210-Onlar ille de Allah’ın bulut gölgeleri içinde meleklerle birlikte kendilerine gelmesini ve işlerinin bitirilmesini mi gözetliyorlar? Oysa bütün işler Allah’a döndürülür.
Önceki âyetin sonunun ‘Bilin ki Allah ﷻ Aziz ve Hakim'dir’ diye bitmesi bu âyete beraati istihlal olarak, bir ön söz mesabesindedir. ‘Bilin ki’ emriyle cehalet perdesi aralanır.
Hakiki ulvilikler âleminden geldikten sonra nefsi hevaya uyarak hak yoldan ayrılanlar, artık güçlü ve hükmü her şeye geçen Malik-i Zülcelal’in kahru galebesini unutmasınlar. Onun gücü yanında kendi güçsüzlüklerini, O’nun hakimiyeti, hikmeti, hükmü yanında kendi hükümsüzlüklerini anlasın, bilsinler. Delille, bilgiyle, hikmetle nasihatle yola gelmezlerse o zaman belayı, hem de çok dehşetli belayı bekliyorlar demektir. Allah’ın azap hükmünü, kara bulutların ağır gölgeleriyle gelen afaki afetleri, azap meleklerinin gelmesini, belalarını bulmayı bekliyorlar... Bu ne hazin bekleyiş, bu ne derin gaflet, bu ne çaresiz dert! Artık iş bitmiş, yüce huzura dönme zamanı gelmiştir.
Kur’ân dört kısım üzere nazil oldu:
1- Cahilliği sebebiyle insanların bilmedikleri kısımlar,
2- Âlimlerin bilip tefsir edebildikleri kısımlar,
3- Arapçayı bilmemiz sebebiyle anlayabileceğimiz kısımlar,
4- Allah’tan başka hiç kimsenin bilemeyeceği kısımlar.
Bu âyette de ‘Allah’ın gelmesini beklemek’ tabiri müteşabih bir ifadedir. Gitme ve gelme gibi vasıflar Allah’a nisbet edilemez. Allahu Teâlâ bir işten bahsedip, onu kendisine nisbet ettiğinde, eğer bu fiilin Allah’a nisbet edilmesi (zahiren) imkânsız olursa, vâcib olan, bu fiili ve manayı tevil etmektir.
“Ki onlar, Allah ile muharebe ederler” (Maide, 33) âyeti ‘O’nun dostlarıyla muharebe edenler’ manasındadır. Yine “Ve Rabbin geldi” (Fecr, 22) âyetinden maksad, O’nun emrinin gelmesidir. Burada muzaf hazfedilip, muzafın ileyhi onun yerine geçmiştir. Bu meşhur bir mecazdır.
Allah’ın gelmesinden maksad;
‣ O’nun âyetlerinin gelmesidir. Âyetlerin şanını yüceltmek için, âyetlerin gelmesi, ‘Allah’ın gelmesi’ olarak ifade edilmiştir. Nitekim, hükümdar tarafından büyük bir ordu gönderildiği zaman, ‘جَاءَ الْمَلِكُ / Melik geldi’ denilir.
‣ Âyetten kastedilen, ilâhî tehdit ve ceza olduğuna göre, âyette O’nun heybetinin, kahr-u galebesinin ve tehdidinin gelmesinin takdir edilmesi gerekir. Mana şöyledir: ‘Onlar, sadece Allah’ın kendilerini tehdid ettiği azab ve hesabının gelmesini beklerler.’ Onlara getirilecek şey hazfedilince, fikirleri dağılıp, akıllarına her tür şey geldiği için, bu daha beliğ olmuştur. Başlarına gelecek şey zikredilseydi, bu tehdit olarak onlara hafif gelirdi.
‣ O’nun emrinin gelmesidir.
Arapça’da emrin iki manası vardır: Birisi fiil, durum ve yol manasıdır. Âyette geçen ‘emir’ fiil manasına hamledilir. Bu da, mahşer meydanına yakışan dehşetli haller ve apaçık delilleri (âyetleri) ortaya koyma gibi fiillerdir.
‘Emr’ kelimesinin ikinci anlamı, nehyin zıddı olan emirdir. Bu durumda iki görüş ortaya çıkar:
1- ‘Kıyamet gününde bir münadi, ‘Dikkat, Allah size şunu şunu emrediyor’ diye çağırır. İşte emrin gelmesi budur. ‘Bulutlardan gölgelikler içinde’ tabiri de, ‘bulutlardan gölgeliklerle beraber’ manasındadır. Bu nidanın duyulması ile gölgelerin gelmesi aynı anda olur.
2- Bulutlardan olan gölgeler içinde Allah’ın emrinin gelmesi, bu bulutların içerisinde birçok seslerin bulunmasıdır. Bu sesler, herkesin saîd veya şaki olma hususundaki Allah’ın hükmüne delâlet ederler.
Veya Allahu Teâlâ’nın, beyaz bulutun içinde düzenli siyah yazılar yaratmış olmasıdır. Bu yazılar ile, kıyamet meydanında bulunan kimselerle ilgili vaad, vaîd ve benzeri şeyler anlaşılır. Böylece buluttan olan gölgenin faydası, Allahu Teâlâ’nın onu indirmek istediği kavme bir işaret kılmasıdır. Bu esnada o kavim, emrin yaklaştığını ve gelmek üzere olduğunu anlarlar.
‣ Âyetteki, فٖي ظُلَلٍ (gölgelikler içinde) sözündeki فِي harf-i cerri, ب harf-i cerri manasınadır, ‘Onlar ancak, buluttan gölgelikler ve meleklerle birlikte Allah’ın gelmesini beklerler’ anlamına gelir. Bundan maksad ise, meleklerle birlikte, bulutlar içinde Allah’ın azabının onlara gelmesidir.
Âyetin maksadı, kıyametin büyüklüğünü, dehşetini ve şiddetini canlandırmaktır. Bütün günahkârlar davalaşmak için bir araya toplandıklarında bu davada hâkim olan Zâtın, kahretme ve heybet bakımından sultanların en güçlüsü, yücesi olarak, orada bulunmasından günahkârlara daha zor gelen başka bir vakit yoktur.
Âyet Yahudiler hakkında nazil olmuştur. Manası ‘O yahudiler, senin dinini, ancak Allah’ın kendilerine bulutlardan olan gölgelikler ve meleklerle beraber gelmesi durumunda kabul ederler’ şeklinde olur. Hz. Mûsâ’ya da aynısını yaptılar ve “Allah’ı apaçık görmedikçe sana inanmayacağız” (Bakara, 55) dediler. Bu durumda, âyeti tevil etmeye gerek kalmaz. Çünkü yahudiler ‘teşbih’e (Allah’ın mahlukata benzediğine) inanıyor, Allah hakkında gitme gelme gibi vasıfların kullanılabileceğini kabul ediyor, ‘Allah, Tur dağında buluttan gölgeler içinde Hz. Mûsâ’ya tecelli etmiştir’ diyorlardı. Hz. Mûsâ’dan (a.s) istediklerini, aynen Hz. Muhammed ﷺ zamanında da istemişlerdir.
Bu âyet, Allah’ın kendilerine gelmesini bekleyen bir kavmin bulunduğuna delâlet eder.
ظُلَلٍ çoğul bir kelimedir. ‘Allah’ın seni gölgelendirdiği şey, gölgelik’ manasınadır. Halbuki bulut, ancak birbirine girip kat kat olduğu zaman böyle gölge verir. Buna göre ‘buluttan gölgeler’ ifadesi, her parçası kesif ve kocaman olan, ayrı ayrı parçalardan ibarettir.
Bulut, rahmet yeridir. Buluttan azab gelince, durum son derece ürkütücü olur. Çünkü kötülük umulmadık bir taraftan geldiği zaman, çok daha şiddetli ve ürpertici olur. Hayır da hiç beklenmedik bir taraftan gelince, son derece sevindirici olur.
Bulutun inmesi, kıyamette meydana gelecek olan en şiddetli korkular için bir alâmettir.
Buluttan sayısız ve sonsuz yağmur damlaları iner. Tıpkı bunun gibi bu buluttan, sınırsız azab katreleri de indikçe iner.
Bu bulutlar normal bulut değildir, İsrâiloğullarına çölde yollarını kaybettikleri zaman gölgelendirmek için gelen buluttur. İşte Allah, kıyamet günü böyle bir bulutun içinde gelecektir. Mücahid
وَالْمَلآئِكَةُ geçen kelimeye atıftır. Buna göre takdir, ‘Onlar, Allah’ın emrinin, âyetlerinin ve bunlarla beraber meleklerin gelmesini beklerler.’ Meleklerin gelmesi hakikat olabilir. Melekler, kıyamet hükümlerinden hor ve hakir etme, azab etme gibi emrolundukları şeyi yerine getirmek için gelirler.
Onların tehdid edildikleri iş bitirilir. Bu esnada, onların hiçbir hataları affedilmez, hiçbir cezaları geri çevrilemez ve başlarına geleni savuşturma hususunda hiçbir çare fayda vermez.
Veya bu işin bitirilmesi ‘Emrin yerine getirilmesi...’ demektir. Buna göre, ‘Onlar ancak Allah’ın kendilerine gelmesini ve emrin yerine getirilmesini beklerler’ şeklindedir.
Bu ‘emir’ mahlûkat arasında hükmedip, herkese hakkını vermek ve cennet veya cehennemdeki yerine ulaştırmak da olabilir.
وَقُضِيَ الْاَمْرُ tabiri, kıyamet hallerinin fasılasız olarak bir çırpıda olacağını gösterir. Çünkü Allahu Teâlâ’nın kazasını savuşturacak ve hükmüne mani olacak hiçbir güç yoktur.
Allah gerçeği hiçbir zaman kayıtsız şartsız kabul edilecek, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği biçimde göz önüne sermez. Çünkü o zaman imtihanın manası kalmaz. Başarı ve başarısızlık anlamını yitirir. Bunun içindir ki Rabbimiz insanları şöyle uyarmaktadır: Allah’ın melekleriyle birlikte bütün azametiyle karşınıza çıkacağı günü beklemeyin! Zira o zaman sizin işiniz bitecektir. O zaman azabınız kesinleşecek ve hiçbir şansınız kalmayacaktır. Böyle bir durumla karşı karşıya kaldığınızda iman ve itaatinizin hiçbir manası olmaz. Çünkü artık ona iman denmeyecektir. Gözle görülen bir şeye iman istenmez. İman gaybın konusudur. Zaten yeis halindeki bir iman da iman değildir. Kıyamet günü geldiğinde pişmanlık fayda vermeyecektir.
Buradaki soru aslında olumsuzluk belirten ve onaylamayan bir ifade biçimidir. Kabul görmeyen, hoş karşılanmayan şey ise tüm varlıkları ile barışa girmeye yanaşmayan, bu konuda tereddütlü davrananların bekleyiş sebebidir.
Onları bu çağrıya olumlu karşılık vermekten alıkoyan sebep nedir?
Ne bekliyorlar? Gözledikleri nedir? Sanki bunlar ‘Allah ve melekler bulut gölgeleri arasından tepelerine ininceye’ kadar bu tereddütlü tutumlarını devam ettirecek gibidirler. Acaba bunlar vaad edilen korkunç gün gelinceye kadar inatlarını sürdürüp bekleyecekler mi?
Allahu Teâlâ, onların bu fâsid şarta bağlı olarak dini kabul etme hususundaki inad ve beklemelerini nakledince, bunun peşi sıra bir tehdid olarak, “وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ / Ve işler Allah’a döndürülür” buyurmuştur.
Allahu Teâlâ, dünyada herkesi birçok şeye mâlik kılmıştır. Dünya işleri sona erip sevab ve ceza yurdu olan ahirete ulaştığımızda bütün işler bir olan Allah’a ait olur. Bu nedenle, Allah korkulmaya ve itaat olunmaya müstehak olandır.
‘تُرْجَعُ / Döndürülür’ fiili meçhul sigada geldiği için, ‘Kullar, kendi nefislerinin şehadetiyle o işleri Allah’a ve O’nun hükmüne havale ederler’ manasına da gelir.
• هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا اَنْ يَأْتِيَهُمُ اللّٰهُ cümlesinde heybeti artırmak ve kalplere korku salmak için, zamir yerine ‘Allah’ lafzı kullanılmıştır.
• ظُلَلٍ kelimesindeki nekrelik, durumun dehşetini korkunçluk ve heybetini ifade etmesi içindir. Zira bulutlar, içindekileri göstermeyecek kadar yoğun olduğu için, son derece heybetli ve korkunç görünürler.
• قُضِيَ الْاَمْرُ ifadesi öncesine atıfsa, ‘Allah’ın, meleklerin gelmesini ve işin bitirilmesini beklerler’ manasındadır. Ve bu durumda muktezayı zahirin hilafına kelamdan, mazi fiil, muzari fiil yerinde kullanılmış olur.
Özellikle ahiretle ilgili âyetlerde bunun misali çoktur. Ahirete dâir şeylerden çoğu kez mazi fiille haber verilir. Bu mecazi üslupla ahiretin yakınlığına dikkat çekilmektedir. Sanki kıyamet kopmuş ve Allah’ın olmasını murad ettiği şey olup bitmiştir. Ayrıca muzari yerine mazi getirilmesi herkesin yaptığının cezasını görmesi için kıyametin mutlaka kopacağını iyice tekid eder. Kıyamet, sanki olup bitmiş gibi kabul edilmiştir.