202- İşte bunları kazandıklarının mükâfatı beklemektedir; Allah hesabı çok çabuk görendir.
Hac, Arafat, Müzdelife, Allah’ı ﷻ, zikir, dua ve bu manada kazancı olanlara nasipleri eksiltmeden, bekletmeden, seriul hisap olan Allah ﷻ tarafından verilecektir.
Kul, rızâ-i ilâhi için yaptığı hayırlı işlerden asla zarar etmez. Hem dünyada, hem ahirette ödülünü kat kat alır.
‘اُولٰٓئِكَ / İşte onlar’, sadece dünya ve ahireti isteyen ikinci gruba işarettir.
Veya her iki gruba da râcidir. Yani, ‘Bunlardan her biri için, niyeti nisbetinde, yaptığı amelden bir pay vardır’ demektir. Kim öldükten sonra dirilmeyi inkâr eder de, sırf dünyevi menfaati için haccederse, bu küfür ve bir şirktir. Allah bu fiili cezalandırır.
Veya bundan murad, ‘Kim dünya için çalışır çabalarsa, çalışmasının karşılığı dünyada ona verilir’ şeklinde olur.
لَهُمْ نَصٖيبٌ مِمَّا كَسَبُوا tahkiri ve azlığı ifade eder. ‘Onların kesb ve amelleri sebebiyle, onlara hem dünyevi hem uhrevî paylar vardır’ manasındadır. مِنْ harfi ceri, teb’iz (bazısı) manasına değil, ibtidâ-i gaye (başlangıç) manasınadır. Amellerin mükâfatı, hakedişe göre değil, Allah’ın vaadine göredir.
Kesb: İnsanın ameli karşılığında elde ettiği şeydir. Bu şey ya bir menfaati celbettiği, ya da bir zararı def ettiği için insanın kesbi ve müktesebi olur.
Bu, Allah’ın ﷻ mübarek mekanlarda dua eden Müslümanların duasına icabet edeceğine vaadidir. Ancak bu icabet, dualarının Allah’ın ﷻ razı olmadığı, fesada iten bir şey olmama kaydıyladır. Bu sebeple نَصٖيبٌ azı ve çoğu ifade etmesi için nekre olarak gelmiştir. Çoğunluğa icabet hasıl olduğunda bu daha kuvvetli ve daha güzeldir. ‘kesbettiler’ ‘talep ettiler’ manasındadır. Çünkü kesb, rağbet edilen şeyi talep etmektir.
Bu cümle O’nun hesaba çekmesinin kesinlikle vuku bulacağını ifade eder. سَرِيعُ kelimesi ‘sürat’ masdarından ismi fâildir.
الْحِسَابِ kelimesi ‘muhasebe’ gibi masdardır. Addetmek, öyle saymak manasındadır. الْحِسَابِ Arapların, ‘Bu sana yeter’ manasında söyledikleri, حَسْبُكَ كَذَا ifadesinden alınmıştır. İnsanlar arasındaki alışverişteki hesab da böyle isimlendirilmiştir. Çünkü bu hesab ile, yeterli miktar ve o miktardan fazlalık ve noksanlığın olmadığı anlaşılır. Sonra hesap, saymak manasından karşılık veya hüküm verilen şeylerin sayılmasına ıtlak olmuştur. Daha sonraları da hakka vefa göstermek, ‘hesap’ fiiliyle adlandırılmıştır. ‘حَسَبَهُ’ ona karşılık verdi veya ona hakkını ödedi, demektir. Kıyamet gününün hesap günü olarak isimlendirilmesi bundandır.
Allah’ın hesaba çekmesi:
‣ Her mükellefin kalbinde, amellerinin sevab ve cezalarının ne kadar olduğunu bilebilecekleri zarurî (kesin) bir bilgi yaratması,
‣ Her mükellefe hak ettiği mükâfatı ulaştırması,
‣ Her mükellefin kulağında ilâhî kadîm kelâmı duyabilecek bir gücü yaratması,
‣ Kullarının duasını çabuk kabul edip icabette bulunması,
‣ Hesab, insanın lehine ve aleyhine olan şeyi bilmesine vesiledir. Allah’ın bu bildirmesine ‘hisâb’ demek, sebebin ismini, müsebbebe (neticeye) vermektir.
‘Mahlûkat için herhangi bir hesab yoktur. Aksine onlar Allah’ın huzurunda dururlar ve içinde günahları yazılı olan kitapları (amel defterleri) sağ taraflarından verilir. Onlara, ‘Bunlar, sizin günahlarınız. Fakat ben bunları affettim’ denir. Sonra onlara iyiliklerinin yazılı olduğu kitaplar verilir ve, ‘Bunlar sizin iyiliklerinizdir, Ben onların sevabını size kat kat verdim’ denilir.’ İbn Abbâs
‣ Ahiretteki hesaplaşma, cezalandırmadan ibarettir. Hesab, alıp-verme sebebidir. Sebebin ismi müsebbebe verilmiştir. Bundan dolayı ‘cezalandırma’ yerine ‘hesâb’ lafzı kullanılmıştır.
‣ Allahu Teâlâ, kulları ile, amellerinin durumu ve kendilerine nasıl bir sevab ve ceza olduğu hususunda konuşabilir. Mahlûkâtını hesaba çekmesinden murad bu konuşmadır.
Allahu Teâlâ’dan, aynı vakitte dünyevî ve uhrevi, farklı farklı birçok şeyler isteyen olur. O da, bunları birbirine karıştırmadan herkese istediğini verir. Eğer bu iş, mahlûkâttan birisinin elinde olsaydı, bunların hesabı uzar ve birbirine girerdi.
وَاللّٰهُ سَرٖيعُ الْحِسَابِ Her iki fırkanın da istediklerini anında verir. Yani onların niyetlerinin güzelliğine, iç âlemlerinin durumuna göre ve himmetleri ölçüsünce isteklerini kendilerine verir.
Belagat
• İsm-i işaret ile yukarıdaki âyetlerde taksim edilen, tamim edilmiştir. (Cem mea taksim ve tamim)
Müsnedin ileyhin ism-i işaret ile gelmesi, medih, tazim, gayrıyı tahkir ve kendisinden önceki vasıfları takip edenlerin bu habere layıkıyetini bildirmek içindir.
Müsnedin fiil oluşu hükmü takviye eder, tekit bildirir.
İsim cümlesinin sübutu, haberin de muzari fiil olmasından, kulun bu güzel vasıflarda devamlı ve sabit olması kast edilir. Ümit için fiiliyat gereklidir. Çünkü gerçek ümit ancak istenenlerin yapılmasından sonradır.
• Lazım; Allah’ın ﷻ rahmetini umarlar. Melzum; rahmetin gerekliliği olan af, Rıdvan ve cenneti ummalarıdır.
Bu cümle dal bil işaresiyle, kulun kendi yaptığıyla, ameliyle değil ancak Allah’ın ﷻ rahmetiyle mükâfata ereceğine delalet eder.
• Allah’ın rahmeti, halliyet-mahalliyet alakasıyla rahmetin mahalli olan cennete işarettir. ‘Rahmet’ masdar olduğu için rahmetin kapsamına giren her güzelliğe işarettir.
• سَرِيعُ الْحِسَابِ Allah’ın ﷻ hesabının çabuk olması, bütün insanları aynı anda sorgulayacak kudretinin azametini gösterir.
Bu ayrıca vasıtalı kinaye ve kevn-i lahıktır. Yani öleceksiniz, kabre konacaksınız, mahşerde diriltilip, hesaba çekileceksiniz.
• Hesabın çabuk olması, günümüzdeki çabuk yapılan hesaplamalara, alış verişte kullanılan barkod sistemlerine de işarettir.
حَسَبَ fiilinin hakka vefa anlamından tevriye düşünürsek, hiçbir amelin, güzel hareketin boşa çıkmayacağını, karşılıksız kalmayacağını anlarız. İdmaç yoluyla da hesaba çeken Zat-ı kerimin gücünü, kudretini, ilmini, adlini, rahmetini, kullarına olan şefkatini hatırlatmaktadır. Kendisi bildiği halde ikna etmek için onları hesaba çekmesi, hükümlerini temyiz etmesi, şanının yüceliğine delalet eder.