Sureler

Göster

Bakara Sûresi 220. Ayet

فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِؕ وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْيَتَامٰىؕ قُلْ اِصْلَاحٌ لَهُمْ خَيْرٌؕ وَاِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَاِخْوَانُكُمْؕ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِؕ وَلَوْ شَاءَ اللّٰهُ لَاَعْنَتَكُمْؕ اِنَّ اللّٰهَ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ

220- Hem bu dünya hakkında hem de öbür dünya hakkında. Bir de sana yetimler hakkında soruyorlar. De ki: ‘Onların işlerini yoluna koymak hayırlıdır. Onlarla bir arada yaşayacaksanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah iyiliğe çalışanlarla fenalık yapanları bilir. Dileseydi daha ağır hükümlerle sizi imtihana sokardı. Muhakkak Allah güçlüdür, gerçekten hüküm ve hikmet sahibidir.

 

Âyet, dünya ve âhiret hakkında âyetler üzerine düşünüp, vazifelerimizi emredildiği üzere yapmamızı tembih ettikten sonra sosyal hayat disiplinimizi beyan ediyor.

Yetimlerle ilgilenme, onların dini, dünyevi işlerini düzene koyma, yanlış gidişatlarını engelleme, destek olma, sevgi, saygı ve edebi edeb şartlarına göre öğretme, âyette özetlediği üzere ıslah etme, mü’minlerin, akrabaların, vasilerin ve daha geniş anlamıyla insanlığın görevidir.

Yetimlerle birlikte yaşarsanız, onlara aciz, küçük, güçsüz, garip, yalnız gözüyle bakarak onları dışlamayın. Onların asıl değeri, sizin din kardeşiniz olmasıdır. Onlara dindarca ve kardeşçe muamele edin, mallarını, imkanlarını ellerinden alıp veya eksiltip ıslah ediyormuş gibi gözükerek ifsad etmeyin. Bu hainliğinizi kimse görmese de, bilmese de, fark etmese de, Allah ﷻ müfsidi de, muslihi de biliyor.

Yetime müsbet davranan, iyilik eden, koruyan, sermayesini nemalandıran, Peygamberimiz ﷺ’in iki parmağını birleştirip haber verdiği üzere ebedi hayatta Efendimiz ﷺ’le beraber olmakla şerefleniyor.

Yetimi inciten, hakkını yiyen, malını gasp eden, sermayesini tüketen, horlayan, aşağılayan, desteksiz bırakan, köstek olan, istikbaliyle oynayan, dinden-imandan eden merhametsizler de, karınlarına ateş dolarak, yetimi itip kakan Ebû Cehillerle haşr oluyor.

Yetimle alakalı veballerin en büyüğü de, gayrı meşru ilişkiden doğdu diye veya herhangi tutarsız, nefsani bir sebeple çocukları cami avlularına, manen ölüme terk etmektir. Uygun, şerefli, haysiyetli nikâh yolu dururken, zinaya saparak nesli, cemiyeti mahvetmek de işin cabası.
 

Hem bu dünya hakkında hem de öbür dünya hakkında

Bu ifade, dünya ve ahiret işlerinin ıslahının önemini gösterir. ‘Ahiret’ kelimesinde ‘Ahiret işleri, ahiret hayatı’ gibi bir muzaf takdir edilir. İcazı hazıf vardır.

Bu âyet, hem dünya ve hem de ahireti birlikte düşünmeye teşviktir. Zira sırf dünya üzerine düşünmek insan aklına, kalbine, insan varoluşunun mahiyeti, hayatının asıl niteliği, sorumlulukları ve ilişkileri hakkında tam bir bilgi sunmaz; ölçüler konusunda sağlıklı bir düşünce oluşturmaya yetmez. Çünkü dünya, insan hayatının kısa süreli bölümünü oluşturur. Hayatın sırf bu kısa bölümüne göre davranışları biçimlendirmek asla insanı sağlıklı düşünceye ulaştıramaz.

İnfak konusu özellikle dünyayı ve ahireti birlikte düşünmeyi gerektiren bir meseledir. Çünkü başkasına yardım edenin malında meydana gelen maddi eksilme, kendisine kalp temizliği olarak, içinde yaşadığı topluma da yarar, dirlik ve sosyal barış olarak geri döner. Fakat herkes bunların farkına varmayabilir. O zaman infak konusunda insanı teşvik edecek olan ahiret bilinci, cennetteki mükâfatları düşünmesi olacaktır.

Dünya sizin için yaratıldı. Siz de ahiret için yaratıldınız. Ahirette ise cennet ve cehennem ateşinden başka bir şey yoktur. Hadis-i Şerif
 

Sana yetimlerden soruyorlar

Eğer baba hayatta olmakla birlikte kaybolmuşsa veya çocuklarına bakmıyorsa, bu çocuklar da hükmen yetim sayılır. Bunların malları topluma emanet edilmiştir. Dedesi, amcası gibi en yakın kişiler onun mallarına veli veya vasi olurlar, bunlar da yoksa İslâm Devleti onun vasisidir. Efendimiz ﷺ ‘Velisi olmayanın velisi benim (İslâm Devletidir).’ buyurmuşlardır. İslâm Devletinde herkesin mal, can, mesken emniyeti, devlet tarafından garanti edilmiştir.
 

De ki: Onların durumunu ıslah hayırlıdır.

Islah kelimesi mücmeldir. Bu düzeltmenin nasıl olacağı âyetlerde şu şekilde açıklanmıştır: Sermayelerini tüketmeyin, küçümsemeyin. Zenginseniz hiç almayın. Fakirseniz ihtiyacınız kadar alın. Yetim kızlarla evlenirken haksızlık etmeyin.

Bu ıslah, doğru bilgiyle, İslâmi edeple akidelerinin, ahlâklarının düzeltilmesi, dünya hallerinin öğretilmesi, mizaclarının helak edici, tehlikeli şeylerden, tedavi ile hastalıklardan korunması, israfa veya kısıtlamaya gidilmeden yiyecek, giyecek ve mesken ihtiyaçlarının emsallerinin adetine göre giderilmesi, mallarının işletilmesi ve taahhüt altına alınması gibi bütün ıslah çeşitlerini kapsar.

Bilgili, terbiyeli ve faziletli olması için yetimin işlerini yoluna koymak, o yetimin durumunu ticaret yoluyla düzeltmekten daha tesirlidir.

خَيْرٌ, yetimin bakımını üzerine alan ile ilgilidir. Yani, ‘Bir karşılık ve ücret almadan, onun bakımını üzerine alan veli için, yetimin hakkı hususunda kusurlu davranmasından daha hayırlı ve sevaplıdır.’

Bu ifade yetimle ilgili de olabilir. Yani ‘Yetimlerin ıslahları için velileriyle beraber olmaları, onlardan ayrılmalarından hayırlıdır.’

Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir.

‘Size karışırlarsa sizin kardeşlerinizdir’ kavlindeki vav atıftır. ‘Onları ıslah etmek hayırlıdır’ cümlesine atfedilmiştir.

المُخَالَطَةُ bir çok manaya gelen müşterek bir kelimedir. Masdarı, güç olacak şekilde birbiriyle birleşti manasında olan خَلَطَ’dır. Su suya karıştı, buğday arpaya karıştı, insanlar karıştı, ifadeleri de bundandır. Buradaki manası, çok fazla iç içe olmaktan ve beraberlikten mecazdır. Bundan murad beraberlik, ortaklık, kefalet, akrabalık kurulmasıdır.

‘Eğer siz o yetimlerle yiyecek, içecek, mesken ve hizmet hususlarında bir araya gelirseniz, biliniz ki onlar sizin kardeşlerinizdir.’ Allahu Teâlâ onlara, kişinin kendi oğlunun malı üzerindeki tasarrufu gibi, yiyeceği ile onun yiyeceğini, içeceği ile onun içeceğini karıştırmayı, birleştirmeyi ve bir evde birlikte yaşamayı mubah kılmıştır. Çünkü böyle davranma, muaşeret ve sevgi itibariyle daha müessirdir.

Yani: ‘Eğer siz, mallarının yok olmasına yol açmayacak şekilde onlarla bir araya gelirseniz, işte bu caizdir.’

Bu beraberlik yapılan işin ücreti olacak kadar onların mallarından istifade etmek anlamında da olabilir. Yetimlerin işini üzerine alan kimse ister zengin, ister fakir olsun, bu kadar yararlanabilir.

Yetimin velisi fakir ise, yetimin malından ihtiyacı kadar yer. Zengin olduğunda, yediği kadar malın karşılığını onlara geri verir. Eğer zenginleşemezse yetimden helâl etmesini ister, diyenler de olmuştur.

İbn Ömer (r.a) şöyle demiştir: ‘Allah’ın verdiği mal hususunda, kendimi yetim velisi gibi saydım. Zengin olduğumda sakınarak yedim. Fakir olduğumda, örfe göre bir borç gibi yedim ve onu ödedim.’ Bu beraberlik, yetim çocuğun menfaatini gözetmek şartıyla, onun malını şirket kurmak şeklinde kendi mallarına katmaları olabilir. Beraber yaşamadan maksad, evlilik yoluyla kurulan akrabalık da olabilir. ‘Kardeşleriniz’ ifadesi, yetimlerle iç içe yaşamaya teşvik etmektedir. Efendimiz ﷺ ‘Sizden biriniz kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olmaz’ hadisiyle bu kardeşliğin ölçüsünü bildirmiştir. Ayrıca ‘kardeşleriniz’ ifadesi, cahiliyet döneminde onların yetimleri küçümsediklerine, onlarla bir arada olmaktan ve akrabalıktan kaçındıklarına tarizdir.

فَاِخْوَانُكُمْ sözü ‘فَهُمْ اِخْوَانُكُمْ / Onlar sizin kardeşlerinizdir’ takdirindedir.

Bu ifade yetimin horlanmasını, dışlanmasını engeller. Yetim o evde kendini sığıntı hissetmemelidir. Sığıntı psikolojisi ile büyüyenler güçsüz, zayıf ve cılız yetişir. Güçsüz birey ise her zaman topluma yüktür.
 

Yetim ve öksüzler…

Yüce Allah kullarını ayrı ayrı işlerle ve değişik zamanlarda imtihan eder. İmtihanı başaran, mükâfata nail olur. Başarısız olan imtihanı kaybeder ve yerinde sayar.

Öksüz ve yetimler de Allah’ın imtihanlarından biridir. Onları ve mallarını korumak, büyüyüp gelişmesine çalışmak, tahsil ve terbiyeleriyle uğraşmak her insanın görevidir.

Batı dillerinde iki kelimenin kavramsal karşılığı yoktur: Şefkat ve yetim kelimeleri. Batılılar bu duyguları tanımazlar.

Yetimlik insanlarda baba tarafından, diğer canlılarda ise anne tarafından olur. Yetim kelimesi zayıflık, özellikle akıl zayıflığı manalarına da gelir. Kocasından yalnız kalan kadınlar için de yetim kelimesi kullanılır.

Kur’ân’ın yirmi bir âyetinde doğrudan veya dolaylı olarak yetimlerden bahsedilmektedir. Annesi ölen çocuklara Arapça’da ‘Aciyy’ denir. Kur’ân’ı Kerim’de babası ölen yetim çocuklar söz konusu edilmiştir. Çünkü İslâm’a göre çocuğun bakımı babaya aittir. Annesi ölen çocuğa baba sahip çıkar. Ama babası ölen çocuğun annesi, yeni biriyle evlense, üvey babanın bu çocuğa bakma mecburiyeti yoktur.

Bir baba kendi çocuğunu nasıl sever ve korursa öksüz ve yetimi de aynı duygularla sevip korumalıdır. Çocuk sadece havaya, suya ve gıdaya muhtaç değildir; sevgi ve şefkate de muhtaçtır. Sevildiğini bilen çocuk neşeli, sevgiden ve şefkatten mahrum çocuk ise mahzun, boynu bükük olur.

Yetimlere sevgi dolu bir bakış, bir kaç güzel söz ve başlarını okşamak, hayati önem taşır. Bu davranışları gösteren kişi de salgılanan mutluluk hormonları sayesinde rahatlar. Yetime şefkat göstermenin çift yönlü etkisi vardır.

Yetimlerin doyurulması gereken üç bölgesi vardır: Kafa, kalp ve mide. Kendi çocuklarımız da dahil tüm yetimlerin bu üç bölgelerini doyurmak zorundayız. Kafa Allah’a götürücü bilgiyle, kalp Allah’a imanla, mide de Allah’ın helâl kıldığı rızıkla doyurulmalıdır. Yetimlerin sadece midelerini doyurunca sorumluluğumuz bitmez.

“Allah iyiliğe çalışanlarla fenalık yapanları bilir.”

Âyette müfsid’in muslih’ten önce gelmesi; büyük bir tehdit ifade eder. Allahu Teâlâ adeta şöyle demiştir: ‘Yetimin işlerini tekeffül edecek kimsesi yoktur, iyi bilin ki onun işlerini üstlenen Benim. Onun velisi de Benim.’
 

Eğer Allah dileseydi, sizi muhakkak zahmete sokardı.

عَنَتَ Şiddetli meşakkat ve zorluktur. الْإِعْنَاتُ kişiyi güç yetirilemeyecek bir meşakkate zorlamaktır. Allah’ın dilerse vereceği muhtemel meşakkat, şunlar olabilir:

‣ Eğer Allah isteseydi, yetimlerin mallarından aldığınız şeyi, sizi helak edici kılardı.

‣ Allah isteseydi, bu konuda kendinize güçlük çıkardığınız gibi, sizi meşakkat içinde bırakır ve onlarla bir araya gelmekten sakınmakla mükellef tutarak işinizi zorlaştırırdı.

‣ Allah isteseydi, sizi zor şeylerle mükellef tutardı.

 

Sebeb-i Nüzulü

Cahiliye döneminde insanlar, yetimlerin mallarından istifade etmeyi alışkanlık haline getirmişlerdi. Çoğu zaman yetim kızların mallarına tamah ederek onlarla evleniyor veya o yetimin malı elinden gitmesin diye onu oğullarından biri ile evlendiriyorlardı. Sonra Allah ﷻ “yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar” (Nisa, 10) âyetini indirdi.

“Eğer yetim kızlar hakkında (âdil olamayacağınızdan) korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan nikâh ediniz” (Nisa, 3)

“Kadınlarla ilgili hükümler hakkında sana soru soruyorlar. De ki:

‘Allah onlar hakkındaki hükümleri size bildiriyor. Bir de kendilerine farz kılınan mehir ve mirası vermediğiniz ve kendileriyle evlenmeye (veya onları başkasıyla evlendirmeye) istek gösterdiğiniz öksüz kızlar ve zavallı çocuklar ve yetimlere karşı da adaletle davranmanız hakkında kitapta size okunan hükümler vardır.’ Hayır olarak ne yaparsanız muhakkak Allah onu bilir.” (Nisa, 127)

“Yetimin malına ancak en iyi bir sûretle yaklaşın.” (İsra, 34)

Allahu Teâlâ bu âyetleri de nazil edince insanlar yetimlerle içli dışlı olmayı, onların mallarına yaklaşmayı ve işlerini üstlenmeyi bıraktılar. Yetimlerin menfaatleri zedelendi ve geçimleri bozuldu. Bu hale Müslümanlar da üzülmüş ve ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Eğer onlara karışıp, işlerini üzerlerine alsalar, çok şiddetli bir vaid ile karşı karşıya kalıyorlardı. Eğer yetimlerden ayrılıp, işlerine bakmasalar, o zaman da onların geçimi bozuluyordu. Hatta durum şu hale gelmişti: Yetim için bir yemek yapılır, eğer ondan bir kısmı artarsa onu alıp yemezler ve böylece o yemek bozulurdu. Yetimlere bakacak kimseler, yetim için müstakil ayrı bir yer, ayrı bir yiyecek içecek hazırlıyorlardı. Bu da fakir müslümanlara zor geliyordu. Develerine binmiyor, hizmetçilerine hizmet ettirmiyorlardı. Bundan dolayı Abdullah b. Revâha (r.a): ‘Yâ Resûlallah hepimizin yetimleri ayrı oturtacak evlerimiz ve yetimlere ayrıca verecek yiyecek içeceklerimiz yok’ diyerek bu durumu Hz. Peygambere ﷺ sordular ve Allah’ın bu konuda açıklama yapmasını temenni ettiler. Bunun üzerine, bu âyet nazil oldu.

 

Te’vilâtı’n Necmiyye’den...

وَاِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَاِخْوَانُكُمْ Yani ilim ve edep yoksunu yetimlere irşad ve nasihat sırasında, sanki kendi ihvanınızla berabermiş gibi, onlara sabredip, her halde şefkatle, bıkmadan, usanmadan davranın.

 

Belagat

• فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ kelimesinde hazıf var, faideyi çoğaltmak içindir. Dal bil iktizanın açık bir örneğidir.

• Bu âyet-i kerime, âyetler arasında görünmez mahyalar gibi birbiri-ne bağlı olduklarını gösteren bir delildir. Ki buna nazm-ı Kur’ân denir. Âyetler, manalar, harfler birbirine uyumlu şekilde inci gibi dizilmiştir.

Yine bu âyet-i kerime Kur’ân’ın hem icaz (kısaltma) hem de mucizevi yönünü gösteren güzel bir örnektir.

• فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ ’de harf-i cerin müteallakı önceki âyette geçen ‘Umulur ki tefekkür edersiniz’ fiilidir. Yani bu içki konusunu dünya ve ahiret boyutuyla ayrı ayrı düşünmek gerektiğine işarettir.

Dal bil işaresiyle şöyle deniliyor: O ahiret şerbetlerini düşünseniz ya! Değer mi bu dünyanın insanı rezil eden içkilerini tercih edip de ebediyetin mükemmel içeceklerini, meşrubatlarını bırakmaya?

• İçki ve kumar âyetinden sonra, yetimlerden bahseden âyetin gelmesi bu gibi bağımlılık ve kötü alışkanlıklara en çok yetim öksüz çocukların düşme tehlikesi yaşadığına işarettir.

• قُلْ اِصْلَاحٌ لَهُمْ خَيْرٌ cümlesinin mefhum-u muhâlifi, ıslah etmemek şerdir, manasındadır. Çünkü hem zayıf, hem sahipsizler. Hem maddi olarak bakıma, hem de ahlâk ve sevgiye ihtiyaçları vardır.

اِصْلَاحٌ لَهُمْ mübteda ve sıfatıdır. ل harf-i ceri, talil veya tahsis içindir. ‘Onların ıslahını’ şeklinde izafetle getirmeyip لَهُمْ şeklinde gelmesi, sadece şahıslarının ıslahını değil, yaptıkları, onlarla alakalı her şeyi içine alması içindir. Çünkü masdar sadece fâiline veya mefulüne muzaf olur, ل harf-i cerinin ifade ettiği kapsamlı manayı ifade etmez.

• تُخَالِطُو , وَاِنْ تُخَالِطُوهُمْ kelimesi istiaredir. Yetimlerle bir arada yaşamak, madenlerin birbirine karışmasına benzetildi. Ortak nokta, kendinden ayırmamak, aynı ailesi gibi davranmaktır.

Hem de tevcih vardır. Hem karışın, onlarla bir olun manasındadır, hem de ‘kardeşleriniz’ demesiyle ‘Ne kadar karışsanız da dikkat edin, samimiyet laubaliliğe dönüşmesin, onların haklarını zayi etmeyin’ manasını taşır.

• فَاِخْوَانُكُمْ / Kardeşlerinizdir’ ifadesinde teşbih-i beliğ vardır. Müşebbeh-i bih kardeş, müşebbeh barındırılan yetimler, bir arada yaşama, yakınlıktır. Teşbihin maksadı göze güzel göstermektir.

• ‘مِنْ , ’وَاللّٰهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِ iki zıt kelimenin arasında geldiği için fasıl ve temyiz ifade eder. (Tefrik sanatıdır.) Yani ‘Allah, yetimin malından faydalanmakla onun işini üstlenen muslih kimse için ne gerektiğini, onun malından faydalanıp yetimin işini ıslâh etmeyen müfsid kimse için de ne gerektiğini bilir ve yine Allahu Teâlâ, onlarla evlenerek mallarını ifsad etmeyi isteyenle, böyle düşünmeyenlerin içlerinden geçeni bilir. Lazım Allah’ın bilmesi, melzum karşılığını vermesidir.

• وَلَوْ شَاءَ اللّٰهُ لَاَعْنَتَكُمْ Bu cümle ‘De ki onlar için ıslah hayırlıdır’ cümlesinin tezyilidir.

• اِنَّ اللّٰهَ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ cümlesi, لَوْ edatının imkan verme ve men etme manaları sebebiyle tezyildir.