Sureler

Göster

Bakara Sûresi 209. Ayet

فَاِنْ زَلَلْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْكُمُ الْبَيِّنَاتُ فَاعْلَمُوا اَنَّ اللّٰهَ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ

209- Size bunca açık deliller geldikten sonra yine şeriat yolundan kayarsanız, bilin ki Allah mutlak güçlüdür, tam hikmet sahibidir.

 

Şeytan Allah’ın ﷻ kullarını davet eder, günahı haramı süsler. Ama delil getiremez, sadece nefsin zayıflığından yararlanır. Kalbini, beynini, yolunu kaydırmaya çalışır. Verdiği vesveselerle aklını karıştırır. Hele muhatabı ilimden, irfandan, imandan, İslâm’dan, âyetten, hadisten bihaber ise, artık o şeytan için çantadaki kekliktir. Onu katakulliye getirir, sağından gelir, solundan gelir, pusuya yatar.

Bütün arzusu mü’mini sırat-ı müstakimden kaydırıp iki cihan saadetini yok etmek, en kıymetli hazinesi, nimeti olan imanı kalbinden çalmak, dünyadan imansız, Kur’ân’sız, amelsiz, ihlassız çıkarmak ve ebedi hayatını mahvetmektir. Bunun için Yüce Allah onun düşman olduğunu, neler yaptırmaya çalıştığını, kuruntularını, vesveselerini, tetkiklerini iptal edecek beyyineler, akli, nakli deliller gönderip göstermiş ve din-i İslâm’ı hem hali hem de kavli ile gösteren, öğreten, eğiten, temizleyip tezkiye eden Resûlü’s Sakaleyn’i tebliğci göndermiş. Gayret bizden tevfik Allah’tandır.
 

Size bunca açık deliller geldikten sonra yine şeriat yolundan kayarsanız ...

Zelel, doğru yoldan sapmak demektir. Hakiki manada, ayak kayması için kullanılır. Bir kimsenin ayağı kayıp çamura düştüğü zaman زَلَّ - يَزِلُّ denilir. Daha sonraları manevî işlerde kullanılmıştır. Günah da zelle diye adlandırılmıştır.

فَاِنْ زَلَلْتُمْ ’ün manası ‘Haktan sapar ve onu geçerseniz’ şeklindedir. Bu sapma çok günahla meydana geldiği gibi, az günahla da olur.

Âyet ehli kitab ya da münafıklar hakkında nazil olmuştur.

Allahu Teâlâ neticeyi bildiği halde فَاِنْ زَلَلْتُمْ diye şart getirmesi, insanlar üzerinde hüccet olması içindir.

İbn Abbas (r.a) âyeti şöyle tefsir etmiştir: ‘Hz. Peygamber ﷺ ve şeriatı size geldikten sonra, cumartesi çalışmayı ve deve eti yemeyi haram sayarsanız, biliniz ki Allahu Teâlâ ceza vermede aziz ve fiillerinde hakimdir.’ Bu âyet karşısında ehli kitaptan müslüman olanlar, ‘Yâ Resûlallah, istersen senin kitabından başka her kitabı bırakırız’ dediler, bunun üzerine Cenâb-ı Hakk, “Ey iman edenler, Allah’a ve peygamberine iman (etmeye devam) ediniz” (Nisa, 136) âyetini indirdi.

Resûlullah ﷺ şöyle buyurdu: ‘Bir kavim, içinde bulunduğu hidâyetten sonra sapıttı ise bu, mutlaka cedel sebebiyle olmuştur.’ Resûlullah ﷺ bunu söyledikten sonra, delil olarak şu âyeti okudu: “Onlar: Bizim tanrımız mı yoksa O mu daha iyidir? dediler. Sana böyle söylemeleri, sırf tartışmaya girişmek içindir. Onlar şüphesiz münakaşacı bir millettir.” (Zuhruf, 58)

          ✽     ✽     ✽

Ali Efendi adında bir kuyumcu her işini besmeleyle yapardı. Komşusu olan Yahudi kuyumcu bir gün ‘Bu söylediğin nedir kuzum?’ diye sorduğunda ‘Benim bekçimdir, her

şeyimi korur!’ dedi. Yahudi, aklıyla Müslüman komşusunu yalancı çıkarmak kastıyla bir öğle vakti Ali Efendi’ye gelerek kıymetli bir yüzüğünü saklamasını istedi. Ali Efendi ‘Bismillahirrahmanirrahim’ dedi ve yüzüğü besmeleyle kasasına koyup yine besmeleyle kasasını kapattı. Ali Efendi’nin ardından Yahudi, komşusunun dükkanına girdi ve bir fırsatını bulup yüzüğü kasadan alarak denize attı.

Evine varan Ali Efendi’ye hanımı biraz balık almasını söyledi. Ali Efendi taze tutulan balıklardan aldı. Hanımı balığı temizlerken içinden yüzük çıktı. Yüzüğü gören Ali Efendi tanıdı ve ‘Hanım! Allah ﷻ bugün herhalde bir Yahudi’yi Müslüman edecek!’ dedi, gidip yüzüğü tekrar besmeleyle kasaya koydu. Az sonra gelen Yahudi yüzüğünü istedi, Ali Efendi besmeleyle yüzüğü verince Yahudi baygınlık geçirdi, kendine geldiğinde ‘Eşhedü en la ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resûlühü’ deyip Müslüman oldu.

          ✽     ✽     ✽
 

مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْكُمُ الْبَيِّنَاتُ sözü aklî ve naklî bütün delilleri içine alır.

Aklî deliller; Hz. Muhammed ﷺ’in peygamberliğinin doğruluğunu, âlemin hadis olduğunu ve her türlü malûmatı bilen, her türlü mümkinata kadir olup, bütün ihtiyaçlardan âzâde olan bir Yaratıcı’ya muhtaç olduğunu, mucize ile sihir arasındaki farkı ve mucizenin doğruluğa delil olduğunu bilmek gibi şeylerdir.

Naklî deliller ise, Kur’ân ve Sünnet’teki açıklamalardır. Âyet bütün bu deliller mevcud olduğu zaman mükellefin mazur sayılmayacağını bildirmiştir.

Bu âyet, insanın ancak açıklama yapıldıktan ve mazeretleri kaldırıldıktan sonra günahından dolayı sorumlu tutulabileceğine delâlet eder.

Delillerden, ancak onlarla istifade etme gücü olanlar yararlanır. Âyet, tefekkür ve istidlal gücü olan herkese vaîd-i ilâhinin söz konusu olduğunu gösterir.
 

Biliniz ki Allah aziz ve hakimdir.

‘Azîz’, murad ettiği şeye mani olunamayacak kimsedir. Bu da ancak tam bir kudretle olur. Allahu Teâlâ’nın bütün mümkinâta kadir olduğu sabittir. Âyetin manası, ‘Size beyyineler geldikten sonra eğer (haktan) saparsanız, biliniz ki Allah, hiçbirinizin engelleyemeyeceği ve size kadir bir zattır. Binaenaleyh sizin için murad ettiği her şeyi yapar’ şeklindedir.

Bu, büyük bir tehditdir. Çünkü bu ifade, ‘ikâb’ (azab) lafzıyla yapılacak tehdidin bulunduramayacağı her tür korkuyu ve tehdidi içinde taşır. Çoğu kez baba çocuğuna: ‘Bana karşı çıkarsan, beni tanırsın, sana karşı olan gücümü ve kuvvetimi bilirsin’ der. Bu söz, zecr (engelleme) hususunda, dövme ve benzeri şeyleri söylemekten daha kuvvetlidir.

‘Eğer kayarsanız’ tehdidinden sonra, Hakim isminin gelmesi, vaidden sonra vaad ifade eder. Çünkü Hakim’in hikmetine yakışan da iyi ve kötü işlerin arasını temyiz ve tefrik etmektir. Hakim’den beklenen kötü kişileri cezalandırması ve iyileri mükâfatlandırmasıdır.

Aziz’in arkasından Hakim isminin gelmesi; âyetin ilâhî tehdidi ifade ettiği gibi, ilâhî vaade de şâmil olduğunu gösterir.

İmam Gazali ‘Aziz’ isminin manasını şöyle açıklamıştır: Aziz emsali az olan, ulaşılması güç, faydası çok, kadri büyüktür. Bu üçünü bir arada tutmayan aziz olamaz.

Birisi bu âyeti, اَنَّ اللّٰهَ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ  yerine, اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ şeklinde okumuş. Bir bedevi bunu duymuş ve yadırgayarak şöyle demiş:

‘Eğer bu ilâhi kelam ise, O böyle demez. Çünkü hakîm olan, hata işlendiği zaman gufrandan bahsetmez.’

 

Belagat

• فَاِنْ زَلَلْتُمْ şart edatının mazi üzerine gelmesi, Cenâb-ı Hakk’ın insanlar üzerinde hücceti olması içindir.

‘زَلَلْتُمْ / Kayarsanız’ fiili, müstearun minh, günah işlerseniz, küfre girerseniz müstearun lehtir. Camisi, zarara yol açması, acı vermesidir.

Önceki âyette ‘Şeytanın adımlarına uymayın’ dedikten sonra ‘Eğer kayarsanız’ diye devam etmesi, muraat-ı nazırdır.

Yine زَلَلْتُمْ fiili, tecessümdür.

Düşmenin öncesi, kaymaktır. Düşmeyin, yerine ‘Eğer kayarsanız’ buyrulması, kevn-i sabıktır. ‘Günah günahı arttırır.’ Yoldan çıkmak günah işlemenin başlangıcıdır. Dal bil işaresiyle, kayan elbette düşer, sakın kaymayın, baştan halledin, demektir.

Kaymak kaygan zeminlerde olur, dünyanın kaypak zeminli olduğuna, dikkatli olmaya işarettir. Kaymamak için tutunmak gerekir. “Allah’ın ipine sımsıkı tutunun.” (Âl-i İmran, 103)

• Ayrıca zelle, peygamberlerden sudur eden küçük hatalara denir. Büyük günah şöyle dursun, küçük günah işlemenin bile çok büyük suç olduğuna tarizdir. Burada şart edatı olan اِنْ ’in mazi üzere gelmesi faraza üzere kurulmuş şart cümlesidir.

Açık deliller, peygamber, kitap geldikten sonra doğru yoldan sapmaya, kaymaya hiçbir mazeret yoktur.

Küfrün iki sebebi vardır; biri bilmemek ki Cenâb-ı Hakk onu delillerle ortadan kaldırmıştır. İkincisi nefse uymaktır.

• مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْكُمُ الْبَيِّنَاتُ buyrulması, mefule isnaddır. Aslı ‘Allah ﷻ size delilleri getirdikten sonra’ şeklindedir. Aynı zamanda tecessümdür.

• الْبَيِّنَاتُ sıfatlı kinayedir. Delil’den maksat, âyet-i kerimeler, hadis-i şerifler ve kevnî hakikatler yani akli ve nakli delillerdir.

•  فَاعْلَمُوا اَنَّ اللّٰهَ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ  cümlesi murat-ı nazırdan teşabuhe’l etraftır. Aziz’le kaviyy olan Allah’ın ﷻ ipine tutunulursa kayılmayacağına, Hakim de açık âyetler göndermesine işarettir.