Sureler

Göster

Bakara Sûresi 235. Ayet

وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فٖيمَا عَرَّضْتُمْ بِهٖ مِنْ خِطْبَةِ النِّسَاءِ اَوْ اَكْنَنْتُمْ فٖٓي اَنْفُسِكُمْؕ عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ سَتَذْكُرُونَهُنَّ وَلٰكِنْ لَا تُوَاعِدُوهُنَّ سِراًّ اِلَّٓا اَنْ تَقُولُوا قَوْلاً مَعْرُوفاًؕ وَلَا تَعْزِمُوا عُقْدَةَ النِّكَاحِ حَتّٰى يَبْلُغَ الْكِتَابُ اَجَلَهُؕ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فٖٓي اَنْفُسِكُمْ فَاحْذَرُوهُۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ حَلٖيمٌࣖ

235- Bu gibi (iddetini bekleyen) kadınlarla evlenmek arzusunda bulunduğunuzu onlara sezdirmekte veya bu arzuyu gönlünüzde taşımakta bir mahzur yoktur. Allah iddetleri bitince, sizin onlarla açıktan evlenme isteğinde bulunacağınızı bilir. Ancak meşru ve helal sözleşmeden başka onlarla gizliden buluşma vaadinde bulunmayın. İddeti bitmeden önce de nikah akdetmeye girişmeyin. Bilin ki Allah gönlünüzdekini bilir. Bunun için öyle bir harama karar vermekten sakının. Şunu da bilin ki, her halde Allah bağışlayan, şefkat ve sabırla muamele edendir.

 

Bizi dinlendirip, ferahlandırdığını sandığımız, içimizi dökme diye adlandırdığımız çekiştirmeler, münakaşalar ve tartışmalar hiç de iyi sonuç vermez. Söyleyenin de, dinleyenin de bedeninde ve ruhunda büyük tahribatlara yol açar. Ailede kavga, iç savaş gibidir. İç hastalıkları gibi, öyle içten kemirir ki, çabucak yıkar. Veya hastalık üreten, hastalıklı bir aile ortaya çıkar. Çekişmeli, tartışmalı, hastalıklı bir ailede büyüyen masum çocuklar mahvoluşun eşiğindedir. Çekirdekten kavgacı, huysuz, sevgisiz, dedikoducu, hırçın olarak yetişirler. Ailede kayınvalide, kayınpeder korkusu biterken, alınan yeni gelinle yeni korkular başlar. Fasit bir daire döner. Hep suçlu aranır. Bu suçlu bazen kayınvalide ve kayınpederdir, bazen gelin ve delikanlıdır. Bazen de hepsi suçludur. Çünkü hepsi birbirini suçlamaktadır. Gelin-görümce-elti çekişmesi de savaşın geri cephesidir.

Gelin hanım, geldiği yeni aileyi benimsemez; anne, baba, kardeş gözüyle bakmaz. Kendi ailesine gösterdiği ilgiyi, erkek tarafına göstermez. Tabiidir ki ömür boyu huzur bulamaz. Bu dönen fasit dairede yaptığı başına gelir, ettiğini bulur, perişan olur.

Taraflar haset duygularını, meraklarını yatıştırsa, söze ara verse, Allah rızâsını gözetse, sorun çözülecek, aile ile birlikte cemiyet huzur bulacak.

Tembellik yüzünden veya eleştirilmekten kurtulmak, kaynananın evine uğramasını engellemek için, gelin pireyi deve yapar. Gerekirse yalan uydurmaktan bile çekinmez. Geldiğinde uzun süre gelmemesini temin etmek için çirkin bir şekilde surat asar. Gereken saygı ve ikramdan kaçınır. Oğullarına, olmuş olmamış menfilikleri aktararak onunla da aralarını açar. Böylesi bir değişme başlar.

Durumu müsait evlat, ana babasının ihtiyaçlı olduğunu bile bile onlara yardımda bulunmaz, ziyarete bile gitmezken, gelinin teşvikiyle kaynanaya kazancının bir bölümünü ayırır, onları ziyarette kusur etmez. Hanımını kürk mantolar, mücevheratla süsler, zavallı anasına beş kuruş yardımda bulunmaz. Bin bir zorlukla dünyaya getirip, besleyip, büyütüp zahmetlere katlanan anne baba, oğluna nefretle bakmaya, bu acıya dayanamadığından ona beddua etmeye başlar. Bu defa da başka acılara katlanmak zorunda kalır. Gelin hanım bilmez ki, ana baba bedduasının iki dünyada da insana rahat vermeyeceğini. Dolayısıyla rahat bulamaz. Az zaman sonra yaptıklarını, çocukları da ona yapmaya başlar. Ne başında, ne sonunda ailede mutluluk olur.

Kızına acıyan ana baba, kızına, kaynanasına fazla yüz vermemesini önemle öğütler. Evladını severek, acıyarak, onun aile mutluluğunu ve iki cihanda huzurunu kaçırdıklarını bilmezler. ‘Aman kızım, damadı avucunun içine al’ öğüdü de önemli öğütlerin başında gelir. Ana oğlun arasını açan gelin, çocuklarına kötü örnek olduğunu, kendi sonunu hazırladığını fark etmez. Bugün istemeyip huzur evine gönderdiklerinin yerini kendisinin alacağını düşünmez. Oysa ‘Huzur evinde huzur yok, ana okulunda ana yok’ gerçeğini unutmamak gerekir.

Buraya kadar sıraladıklarımızın tam tersi de, sık rastlanan durumlardandır. Erkek çocuğu evlendirilir. Aileye evde veya ayrı yerde başka bir birey katılır. Gelin gelir, bu kez de aile gelini kabul etmez. Reddediş önce içten içedir, sonra su yüzüne çıkar, herkes değişir, her şey değişir. Bunun adı da ‘Bu çocuk evlendi değişti’ olur. Gelin bir evlat gibi değil, bir hizmetçi, bir köle gibi görülür. Burada oğul, ağabey, kardeş veya bey zor durumdadır. Gelin onun için alınmıştır ama onunla hiçbir ilgisinin olmadığı farz edilmektedir. Beyi nasıl geline ilgi gösterir? Ezilmek istenen gelini, beyi gizliden gizliye nasıl korur?

Evleninceye kadar oğul, ağabey, kardeş çok müspet bir insandır. Sevilir. Çok akıllı bir insandır, dinlenir. Evlendikten sonra bunların hepsi biter. Onu hep gelin kurmuş olur. Gelinden bir iyilik görülürse erkektendir. Bir kötülük görüldüğünde de gelindendir.

Geline ilk gelin olduğu gün eli öpülmesi gereken, eli öpülmesi gerekmeyen, eli öpülmemesi gereken herkesin eli öptürülerek, ona bulunduğu yer için önemli bir mesaj verilir. Bu daha çok önceki kuşak için böyledir.

Ailenin sırrını dışarı vermemesi için sıkı sıkı tembihte bulunulur. Çoğunlukla bu, gelinin anne babasıyla bağlarını koparmak, oradan yardım almasını engellemek ve daha kolayca ezebilmeyi sağlamak içindir. Çocuğuna anne dedirtmez, anneden ayrılır, anneye düşman edildiği de olur. Evlat yine de değişir. Allah ﷻ, karı koca arasında muhabbet ve rahmet koymuştur. Hanımına yapılan açıkça haksızlığa tepki gösterip, ilgiyi azaltınca da bunun adı da ‘Bu çocuk evlendi de değişti’ olur.

Kızımıza ve damadımıza gösterdiğimiz ilgiyi, şefkati oğlumuz ve gelinimizden esirgersek, kızımızın rahatı kadar oğlumuzun kafasının dinçliğini düşünmezsek, haksız yere gelini kırıp gücendirmekle, oğlumuzu ve torunumuzu da kırıp gücendirdiğimizi fark etmezsek, evlenmeden önce oğlumuzun üzerine titreyip, evlendikten sonra hatalı hatasız reddedip, ona yabancı muamelesi yaparsak, kendimiz varlık içinde yüzerken oğlumuzu sefalette yüzdürürsek, ‘Nasıl olsa öldükten sonra ona kalacak’ tarzında mantık yürütürsek, en muhtaç anda yüz çevirip ondan yardımı esirgersek, elbette ki aile bağları sarsılacak, saygı ve sevgi dengesi bozulacaktır.

Ailesinin tavrına karşılık, kaynana ve kayınpederinin ilgisine, ilgiyle mukabele etmenin adı da; hanım köylü olmak. Onların oğlu olmak. İnsaf ehlinin yapacağı iş bu değildir. Onların damatlarına gösterdiği ilgi ve sevgiyi biz de gelinimize gösterebilirsek, belki de mesele kökünden hallolacak.

Bu çocuk değişmemeli. Hanımın haksızlığı, ana babanın haksızlığı bu çocuğu değiştirmemeli. İyi davranışlardan vazgeçmemeli. Hele yaşlı anne babanın yufka gönülleri kırılmamalı. Onlara öf bile dememeli. Ana baba da hata kendilerinde ise vazgeçip onarmalı. Gelin tarafındaysa gerçekleri güzellikle anlatmalı. Nasihatten sakınıp dedikodu ve ağır tavırlarla ailenin huzuru kaçırılmamalı. Tavşan dağa küsmüş dağın haberi yok. Bu durum yanlıştır.

Çoğu hata ve yanlışlar iletişim noksanlığından ileri gelmektedir. Ya hiç anlatılmamakta, ya da o kadar çok anlatılmakta ki, anlatılmak istenen esas arada kaybolmakta ve anlaşılmamakta. Biliyor varsayımı çok kötü ve yanlış varsayımdır. Bu varsayım doğru olsaydı, farzımuhal Efendimizin ﷺ ‘Din nasihattir’ sözü yanlış olurdu.

Sadece ailede değil, fertler arasında, cemiyette, işte, arkadaşlıklarda, hatta ülkeler arasında, yukarıda sıraladığımız biçimde iletişim eksikliği çatlamalara yol açmakta. İhtilaller bile iletişimsizlikten doğuyor.

          ✽     ✽     ✽

عَرَّضْتُمْ , ‘Tariz’ masdarındandır, tasrih’in zıddıdır. Bir sözün, hem maksada hem de maksadın dışındaki bir şeye uygun olmasıdır.

Kinaye ile tariz arasındaki fark şudur: Kinaye, bir şeyi, levazımını (zorunlu olarak kendisiyle alâkalı olanı) söyleyerek, zikretmektir. (Meselâ ‘Falancanın külü çoktur’ deyip, cömert olduğunu kastetmek gibi.) Tariz ise, hem maksada, hem de maksadın dışındaki şeylere muhtemel sözdür. Fakat konuşanın hal ve hareketleri, sözün maksadına hamledilmesini kuvvetlendirir.

خِطْبَة kelimesi, hal, durum, önemli mesele, konuşma, kelimesinin yerinde kullanılmış bir masdardır. Hakkında çok konuşmaya ihtiyaç duyulduğu için, ‘önemli iş, önemli durum’ manasına da gelir.
 

Evlilik teklifi

Kadınlar, evlilik teklifi hususunda üçe ayrılırlar:

1- Kocasız ve iddetleri dolan kadınlara hem sarahaten hem de tariz yoluyla evlilik teklif edilebilir. Bu maddenin tek istisnası şu hadistir:

‘Sizden hiçbiriniz, kardeşinizin tâlib olduğu (kadın ve kıza) tâlib olmasın!’

2- Başkasının nikâhı altındaki kadınlara ne sarahaten ne de tariz yoluyla evlilik teklif edilemez. Çünkü bu teklifle kadın, kendini arzu edenlerin olduğunu anlar. Bu da onu kocasının haklarını yerine getirmemeye sevk eder, zihni karışır. Böyle bir şeye sebep olmak ise haramdır. Ric’i talakla boşanmış kadına iddeti içerisinde tâlib olmak da böyledir.

3- Ric’i olmayan durumda iddet bekleyen kadınlara sadece tariz yoluyla evlilik teklif edilebilir. Böyle olan kadınlar üç kısımdır:

˗ Kocasının ölümünden ötürü iddet bekleyen kadın.

˗ Üç talâktan dolayı iddet bekleyen kadın.

˗ İddeti içerisinde kocasına nikâhı caiz olan, bâin talâkla boşanmış kadın.

Bu kadınlar, ‘hul’ yapan ve herhangi bir kusur, cinsî iktidarsızlık, kocasının nafakasını temin edememesi gibi sebeplerle nikâh akdi fesh olmuş kadınlardır. Kocaları, gerek açıkça, gerekse tariz yoluyla, bu kadınlara talip olabilir. İddeti içerisinde hâlâ o kocanın nikâhında bulunduğu için, kocasının açıkça talip olduğunu ifade etmesi evlâ olur.

Ric’î talâkta olduğu gibi, bir başkasının o kadına ‘tariz’de bulunması helâl olmaz.

Tarizli ifadeler pek çoktur. ‘Seni isteyen pek çoktur, senin gibisini kim bulabilir, sen dul sayılmazsın, iddetin bittiğinde bana haber verin, sen çok güzelsin, sâliha bir kadınsın, sen iş görürsün, evlenmeye kararlıyım, ben senin için çok istekliyim..’ vb. ifadeler evlilik teklifinden tarizdir.

Fudayl b. İyaz’ın iki kızı vardı. Eceli yaklaştığında hanımına vasiyet etti: ‘Ben ölünce bu iki kızı al, Kubeys dağına götür. Yüzünü gökyüzüne çevir ve de ki: ‘Ey Rabbim! Fudayl bana vasiyet etti; diri iken bu emanetlere ben bakardım. Şimdi ben dünyadan gidiyorum, emanetini sana ısmarlıyorum, de.’

Fudayl b. İyaz’ı defnettiler. Hanımı vasiyeti yerine getirmek için bu iki kızı alarak Kubeys dağına götürdü. Fudayl’ın isteğini yerine getirdi. O anda Yemen padişahı iki oğluyla oradan geçmekteydi. Hanımı ve kızları gördü, durumlarını sordu. ‘Eğer kızlarını verirsen oğullarıma nikahlarım’ dedi. Hanımı buna razı oldu. İki kızı o iki oğluna nikahladı, aldı ve Yemen’e götürdü.

‘اَكْنَنْتُمْ / Gizlemenizde’ Bu fiil insanın başkasından gizleyip, saklayacağı şeylerde kullanılır. İlân edip açıklamanın zıddıdır. Yani ‘Kocasının ölümünden dolayı iddet bekleyen kadına tariz etmede ve kişinin onunla evlenmeyi gönlünden geçirmesinde bir günah yoktur.’

Bu cümleden maksat; kişinin ileride bu hususu açıkça ifade edebileceğini ümit etmesidir. Birinci tabir o anda tarizde bulunmanın mubah, tasrihin haram olduğunu; ikinci tabir ise, iddet sona erdikten sonra ileride bunu açıklayabileceğini ümit etmesini ifade eder.
 

Allah iddetleri bitince, sizin onlarla açıktan evlenme isteğinde bulunacağınızı bilir

Âyet Allah’ın tarizi niçin mubah kıldığını açıklamaktadır. Çünkü insan evlenme konusunda arzulu ve çok istekli olduğu zaman, onun bu arzusu temenni ve azimden asla hâli olamaz. Bu gibi düşünceleri kafadan silmek çok zor olduğu için, Allahu Teâlâ işin bu zor tarafını hükümsüz kılmış ve o erkeğe tariz yolunu mubah kılmıştır.

Yine bu ifade, gösterdikleri sabırsızlık nedeniyle böylelerinin kınandığına işarettir.
 

Ancak meşru ve helal sözleşmeden başka onlarla gizliden buluşma vaadinde bulunmayın.

Sır, açığa vurma ve ilân etmenin zıddıdır. ‘سِرًّا / gizlice’ kelimesi, yapılan anlaşmanın sıfatıdır, takdiri şöyledir:
لَا تُوَاعِدُوهُنَّ مُوَاعَدَةً سِرِّيَّةً

‘Fakat onlarla, gizli bir vaadleşme ile vaadleşmeyin.’ سِرًّا , Hazfolmuş meful-ü mutlakın sıfatı olarak mensuptur. Yani:
‘وَعْدًا جَارِياً سِرًّا / gizliden açıkça vaadle.’ Onlarla anlaşmayı gizlemeyin. Bu, iddet döneminde açıkça evlilik teklifinde bulunulmaması için vaadleşmekten sakınmakta mübalağadır.

Kadın ve erkek arasında gizli vaadleşme, her halükârda çirkindir. Bu gizlilik şu anlamlarda olabilir:

‣ Adam kadınla, cinsî münasebeti zikrederek vaadleşmiş olabilir.

Yabancı bir erkekle kadın arasında böyle bir şeyin zikredilmesi caiz değildir. Cenâb-ı Allah, Hz. Peygamberin ﷺ hanımlarına, “(Yabancı erkeklere) tatlı söz söylemeyin. Sonra kalbinde bir maraz (hastalık) bulunanlar tamâ’a düşerler” (Ahzâb, 32) yani onlara ‘kadın erkek ilişkilerine dair bir söz söylemeyin’ buyurmuştur.

‣ Bu gizli şey, zina olabilir. Hasan Basrî şöyle rivâyet etmiştir: Bir adam bir kadının yanına girer ve ‘Gel seninle beraber olalım, iddetini tamamladığın zaman seni nikâhıma aldığımı açıklarım’ diyerek, o tariz yoluyla kadına nikâh teklifinde bulunur. Cenâb-ı Allah bunu yasaklamıştır.

‣ Yasaklanan bu gizli şey, erkeğin yabancı bir kadınla gizlice buluşmasıdır. Çünkü, bu durum kadın hakkında şüphe doğurur.

‣ Kadınla erkeğin, birbirlerinin dışında hiç kimseyle evlenmeme hususunda sözleşmeleridir.

‣ Veya bu kelime, kendisinde anlaşılan ve vaadleşilen şeyin sıfatı da olabilir. ‘لَا تُوَاعِدُوهُنَّ بِالشَّيْءِ الَّذِى يَكُونُ مَوْصُوفاً بِوَصْفِ كَوْنِهِ سِرًّا / Onlarla, sır olmakla vasfedilmiş bir şey üzere vaadleşmeyin’ demektir.

Maruf sözle gizlice anlaşma, erkeğin güzel şeylerden bahsetmesi, tariz yollu talip oluşuna kuvvet versin diye gizlice o kadına iyilikte bulunacağını, gerekli itinayı göstereceğini ve onun menfaatlerini tekeffül edeceğini vaad etmesidir.
 

İddeti bitmeden önce de nikah akdetmeye girişmeyin.

Azmetme, kalbin herhangi bir fiile bağlanmasıdır. عَزَمَ fiili عَلَى harf-i ceri ile müteaddi olur. Ancak burada gelmemiştir. Çünkü bu ‘O kadınları nikâh yapma hususunda zorlamayın’ demek olurdu.

Azim, sadece iş hususunda olur. Âyette şöyle bir takdir gerekir: ‘Nikâh bağına iyice karar vermeyiniz...’ Veya ‘İddet müddeti bitmeden, ‘olur’ diyerek nikâh bağına azmetmeyiniz’ şeklindedir.

Bundan maksad, iddet esnasında nikâhtan son derece sakındırmaktır. Çünkü azim (kararlılık), azmedilen şeyden önce bulunur. Azmetmekten nehyetmek, azmedilecek şeyden öncelikle nehyetmek demektir.

Azim, gerekli kılma manasına da gelir. Buna göre ‘İddet bitmedikçe bunu gerçekleştirmeyin, bunu yapmayın, bu hususta bir şey işlemeyin’ manasındadır.

‘Akd’ ‘bağlamak’ demektir. Ahid ve nikâh, ip gibi düğümlenip âdeta bir bağ gibi olduğu için, عُقُودٌ (bağlar) diye isimlendirilmiştir.

حَتّٰى gayeyi (sonu) ifade eden bir lafızdır, daha önceki yasağın kalktığını ifade eder.

Allahu Teâlâ’nın bu konuşmayı yasaklamadaki maksadı, bu acele, iddetin hikmetini muattal kılacak bir şeye sebep olabileceği içindir. Bu hususta ileri gitmek, rağbet edeni, iddet dönemindeki kadını nikahlamada aceleye sevk edebilir. Çünkü rağbetin harekete geçmesi şehveti uyandırır. Açıkça konuşmak haya perdesini kaldırır. Erkek, kadına açacağı bu konuda, tabii hayasıyla geri durur. Kadın ise kendisine böyle bir mevzu yöneltildiğinde, erkekten daha hayalıdır.

Tariz, sahibi için haya vakarını koruyan bir üsluptur ve kişiyi alıkoyar. Erkeğin hayalı bir tarizde bulunması, kadının hayasını da arttırır ve açıkça cevap vermesini engeller. Vaatleşmek şöyle dursun, aralarında hicap perdesi kalır, mürüvvetleri zedelenmez. İşte bu iddetin hikmetlerindendir. İnsanlara kolaylaştırmak için tarizle konuşmaya dinimiz izin vermiştir.

 

Namusa Saldıran Erkeğin Cezası

Hüzeyl kabilesinden Medineli Hamele, devesine binmiş, kırda gidiyordu. İlerideki vahada koyunlarını otlatan Raşid’in kızı Es’ile’yi gördü.

Es’ile, koyunları sürerken rüzgâr yüzündeki örtüyü sıyırmış, onun güzelliğini gören Hamele, fikrini bozmaya niyet etmişti.

Sürüye yaklaşınca devesini çökertip dizlerinden bağladı, yalnız bulunan Es’ile’ye seslendi:

- Es’ile, beni reddetme. Seninle beraber olalım.

Es’ile’nin cevabı makuldü:

- Buradan derhal uzaklaş. İyi niyet sahibi isen babama müracaat et. Beni eş olarak iste. O seni reddetmez.

Fakat Hamele’de iyi niyet yoktu. Sadece geçici ve zevkli bir macera yaşamayı düşünüyordu. Es’ile’ye doğru yürüdü. Es’ile, başka çıkış yolu kalmadığını anlayınca bütün cesaret ve hiddetini toplayarak namusunu savunmaya karar verdi. Kapışmada çok sürmeden Hamele’yi yere yatıran Es’ile:

- Def olup gidecek misin, yoksa başını parçalayayım mı? dedi. Hamele gideceğine söz verdi. Ama, yatırıldığı yerden kalkar kalkmaz hücumunu tekrarladı. Es’ile yine bir hamlede onu yere yatırdı. Hareketsiz hale getirerek teklifini tekrarladı.

- Buradan def olup gidecek misin, yoksa şu taşla başını parçalayayım mı?

Bu zor karşısında kesin söz veren Hamele, yine yakasını sıyırdı. Ne yazık ki, sözünde bu sefer de durmadı, yalnız bulduğu Es’ile’ye hücumunu tekrarladı. Es’ile güçlü ve hiddetliydi. Onu yere yıkıp göğsü üzerine çöktü. Başına yanındaki büyük bir taş parçasıyla öylesine vuruşlar vurdu ki, mütecaviz Hamele, artık yerinden kalkamaz, kalksa bile hücumunu tekrar edemez hale geldi.

Bundan sonra koyunlarını sürerek oradan uzaklaşan Es’ile, böylece şerefini korumuş, namusuna leke kondurmamıştı. Az sonra oradan geçen bir yolcu kafilesindeki Hüzeylliler Hamele’yi tanıdılar.

- Ne oldu sana böyle Hamele? dediler. Hamele:

- Sormayın, devem beni yere attı, düşünce böyle oldum, dedi.

- Deven burada dizlerinden bağlı, şu taşta da kan var, ayrıca başında da taşın açtığı yaralar görünüyor, deyince kızardı:

- Ne diyorsam öyle, daha ne inceliyorsunuz, beni deveme bindirip evime götürün, dedi.

Hamele’yi evine götürdüler. Birkaç gün yattıktan sonra iyi olma ümitleri kaybolmaya başladı. Kendisine sordular:

- Başına bu durum sebebiyle ölüm gelecek olursa kimi dava edelim, kan diyetini kimden isteyelim?

Titrek sesle açıkladı:

- Kanımdan, Es’ile’den başkası sorumlu değildir. Bu cümle, Hamele’nin son sözleriydi. Başı yana düşüverdi.

Hüzeyl ileri gelenleri toplanıp Resûlullah’a geldiler:

- Oğlumuzun kanını Raşid ödeyecektir. Dava ediyoruz.

Resûlullah Hazretleri Raşid’i çağırttı. Durumu anlayan Raşid:

- Benim öyle bir ölümden haberim yok. Ne gördüm, ne de işittim, deyince:

- Yâ Resûlâllah, Raşid’in kendi değil, kızı Es’ile’dir katil, dediler. Az sonra Es’ile yakalanarak getirildi.

- Es’ile, senin Hamele’yi öldürdüğünü iddia ediyorlar, ne dersin?

Es’ile dalgın, aynı zamanda tereddütlü idi. Sadece:

- Hiç kadın erkeği öldürebilir mi? diyebildi.

Ancak bu sözün gerçek bir müdafaa olmadığını hemen anladı. Sonra vahiy gelerek Allah’ın Resûlü’ne olayı haber vereceğini de düşündü. Hadiseyi aynen anlatmaya karar verdi.

- Üç defa üzerime yürüdü, iki defa yatırıp söz aldım. Defolup gideceğine söz verdi. Kurtulunca üçüncü defa üzerime geldi. Ben de şerefimi ve namusumu müdafaa için başını yaraladım, bana hücum edemez hale getirerek kaçıp kurtuldum. Sonra öğrendim ki, o yaralardan ölmüş.

Hüzeylliler hep birlikte bağrıştılar.

- Suçunu itiraf etmiştir, diyetimizi isteriz. Resûlullah Hazretleri de kararını açıkladı:

- Es’ile namusunu müdafaa etmiştir. Mütecaviz Hamele de kanını heder etmiştir. Böylece dava bitmiş, diyet ortadan kalkmıştır.

 

Te’vilâtı’n Necmiyye’den...

وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فٖٓي اَنْفُسِكُمْ `Bilin ki Allah gönlünüzdekini bilir.` Takdir olunan saadet, şakavet, rızk, emel, ecel, amel, önde olanı, arkada olanı, başına geleni aldanmanın ve sapmanın arkasından yaratılanı ahseni takvimde hüsnü istidat, ruh, kalp, sır, akıl, şehvet, heva, gadaptan ne taşıdığını müfret ve mürekkeb olarak havassından meydana çıkanları nebati hassaların hayvani, behimi, sebui ve şeytani hassalarını ruhani ve meleki ahlâkın bir lahza içinde istediği hatırına gelen hazların yaratılmasını hayır, şer, hareket, sükuneti, ahval ve efalleri bilir.

 

Belagat

Umum; kadınlar, husus; kocası ölüp iddet bekleyen kadınlar.

• ‘Kadınlar ecelini bitirinceye kadar’ yerine ‘Kitab ecelini dolduruncaya kadar’ ifadesi, isnadı mecaziden, mefule isnaddır.

• سِرًّا kelimesi, sıfatlı kinayedir. Eşlerin münasebeti kast edildi. سِرًّا ve اَكْنَنْتُمْ arasında muraat-ı nazır vardır.

Yine ‘Söylemeniz’ ile ‘anmanız’ arasında da muraat-ı nazır vardır.

• وَاعْلَمُٓوا tekrar edildi. Yani Cenâb-ı Hakk’ı iki yönüyle de bilin, işari manasındadır.