236- Kendilerine dokunmadığınız yahut mehirlerini belirlemediğiniz kadınları boşayabilirsiniz. Onlara faydalanacağı bir şey verin. Zengin olan, durumuna göre, darlık içinde olan da gücü yettiği nispette uygun bir şey vermelidir. Bu; muhsinler üzerine bir haktır.
Boşanmış kadınlar dört kısımdır:
1- Kendileri için mihir belirlenen ve kendileriyle zifafa girilmiş olanlar. Bunlarla ilgili hüküm daha önce Bakara, 229’da geçmişti. Bunlar boşandığı zaman, haksızlıkla onlardan herhangi bir şey geri alınmaz. Mihirlerinin tamamı onlarındır. İddetleri de üç kurû’ dur.
2- Kendileri için bir mihir belirlenmemiş ve zifafa girilmemiş kadınlar. Bu kadınlar için mihir söz konusu değildir. Kendilerine örfe göre mâkul miktarda bir şey verilir.
3- Kendileri için bir mihir belirlenmiş, fakat zifafa girilmemiş kadınlar. Bunlarla ilgili hüküm, bundan sonraki âyet-i kerimede zikredildiği üzere, belirlenmiş mihrin yarısıdır.
4- Kendileriyle zifafa girilmiş, fakat mihir belirlenmemiş kadınlar. Bunların hükmü “O halde onlardan fâidelendiğiniz (kadınlara) ücretlerini veriniz...” (Nisa, 24) âyetinde açıklanmıştır.
Bu âyet, talâkın caiz olduğu hususunda bir nastır. Temastan önce boşamanın mubah olduğuna mutlak olarak delâlet eder. Temastan sonraki boşama için böyle bir mubahlık yoktur. Hayız esnasında ve içinde münasebet olan temizlik dönemi esnasında erkeğin karısını boşaması helâl olmaz.
‘Günah yoktur’, ‘mihir gerekmez’ manasındadır. Buna göre takdir,
‘Kadınlarla temasta bulunmadan veya onlar için bir mihir belirlemeden önce onları boşarsanız, size mihir yoktur. Çünkü bu iki sebeple mihir
vâcib olur. Bu iki husus birlikte bulunmadığı zaman mihir vâcib olmaz.’ şeklindedir. Bu iki şarttan biri bulunursa mihrin verilmemesi günahtır.
Veya ‘Hiçbir sakınca yoktur’ demektir. Efendimiz ﷺ boşamaktan çok sakındırıyordu. Bazıları bunda bir vebal olduğunu vehmettiler. Bu âyet hiçbir vebal olmadığını bildirdi.
جُناَحَ kelimesinin lügat manası ‘ağırlık’tır. Kendisinde ağırlık bulunduğu için günah جُناَحَ diye isimlendirilmiştir.
‘Dokunma’dan murad, münasebettir. Allahu Teâlâ, kullarını birbirlerine karşı hitâb ederken, lafızların en güzelini seçme hususunda terbiye için, تَمَسُّوهُنَّ tabiriyle münasebetten kinayede bulunmuştur.
اَوْ تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَرٖيضَةً sözü, ‘erkekler, kendilerine vâcib kıldıkları muayyen miktardaki şeyi, mihir olarak o kadına takdir ederler’ demektir. ‘Farz’, takdir etmek manasındadır.
Burada, اَوْ edatı, و manasında olup, ‘Onlara dokunmadığınız ve onlara herhangi bir mihir takdir etmediğiniz...’ manasında da olabilir.
‘Mut’a’ ve ‘meta’ kelimelerinin aslı, kendisiyle devamlı faydalanılmayan, aksine kısa zamanda sona eren bir istifade etme ve faydalanmadır. Lezzet duyma da çok çabuk sona erdiği ve çok az sürdüğü için, ‘temettü’ diye adlandırılmıştır.
Cinsi temastan önce boşanan kadınlara muta verilir. Eğer bu kadına bir mihir takdir edilmişse, mut’a verilmez. Çünkü Allahu Teâlâ onun hakkında, mihrin yarısını vâcib kılmış, ama mut’a verilmesinden bahsetmemiştir.
İbn Ömer, boşanan her kadına mut’a vermenin gerekli olduğunu, kendisine bir mihir takdir edilip de kendisiyle cinsi münasebette bulunulmayan kadına ise mihrin yarısının yeteceğini söylemiştir.
Ebû Hanife kendisine mihir ister takdir edilsin, isterse edilmesin, temastan sonra boşanan kadına mut’a verilmez, demiştir. Çünkü bu kadın duhûlden önce ve mihir takdir edildikten sonra boşanan kadın gibi, mihrin yarısına hak kazanır.
Bu faydalandırmanın hikmeti, kadını boşayarak onu yalnız bırakan erkeğin zorlanması içindir.
الْمُوسِعِ zenginliğinden dolayı genişlik içinde bulunan kimse demektir. الْمُقْتِر fakirliğinden dolayı darlık içinde bulunan kimse demektir.
“Zengin olanlarınız gücüne göre, fakir olanınız da yine gücüne göre...” buyruğu, mut’anın takdirinin içtihada havale edildiğine delâlet eder. Mut’a (boşanan kadına verilecek bir miktar mal), Allahu Teâlâ’nın, hanımlar için teminini gerekli kıldığı nafaka gibidir.
Şâfiî (r.a) ‘Zengin olan kimsenin, mut’a olarak, boşadığı hanımına bir hizmetçi vermesi; orta halli kimsenin, otuz dirhem; fakir kimsenin ise, bir başörtüsü ve benzeri bir şey vermesi müstehabtır’ demiştir.
İbn Abbas (r.a) Muta’nın en çoğunun bir hizmetçi (köle); en azının bir başörtüsü olduğu ve insan en az ve en çok taraflarından hangi miktarı verir ise caiz olacağını söylemiştir.
Ebû Hanife ise mut’anın mihr-i mislin yarısından fazla olamayacağını söylemiştir.
Nafaka
‘Allah ﷻ yolunda harcadığın bir para vardır. Köle azadında harcadığın bir para vardır. Yoksula sadaka olarak harcadığın bir para vardır. Ehline sarf ettiğin bir para vardır. Bunların sevapça en büyüğü ehline sarf ettiğindir.’ Hadis-i Şerif
Bu sarfiyat aynı zamanda bir mecburiyettir. Diğer harcamaların ecri ve mükâfatı varsa da maddi imkansızlıklar sebebiyle yapılamaması halinde mesuliyet yoktur. Aile fertlerinin nafakasını ikmal ise zorunludur, ihmal edilmesi caiz değildir.
Nafakadan maksat, yemek, elbise ve meskendir. Miktarı, kocanın maddi imkanı nispetinde farklılık arz eder. Kadın ve erkeğin her ikisi de fakirse, fakirlerin nafakası üzerinden ailesinin yiyeceğini temin erkeğin vazifesidir.
Biri zengin, diğeri fakirse orta yollu bir nafaka lazım gelir. Fakir olan erkek ise kudretinin yettiği kadar nafaka temini ile mükelleftir.
Ebû Bekir er-Râzi, mut’a hususunda erkeğin durumunun, mihr-i misil hususunda ise kadının durumunun nazar-ı dikkate alınacağını, nafaka hususunda da erkeğin durumuna göre hareket edileceğini söylemiştir.
Koca fakirken zengin, zenginken fakir düşecek olsa nafakanın miktarı zenginliğe veya fakirliğe göre artar veya eksilir.
Koca, ailesinin nafakasını bizzat kendisi temin etmekle mükelleftir. Karısı da mevcut olanlardan erkeğin iznine muhtaç olmaksızın yer ve içer. Evde bulunan kumaştan elbise yapabilir.
Resûlullah ﷺ Sad b. Ebi Vakkas’a şöyle buyurmuştur:
‘Allah’ın ﷻ rızâsını isteyerek sarf edeceğin her nafaka ile sevaba erersin. Hatta hanımına vereceğin herhangi bir şey de böyledir.’
Kur’ân’ın bu beyanından istifade edenler sâdece muhsinlerdir. O yüzden âyette sadece muhsinler zikredildi. Bu ifade, Allahu Teâlâ’nın, “Sen, ancak kıyametten korkan kimseleri inzar edersin” (Naziat, 45) âyeti gibidir.
Bu ifade ‘Kim muhsinlerden olmayı isterse, işte onun yolu ve durumu budur’ manasındadır. Muhsin, mü’min demektir. Zikredilen hükümlere göre davranmak mü’minlerin yoludur.
Muhsin kimdir? Allah’ı görür gibi ibadet eden, her yaptığını güzel yapan, iyilik yapmayı kendine şiar edinen, ihsan eden... Yahya b. Muaz
Muhsin, nazarında Allah’tan gayrı kimse olmayandır. Te’vilâtı Necmiyye’den...
• عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُ cümlesinde tibakı icab vardır.
• Muhsin, sıfatlı kinayedir. ‘Muhsinler üzerine haktır’ cümlesinde muhsinler tağlip yapılmıştır.
• حَقاًّ kelimesi;
˗ مَتاَعًا ’nın sıfatıdır. Yani, ‘O erkeklere vermeleri gereken bir meta..’ demektir.
˗ Veya, حَقاًّ mahzuf bir, حَقَّ ‘hak oldu, gerekti’ fiilinin meful-ü mutlakıdır. Takdiri: حَقَّ ذَالِكَ عَلىَ الْمُحْسِنِينَ ‘Bu, muhsin (iyi kimse)ler üzerine mutlak bir vecîbedir’ şeklindedir.
˗ Bu kelime, marife olan, قَدَرُهُ (gücüne göre) tabirinden hâl olarak mensubttr ve âmili, عَلَى الْمُوسِعِ zarfıdır.
˗ Ya da mahzuf bir ‘ قَطَعَ / kesinleşti’ fiilinin meful-ü mutlakı olarak mensuptur.
• İşari olarak, Allah ﷻ yaptıklarınızı görüyor, siz de bunu bilerek hareket edin.