Sureler

Göster

Bakara Sûresi 221. Ayet

وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتّٰى يُؤْمِنَّؕ وَلَاَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ اَعْجَبَتْكُمْۚ وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِكٖينَ حَتّٰى يُؤْمِنُواؕ وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ اَعْجَبَكُمْؕ اُولٰٓئِكَ يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِهٖۚ وَيُبَيِّنُ اٰيَاتِهٖ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَࣖ

221- Allah’a ortak koşan kadınlarla, iman etmedikleri sürece evlenmeyin. İnanan bir köle kadın Allah’a ortak koşan kadından -bu kadın hoşunuza gitse dahi- daha hayırlıdır. Mü’min kadınları da iman etmedikçe, putlara tapanlarla nikahlamayın. Mü’min bir köle, puta tapan hürden -hoşunuza gitse bile- elbette hayırlıdır. Onlar cehenneme çağırırlar. Allah ise kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. Ve insanlara düşünüp ibret alsınlar diye delillerini iyice açıklar.

 

Dinimizin üç ana rüknünü teşkil eden ibadet-itikat-muâmelat umdelerinin biri olan muâmelat bölümü yani günlük hayat tarzımız âyet âyet, sûre sûre Kitabımıza serpiştirilmiş. Doğumdan ölüme, hayatın içinde olan-biten her şeyin bir bilgisi, bir kuralı, bir hududu var. Dinimiz bu hudutları öğretmek ve belirtmek için va’z olunmuş. Tâ ki, zora düşmeyelim, darda kalmayalım, birbirimize zarar vermeyelim, hukukumuzu koruyalım, dünyada da mutlu yaşayalım, ukbâda da...

Bize bu ilâhi bilgileri anlayalım diye akıl, öğrenelim diye Kur’ân, örnek alıp uygulayalım diye Efendimiz ﷺ gönderilmiş. Önümüze nihayeti mutluluklar diyarına ulaşan sırat-ı müstakim serdedilmiş.

Biz mü’minler, bu kutlu yolun yolcuları olarak gösterilen sırat-ı müstakimde emin adımlarla yürüyüp şeytanın hileci adımlarına uymayalım diye Rabbimiz bizi keremiyle, lütfuyla, nûr-u iman, nûr-u Kur’ân, nûr-u Muhammedi ile aydınlatmış. Bizi cehlin, küfrün, nifakın koyu karanlıklarından çıkarmış. Ve bu yolda daimi kalabilmemiz için beş vakit namazda, her gün kırk kez okumak üzere ‘ihdina’s sıratel müstakim’ duasını öğretmiş ve bunu vâcib kılmış.

Yaptığımız her işin Kur’ân’a göre itidali, normali vardır. En doğrusu, en güzeli odur. İtidalin dışında kalan anormaldir. Ya ifrattır (taşkın), ya tefrittir (eksik). Ya iniş, ya çıkış; düz olan sadece sırat-ı müstakimdir.

Âyetlerimizde muamelat konularından olan nikah mevzuu bahsediliyor. İmansız biriyle asla evlenilmemesi gerektiğini kadına ayrı, erkeğe ayrı tembih edip yasaklıyor. İman etmedikçe sevseniz de, hoşlansanız da, aşık olsanız da mutlu olamazsınız, dünyanız da ahiretiniz de cehennem olur. Onlar sizi cehenneme çağırır. ‘Allah, cennete ve mağfirete çağırır.’

Allah ﷻ ve Allah adamları insanı Allah’ın ﷻ emirlerini dinlemeye, itaate, ibadete, iyiliğe, ihsana, iyi niyete, iyi tiynete, merhamete, muhabbete ve rızâ-i ilâhiye, affetmeye, tevbe etmeye, sa’yu gayrete ve cenneti hak etmeye çağırır. Oysa kötü bir eş veya kötü bir arkadaş (ister kadın olsun, ister erkek), içindeki kötülük itibarıyla cehenneme (kevni lahık) çağırır. Çünkü kendisi kötüdür, kötülüklerle hemhal olmuştur. Kötüyü iyi görür hale gelmiştir. Ya da iyi olmaktan ümit kesmiştir. Bulunduğu halde yalnız kalmamak, kınanmamak, kendi suçunu hafifletmek için birilerini yanına çekmek ister. Günahları birlikte işlemek, nefse zevk ve menfi bir kuvvet verir. Bunu en kısa yoldan yakın arkadaşında, eşinde gerçekleştirmek ister. Büyük ölçüde de başarır. ‘Kişi arkadaşının dini üzerindedir. O halde herkes arkadaşını iyi seçsin’ sözleriyle Efendimiz ﷺ bizleri uyarmaktadır.

Bir de günah işlemek riskli, masraflı, veballi, belalı, paralı bir iştir. Kurban lazım, kandırılacak ebleh, tecrübesiz, toy insanlar gerek. Bu yüzden dini, terbiyesi, namusu, edebi, vicdanı, imanı olmayan, harama aşina namertler, kendi adi menfaatlerine, süfli zevklerine başkalarını da alet etmek isterler. Bu konuda en çok etkilenen kimse en yakın olan hayat arkadaşıdır. Onu seçerken mutlaka imanlı olanını seçmek gerekir.

Bu durumu tecrübeye gerek yok, âlem bunun misalleriyle doludur. Tarihin derinliklerine uzandığımızda görüyoruz ki Efendimizin ﷺ bir amcasının hanımı, eşinden önce Müslüman olup, onu da etkilemiş, Müslüman olmasına sebep olmuştur. Bu mübarek hanım Hz. Abbas’ın eşi Ümmül Fadl idi. Ama diğer amcası Ebû Leheb’in hanımı Ümmü Cemil, Efendimiz’in geçtiği yola diken serecek kadar azılı bir kafirdi ve haklarında Tebbet sûresi nazil oldu.

‘Âyetlerini insanlara öğretiyor ki öğüt alsın.’ Düşünsün, hayatına uygulasın, anlasın, ezberlesin, gündemde tutsun, hayata geçirsin. Bütün bu anlamlar ذَكَرَ fiilinin lügat manasında mevcuttur. Âyet, muhatapla başlayıp gaiple bitmiştir. Bir iltifat sanatıyla bezeli…

Ayrıca mü’min-müşrik karşılaşması çok yönlü mukabeledir.

Aynı zamanda ‘Onlar ateşe, Allah cennete ve mağfirete çağırıyor’ cümlesinde de yine mukabele vardır.

Âyetin bu bölümü kevni lahık alakasıyla mü’minlerin birbirlerini günahtan alıkoyup tevbe etmelerine vesile olduğunu ifade ediyor.

Allahu Teâlâ, “Eğer onlarla içli dışlı olursanız, onlar sizin kardeşlerinizdir” (Bakara, 220) buyurup, evlilik yoluyla akrabalık kurarak içli dışlı olmayı murad edince, mü’mine bir cariyenin, son derece rağbet edilen birisi olsa bile müşrik bir kadından daha hayırlı olduğunu ifade etmiştir. Böylece yetim kızları nikâhlamaya, onların faydasına olan şeyleri yapmaya teşvik etmek istemiştir.

 

Müşrik kadınları nikahlamayın.

Âyet putperest kadınları nikâhlamayı yasaklamaktadır.

Sahabe-i kiram ehl-i kitabın kadınları ile evleniyorlardı. Onlardan hiçbiri buna karşı çıkmamıştır. Bu, ehl-i kitap kadınlarla evlenmenin caiz olduğu hususunda bir icmâdır.

‘Bir kadının Rabbinin İsa olduğunu söylemesinden daha büyük bir şirk koşma bilmiyorum.’ İbni Ömer

Huzeyfe (r.a) yahudi veya hristiyan bir kadınla evlenmiş; Hz. Ömer de ona, bu kadını boşamasını yazmıştı. Huzeyfe (r.a) de, Hz. Ömer’e mektub yazarak, ‘Sen bunun haram olduğunu mu iddia ediyorsun?’ diye sormuş; Hz. Ömer de ona, ‘Hayır fakat endişeleniyorum’ diye cevap vermiştir.

Peygamber ﷺ: “Biz ehli kitabı nikahlayabiliriz, fakat onlar bizim kadınlarımızla evlenemezler.” buyurmuştur.

Hz. Ömer ise bunu yasaklamıştır. Sahabeden bir kısmı gelip: ‘Ne yapıyorsun ey Ömer? Kur’ân’ın müsaade ettiği bir şeyi sen mi yasaklıyorsun?’ diye itiraz etmişler, Hz. Ömer onlara şu cevabı vermiştir:

‘Sizler güzelliklerinden ötürü onlara meylediyorsunuz. Siz onlarla evlenince de müslüman kızlar bekar kalıyor. Bundan ötürü ehl-i kitap kadınlarla evlenmenizi yasaklıyorum.’

Efendimiz ﷺ; ‘Kadın dört şeyinden dolayı nikâhlanır: Malı, güzelliği, soyluluğu ve dini için. Siz dini güzel olanı tercih edin!’ buyurur. Öyleyse evlenebilecek mü’min bir kadın mevcut olduğu müddetçe başkalarının tercih edilmesi mümkün değildir. Bir de mesele sadece müşrik ve ehl-i kitapla da sınırlı değildir. Kur’ân’a inandığını iddia ettiği halde, ‘Ben ateistim, komünistim!’ diyen bizim ehl-i kitaptan kadınlarla da evlenmek haramdır.

Bir müslüman erkek, güzel bir hristiyan kadın görse ve onunla evlenebilmek için ‘Keşke hristiyan olsaydım da bununla evlenseydim’ dese kafir olur.
 

‘Müşrik’ lafzına, ehli kitap da dahil midir?

Allah ﷻ “Yahudiler, ‘Üzeyr Allah’ın oğludur’ dedi; hristiyanlar da

‘Mesih Allah’ın oğludur’ dedi. Allah, onların şirk koştukları şeylerden münezzehtir” (Tevbe, 30-31) buyurmuştur. Bu gibi âyetlere göre, ehl-i kitap müşriktir.

Bazı âyetlerde ise ehl-i kitapla müşrikler ayrı ayrı zikredilmiştir.

“O iman edenler, o yahudiler, o sabiiler, o nasraniler, o mecusiler ve Allah’a şirk koşanlar...” (Hacc,17)

“Ehl-i kitaptan kâfir olanlar da, müşrikler de... istemezler” (Bakara, 105)

“Ehl-i kitaptan kâfir olanlar ve müşrikler…olmadı” (Beyyine,1)

Ancak Maide Sûresine göre ehl-i kitap kadınlarla evlenmek meşru kılınmıştır. Onlara müşrik isimlerinin verilmesi, küfürdeki derekelerine dikkat çekmek içindir.
 

İman eden bir câriye, hoşunuza gitse de müşrik bir kadından daha hayırlıdır.

وَلَاَمَةٌ sözündeki lâm harfi, tekid ifade etmesi bakımından, kasem lamına benzer.

خَيْرٌ ’un manası, ‘güzel, faydalı’ demektir. Buna göre mana, ‘Hepsi de güzellik, mal ve asâlet bakımından aynı seviyede olursa, mü’min câriye, müşrik cariyelerden daha hayırlıdır’ demektir. Çünkü iman, dinle ilgili, mal, güzellik ve asalet ise, dünya ile ilgilidir. Din konusunda uyum olursa karı-koca arasındaki muhabbet daha mükemmel olur. Böylece, sıhhat, taât, malı ve evlâdı himaye etme gibi dünyevî hususlar da mükemmelleşir. Ama dinî bakımdan ayrılık bulunursa, eşler arasında sevgi olmaz; o kadından da, dünyevî herhangi bir menfaat elde edilemez.

Hanefi mezhebine göre âyet, hür kadının mihrini vermeye kadir olabilen kimsenin, cariyeyle evlenmesinin caiz olduğuna delâlet eder.

Müşrik hür kadının mihrini verebilecek kimse, hiç şüphesiz müslüman hür kadının mihrini de verebilir. Çünkü, küfür ve iman farkı, nikâh için ihtiyaç duyulan malın miktarında değişiklik arzetmez. Böylece, hür ve müslüman bir kadının mihrini verebilecek bir kimsenin, câriye ile evlenmesi de kesinlikle caiz olur.

Böyle müşrik bir kadına, bir müslümana gösterilebilecek sevginin gösterilmesi, kâfire dost olmak anlamına gelir ki; bu da küfürdür. Bir kâfiri, mü’minin sevilmesi gibi sevmek küfürdür.

Hadiste şöyle buyurulur: ‘Kadın dört şeyi için nikah edilir; malı, soyu, güzelliği ve dini. Sen dindar olanını seç ki, elin bereket bulsun.’ ‘Kadınlarla yalnız güzellikleri için evlenmeyiniz, olur ki, güzellikleri ahlâkça düşmelerine neden olur. Onlarla yalnız malları için de evlenmeyin, çünkü malları azgınlıklarına yol açabilir. Onları dindarlıklarından ötürü nikahlayın. Şüphesiz dindar olan eski giysili bir cariye (dindar olmayan ötekilerinden) daha üstündür.’ İbn Mâce
 

Mü’min bir cariye, müşrik bir kadından daha hayırlıdır.

اَخْيَرُ manasında olan خَيْرٌ lafzı, sıfatta müşterekliği gerektirir. Halbuki hayırlı olma vasfı bunlardan birisi için söz konusudur.

Müşrik kadınlarla evlenmek, dünyevî menfaatları, mü’min kadınlarla evlenmek ise uhrevî menfaatları ihtiva etmektedir. Bu iki çeşit fayda, bir fayda olma esasında müşterektirler. Ancak, ahiret ile ilgili faydanın daha büyük özellik ve üstünlükleri vardır.

Onların evliliklerinin kolay olması, söz edilmeye değer bir mehrin olmayışından dolayıdır. Diğer taraftan bu kadınlar çoğunlukla erkeğin dinine ve ülkesine olan bağlılığını bozar, ülkesine ve kendi insanlarına karşı olan güvenini sarsar, çocukları kendi arzu ve dinlerine göre eğitir. Üstelik bu kadınlarda üstten bakma, müslümanları hakir görme alışkanlığı da vardır. Fırsatını bulduğunda çocuklarını alıp ülkesine götürür, kocasını terk edebilir. Bu kadınlardan İslâm’a girenler ise azdır. Bu bakımdan müslüman bir erkek onlara herhangi bir şekilde tama etmemelidir.

Yunanlı bir tüccar ve Mısırlı bir Müslüman trende aynı kompartımanda seyahat ederlerken, söz müsamahadan açıldı... Yunanlı, Müslümanların müsamahakar olmadığını söyledi, delil olarak da ‘Müslümanlar bizim kızlarımızı alıyorlar, dinleri buna müsaade ediyor, ama kendi kızlarını bizlere vermiyorlar.’

Mısırlı buna şu karşılığı verdi: ‘Biz böyle yapmakla insanın yüceliğini, şerefini koruyoruz. Şöyle ki: Sizin kızınız bize gelin olur, Hristiyan olarak gelir ve bunun şahsiyeti de dininden dolayı rencide edilmez. Çünkü biz Hz. İsa’ya da inanırız, İncil’e de iman ederiz, imanımızın gereği budur. Sizin kızınızın inandığı peygamber ve kitaba bizim evimizde hakaret edilmez, hor bakılmaz, inkar edilmez...

Ama bizim kızımız sizin evinize gelecek olursa orada şahsiyeti incinir, rencide olur. Çünkü sizler Kur’ân’a, bizim Peygamberimize inanmıyorsunuz. Bundan dolayı her gün bir bahaneyle ya Kitab’a ya Peygamberimize hakaret edecek bizim kızımızı incitecek, şahsiyetini ezeceksiniz. İşte Allah bu adaletsizliği yasaklamak ve sizin kızlarınızın bizde rahat edeceğini bildiği için bu hukuku koydu.’
 

Mü’min bir kadını da müşrik bir erkekle nikahlamayın

Müslüman bir kadının müslüman olmayan erkekle evlenmesi, büyük bir musibettir. Böyle bir evlilik batıldır ve haramdır. Böyle bir evlilikten doğan çocuklar veled-i zinadır. Bu kadın ile erkeğin birliktelikleri uzun sürse bile hiçbir zaman birbirlerinden faydalanmaya cevaz vermez. Çünkü asıl itibarıyla batıldır.

Şayet kadın böyle bir şeyin helâl olduğunu kabul ederse, o kadın mürted olur. Dâr-ı küfürde ikamet etmek bunun helâl olduğuna sebep teşkil etmez. Çünkü esasen müslüman erkek ile müslüman kadın için aşırı bir zaruret yahut kesin bir ihtiyaç veya geçici bir gerekçe olmadıkça kâfirler arasında ikamet haramdır.

Âyet-i kerime aynı inancı paylaşmayan iki kalbin evlilik aracılığı ile birleştirilmesini yasaklamıştır. Çünkü bu durumda evlilik bağı yapay, çürük ve zayıf bir bağ olur. Bu evliliğin tarafları Allah’ta buluşmadıkları için, bu tür bir evlilikle de hayat ortaklığı gerçekleştirilemez.

Allah ﷻ evlilik ilişkisinin bir içgüdü, basit bir şehvet olmasını istemiyor, onu yüceltip Allah’la ilişki kuracak düzeye çıkarmak, hayatın gelişmesinde aile kurumu ile şeriatı ortak bir noktada buluşturmak istiyor.
 

Onlar ateşe çağırırlar.

Ülfet ve muhabbet sebebiyle müslümanın kâfir olma ihtimali olduğu gibi, kâfir de müslüman olabilir. Kâfir Müslümandan etkilenip küfründen vazgeçerse bu o müslümanın mükâfat ve derecesini artırır. Ancak Müslüman İslâm’dan vazgeçerse, bu çok büyük bir azabı gerektirir. Bu evlilik, kişi için en büyük faydaya da en büyük zarara da yol açabilir. Böyle durumlarda ise zarardan kaçmak gerekir. Bu sebeple Allah ﷻ, men etme tarafını, cevaz tarafına tercih etmiştir.

Âyet ‘Onlar sizi, savaşı ve cihadı terk etmeye çağırır’ manasına da gelebilir. Muharebeyi ve cihadı terk ise, cehenneme ve azaba düçâr eder.

Bu çağırma, kafir ana-babanın çocuğunu küfre yönlendirmesi de olabilir. Bu sebeple o çocuk cehennemliklerden olur.

Bu müşrik erkekler ve kadınlar müslümanları küfre ve cehenneme götüren, kötü olan her şeyi işlemeye sebep olabilirler. Zira doğruya iletecek sağlıklı bir dinleri, hakka iletecek semavî bir kitapları da yoktur. Üstelik iman nurunun bulunduğu bir kalp ile karanlık ve sapıklığın yer ettiği bir kalbin tabiatları arasında karşılıklı nefretleşme ve soğukluk söz konusudur.

Evlilik dolayısıyla akrabalık bir arada bulunmaya, ülfete, sevgiye ve onlardan etkilenmeye yol açar. Sapık fikirlerin onlardan geçmesine, şer’î olmayan fiil ve adetlerin de taklid edilmelerine sebep olur.
 

Allah ise cennete ve mağfirete çağırır.

Allah’ın düşmanları cehenneme davet ederler; Allah’ın dostlarıysa, cennete ve mağfirete davet ederler. Aklı olan, Allah düşmanı olan müşrik kadınların etrafında dolaşmaz, mü’min kadınlarla evlenir. Çünkü mü’min kadınlar, cennete ve mağfirete davet ederler.

Allah’ın cennete ve mağfirete davet etmesi, hükümler beyan edip, kimisini mubah, kimisini de haram kılmasıdır. Çünkü bu hükümlere sarılan kişi, cennete, mağfirete hak kazanır. (müsebbebi söyleyip sebebi kast etti, mecaz-ı mürsel)

بِاِذْنِهٖ; ‘Allah’ın kolaylaştırması ve amele muvaffak kılmasıyla’ demektir.

 

Sebeb-i Nüzulü

Hz. Peygamber ﷺ Haşimoğullarının müttefiki olan Mersed İbn Ebî Mersed’i müslümanları oradan gizlice çıkarsın diye, Mekke’ye yollamıştı. Bu zât Mekke’ye geldiğinde câhiliyyede sevgilisi olan Anâk adındaki kadın yanına geldi ve ‘Baş başa kalalım mı?’ diye teklifte bulundu. Mersed kadına ‘Yazık sana! İslâm bizim aramıza engeldir’ dedi. Kadın ‘Peki benimle evlenir misin?’ dedi. Mersed: ‘Evet, fakat Resûlullah’a ﷺ danışacağım’ dedi.

Anâk, Mersed müslüman olunca ondan yüz çevirip, inzivaya çekilmişti. Mersed Hz. Peygamber’in ﷺ yanına varınca, Anâk ile ilgili meseleyi O’na anlattı, onunla evlenmesinin caiz olup olmadığını sordu. Bunun üzerine de Allahu Teâlâ bu âyeti indirdi.

Bu âyette yüksek bir terbiye, eşsiz bir insaniyet talimi vardır ve ırkçılık ayrımını ortadan kaldırmaktadır. Çünkü âyetin, Abdullah b. Revaha hakkında nazil olduğu da rivâyet edilmiştir. Bir gün siyahi cariyesine kızdı ve tokat attı. Sonra Nebi ﷺ’e gelerek durumu ona bildirdi. Nebi ﷺ ona ‘Ey Abdullah, onun durumu nedir?’ dedi. Abdullah b. Revaha ‘O Allah’tan başka ilâh olmadığına, senin Allah’ın nebisi ve kulu olduğuna inanıyor, Ramazan orucunu tutuyor, abdestini güzel yapıyor, namaz kılıyor’ dedi.

Nebi ﷺ ‘O mü’mindir’ dedi. Abdullah b. Revaha ‘Seni hak ile gönderen Allah’a yemin olsun onu azat edeceğim ve onunla evleneceğim’ dedi. Müslümanlardan bir grup bu sebeple kendisini ayıpladılar ve ‘Cariyeyle mi evleniyorsun?’ dediler, ona hür ve müşrik birini arzettiler. Bunun üzerine âyet-i kerime nazil oldu.

 

Te’vilâtı’n Necmiyye’den...

Bu âyet-i kerimede şu işaret vardır:

Dinin sıla-i rahmi, Müslümanları korumaya yapışmak, küfrün ipini birleştirip kafirleri korumaktan hayırlıdır.

وَلَوْ اَعْجَبَتْكُمْ Her ne kadar onlarda hevanın güzel gördüğü ve nefsin iştahını açan, hoşunuza giden şeyler olsa da…

اُولٰٓئِكَ يَدْعُونَ اِلَى النَّارِ çünkü onlar cehenneme çağırır zira cehennem şehvetlerle çevrilmiştir.

Allah’ın ﷻ emirlerine imtisal edip, hoşunuza giden şeyleri terk etmeyi kerih görseniz de, وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِهٖ Çünkü cennetin etrafı kerih görülen şeylerle çevrilmiştir.

وَيُبَيِّنُ اٰيَاتِهٖ لِلنَّاسِ Yani misak ahdini, O’nun lütuflarından müşahede ettiklerini ve vasıta olmaksızın gördüklerini unutan kullarına, her şeyde lütuflarının eserlerini izhar eder.

لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ Müşahede ettiklerini hatırlar, gözleriyle bizzat gördüklerine iştiyak duyar, az bir şeyle aldanmazlar.

 

Belagat

• مُؤْمِنَةٌ ile مُشْرِكَةٍ arasında mukabele vardır.

• Kadına ve erkeğe ayrı ayrı nehyin gelmesi, itnabın iygal bölümüdür. Ehemmiyetini vurgulama nüktesine binaen tekrar edilmiştir.

• يُبَيِّنُ , يَدْعُوا’ya atfedilmiştir. Yani; açıklayarak, izah ederek hayra davet eder ki onu basiretle telakki edip, ziyadesiyle kabul etsinler.

• Allah’ın ﷻ cennet ve mağfirete daveti ile, onların ateşe daveti, mukabeledir.

İki davet fiili de aslında, teşvik etmek, sebep olmak anlamında istiaredir.

Davet güzel yerlere olur. Onların ateşe daveti istiare-i tahakkümiye, Allah’ın ﷻ cennete ve mağfirete daveti istiare-i telmihiyedir.

Müşrikler insan şeytanı oldukları için, şeytanın cehenneme çağırdığı gibi ateşe çağırırlar. Davet lazım, melzum oraya girmelerini sağlamaktır.

• Usul-ü fıkıhta, حَتّٰى  edatı mefhumu gaye ifade eder. Yani ‘İman edinceye kadar’ dendiğine göre işari olarak ‘Evlenelim sonra düzelir’ düşüncesinin yanlışlığını gösterir.

• لَوْ şart edatı mazi üzerine geldi, yani ‘Hoşunuza gitmesi mümkün değil ama velev ki gitti’ manasındadır.

• Daha önce 219. âyette ‘Umulur ki tefekkür edersiniz’ buyrulmuştu. Bu âyette de neyi tefekkür etmemiz gerektiği söylendi.