Sureler

Göster

Bakara Sûresi 208. Ayet

يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَافَّةًࣕ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِؕ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبٖينٌ

208- Ey iman edenler, toplu olarak sulh ve selamete girin ve şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır.

‘Ey iman edenler, toplu olarak sulh ve selamete girin’

Emri ilâhi ile İslâm toplumuna girin. Ayrılmadan beraberce cemaat şuuru içinde bütünüyle İslâm’a teslim olun, gönülden bağlanın. İslâm’ın bütününü benimseyin, hayata geçirin. Bir kısmını kabul edip, bir kısmını sözünüz, fiiliniz, hal ve tavrınızla reddetmeyin. Allah ﷻ yoluna Allah Resûlü’nün rehberliği ile O’nu takip ederek gidin. Kur’ân’ı hayat tarzı haline getirin. Allah’ın ﷻ hududunu aşmayın. Ezeli düşmanınız olan şeytana uymayın. Onun kibir, inat, haset, kafir tavırlarına, cehenneme giden adımlarına uymayın.

Çünkü o sizi dinden, imandan, kulluktan, insanlıktan çıkarır. Onu takip ederseniz onun son durağı olan cehenneme girmeniz kaçınılmaz olur. O her yaşta, her türden, her meslekten, her meşrepten insanları nasıl aldatıp, nasıl girdabına düşürebileceğini çok iyi bilir. Asırların tecrübesi onu aldatmanın, kandırmanın uzmanı, mütehassısı haline getirmiştir. O daima durup dinlenmeden cehennem yolcularına bilet kesmektedir. Uyanık olun, aldanmayın.
 

‣ Âyette hitab münafıklaradır. ‘Ey dilleri ile iman eden kimseler, her şeyinizle İslâm’a girin ve şeytanın adımlarına, onun süslemesinin ve nifakta devam hususundaki aldatmasının izlerine uymayınız’ manasındadır.

‣ Hitab, Hz. Peygamber’e iman etmeyen ehli kitaba yöneliktir. ‘Ey daha önceki kitaplara iman edenler! İman hususunda, Allah’a olan itaatinizi tamamlayın. Hz. Muhammed ﷺ ile onun getirdiği kitaba iman etmekle tamamen İslâm’a giriniz. Tevrat’ta bulunan, ‘Yer ve gök durduğu müddetçe cumartesi yasağına sarılınız’ hükmüyle yetinme hususundaki şeytanın süslemesine aldanmayın.’ Şeytanın adımlarından murad, onların, Mûsâ’nın (a.s) şeriatının hâlâ devam etmekte olduğu hususundaki şüpheleridir.

‣ Bu hitap, müslümanlaradır. ‘Ey dilleriyle iman edenler, kalan ömrünüzde de müslüman olmaya devam edin, müslümanlıktan ve onun kanunlarının hiçbirinden çıkmayın. Sapıkların telkin etmeye çalıştıkları şüphelere iltifat ederek şeytanın adımlarına uymayın.’

Bir şeyi benimsemiş kimseye, ‘Ona devam et’ denir, fakat ‘Ona gir’ denmez. Âyette, ‘Girin’ hitabı müslümanlara ise, sebebi şudur: Evde olan kimsenin ileride evden çıkacağı bilinirse, her ne kadar o anda evde olsa da, ona zaman zaman ileride eve girmesi emredilir.
 


Toplu olarak İslâm’a girin


السِّلْمِ kelimesinin asıl manası boyun eğmektir. ‘İslâm’ da, bu manadan dolayı ‘İslâm’ diye adlandırılmıştır. السِّلْمِ kelimesi, sulh ve harbetmeme halini ifade eder, inkiyâd manası da vardır. Çünkü barış anında, taraflar birbirlerine itaat eder ve münakaşa etmezler.

‣ ‘Ey iman edenler topyekün السِّلْمِ ’e giriniz, yani Allah’ın dinine yardım etme ve o hususta sıkıntılara göğüs germede, birbirinize ittifak ediniz, dünya uğrunda insanlarla münakaşa etmeye, dünyayı arzu etmeye sizi sevk eden şeytanın adımlarına uymayınız’ demektir.

Tam bir güven, tatmin olmuşluk, gönül hoşluğu ve istikrardan oluşmuş; şaşkınlığa, endişeye, belirsizliğe yer vermeyen bu âlemde barış vardır. Yüreklerin derinliklerine meltem serpen bir barış. Hayatı ve toplumu serin gölgesi altına alan, yere de göğe de egemen olan bir barış.

Mü’minler, karşılıklı sevgi, merhamet ve dayanışma bakımından organlarından biri dertlenince diğer organları uykusuz kalarak ve ateşlenerek bu dertli azanın ızdırabını paylaşan bir canlı organizmaya benzerler. Hadîs-i Şerîf

‣ يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا hitabı Allah’ı kalb ile bilip tasdik etmeye, اُدْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَافَّةً emri ise günahları bırakmaya işarettir. Çünkü günah, Allah’a ve Peygamber’e muhalefettir. Muhalefeti bırakmaya سِلْم (sulh) denilir.

Veya bu ifadeden maksad, ‘Taâtları yapıp, yasakları bırakma hususunda Allah’a inkıyad eden kimseler olunuz’ manasınadır.

‣ السِّلْمِ ’den murad kulun Allah’ın kaza ve kaderine razı olması, kalbinin sarsılmamasıdır. Mü’min itaatle, güvenerek, tatmin olmuş ve gönül rızâsı ile Allah’a teslim olmalı, varlıklarını tümü ile O’na adamalıdır. Bu teslimiyet, irili ufaklı her şeyi kapsayan, Allah’ın hükmüne razı olmayan en ufak bir düşünce, duygu, niyet, arzu ve endişe kırıntısı bırakmayan kesin bir teslimiyet olmalıdır. Bu teslimiyetle, kendini teslim ettiği sahibinin doğruluğundan en ufak bir kuşku duymamalıdır.

سِلْم yani İslâm’ın getirdiği barışın anlamını, imansız vicdanlarda endişenin nasıl cirit attığını bilmeyenler hakkı ile kavrayamazlar. Bu iman doyumsuzluğu İslâm’ı tanınmamış toplumlarda veya İslâm’ı tanıdıktan sonra tekrar cahiliyeye dönen toplumlarda görülür. Bu toplumlar, bütün maddî refahına, gelişmişliğine rağmen mutsuz ve şaşkındırlar.

Örneğin İsveç’te kişi başına düşen yıllık milli gelir 38 bin dolar civarındadır. Genel sağlık sigortası olan bu toplumda herkese nakdi hastalık yardımı yapılır ve parasız ilaç verilir. Eğitim hizmetleri ücretsizdir. Ayrıca başarılı öğrencilere elbise yardımı yapılır ve burslar verilir. Devlet her yeni evlenen çifte ev döşeme yardımı yapar. Fakat bütün bu gelişmişlik düzeyinin arkasında gördüğümüz, İsveç toplumunun topyekün yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğudur.

Çünkü cinsel anarşi yüzünden ülke nüfusu sürekli azalma eğilimindedir. Eşler arası bunalımın kol gezmesi ve kadın-erkek ilişkilerinin ölçüsüz serbestliği yüzünden her altı evli çiftten birinin boşandığı görülür. Genç kuşak imansızlıktan kaynaklanan bunalımını içki ve uyuşturucu alışkanlığı ile karşılama çıkmazındadır.

Psikolojik hastalıklar, sinirsel bunalımlar ve her tür anormallik on binlerce vicdanı, ruhu ve sinir sistemini pençesine almış durumda. Sonra da çözüm olarak başvurulan metod; intihar. Amerika’da da durum aynı. Rusya’da ise daha da kötü.

İmandan yoksun her kalbin alın yazısı olan bir mutsuzluk yıkımı ile karşı karşıyayız. Böyle bir kalp, mü’minin içine girince güven, huzur, ruhi denge ve korunma bulduğu Silm’in (barışın) hazzını asla tadamaz.

‣ السِّلْمِ, İntikam almayı terk etmektir. كَافَّةً (tamamen) yani, ‘Hepiniz İslâm’a giriniz, ayrılıp parçalanmayınız’ demektir.

‘Kimileriniz İslâm’ı kabullenip, kimileriniz başka şeylerin peşinde koşarak derbeder hale gelmeyin. Hepiniz birlikte hareket edin! İslâm’ın tümünü kabul ederek hayatı parçalamadan, kendinizi de parçalamadan tam müslüman olun.’ Âyet-i kerîme her tür ayrılık, çatışma ve çekişmeden uzak, toplumsal uzlaşmayı emretmektedir.

‣ Bu lafzın İslâm’a ait olması da mümkündür. Yani ‘İslâm’ın tamamına giriniz, onun bütün kanun ve hükümlerini benimseyin, bir hükümle amel edip diğerini bırakmayın. Namazı kılıp zekatı vermemezlik etmeyin’ demektir.

İslâm parçalanma kabul etmez bir bütündür. Ona iman edenin bütünüyle onu kabul etmesi icab eder. Hoşuna gideni seçip gitmeyeni terk etmesi söz konusu olamaz. İslâm ile diğer dinleri bir araya getiremez.

Yüce Allah dininin bütün farzlarını uygulamayı, helali, mubahı, haramı uygulamak sûretiyle bütünüyle düzenine saygı duymayı emretmektedir. Bu saygı gerçek imanın gereğidir.

كَافَّةً lafzı ‘engel olan, mani olan’ manasınadır. Bu lafız, daha sonra toplanmış bir bütünün adı olmuştur. Çünkü toplanmak, birlik olmak, tefrika ve ayrılığa manidir. Buna göre ‘اُدْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَافَّةً / Son noktasına kadar İslâm’ın kanunlarına girin ve ondan bir şeyi terk etmeyin’ demektir.

Veya bunun manası, ‘Hepiniz İslâm’a giriniz, insanları ona girmemekten men ediniz’ şeklindedir.
 

Topluca

‘Topluca giriniz’ emri, cemaatin önemini, ferdi ibadetlerdense topluca yapılan amellerin daha değerli olduğunu hatırlatır.

Ümmetî birliğe ulaşmada en müessir vasıta namazdır. Günde beş vakit câmide birleşen müslümanlar, aralarındaki çeşitli farklılıkların doğuracağı tefrikayı ortadan kaldırabileceklerdir. Her mescide geliş, farklılıkları törpüleyen bir bütünleşmedir.

İbni Mes’ud diyor ki: Şu beş vakit namazı, onlar için ezanın okunduğu yerlerde (mescidlerde) kılın. Zîra onlar(ın cemaatle kılınması) Sünenü’lHüdâ’dandır. Azîz ve Celîl olan Allah, Nebîsi ﷺ için sünenü’l-Hüdâ’yı şeriat kıldı. Ben kendimizi, nifakı açık olan münâfık dışında, her birimizi, namazı mescidde kılar gördüm. Ben kendimizi öyle gördüm ki, (hasta) kişi, iki adamın koltuğunda gelir, safta yerini alırdı. Şurası muhakkak ki her birinizin evinde mutlaka bir mescid var. Eğer namazlarınızı evlerinizde kılıp, mescidleri terk ederseniz Peygamberinizin sünnetini terk etmiş olursunuz. Peygamberinizin sünnetini terk ederseniz küfran-ı nimete düşmüş olursunuz.

          ✽     ✽     ✽

Asr-ı Saadet’te, adamın biri dağda bulduğu suyu bol, toprağı verimli ıssız bir mağarada kendi başına inzivaya çekilip, cemiyetin kötülüklerinden, fitne ve dedikodularından kurtulmayı düşünür.

Ancak kararını bir de Resûlullah’a açmak, O’nun bu konudaki görüşünü almak ister. Huzuruna gelerek der ki:

‘Yâ Resûlallah! Ben bir mağara buldum. İçinde suyu, önünde toprağı var. Orada inzivaya çekilerek kendimi tamamen dünyevi şeylerden tecrit etmeyi; uhrevi işlerle, ibâdet ve taâta vermeyi düşünüyorum. Bu hususta siz ne dersiniz?

Adamın cemiyet hayatını terk edip, ibâdet için mağarada inzivaya çekilme fikrine Resûlullah ﷺ şu şekilde cevap verir:

‘Ben, Yahudilikle, Hristiyanlıkla gönderilmedim. Ben dosdoğru olan İslâm’la gönderildim. Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, mağarada tek başına gündüz akşama kadar nafile ibâdetlerle meşgul olmaktansa, cemiyet içinde sabah yahut akşam, Allah rızâsı için azıcık yol yürümek, dünyadan ve dünya içindeki her şeyden kat kat hayırlıdır.’

Ve şöyle devam eder:

‘Cemaat içinde safta yer almanız da, inzivadaki 60 sene ibâdet ve namazdan hayırlıdır…’

          ✽     ✽     ✽

Kim, müezzini işitir ve kendini engelleyen bir özrü olmadığı halde cemaate katılmazsa, kıldığı namaz (kâmil bir sevapla) kabul edilmez.

‘Ey Allah’ın Resûlü! Meşrû özür nedir?’
‘Korku veya hastalıktır!’

Allahu Teâlâ, Resûlüne ‘korku namazı’nda bile cemaati emretmektedir, öylesi ağır şartlar altında bile terki için özür tanımazsa, emniyet halinde daha şiddetli bir vâcib olduğu anlaşılır. Ebû Sevr

Ezanı işitsin işitmesin, hiçbir evladın cuma ve cemaatleri terk hususunda babasına itaat etmesi caiz değildir. Evzâî
 

Şeytanın adımlarına uymayın.

‘Şeytana itaat etmeyin’ demektir.

Ortada sadece iki istikamet vardır. Ya topyekün barışa girmek, ya da şeytanın izinden gitmek. Ya Allah’ın yolu, ya şeytanın yolu. Müslüman bu durumu kesinlikle kavramalı ve sağa sola yalpalamamalı, tereddüde düşmemeli, değişik yollar, değişik istikametler arasında şaşırıp kalmamalıdır. Ortada birden çok yaşama sistemi yok ki, mü’min bunların

içinden birini seçsin ya da biri ile öbürünün birleşimini benimsesin. Kim bütün varlığı ile barışa girmez, kendini bütünü ile yüce Allah’ın şeriatına teslim etmezse şeytanın yolundadır, onun izinden gitmektedir.
 

Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır

مُبٖينٌ içindekini ve kalbindekini açıkça ortaya koyan beliğ kimsenin sıfatlarındandır.

Allahu Teâlâ, şeytanın Hz. Âdem (a.s) ile bütün nesline düşman olduğunu açıklayınca, her ne kadar görülmese de, ‘apaçık bir düşman’ diye nitelemiştir. Bu şuna benzer: Uzak bir beldede bulunan bir adama düşmanlığını gösteren kimse için -her ne kadar onu görmese de- ‘Falanca senin için apaçık bir düşmandır’ denilir.

‘Mübîn’in asıl manası, ‘kesmek’tir. Açıklamaya da ‘beyan’ denmiştir. Çünkü izah ve beyan, ihtimallerin bir kısmını bir kısmından kesin çizgilerle keser, ayırd eder. Buna göre şeytanın ‘mübîn’ diye vasıflanması, ‘şeytan, mükellefi vesvesesiyle Allah’a itaat etmekten, O’nun sevab ve rızâsından ayırır ve uzaklaştırır’ manasınadır.

Şeytanın vesvesesiyle insana günahları süslemesi ve şüpheler atması, onun bâtıla düşmesine ve böylece sevaplardan mahrum kalmasına sebeb olduğu herkesin malumudur. Bu da şeytanın en önemli düşmanlığıdır.

Eğer güç yetirebilirsen, çarşıya-pazara ilk giren ve oradan en son ayrılan olma. Çünkü çarşı-pazar şeytanın savaş alanıdır. Hadis-i Şerif

 

Sebeb-i Nüzulü

‣ Âyet, Ehl-i Kitab’dan Abdullah b. Selâm ve arkadaşları gibi müslüman olanlar hakkında nazil olmuştur. Çünkü onlar, Hz. Peygambere ﷺ iman ederken, bir taraftan da Hz. Mûsâ’nın (a.s) şeriatına tazime devam ediyorlardı. Cumartesi gününün kutsiyetine saygı gösteriyor, deve etini ve sütünü mekruh kabul ediyorlardı.

Müslümanlar onların bu durumlarına tepki gösterdi. Onlar da: ‘Bu şeyleri bırakmak İslâm’da mubah, Tevrat’ta ise vâcibtir. Biz bunu ihtiyaten terk ediyoruz. Biz hem bunun, hem de ötekinin yükümlülükleri altından kalkabilecek güce sahibiz’ dediler.

Hz. Peygambere de şöyle dediler: Cumartesi bizim tazim ettiğimiz bir gündür. Bize o günde tatil yapmaya müsaade et. Tevrat da Allah’ın kitabıdır. Bize izin ver de geceleyin namazlarımızda Tevrat’ı okuyalım, gereğince amel edelim.

Cenâb-ı Hakk, bu tutumu kerih görerek, İslâm’a bütünüyle girmelerini, gerek itikad, gerek amel bakımından Tevrat’ın hükümlerini bırakmalarını emretmiştir. Çünkü Tevrat, artık mensuhtur. Buna göre mana, ‘Tevrat’ın mensuh olduğunu bildikten sonra, onun hükümlerine tutunarak şeytana uymayınız’ şeklindedir. Âyetteki, كَافَّةً kelimesi, İslâm’ın sıfatıdır. Buna göre ‘Gerek itikadi gerek amelî olsun, İslâm’ın kanunlarının hepsine giriniz’ demektir.

  
 

Te’vilâtı’n Necmiyye’den...

 Bu âyette hem umumi hem de يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَافَّةً hususi mana vardır.

Umumi mana şöyledir: Ey zahirde iman edenler, zahirde şeriatın tüm şartlarına girdiğiniz gibi, batında da İslâm’ın bütün şartlarına girin. Efendimiz ﷺ şöyle buyurdu: ‘Müslüman, diğer Müslümanların elinden, dilinden selamette oldukları kimsedir. Mü’min; insanların kötülüğünden emin oldukları kimsedir.’

Hususi mana ise şöyledir: İnsanın şahsıyla beraber hazır olan benliğine ve zahirdeki tüm cüzlerine ayrıca bir hitap gibidir. Dilinin İslâm’a girmesi sözle, bütün erkanının İslâm’a girmesi fiilleriyle, gözün bakmakla, kulağın dinlemekle, ağzın yemekle, elin tutmakla, ayağın yürümekledir. Bunların her birinin İslâm’a girmesi Allah’ın ﷻ emirlerine teslim olup, nehiylerinden kaçınmak, mâlâyâniyi terk edip yapması gerekenleri yerine getirmekledir.

Zahiri cüzlerin İslâm şeriatına girmesi münafığa kolaydır. İslâm şeriatının batıni manalarına ve hakikatlerine girmek ise, dini iptal eden, nice adamların ayağının kaydığı bir yerdir.

Nefsin İslâm’a girmesi, küfürden ve kötü sıfatlarından çıkarmakla, hevaya düşme tabiatından geçmekle, alışkanlıklarını, güzel gördüğü, lezzet aldığı şeyleri terk etmekle, onu İslâm’la nurlandırıp, onun hükümlerine tabi olmakla, ubudiyetle mümkündür. Ki böylece Allah’ın “Ey mutmain olmuş nefs! Rabbin senden, sen O’ndan razı olduğun halde Rabbine dön. Kullarımın arasına gir, cennetime gir” (Fecr, 27-30) hitabına muhatap olan hususi kullar makamına dahil olabilsin.

Kalbin İslâm’a girmesi; nefsin kötü ahlâklarından ve hayvani vasıfların hasasetinden temizlemek, ruhun ahlâkıyla süslemek, melek vasıflarıyla bezemekle mümkündür. İman nurlarının kalbe girmesi, Hakk’ın kalbin içine imanı yazması ve kendi katından bir ruhla onu kuvvetlendirmesi ile gerçekleşir.

“Kalplerine imanı yazdı ve onları kendi katından bir ruh ile destekledi.” (Mücadele, 22) Hakikatte iman kalbe girmedikçe, kalp İslâm’a girmez. Nitekim Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: “İman kalplerinize girmedi” (Hucurat, 14)

Ruhun İslâm’a girmesi; Allahu Teâlâ’nın ahlâkıyla ahlâklanması, ezeli hükümlere teslim olması, nazarını ve tüm alakalarını masivadan kesmesi ve uluhiyet cezbelerinin tasarrufuyladır.

Sırrın İslâm’a girmesi; Allah’ta fani olmak ve Allah ﷻ ile baki olmakladır.

وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ Yani onun sireti ve sıfatı üzere olmayın. Ki onun sıfatı yüz çevirip kibirlenmektir. Bu da İslâm’ın zıddıdır, küfürdür. “Kibirlendi ve kafirlerden oldu.” (Sad, 74)

 

Belagat

• Bu âyet-i kerimede İslâm bir kaleye, şeytan düşmana benzetilmiştir. İstiare-i tebaiyedir. Karinesi cer-mecrur (فِي السِّلْمِ)’dir.

• ‘Topluca’ denmesi tazammuniye olarak, dışarıda kalanın ya şeytana yem ya da ona yardımcı olacağını gösterir. Yani sadece salih olmayı değil muslih olmayı da emretmiş olmaktadır.

Dal bil iktizası, silah, cephane gibi mühimmatları hazırlamak, askeri birlikler oluşturmak, zırh, miğfer edinmek, cesaret, sadakat, kuvvet toplamak, tevekkül gibi manevi silahları hazırlamaktır.

• ‘Şeytanın adımlarına uymayın’ kevn-i sabıkıyla, şeytanın adımlarına uyarsanız, sonunda cehenneme gidersiniz, demektir.

• Nefis de şeytan gibi düşmandır. Nefis atına binip dizgini ele alabilirsek bizi zafere, cennete, saadete götürür. Ama onu dizginlemez, kendi başına bırakırsak bizi ya ahıra ya uçuruma götürür.

• اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبٖينٌ Delalet-i iltizamiyesi ile, düşmana karşı daima uyanık olmamız gerektiğini hatırlatır.