelerimizden ve soyumuzdan göz aydınlığı (olacak kimseler) ihsan et’ derler” (Furkan, 74) âyeti ile tekid edilmiştir. Âyetteki ‘göz aydınlığı’, onların çoluk çocuklarını itaatkâr, mü’min ve kullukta devamlı görmeleridir.

Dünyevî ve uhrevî hasene, her iki dünyada da afiyettir. Hasan Basrî; ‘Dünyadaki hasene, Allah’ın kitabını anlamak; ahiretteki hasene cennettir’ demiştir.

حَسَنةًَ kelimesinin nekre geliş sebebi: Dua eden kimse, ‘Yâ Rabbena, bana şunu ve bunu ver’ dememeli, aksine, ‘Allah’ım şu ve şu, benim menfaatime, senin kaza ve kaderine uygun ise onu bana nasib et’ demelidir. İnsan, ‘Yâ Rabbi, bana dünyada ve âhirette şu iyiliği ver’ derse, bu kesinlik ifade eder.

Fakat nekre olarak حَسَنةًَ derse, bundan murad, tek bir iyilik olur. Bu da Allah’ın kaza, kader, rızâ, hüküm ve hikmetine uygun düşen bir hasene olur. Bu şekilde dua, edebe riayete ve yakîn esaslarına daha uygundur.
 

Nasıl dua edelim?

Yalvararak ve gizlice Rabbinize dua ediniz. (Araf, 55)

Biriniz Rabbinden bütün ihtiyaçlarını istesin hatta ayakkabısının kopan kayışını bile istesin. Hadîs-i Şerîf

Allah’a ﷻ kabul edileceğini kesinkes bilerek dua edin. Çünkü Allah gafil kalbin duasını kabul etmez. Hadîs-i Şerîf

Resûlullah ﷺ duayı üç kere yapmaktan, istiğfarı üç kere yapmaktan hoşlanırdı.

Allah Resûlü ﷺ salâtü selâm getirmeden dua eden bir adam hakkında şöyle buyurdu: ‘Bu adam acele etti.’ Sonra onu çağırtıp şöyle dedi: ‘Biriniz namaz kıldığında, Allaha hamdü sena ile başlasın, sonra peygambere salât ve selâm eylesin, ondan sonra istediği duayı yapsın.’ Cenâb-ı Hakk, duada fazla ısrar edenleri sever. Hadîs-i Şerîf

Kulun, Rabbine en yakın olduğu hâl, secde hâlidir. Onun için secdede duayı çoğaltın! Hadîs-i Şerîf

Allah, kişinin derecesini öyle bir yükseltir ki, sonunda o ‘Bu derece bana nasıl verildi?’ diye sorar. Bunun üzerine Allah şöyle buyurur: Çocuğunun senin için yaptığı dua ile bu dereceye ulaştın. Hadîs-i Şerîf

Denildi ki: ‘Ey Allahın Resûlü! Hangi dua daha fazla kabule şâyandır?’

Şöyle buyurdu: ‘Gecenin son kısmının ortasında ve her farz namazın arkasında yapılan dua.’ Hadîs-i Şerîf
 

Bir gün Hace Abdülhalık Gücdüvani (ks)’nin huzuruna uzaktan bir yolcu geldi ve:

‘Hace Hazretleri, bana imanla ahirete gitmem için dua buyurunuz. Şeytanın tuzaklarından selametle kurtulayım’ dedi. Hace Hazretleri:

‘Allah ﷻ farz namazları edadan sonra yapılan duayı kabul edeceğini vaad etti. Sen farz namazlardan sonra bize dua et, biz de farz namazlardan sonra sana dua edelim. Böyle olursa bizim ve sizin hakkınızdaki duanın kabul olunduğunun eseri zahir olur. Muvaffakiyet ancak Allah’tandır’ buyurdu.

 

Te’vilâtı’n Necmiyye’den...

وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً Dünya hasenesi; afiyet, sıhhat, zenginlik, emniyet, feragat, taât, taâte istek, çalışıp nefsini sarf etme, vermek, karşılıklı görüşme (vecahet), kabul, emirleri yerine getirme, ubudiyette geçen uzun ömür, evlad, arkadaş, irşad, ahlâk... gibi zahiri nimetlerdir.

Ahiret hasenesi; keşif, müşahede, vuslattaki kurbet çeşitleri, cezbe ukubatını aşmakla makamları geçmek, kemalin husulüyle hallerde temekkün etmek, bekanın fenasında fenanın bekası ve bekanın fenasında fenanın fenası gibi batıni nimetlerdir.

وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ Yani bizi kesilme ateşinden ve ayrılık yangınından koru.

 

Belagat

• رَبَّنَا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا âyetinde, اٰتِنَا fiilinin mefulü, malum olduğu için hazfedilmiştir.

• Kur’ân’da iki yer hariç bütün ‘Rabbenâ’ dualarında ‘Ya’ nida edatı hazfolmuştur. Bu da yakınlık ifade eder.

• 200 ve 201. âyetlerde tevşi sanatı vardır. Bir şey iki şey ile açıklanmıştır. Bir kısmı ‘Dünyada ver’ bir kısmı da ‘Ahirette ver’ derler’ buyrularak iki insan grubu söylenmiştir.

• Âyette geçen ‘Hasene’ kelimesi lafzı mücmeldir. Cenâb-ı Hakk istenecek şeyin mahiyetini değil vasfını söyleyerek dualarımızda müşahhas, somut bir şeyin üzerinde ısrar etmemizin aleyhimize olabileceğini remz etmiştir. Her şeyde olduğu gibi dua konusunda da Allah’a ﷻ tevekkül etmemiz gerektiğini anlıyoruz.

• Âyet-i kerimede, cem’in son kısmı olan taksim’in bölümlerinden ‘Bir şeyin kısımlarının tamamını zikretme’ kuralı vardır. Çünkü bu mü’minler hem dünyada hem ahirette hasene istemektedir.

• ‘Bizi cehennem azabından koru’ buyruğu cem mea taksimi tamamlamaktadır. Çünkü dünyada iyilik, cehennem azabından koruyan amellere muvaffakiyet, ahirette iyilik de bu azabtan korunup cennete gitmektir.

• ‘Ateş azabı’ tağlibtir. Çünkü cehennemde ateşten başka azaplar da vardır.