218- İman edenler ve Allah yolunda hicret edip savaşanlar; işte bunlar kesin olarak Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah gerçekten bağışlayıcı ve merhametlidir.
Mü’minler on üç sene boyu müşriklerden, kafirlerden eza, cefa çektiler. Sonra hicret, sonra da cihat emri geldi. Önce memleketlerinden, yurtlarından, evlerinden, doğup büyüdükleri yerden her şeylerini bırakarak, hakaretlere, ezalara maruz kalarak hicret ettiler. Mekke’de çok az mü’min kaldı. Sonra onlara da hicret emri geldi. Bu, Allah ﷻ yolunda birinci fedakârlık, vefalarının ilk ifası idi. Zor da olsa biiznillah başardılar. Sıra cihada geldi... Mallarını verdikten sonra canlarını da Allah ﷻ yolunda verecekler miydi? Onları barındıran, bağrına basan, kardeş edinen ensarla birlikte muhacirler, savaş meydanlarında aslanlar gibi çarpıştı. Aziz canlarını, canların cânı uğrunda feda ettiler. Şehitliğe, Allah ﷻ yolunda ölmeye düğüne gider gibi gittiler. Kendilerini bekleyen cennetlere, ümit ettikleri rızâ-i ilâhiye, rahmet-i Rahmân’a Cafer-i Tayyar gibi, Allah’ın ﷻ aslanı ünvanını alıp Hamza gibi gittiler.
Şanı, şerefi, dünyayı ellerinin tersiyle itip, Resûlullah’a siper olup koruyan Musab gibi gittiler. Damatlığının ilk gününde zevkü sefayı bırakıp Hanzala gibi gittiler. Arkalarına kıyamete kadar sönmeyecek nurlu izler bırakarak gittiler. Baba oğul ‘sen gideceksin gazaya, ben gideceğim’ diye yarışırken, çözümü kura çekerek bulup da gittiler.
Onlar; dünya için Mescidi Haram’ın dahi hürmetini çiğnemekten çekinmeyenlere mukabil, böyle asilce, ahiret için, rızâ-i ilâhi için her şeylerini, aziz canlarını feda ettiler. İşte âyette bu kahramanlar övülüyor, rahmetle, şehadetle müjdeleniyor.
هَاجَرُوا, ‘Vatanlarını, kabilelerini terk ettiler’ demektir. هَجْرٌ vuslatın zıddıdır. Kötü söze de اَلْهَجْرُ denir. Çünkü kötü söz ayrılmayı gerektirir. الَْجَهْدُ meşakkat demektir. ‘الَْمُجَاهَدَة / Mücâhede’ karşılıklı yapmayı ifade eden mufaale babındandır. Allah’ın dininin üstün gelmesi için gayretini, başkalarının gayretlerine katmak manasına gelir. Veya savaşta düşmana karşı bütün gayretini sarf etmek anlamındadır.
Hicret iki kısımdır:
Suri hicret: Mekke’nin fethiyle sona eren hicrettir.
Manevi hicret: Kalp kıblesini feth edip, onu şirk ve heva putlarından kurtarıncaya kadar nefsin vatanında Allah’a yürümektir. Bu hicret kıyamete kadar sürer.
Her kim dini ile bir yerden bir yere hicret ederse, gittiği yer bir karış yer de olsa cennette İbrahim (a.s) ve Muhammed ﷺ onun arkadaşı olur.
İnsanlığın atası ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’den, Efendimiz’e ﷺ kadar bütün peygamberlerin hayatlarında hep hicret vardır. Hz Âdem, cennetten yeryüzüne gönderilmiştir. Hz. Nuh tufanı yaşamış, Hz. İbrahim Nemrut’un ülkesinden Şam dolaylarına göçmüş, Hz. Lut sapıkların diyarından çıkmış, Hz. İsmail Kâbe-i Muazzama civarına, Hz. Mûsâ Mısır’dan Filistin’e, Hz. Yusuf Kenan ilinden Mısır’a hicret etmişlerdir. Bu kader-i nebevî o kadar açıktır ki, Fahr-i Cihan’a ilk vahiy gönderildiği zaman, durumu öğrenen ve peygamberler tarihi hakkında bilgi sahibi olan Varaka b. Nevfel, Efendimiz’e: ‘Kavmin Seni Mekke’den çıkardığında, hayatta olsam da Sana yardım etsem’ diyerek bu kaçınılmaz gerçeği vurgulamıştır.
Bütün peygamberlerin hicretlerinin amacı, hedefi hep aynıdır. Fahr-i Alem’e hicret emri hangi sebeple verilmişse, O’ndan önceki peygamberlere de onun için verilmiştir.
Hicret, tavır ortaya koymadır. Mü’min imanla yaşamaya çalışırken tüm kapılar yüzüne kapanmış, çevresi inancını yaşamasına imkân vermeyecek duruma gelmişse, mekân değişikliği için seçtiği Habeşistan pek elverişli olmamışsa, acaba mı diye gittiği Taif’ten kan revan içinde dönmek zorunda kalmışsa, o zaman Allah’ın kendisine bir Medine lütfedeceğine inanacak ve işte o zaman mekân değişikliği zorunlu olacaktır.
Hicret, yurt dışında aranan destek;
Dava sahibine öz yurdu köstek.
Merkezi dışardan sarmaktır murad,
Merkezin çevreden fethidir istek. N. Fazıl
✽ ✽ ✽
Abdullah b. Cahş, yaptığı işte kazançlı çıktığını ve sevap elde ettiğini kesin olarak bilemiyor, fakat bunu bekliyor ve umuyordu.
Burada vaad-i ilâhî ‘recâ’ (ümid) kelimesiyle ifade edilmiştir. Çünkü iman ve amelden dolayı sevap almak, aklen vâcib değildir. Bilakis vaad edildiği için sevap alınır. Bundan dolayı Cenâb-ı Hakk sevabı, ümit etmeye bağlı kılmıştır. Ayrıca iman ve amelden dolayı sevap elde etmek, bundan sonra bir daha küfretmemeye bağlıdır. Bu şart ise, kesin olmayıp, şüpheli bir durumdur.
Burada zikredilen iman, hicret ve Allah yolunda cihad etmektir. Bununla beraber insanın, başka ameller de yapması lazımdır. Allah’ın diğer amellere de muvaffak kılmasını dilemelidir. Bu sebepten onu Cenâb-ı Hakk, ümit etmeye bağlı kılmıştır.
Allahu Teâlâ; kulların kendi eksikliklerini bilerek, hicret ve cihad ile dünyayı terk etmekle; ibadeti layıkıyla yapamadıklarını ve dine yardım vazifelerini tam ifâ edemediklerini görüp, bundan dolayı da ümit ve korku içinde yönelmekle vasfetmiştir.
İman ve amel-i sâlih üzere öldükleri zaman, Cenâb-ı Allah onları umduklarına kavuşturacaktır.
Allahu Teâlâ insanı üç çeşit perdeyle örtmüştür. İlk örtü, insanın ayıp ve çirkin yerlerini gizleyen elbiseleridir. İkincisi, insanın fikir, düşünce ve hayallerinin gizlenmesidir.
Üçüncüsü; kullarının günahını örtmesi, günahlarını sevaba çevirmesi, sanki hiç günah işlememiş gibi, ahirette yalnızca sevaplarını yazan defterini vermesidir.
Bu ismi bilen mü’min, kendi günahlarını örtüp gizlediği gibi, başkalarının günahlarını da örtüp gizlemeli ve açığa vurmamalıdır. Bu ismin kuldaki tezahürü, insanları ve olayları olumsuz yönleriyle değil, olumlu yönleriyle değerlendirmesidir.
‘Gafur’ ismini 1286 defa okuyanın günahları affolur. Kendisine gazab ve düşmanlık zarar vermez. Yusuf Nebhani
Rahmet; olumsuzluklardan esirgemek, sakınmak, affetmek, bağışlamak, acımak, yakını olmak, yar olmak, hayır ve iyilik etmek, nimet vermek, rızık vermek, ihsan etmek, korumak, gözetmek... anlamlarına gelir.
Rahim, Rahman isminden farklı olarak, Allah’ın rahmet ve merhametinin ileriye doğru, geleceğe yönelik ve daha çok kulun çabası sonucu layık olacağı, hak edeceği bir merhamet anlamını ifade eder.
Rahim sıfatı, ilim ile cehaletin, çaba ile tembelliğin, itaat ile isyanın, iman ile küfrün nankörlükle şükrün, adaletle zulmün birbirinden ayrılarak bu konularda olumlu tavırlara sahip olanlara gösterilecek merhamet anlamını taşır. İlim, irade, çalışma ve kazanma unsurlarından oluşan terakki zinciri Rahim sıfatının tecellisidir.
Rahim sıfatı, fertlerin maddi manevi, dünyevi uhrevi alanlarda, teknik ve ahlâki konularda ilerlemelerini sağlayan ana zemini oluşturur.
Rahman; varlıklara var olmaları için gerekli donanımı sağlar.
Rahim, bu donanımı doğru yolda kullanma sonucu üretilen değerin kıymetini bilip ödülünü bol bol verir.
Rahim, bir şeyi elde etmek için çaba gösterenle göstermeyeni birbirinden ayırır. Emek harcayana istediği ve hedeflediği şeyi verir.
Günde yüz defa ‘Yâ Rahim’ diyenin kalbinde rikkat ve mahlukata şefkat hisleri doğar. Yusuf Nebhani
Abdullah b. Cahş, Efendimiz’e ﷺ ‘Yâ Resûlallah eğer yaptığımız işe bir ceza gerekmiyorsa, peki ondan mükâfat bekleyebilir miyiz?’ diye sordu. Bu âyet-i kerime de ona cevaben nazil oldu. Çünkü Abdullah mü’min, muhacir ve bu seriyye sebebiyle bir mücâhid idi.
• İman edenler, hicret edenler ve cihat edenler arasında muraat-ı nazır, vasıldan tezayuf vardır.
Delalet-i tazammuniyesi ile, Allah’ın ﷻ rahmetini umabilmek için, iman, cihad ve hicretin gerektiğini gösterir.
• Cem mea taksimin kısımlarından, önce taksim edip, sonunda cem etmiştir.
• ‘İşte onlar’ derken, ism-i işaretin gelmesi, müşarun ileyhi takip edenin nail olacağı vasıflara liyakatini tembih içindir.
• Allah’ın ﷻ rahmeti, lazım; rızâsı, cemali, imanla ölmek, cenneti kazanmak melzumdur.
‘Allah gafurur rahim’dir’ cümlesi teşabuhe’l etraftan muraat-ı nazırdır. Affetmesi ile bağışlar, merhameti ile cennete koyar.
Gafur ve Rahim arasında kemal-i ittisal vardır. Affedebilmek için merhametli olmak gerektiğine işarettir.